Makale

Hz. Muhammed ve rahmet toplumu

Hz. Muhammed ve rahmet toplumu


Prof. Dr. Ejder Okumuş

İslam öncesi cahiliye toplumu, cahili âdetlerin, kötü ahlakın, kadına, yoksula, mahrum ve mazluma zulmün egemen olduğu bir toplumdu. İslam peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.)’in içinden çıktığı ve peygamber ilan edildiği toplumda hakkın ölçütü, güçlü ve zengin olmak idi; buna göre güçlü iseniz haklı, zayıf iseniz haksız idiniz. Gücü elinde bulunduran aktörler, zayıfları ezme konusunda sınır tanımıyorlardı. Yabancının mallarını alıyor, ama parasını vermiyorlardı. Çocukların ve kadınların bir değeri yoktu. Kadınlar aşağılanıyor, babanın kararıyla kız çocuklar diri diri gömülebiliyorlardı. Putperestlik, şirk toplumda olabildiğince yaygın ve baskındı ve farklı inanç, düşünce ve hayat tarzlarına pek müsamahakâr davranılmazdı.

Cahiliye toplumu, merhamet duygusunun neredeyse ölmeye yüz tuttuğu bir toplum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu toplumda sevgi yerine kin ve nefret, beddua ve düşmanlık egemendi, geçerliydi. Cahiliye toplumu, merhamet eğitiminin yapılmadığı bir toplumdu.

Cahiliye toplumunda hak, eşitlik ve adalet yerine haksızlık, eşitsizlik ve zulüm geçerliydi. Cahiliye toplumunda saygının pek geçerliliği yoktu.

Arap yarımadasının dışında dünyanın diğer birçok coğrafyasında da haksızlıklar, zulümler, eşitsizlikler, adaletsizlikler, saygısızlıklar, sevgisizlikler had safhadaydı. İran ve Bizans’ta da durum pek farklı değildi.

İslam peygamberi Hz. Muhammed’in peygamber olarak görevlendirildiği zaman, böyle bir zamandı, toplum böyle bir toplumdu, dünya böyle bir dünya idi.

Bir rahmet peygamberine ihtiyaç olduğu gün gibi aşikârdı. Toplumda az sayıdaki hakikat arayışçısı insan ve ezilen mazlum insanlar, merhamet arayışında, rahmet rehberi bekleyişindeydiler.

Müminlerin her işe başlarken söyledikleri Besmele’de (Bismillâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm) ifade edildiği gibi bütün yarattıklarına, bütün insanlara karşı merhamet sahibi olan yüce Rabbimiz Rahman ve Rahîm sıfatlarının bir tecellisi olarak bu ihtiyaca, bu arayış ve bekleyişe hemen cevap verdi ve toplumda emin sıfatıyla tanınıp bilinen, herkesin saygı duyduğu Abdullah oğlu Muhammed’i rahmet peygamberi olarak görevlendirdi.

Şu dizeler, bu durumu dile getirse gerektir:
Merhamet diye haykırdı insanlar ya Rabb merhamet
Açıp ellerini seslendiler ya Rahman merhamet
Yakarıp yalvardı müminler ya Rahîm merhamet
El-cevap dedi Rahman ve Rahîm alın size merhamet
Gönderdim Abdullah oğlu Muhammed’i Peygamber-i Rahmet
Merhametin anlam içeriği

Merhamet, çok geniş bir anlam içeriğiyle mücehhezdir. Merhamet kavramını, acıma hissiyle sınırlandırmak doğru değildir, eksiktir. Doğru, rahmet Türkçede acımak kelimesiyle ilgilidir, ama acımaktan daha derin ve geniş bir anlam içeriğine sahiptir. Rahmet veya merhamet, dilimizde kimi zaman kullanılan anlamıyla üstten bakarak acıma hissi değil, tersine kişinin insan olarak kendisiyle eşit gördüğü insanlara karşı şefkat ve sevgiyle dolu bir acıma duygusuna sahip olmak demektir. Bu rahmet ve merhameti anlamak için önemli bir husustur.

