Makale

Şükür, Nimeti Bağlar

ÂYİNE

Şükür, Nimeti Bağlar

Dr. Lamia LEVENT ABUL
Diyanet İşleri Uzmanı

“Nimetlere şükretmeyen onların yok oluşunu kendi istemiş olur. Rabbine nimetleri için şükreden kimse ise, onları sağlam bir iple bağlamıştır.”
İbn Ataullah İskenderi

HİÇ düşündün mü sahip olduğun nimetlerin sayısını, bolluğunu ve büyüklüğünü? O nimetlerin nasıl olur da bu kadar kolaylıkla önüne serildiğini ve bu nimetlerin karşılığını ödemenin ise imkân dâhilinde olmadığını? Çoğumuz âdeta nimetler içinde yüzmemize rağmen nice nimetlere malik olduğumuzun farkında bile değiliz. Nimetin kadrini bilmek için önce nimetin marifetine sahip olmak gerek diyor İmam Gazali. Yüce Allah nimetleri kolaylıkla önümüze serdiği için onları hakkımız olarak görür, herkese verildiği için o nimetin bize özel verilmediği yanılgısına kapılırız. Öyle değil mi? Hava, su, güneş, ay, toprak, bitkiler, hayvanlar ve dünyada gözümüzün değdiği her yerde O’nun bize ihsan ettiği nimetleri müşahede etmek mümkün. Hâl böyle iken, bunları nimet kabilinden saymayanlar şükrünü hakkıyla eda edemez ve neticede elindeki nimetten de mahrum kalırlar.
Gazali’nin İhya’da tüm mahlukata verilen nimetlerden gaflette olanların hâlini anlattığı darb-ı mesele bak da ibret al. Bir kişi fakirliğini basiret sahiplerinden birine şikâyet ederek hâline çok üzüldüğünü söyleyince o zat “iki gözünün kör olup da karşılığında on bin dirheminin olması seni sevindirir mi?” diye sorunca adam “hayır!” dedi. Bunun üzerine basiretli kişi: “O hâlde Mevla’nın senin yanında sayısız nimetleri olduğu hâlde şikâyet etmeye utanmıyor musun?” diyerek Yüce Allah’ın sınırsız nimetlerini hatırlattı ona.
Nimetlerin ve nimeti verenin marifetine sahip isen hep şükür makamında olursun. Nimetin sahibine tevazu ile boyun bükerek O’nu anar, nimetlerini itiraf eder sonra da hamt, şükür ve methederek şükrün her hâlini kuşanırsın. Nitekim “Rabbinin nimetini anlat da anlat.” (Duha, 93/11.) emrine icabet ederek dil ile şükrü eda etmek ve ihsan buyurduğu nimetlerini hamt ile anmak ve dili döndüğünce anlatmak gerek. Her ne kadar kelimeler yetmese de şükrü tam anlamıyla yapmaya, sen şükre devam et, ta ki şükür sende kulluğun bir cüzü hâline gelene kadar.
Şükrün sadece dil ile ifadesi kâfi gelmez, Rabbin verdiği nimetlere bedeninle de şükretmelisin. Hak Teala’nın sana bahşettiği iman ve İslam için, sağlıklı ve sıhhatli beden için, ailen, dostların, arkadaşların için… Kulluk vazifelerini yerine getirmek şükrün beden ile yapılmasıdır. İbadetlerde devamlı ve dikkatli olmak, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmek, Kur’an’ı okumak ve anlamak, Allah’ı çokça zikretmek ile şükrünü eda etmek kulluğunun gereğidir. Zira gecelerini bitap düşünceye kadar namaz ile nurlandıran Hz. Peygamber, neden bu kadar çok ibadet ettiğini soran Hz. Aişe’ye: “Ya Aişe şükreden bir kul olmayayım mı?” (Buhari, Teheccüd, 6.) buyurarak şükrün nasıl yapılması gerektiğini göstermiştir.
Diğer taraftan her nimetin şükrü kendi cinsi ile olur. Yüce Mevla’nın saymakla bitmeyen nimetlerine karşılık her ne yaparsan yap yetersiz gelir. Ancak nimet olarak bize verdiklerini başkalarının da istifadesine verirsen şükreden kullardan olursun. Eğer mal vermişse onu fakir-fukara ile muhtaç ve kimsesizlerle paylaşarak şükrünü eda edebilirsin. İlim vermiş ise ilmin şükrü başkalarına öğretmekle olur. Gücün kuvvetin yerindeyse insanların yardımına koşarak, hayır işlerinde çalışarak şükür borcunu bir nebze olsun ödemiş olursun. Şükür Yüce Allah’ın sana bahşettiği nimetleri O’nun için sarf etmendir.
Şükrü alışkanlık hâline getirmek her faniye nasip olmaz. Zira nimetler kolaylıkla elde edildiğinden onun üzerinde fazla düşünmez insanoğlu. Bu gaflet perdesinin kalkması için tefekküre ihtiyaç vardır ki, irfan ehli bize bunu öğretmişlerdir. Mesela onlardan bazıları şükrü hakkıyla yapmak için hastanelere, mezarlıklara gider, orada Allah’ın kullarına verdiği çeşitli belaları görür, sağlık ve selamette olduklarına şükrederlerdi. İrfan ehlinin bir öğüdü de dünya işlerinde kendinden kötü hâlde olanlara bakmak, ibadet ve takva hususunda ise kendinden daha iyi halde olanlara bakmaktır. Her hâllerine şükreden Allah dostları, şükretmek kadar sıkıntı ve musibetlere sabır göstermeyi de şükrün bir parçası olarak görmüşlerdir. Zira müminler “lütfun da hoş kahrın da hoş” diyerek Cenab-ı Hak’tan gelen her şeyi gönül rızasıyla karşılamış, şikâyette bulunmaktan hayâ etmişlerdir. Hz. Peygamber müminin bu hâlini şöyle resmediyor bize: “Müminin durumu ne kadar da şaşırtıcıdır. Zira her ili onun için hayırdır. Üstelik bu başkasına değil sadece mümine has bir durumdur. Ona memnun olacağı bir şeye gelse şükreder; bu hayırdır. Hoşlanmadığı bir zarar gelse sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64.)
Hayat gailesi içinde koşturmaktan, dünyaya ziyadesiyle dalmaktan tefekkürü ne az yapar olduk. Varlıkla imtihanı şükürle geçmek varken, unutup aldanmak da var. Hep daha fazlasını isteme, verilenle yetinememe hastalığına duçar olduğumuzdan şükrü de yitirdik. Hâlbuki, “Eğer şükrederseniz size elbette nimetlerimi artırırım.” (İbrahim, 14/7.) diye buyuran Cenab-ı Hak, lütuf ve keremiyle bize ikramlarını cömertçe sunmayı vadediyor. Nimeti bağlamanın, artarak devam etmesinin yolu çokça şükretmektir. Rabbimin bizleri şükürde daim olanlardan kılması duasıyla…