Makale

Aile içi iletişimde temel değerler V: Diğerkâmlık

Aile içi iletişimde temel değerler V: Diğerkâmlık
Prof. Dr. Ertuğrul Yaman


Günümüzde insana verilen değer, her geçen gün azalmaktadır. Bu durumun temel sebebi, değerler yitimi seline kapılan insanımızın -tıpkı sel sularının önüne geleni sürükleyip götürmesi gibi- değerlerini bir bir yitirmesidir. Unutmaya yüz tuttuğumuz güzel ve özgün değerlerimizden birisi olan “diğerkâmlık” kavramı, yeni zamanlarda “empati” terimiyle karşılanmaya çalışılmaktadır ki hiçbir şekilde bu yeni terim “diğerkâmlık” duygusunu tam olarak ifade edememektedir. Eskiden dilimizde sıkça kullanılan hemhâl olmak (kendini karşıdakinin hâliyle hâllendirmek) ve diğerkâmlık (kendisinden önce başkalarını düşünmek, bencil olmamak) kavramlarını ne yazık ki artık Türkçe’den kovduk. Bundan daha da kötüsü; bir yandan bu kavramın dilimizdeki kelime karşılığı kaybolurken diğer yandan da başkalarını düşünme; kendini onun yerine koyma ve muhatabı hissetme anlayışı da ortadan kalkmış oldu.

Vaktiyle, “diğerkâmlık” duygusu ve davranışı, geleneksel kültürümüzün en sağlam temel taşlarından birisi idi. Nitekim kâinatın kitabı Kur’an-ı Kerim’de defaten yardımlaşma, dayanışma çağrıları yapılırken birçok yerde başkalarını düşünme hususu önemle vurgulanmış ve bu davranış övülmüştür. Kâinat’ın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.s.)’in “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” şeklindeki ifadesi diğerkâmlık duygusunun zeminidir. Milli şairimiz M. Âkif Ersoy’un şu dizleri de ibretamizdir:

“Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu,
Gelir de adl-i ilahî sorar Ömer’den onu.”
Evvel emirde bilinmelidir ki kendimizden önce başkalarını düşünmeden, dahası karşıdakinin duygu ve düşüncelerini hissetmeden insan ilişkilerinde başarılı olma şansımız yoktur. Yalnızca kendimizi düşünmek, bencilce davranmak iletişimin en büyük engellerinden birisidir. Oysa kendimizden önce başkalarını düşünmek; hayatı, mutluluğu, dertleri paylaşmak bizleri iletişim ortamına çeker ve sosyalleştirir.

Kendisinden başka kimseyi görmeyen, kimsenin derdiyle dertlenmeyen bir “benci birey” tipinin özendirildiği, bencilliğin kol gezdiği, tek başına özgürce(!) yaşamanın moda olduğu günümüzde, diğerkâmlık duygusunun gönüllerde yeşermesi pek zordur. Ne var ki bu duygu yüreklerden kaybolalı beri, insanımız pek mutsuz ve pek bahtsız yaşar oldu. Çünkü insanın yalnızca kendini düşünmesi bir yandan kendisini bayağılaştırırken diğer yandan da insanlar arasındaki iletişim köprülerini de birer birer yıkıp viran eylemektedir.

Oysa aile içinde sağlıklı, huzurlu ve kalıcı bir iletişim kurabilmek için gerekli olan değerlerden birisi de “diğerkâmlık”tır. Hatta denilebilir ki evlilikte bir arada mutlu ve huzurlu yaşamanın harcı “diğerkâmlık” duygusudur. Aile fertleri arasında “diğerkâmlık” duygusu mevcutsa o ailede huzur ve mutluluk hâkim olur. Bu duygu aile bireylerinde mevcut değilse, o ailenin istikbali karanlıktır. Çünkü aile kavramının tabiatında birliktelik, dayanışma, paylaşma ve fedakârlık duyguları vardır. Sadece kendisi için yaşayan eşler asla birbirlerini anlayamazlar. Böylesi eşlerin çocukları da “diğerkâmlık” duygusundan nasipsiz kalacakları için kalabalıklar içinde yalnız yaşamaya mahkûm edilmiş bireyler olarak hayata atılırlar.

