Makale

Oruç ile Gelenler

DİN VE HAYAT

Oruç ile Gelenler

Doç. Dr. Ahmet ÇAPKU
Kırklareli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi

HER dinin kendine özgü ibadet biçimleri vardır. İslam’ın getirdiği namaz, oruç, zekât, hac ve diğer ibadetlerin kişinin iç ve dış dünyasına yansımaları söz konusudur. Hemen her birinin farklı görünümü olan ibadetlerin, nihai manada kişinin yetkinleşmesini ve dünya ahiret mutluluğunu gözettiğini söylemek mümkündür. Muhtelif gerekçeler dile getirilmekle birlikte ibadetlerin var oluş amacı ilahî hikmet boyutu ile ilişkilidir.
İslam dininin inanç ilkelerinden kabul edilen oruç, Arapçada ‘sıyam’ kelimesi ile ifade edilmiştir ki, bu kavram, kişinin bir işi yapmaktan kendini alıkoyması, susmak, durgunlaşmak, gibi manalara gelir. Oruç için önemli kavramlardan biri olan ‘imsak’ (tutmak), oruçlunun, fecirden akşama kadar yemek, içmek ve cinsel ilişkiden kendini tutması/alıkoyması olarak anlaşılmıştır. Bu yönüyle mezkûr kavram, kişinin iradi açıdan yetkinleşmesi yanında bedenin dünyevi ilgilere kapılmasını önlemek ile de yakından ilgilidir.
Bir dinin yapısını ana hatları ile üçe ayırmak mümkündür: a) İtikat denilen ve inanç ilkelerini oluşturan kısım. b) İbadetler denilen ve kendisi bu dünyada olduğu hâlde kişinin iç dünyasını metafizik alana bağlayan kısım. c) İnanan insanların dış dünyada yapıp etmelerini birtakım ölçülere bağlayan kısım (hukuk, ahlak vb.). Bunlar arasında ibadetlerin, itikat ile hukuk-ahlak arasında orta bir yerde durduğu görülür. Nitekim ibadetler içinde namaz, her ne kadar kişisel bir etkinlik olarak görülse de cemaatle namaz olunca toplumsal bir yapıya bürünür, mabetler ile mimari ve estetik bir görünüm kazanır. Hac ve zekât zengin kabul edilen müminin ibadeti olsa da işin içine fedakârlık, sabır, merhamet, sevgi, şükür gibi hâllerin girmesi ile kendini toplumsal bir örgü hâlinde var kılar. Büyük hekim ve hakîm İbn Sina’nın, eğer ki ibadetler olmasa idi din ve onun varlığının devamını sağlayan şekiller bir iki asırda yok olur giderdi (İbn Sînâ, Metafizik-II/(el-İlâhiyât), çev. E. Demirli, Ö. Türker, İst. 2005, Litera Yay., sf. 193.) şeklindeki bakış açısı, ibadetlerin, dinin toplumsal açıdan kalıcılığında ne denli etken olduğuna işaret eder.
İbadetler içinde oruç, denilebilir ki, diğerlerinden daha ileri seviyede kişiseldir. Bu yönüyle toplumsallığa pek elverişli görülmez. Çünkü konu doğrudan kişi ile Allah arasındadır. Kimin oruç tutup tutmadığı da ancak bu ikisi arasında bilinen bir mahiyet arz eder. Orucun sadece Allah’a özgü bir ibadet oluşu ve mükâfatının da bu husus dikkate alınarak verilecek olması belki de meselenin söz konusu boyutu ile ilgilidir. Şu kadar var ki, oruç ve ramazan ayı, gerçekte derinden işleyen ve âdeta sessizce akıp giden sular gibidir. Çünkü oruç ibadeti, kişinin gündelik hayatında maddî boyutuyla bedenen, manevi boyutuyla sabır-şükür çizgisinde yaşanan bir özelliktedir. Oruçlunun iç dünyasında yaşadığı manevi hâl, dış dünyaya tevekkül, tahammül, teşekkür olarak yansır. Bu durum, orucun sadece bedene değil iradeye de tutturulmasının bir neticesidir. Oruçlunun kavga ve gereksiz tartışma gibi hâllerden kendini uzak tutması gerektiği tavsiyesi bununla ilgili olsa gerektir.
