Makale

Afrika'nın İslam'la ilk tanışması: Habeşistan hicreti

Afrika‘nın İslam‘la ilk tanışması: Habeşistan hicreti


Doç. Dr. Âdem Apak

İ slam dininin Afrika ile ilk tanışması Habeşistan kanalıyla olmuştur. Arapların bu ülkeyle ilişkileri İslam öncesine kadar ulaşır. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.s.)’in yakın atalarından Abdümenaf Bizans, İran gibi ülke yöneticileriyle ilişkiler kurmuş, onlardan Kureyş tüccarlarının ülkelerinde güvenlik içinde ticaret yapmaları için izin almıştır. Onun oğlu Haşim de Kureşliler’in Bizans’ta rahat hareket edebilmeleri ve vergi muafiyetinden yararlanabilmeleri için Kayser’den izin almış, benzer muafiyet Habeş hükümdarından da sağlamıştır. (İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), I, 75; Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân), II, 252.) Kaynaklarımız, yine Kureyşli Amr b. el-Âs’ın ticaret amacıyla Habeşistan’a gittiğine ve orada kendisine misafir olacak kadar kralla yakın ilişkiye girebildiğine şahitlik yapmaktadır. (İbn İshak, Sîretü İbn İshâk, (thk. Muhammed Hamidullah), Konya, 1981, s.149-150; Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, I, (thk. Muhammed Hamidullah), Jerusalem, 1963, I, 233.)

Habeşistan dünyanın en eski yerleşim bölgelerindendir. Ülkedeki krallık, Arabistan’dan gelen Sâmî asıllı Sebeliler tarafından kurulmuştur. Arabistanlı göçmenler, zamanla bölgedeki hâkimiyetlerini daha da güçlendirmişlerdir. Habeşliler, Güney Arabistan’da Yahudiliği benimseyen Himyer kralı Zû Nüvâs’ın baskısından bunalan Hristiyan dindaşlarının çağrısıyla Yemen’e bir ordu göndermişlerdir. Bu vesileyle Arabistan’ın güneyini kontrol altına alan Habeşliler, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in doğduğu yılda Ebrehe komutasında Kuzey Arabistan’a doğru harekete geçerek Mekke’yi işgal etmek istemiş, ancak hedefini gerçekleştiremeden geri dönmüşlerdir. Orta Arabistan’daki bu başarısızlık, onların Yemen’deki hâkimiyetlerini de olumsuz etkilemiş, bu hadiseden kısa süre sonra Habeşliler, Sâsânîler tarafından Yemen’den çıkarılmıştır. İslamiyet’in ortaya çıktığı dönemde Habeşistan dâhilinde meydana gelen iktidar mücadeleleri de Habeşlilerin Arabistan coğrafyasıyla irtibatını daha da zayıflatmıştır. Bununla birlikte Habeşistan, Mekkelilerin baskısından bunalan İlk Müslümanlar için güvenli bir yurt olmuştur. (İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts. I, 71, 363-364.)

Miladi 615 yılında Hz. Hamza’nın Müslüman olması, hem Hz. Muhammed (s.a.s.) için büyük bir sevinç ve moral kaynağı, hem de Müslümanlar adına güçlü bir destek oldu. (İbn İshâk, Sîre, s. 151-153; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 311-312.) Ancak onları memnun eden bu gelişmeler, Mekke müşriklerini son derece rahatsız ederek onların inananlara baskılarını daha da şiddetlendirdi. Ashabının mâruz kaldığı zulüm ve işkenceleri engellemeye gücü yetmeyen, üstelik ölüm korkusu sebebiyle dinlerini terk etmelerinden de endişe duymaya başlayan Allah Rasulü (s.a.s.), özellikle himayesiz kalan müminlerine Habeşistan’a hicret etmeleri tavsiyesinde bulundu. Kur’an’da zikredilen “Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi... Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.” (Nahl, 41-42.) “(Ey Muhammed! Bizim adımıza de ki, “Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlar için (Ahirette) bir iyilik vardır. Allah’ın yeryüzü geniştir. Sabredenlere bunun karşılığı elbette hesapsız olarak verilir.” (Zümer, 10.) ayetleri bu hadiseye işaret eder.

Hicret hazırlıklarının tamamlanması üzerin tebliğin 5. yılının Recep ayında (M.615) on bir erkekle dört kadından oluşan ilk hicret kafilesi Habeşistan’a hareket etti. Heyette Osman b. Affan ve eşi Rasulüllah (s.a.s.)’ın kızı Rukıyye, Ebu Huzeyfe b. Ubte ve hanımı Sehle bint. Süheyl, Ebu Seleme ve hanımı Ümmü Seleme, Âmir b. Rebîa ve hanımı Leylâ bint. Ebu Hamse, Zübeyr b. el-Avvam, Mus’ab b. Umeyr, Abdurrahman b. Avf, Osman b. Maz’ûn, Ebû Sebre, Hâtıb b. Amr ve Süheyl b. Beyda bulunuyordu. Bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra Cafer b. Ebu Talip başkanlığında 82 erkek ve 18 kadından müteşekkil yeni bir Müslüman grup ikinci Habeşistan hicretini gerçekleştirdi. Önceki Muhacirler gibi onlar da Habeş kralı tarafından iyi karşılandılar. Dolayısıyla yeni yurtlarında güvenlik içinde hayatlarını sürdürdüler. (İbn İshâk, Sîre, s. 154-157; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 344-365; İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 203-208; Belâzürî, Ensâb, I, 198-227.)