Aile içinde gerçekten huzur ve mutluluk aranıyorsa, herkes kendinden önce diğer aile bireyini düşünerek davranmalı ve bu yaptıkları için de bir karşılık beklememelidir. Beyler, hanımların duygu ve düşüncelerine öncelik verirse; hanımlar da beylerin istek ve arzularına duyarlı davranırlarsa birçok çatışma kapısı kendiliğinden kapatılmış olur. Aynı şekilde ebeveynler, yaşlı ve çocukların duygu, düşünce ve ihtiyaçlarına; yaşlılar ve çocuklar da ebeveynlere karşı dikkatli ve duyarlı davranırlarsa hiçbir mesele kalmayacaktır.

Biliyorum ki bu yazılanlar, dünyanın merkezine kendisini koyanlar için hiçbir anlam ifade etmeyebilir. Bizim sözlerimiz evi yuva bilenlere, yuvada huzur dileyenlere… Hep “ben ben” diyenlerin akıbetleri meçhuldür. Öncelikle “sen, siz, o, onlar, diğerleri…” diyebilmek ne yüce bir duygudur. Bu duygu hem bireysel iç huzurunun hem de aile içi iletişimin teminatıdır. Unutmayalım ki mutlu olmanın yolu başkalarını mutlu etmekten geçer.

Aile içi iletişimde anlamsız “ben” savaşlarıyla ömürlerini heba eden sözde eşlere acımamak elde değil! Hâlbuki hayat bir müsabaka sahası değil, bir muhabbet gülşeni olmalıdır. Marifet, birlikten güç kazanmaktır. Enerjilerini birbirleriyle tartışarak, yarışarak ve kavga ederek harcayan eşler, hayatın gerçek zorlukları karşısında bitap düşmüş olacaklardır. Heyhat! Ne yazık!

Bireylerin en güvenilir sığınağı olan aile kavramına inanmayanlar, aile olmanın hazzını yaşayamayanlar, çocuk (insan) yetiştirmenin tadını alamayanlar için günümüzde birçok tuzak da mevcuttur. Aile kavramını yıpratarak evliliği engellemeye çalışan mihraklar, bir yandan evliliğin neredeyse çağdışılık olduğu savını güçlendirirken diğer yandan da bir şekilde evlenmiş olanlara yeni modern yöntemler önermekteler: “Boşanma!”.

En ufacık bir görüş ayrılığını boşanma sebebi olarak görüp ayrılık yolunu tutan çiftler, ömür boyu kendilerinin ve varsa çocuklarının geleceğine ipotek koymaktadırlar. Oysa boşanma kolaycılığı yerine “diğerkâmlık” duygularını güçlendirseler, bütün aile için muhteşem bir gelecek ve toplum için sağlıklı bir zemin inşa etmiş olacaklardır. Nikâh masalarında söylenen o muhteşem “iyi günde, kötü günde; hastalıkta ve sağlıkta bir arada olma” tavsiyesi ve “bir yastıkta yaşama” ilkesi herhâlde artık klasik bir tekerleme işlevi görecektir! Herkesin bu sözlerin lafzı ve ruhu üzerinde düşünmesi elzemdir.

Yeni zamanlarda gençlerimizin önüne altın kadehte sunulan zehirli hayat reçetelerinden yeni birisi de “birlikte yaşama” modelidir. Hiç evlenmeden ihtiyaç duydukça bir araya gelme felsefesine dayalı olan “birlikte yaşama” furyası, eğer önlem alınmazsa çok yakında –Allah korusun- gençlerimizin ve toplumumuzun yeni bir felaketi olabilir! Bizden uyarması!