Oruç ayında müminin, kazandığı malından tasaddukta bulunması ayrıca tavsiye edilmiştir. Böylece kişinin, mal canın yongasıdır fehvasınca varlığının devamı açısından muhtaç olduğu malından feragatte bulunması ve iradesini bu yönde eğitmesi onu biraz daha Yaratıcıya yaklaştırır. Bu durum, güven duyulması gereken varlığın sadece Allah olduğunun bilincine erişme yürüyüşüdür. Kişi bu dünyada sağlığı ve imkânları yerinde biri olabilir. Ancak oruçluluk hâli, insanı belli şeylerden mahrum kılması itibarıyla onu diğerleri ile eşitler. Bunun da insanda başkalarına karşı bir farkındalık bilinci oluşturması umulur. Ki, başkalarını anlayabilmek ve onların hâli ile hâllenebilmek insanı hodkâm/bencil olmaktan uzaklaştırıp diğerkâm olmaya sevk eder.
Ramazan ayının son on gününde itikâf ibadeti bu noktada ayrıca önem arz eder. İtikâf, hâli vakti yerinde olduğu hâlde kişinin kendini dünyaya bir nevi kapatarak zahiri alakalardan bâtına yönelmesi ve onun maddeden manaya yükselişin bir remzidir. Anlayışlı, şahsiyetli ve gayretli kişilerden oluşan toplumlar erdemli toplum olmaya hak kazanırlar ve sözü edilen toplumlar başkalarının orada bulunmaya can attığı yaşanası yerler olurlar. İlerlemek, ileride olmak sadece maddeye çeşitli biçimler vererek diğer toplumlara nispetle belli bir mesafeyi katetmek değil aynı zamanda sözü edilen manevi hâlleri de kuşanmış olmak olsa gerektir.
Tasavvufta az yemek, az uyumak ve az konuşmak şeklinde formüle edilen edeplenme hâli ramazan ayında oruçlunun dikkat etmesi gereken bir hâldir. Bu açıdan oruçlu mümin, dünyaya karşı perhizkâr tavrı ve malından infakta bulunması itibarıyla çağımızın hastalığı olan kibir ve bencillikten kendini arındırma yoluna girmiş olur. İrade eğitimi ve yetkinleşme noktasında Endülüslü filozof İbn Bacce’nin idealist bakış açısıyla hâkim ve hekimsiz bir erdemli toplum tasarımında oruç gibi bir ibadetin ne çok etkisi olabileceği açıktır. Bu yönüyle oruç, bedenin gereksiz maddî ilgilerden uzaklaşması açısından kişisel sağlığı beraberinde getirir, tasadduk ve infakta bulunma etkinliği yönüyle toplumda şefkat ve sevgi atmosferi oluşturur. İtikâf ise benin dünyevileşmesi önüne âdeta bir perde gibidir. Şu hâlde oruç, bedenin maddi alışkanlıklarına ve maddileşmeye karşı bir imsak olmaktadır ki, bu yönüyle kişi her ne kadar oruç tutuyor olarak görünse de aslında oruç, kişiyi olumsuz gidişata karşı tutmuş olmaktadır denilebilir.
Ezcümle oruç, gerek kişinin iç dünyasında ve gerekse dış dünyada meydana getirdiği etki ile madde âleminde yaşayan insanı mana âleminin eşiğine taşıyan bir köprü görevi görür. Maneviyat ikliminin doğurduğu bu etki ile olsa gerektir ki, İslam toplumunda bu ayda insani haller en güzel kıvamına erişir. Hemen her türlü yüz kızartıcı işlerin belli ölçüde azalması, buna karşılık yardımlaşma, anlayış gösterme (müsamaha) gibi hâllerin belirgin şekilde tezahürü herhalde ramazanın bereketi ile açıklanabilir. Bu yönüyle o, Kur’an’ın kendisinde indirildiği bir rahmet olmaktadır. Onun için söz konusu kişisel ve toplumsal iyiliği tesis adına, “Sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun.” (Bakara, 2/185.) buyruğu bir hakikatin ifadesidir.

Ezcümle oruç, gerek kişinin iç dünyasında ve gerekse dış dünyada meydana getirdiği etki ile madde âleminde yaşayan insanı mana âleminin eşiğine taşıyan bir köprü görevi görür. Maneviyat ikliminin doğurduğu bu etki ile olsa gerektir ki, İslam toplumunda bu ayda insani haller en güzel kıvamına erişir.