Makale

Edebiyat Penceresinden RAMAZAN

Kültürsanatedebiyat

Edebiyat Penceresinden RAMAZAN

Doç. Dr. Muhammet KUZUBAŞ
Ordu Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi

Ramazân erdi yine her gece yanar kandil
Ehl-i İslâma salar şu’le ser-â-ser kandil

EDEBİYAT, toplumun aynasıdır. Topluma ait inanç, düşünce, âdet, gelenek vb. hususiyetler hemen hemen her dönemde az veya çok edebî eserlere yansımıştır. Bu bağlamda köklü bir İslami geleneğe sahip olan milletimizin inanç ve yaşayış sisteminin tezahürlerinden birisi kabul edebileceğimiz ramazan ayına ait pek çok hususiyet edebî eserlerimizde yer bulmuştur.
Edebiyatımızda ramazan; genellikle mesnevilerde, Ramazaniye adı verilen kasidelerde, ilahilerde, manilerde ele alınır. Ramazana ait çeşitli hususiyetleri ihtiva eden gazel ve rubailer de vardır. Ayrıca, müstakil eser olarak veya çeşitli eserler içinde bir bölüm şeklinde orucun faziletlerinin anlatıldığını söylemek gerekir. Bu tür eserlerde, ramazan münasebetiyle toplumsal hayatta meydana gelen değişiklikler renkli ve canlı tasvirlerle okuyucuya sunulur.
Müstakil bir mesnevi şeklinde kaleme alınan Süleyman Nahifi’nin Fazilet-i Savm adlı eseri, ramazan ayının öneminden ve oruç tutmanın faziletlerinden söz eden dikkat çekici bir eserdir.
Ramazanın en canlı olarak tasvir edildiği edebî ürünlerden biri şüphesiz Ramazaniyelerdir. Şairler, ramazanı vesile ederek padişahlara, vezirlere ve devrin önemli şahsiyetlerine âdeta bir ramazan tebriki mahiyetinde kasideler yazmışlar; bu kasidelerin özellikle nesip bölümlerinde bu ayın öneminden ve bu ayda toplumda yaşanan hareketlilikten, canlılıktan özellikle bahsetmişlerdir. Sabit’in Baltacı Mehmet Paşa’ya sunduğu kasidesi ve Nedim’in Sadrazam İbrahim Paşa için yazdığı Ramazaniye bu türün en başarılı iki örneği olarak kabul edilmektedir. Sünbülzade Vehbi, Enderunlu Vasıf, Şeyh Galip, Koca Ragıp Paşa, Süruri, Sami, Nahifi, Haşmet gibi başka şairlerin de başarılı Ramazaniyeler kaleme aldıkları görülmektedir.
Genellikle tekke edebiyatı çerçevesinde değerlendirilen ilahilerin, ramazan ayına has bir yeri vardır. Ramazanın gelişiyle yaşanan sevincin şiire yansıması olarak düşünülmesi gereken “hoş geldin” ilahileri; bir yandan bu kutsî ayı edeple karşılarken, diğer yandan da insanlara bu ayın önem ve kıymetini hatırlatır. Bursalı İsmail Hakkı’nın bir ilahisinden aldığımız aşağıdaki dörtlük, ramazan ayında yapılması gerekenlerin bir şairin diliyle nazma dökülmesidir:
Kıl terâvîhi safalar bulagör
Et tesâbîhi vefalar bulagör
Zikr ü tâat nûru ile dolagör
Hamdülillâh geldi mâh-ı Ramazân
(Amil Çelebioğlu (1998). “Edebiyatımızda Ramazan”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul: MEB Yayınları s. 692.)
Ramazan ayının on beşinden sonra ise elveda ilahileri okunur. 16. yüzyılın önemli gönül insanı Üftade Hazretlerinin bu meyanda bir ilahisi vardır:
Ey dostlarım ağlaşalım
Oruç ayı gitti yine
Hasret ile inleşelim
Oruç ayı gitti yine
Bir nûr idi Hak’tan gelip
Yere göğe nûru dolup
Sâdıkların elin alıp
Oruç ayı gitti yine
Zâlimlerin yollarını
Kesmiş idi ellerini
Yıkmış idi illerini
Oruç ayı gitti yine
(Amil Çelebioğlu (1998). “Edebiyatımızda Ramazan”, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul: MEB Yayınları, s. 693-394.)