Habeş Muhacirleri burada emniyet içinde yaşıyorlardı. Ancak Mekke müşrikleri onların iyi halde olmalarından rahatsızlık duydular. Bu sebeple Müslümanların Habeşistan’dan çıkarılmalarını temin maksadıyla içlerinden Amr b. el-Âs ile Abdullah b. Ebu Rebîa’yı elçi olarak Necaşî’ye gönderdiler. (İbn İshâk, Sîre, s. 194; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 358-359.) Mekke elçileri kralın huzuruna çıkarak bazı ayak takımı insanların Mekke’den ayrılıp Habeşistan’a yerleştiklerini, onların kendi dinlerini terk ettiklerini, fakat sığındıkları insanların dinine de girmediklerini söyleyip Muhacirleri suçladıktan sonra, geliş amaçlarının bu insanların geri gönderilmelerini temin etmek olduğunu bildirdiler. Necaşî ise ülkesine sığınan insanları dinlemeden herhangi bir karar vermeyeceğini söyleyerek onlardan bir temsilci istedi. Sonuçta kralın huzuruna davet edilen Müslümanların sözcüsü Cafer b. Ebu Talip şu mealde bir konuşma yaptı:

“Ey hükümdar! Allah aramızdan birini seçip de onu kendisi için elçi olarak gönderene kadar biz cahillerdendik, putlara tapar, ölü hayvan eti yer, fuhuş yapardık. Akrabalık bağlarına riayet etmez, komşuluk haklarını tanımazdık. Güçlü olanlarımız zayıf olanlarımız ezerdi. Uzun bir müddet bu halde yaşadık. Sonra Allah bize aramızdan soyunu, doğruluğunu, güvenilirliğini, namusluluğunu bildiğimiz bir peygamber gönderdi. O bizi Yüce Allah’ın birliğini tanımaya ve O’na ibadet etmeye çağırdı. Ağaç ve taştan yaptığımız putlara tapmaktan, Allah’a ortak koşmaktan uzaklaştırdı. Bize doğru söylemeyi, emanete ve akrabalık bağına riayet etmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, haramdan, kan dökmekten sakınmayı emretti. Fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadına iftira etmekten menetti. O, bize, diğer insanlara kötülük yapmaktan çekinmeyi, sadece Allah’a ibadet etmeyi, sadaka vermeyi ve her çeşit iyi ve güzel ameller işlemeyi öğretti. Bütün bunlar, bize hoş ve cazip geldi ve biz bunları yapmaya başladık. Fakat bunun hemen arkasından kendi insanlarımızdan, vatanımızı terk etmeye ve senin ülkene sığınmaya bizi mecbur eden işkenceler gördük. Biz, seçebileceğimiz bütün krallar arasından sizi tercih etmiş bulunuyoruz; zira sizin yanınızda bize kimsenin zulmedemeyeceğini ümit ediyoruz.” (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 359-360.)

Necaşî konuşmayı dinledikten sonra Hz. Peygamber (s.a.s.)’in getirdiklerinden kendisine bir örnek sunulmasını istedi. Bunun üzerine Cafer, Meryem suresinin baş tarafındaki ayetleri okudu. (Meryem, 1-40.) Kral ve adamları duyduklarından etkilenip ağlamaya başladılar. Necaşî bunların İsa’ya gelenlerle aynı kaynaktan olduğunu ifade ederek Müslümanlara ülkesinde huzur içinde istedikleri kadar kalabileceklerini açıkladı. Bunun üzerine Mekke elçileri elleri boş döndüler. (İbn Hişâm, es-Sîre, I, 361-362.)
Habeşistan’a gerçekleşen ikinci hicretin hemen akabinde Mekke‘de kalan Müslümanları az da olsa ferahlatan bir hadise meydana geldi ki, bu Hz. Ömer’in İslam’ı kabul etmesidir. Onun İslam’a girişi Mekke’de kalan Müslümanlara cesaret vermiş, onlar artık Kâbe’de toplu olarak namaz kılmaya başlamışlardır. (İbn İshâk, Sîre,s. 160-165; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 366-375.) Habeşistan’da kalan Muhacirlerden bir kısmı da Hz. Hamza’nın ardından Hz. Ömer’in de Müslüman olmasıyla Mekke‘deki din kardeşlerinin feraha kavuştuklarını düşünmüşlerdir. Ayrıca müşriklerden bir kısmının Hz. Peygamber (s.a.s.)’e tabi oldukları şeklinde haberler de almaya başlayınca Mekke’ye geri dönmeye karar verdiler. Ancak geldiklerinde Mekkeliler hakkında duyduklarının gerçek olmadığını gördüler. Bununla birlikte yeniden hicretin zorluğunu da göze alamayarak müşriklerden aldıkları himayelerle Mekke’de yaşamaya devam ettiler. (İbn İshâk, Sîre, s. 158; İbn Hişâm, es-Sîre, II, 3-9.)