Bahti mahlasını kullanan Sultan I. Ahmet’in aşağıdaki Der-Hakk-ı Ramazân-ı Mübârek başlıklı gazelinden aldığımız aşağıdaki beyit, ramazan ayına şiir yazma geleneğinin Osmanlı sarayındaki yansımasıdır. I. Ahmet, ramazanın gelişiyle camilerde yakılan kandillerin Müslümanların dünyalarını nasıl aydınlattığını heyecan ve coşkuyla anlatır:
Ramazân erdi yine her gece yanar kandil
Ehl-i İslâma salar şu’le ser-â-ser kandil
Edebiyatımızda, mağfiret ve marifet ayı olan ramazan bu türden beyitlerle heyecan ve coşkuyla anılırken bu heyecan ve coşku konuyla ilgili yazılan eserlerin muhtevasına da yansımıştır.
Şairler, ramazanda şahit olduklarını, toplumun bu ayı ihya ediş şekillerini kelimelerle resmederler. Mesela Sabit’in Baltacı’ya sunduğu kasidede:
Yevm-i şekk niyetine şîre sıkarkan yârân
Sıkboğaz itdi gelüğ şahne-i şehr-i Ramazân
sözleri, “yevm-i şekk”in yani hilalin görülüp görülmediği münakaşaları arasında ramazanın geldiğini yansıtan bir ifade olarak karşımıza çıkar. Gerek bu kasidenin devamında ve ilgili başka şiirlerde ortaya konan tabloda, ramazanın nasıl canlı bir şekilde idrak edildiğini görmek mümkündür.
Ramazanı bir medeniyet olarak yaşayan ve yaşatan milletimizin, recep ayından başlamak üzere dinî vecibelerini yerine getirme gayretine girdiği görülür. Üç ay oruçlarına niyet edenler ve hatim okumak, nafile namazlar kılmak gibi ibadetler yanında; evlerde mevsimine göre ramazana mahsus yiyecekleri güllaç, tarhana, kavurma, şekerleme ve reçelleri hazırlamak başlıca kaygı olurdu. (Abdülaziz Bey (1995). Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri; Toplum Hayatı, (Hzl: Kazım Ansan-Duygu Ansan Günay), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.)
Ramazan başlayınca hayat, tamamıyla bu ayın üzerine kurulurdu. İnsanlar öğleye doğru uyanırlardı. Çalışma saatleri, kuşluk vaktiyle ikindi arasına alınırdı. Ramazanda ibadetlere ayrı bir önem verildiği için diğer zamanlarda namazlarını aksatanlar veya kılmayanlar, bu aya gelince muttaki olurlardı. Mümkün olduğu kadar namazlar cemaatle kılınırdı. İkindi namazından sonra iftar vaktine kadar camilerde Kur’an okunur, vaaz ve mukabele dinlenirdi.
Heyecanla beklenen iftar sofrası en mükemmel şekilde hazırlanmaya çalışılırdı. İftardan sonra sokaklarda şahit olunan heyecan, coşku ve hareketlilik görülmeye değerdi.
Teravih namazı büyük bir coşkuyla ikame edilirdi. Camilerin önleri, ramazan ayının bereketinden kendi paylarına düşeni almak isteyen şekerciler ve tatlıcılarla dolardı.
Ramazan’ın gelmesiyle, halkın kolay ulaşabileceği mekânlarda pazarlar kurulur, tablalar şekerle doldurulurdu. Ayrıca, dönme dolaplarıyla meşhur eğlence merkezleri, oyun parkları hazırlanırdı. Genellikle iftar sonrası çocuklar buralarda eğlenirler. Yine karagöz, ortaoyunu gibi çeşitli seyirler ve eğlenceler ramazanın neşeli bir şekilde yaşanması için önemli alternatiflerdendi. Evde vakit geçirme niyetinde olanlar da kendi imkânları çerçevesinde aileleriyle, komşularıyla birlikte olurlar.
Sahuru beklemek genel bir âdetti. Sokakların canlılığı karşısında insanlar temcit yemeğine kadar keyifle ayakta kalırlardı. İbadet etmek isteyen ibadetiyle meşgul olur, sohbet etmek isteyen ise bir yârân meclisine dâhil olurdu.
Toplumumuzun ramazana verdiği önemin ve onu ihya ediş şekillerinin edebiyatımıza yansımasını bir yazıya sığdırmak mümkün değildir. Ecdadımızın ramazan medeniyetini iyi öğrenmek ve “Nerede o eski ramazanlar!” dememek için, ramazanı hak ettiği şekliyle idrak etmeye çalışma temennisiyle...