Habeşistan’da kalan Müslümanların bir bölümü Medine‘ye hicretin hemen akabinde Arabistan’a dönerken, geri kalanları ise (H.7/M.628) yılında gerçekleşen Hayber fethinden sonra Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Amr b. Ümeyye ed-Damrî vasıtasıyla Necâşî nezdindeki girişimleriyle Medine’ye getirilmişlerdir. Rasulüllah (s.a.s.) onları görünce “Hayber’in fethinin mi, yoksa kardeşim Cafer’in gelmesinin mi daha sevindirici olduğunu bilemiyorum.” sözleriyle Habeş muhacirlerinin dönüşlerinden duyduğu memnuniyeti ifade etmiştir. (Buhârî, Farzu’l-Hums 15, Menâkıbu’l-Ensâr 37.)

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Mekke’den Habeşistan’a göç eden Müslümanların öncelikli hedefi, Mekke’deki baskı şartlarından kurtulup dinlerini rahatça yaşayabilecekleri bir sığınak elde etmekti. Onların ilk planda İslam dinini Habeşistan’da yaymak ve bölgeyi İslamlaştırmak gibi bir misyonları bulunmuyordu. Hatta onlar, Habeşlileri Müslümanlaştırmak bir yana, Ümmü Habîbe’nin eşi Ubeydullah b. Cahş’ın dinini terk edip Hristiyan olmasına engel olamamışlardır. (İbn İshak, Siyer, s. 319; İbn Hişam, es-Sîre, I, 238, 277, IV, 6, 10; İbn Sa‘d, et-Tabakât, I, 208, III, 89.) Müslümanlar için bölgede İslam dinini hakim kılma misyonu, ancak Medine’ye hicretten sonra planlı bir şekilde gündeme alınacaktır. Nitekim İslam tarihi kaynaklarında Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, elçisi Amr b. Ümeyye ed-Damrî (r.a.) vasıtasıyla hicretin 7. yılı Muharrem ayında İslam’a davet için gönderdiği Habeşistan kralına gönderdiği mektuptan söz edilir. Necaşî, Peygamberimiz (s.a.s.)’in mektubunu Amr b. Ümeyye (r.a.)’den alınca, gözlerine sürmüş, hemen tahtından inerek yere oturup Müslümanlığını açıklamıştır. Ardından da “Eğer yanına kadar gitmeye imkân bulsaydım, muhakkak giderdim! Allah’ı şahit tutarak söylerim ki: O, Kitab Ehli olan Yahudilerle Hristiyanların geleceğini bekleyip durdukları ümmi peygamberdir! Musa peygamber, ‘Merkebe biner!’ diyerek İsa peygamberin geleceğini müjdelediği gibi; İsa peygamber de, deveye biner!’ diyerek Muhammed peygamberin geleceğini öylece müjdelemiştir! Gözle görmek, bu müjde haberinden daha tatmin edici, daha içe sindirici değildir! Fakat ne yapayım ki, Habeşlilerden pek az yardımcılarım vardır. Yardımcılarımın çoğalmasını ve kalplerin İslamiyete ısınmasını bekliyorum.” sözleriyle ülkesinde İslamlaşmanın başlayacağını müjdelemiştir. (İbn Sa’d, et-Tabakât, I, 258-259.) Kralın bu sözlerinden Habeşistan’da kendisinin destek alabileceği yeterli miktarda Müslüman sayısına ulaşılamadığı sonucunu çıkarmak mümkündür.

Habeşistan’da İslamlaşma faaliyetleri resmen Hz. Peygamber (s.a.s.)’in davet mektubuyla başlamış olmakla birlikte, miladi 615’ten 628’e kadar -sayıları zamanla azalmış olsa da- 13 yıl Habeşistan’da kalan Mekkeli Müslümanların yerli halk üzerinde mutlaka etkilerinin olduğu ve ülkede belli oranda İslamiyet’e girenlerin bulunduğu ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekir. Bu süreçte Habeşistan halkı arasında İslamlaşma faaliyeti her ne boyutta olursa olsun, İslam dini muhacirler vasıtasıyla Kara Kıta’ya ulaşmış ve gönüllerde yer etmeye başlamış, özetle İslamlaşmanın adımları sembolik düzeyde ilk kez Habeşistan’da atılmıştır.

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Muhacir Müslüman Mekkelilere kucak açması bu vesileyle halkını Müslümanlıkla tanıştırması sebebiyle, Afrika’yı İslam ile buluşturma şeref ve payesinin Habeş muhacirleri kadar Habeşistan kralı ve halkına ait olduğu şüphe götürmez bir gerçektir.