Merhamet, merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah’ın (Mü’minûn, 109.) “Rahmân” ve “Rahîm” sıfatlarının tecellisi olan ilahî bir duygudur. Rahman sıfatı, yüce Allah’ın bütün yaratılmışları, inanan-inanmayan ayrımı yapmadan bütün insanları içine alacak şekilde herkese ve her şeye uzanan en geniş şefkat ve rahmetidir. Allah, Rahîm sıfatıyla ise, bazı dilci ve müfessirlerin görüşüne göre müminlere özgü merhametini gösterir. Kur’an’da bazı ayetlerde (A’râf, 156; Tevbe, 128 vd.) buna işaret edilir.

Merhamet etmenin pratik boyutu vardır, ontolojik düzlemde iki eşit insandan birinin diğerine acıması, merhamet edip rahmetle yaklaşmasının samimiyetinin ölçüsü, öncelikle onun gereğini yerine getirmektir. Burada ahlaki bir boyut söz konusudur. Merhamet eden insan, merhametli olan kişi, insanların kötü durumlarla karşılaşmaması için kendini siper eder, toplum için çalışır, yoksullar için, köleleri kurtarmak için, zulmü ortadan kaldırmak için, insanları cehennem ateşinden korumak için mücadele eder. Bunları yapmak merhametli olmanın somut göstergeleri ve dolayısıyla ispatıdırlar.

Merhamet sahibi, rahmetiyle yağmurun yeri, bitkileri diriltmesi gibi birey ve toplumu dirilten, onları yaşatan, onlara kol kanat geren insandır.

Görüldüğü üzere merhamet, sadece bir acıma duygusundan ibaret değildir. Merhamet; sevgi ve şefkat ile filizlenip gelişen, yardım, isar ve fedakârlıkla büyüyüp yayılan çok kapsamlı bir duygudur. Bir kalpte merhamet yoksa o kalp, hastadır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Rasulü gerek hadisleriyle gerekse örnek tutum ve davranışlarıyla yer yüzünde merhametin en büyük temsilcisi olmuştur.

Hz. Muhammed: Âlemlere rahmet peygamberi
Güzel insan, insanlığa model insan sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), Kur’an’ın anlatımıyla ancak âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir:

Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya, 107.)

Erhamürrahimîn, merhametlilerin en merhametlisi olan (A’raf, 151, 156 vd.), Rahman ve Rahîm bir Allah tarafından Hz. Muhammed’in âlemlere rahmet olarak gönderilmesi, bütün dünyaya peygamber olarak gönderilmesi olarak anlaşılırsa, o takdirde peygamberlik rahmet anlamına gelir. Buna göre yüce Allah’ın insanlığa peygamber göndermesi, rahmet göndermesi demektir. (Bakara, 105; Al-i İmran, 74; A’raf, 63; Meryem, 53; Kasas 46.) Kur’an, ayrıca toplumların hidayeti için gönderilen kitapları da rahmet olarak nitelemektedir. (Nahl, 64; En’am, 154; En’am 157 vd.)

Hz. Peygamberimiz’in örnek hayatına bakıldığında, onun âlemlere rahmet oluşunun ne anlama geldiği çok net bir biçimde görülür. O merhamet timsali olup vahiyle tescillenen rahmet peygamberi vasfını, bizzat hayatında yaşayarak, icra ederek göstermiştir. Onun rahmet peygamberi oluşunun ispatı, hayatıdır. Hayatıyla bize gösterdiği rahmet peygamberliği sıfatının birincil kaynağı ise yine Kur’an’ın kendisidir. Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in bütün kâinata, bütün canlılara, bütün insanlara ve özel anlamda da ümmetine karşı çok düşkün olduğunu, müminlere karşı çok şefkatli ve çok merhametli olduğunu, farklı ayetlerle ortaya koyar. Kur’an’ın tavsifiyle toplumun, toplum aktörlerinin acı çekmesi, sıkıntıya düşmesi Hz. Muhammed (s.a.s.)’e, çok ağır gelir; Hz. Muhammed (s.a.s.) insanlara çok düşkündür ve inananlara karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir. (Tevbe, 128.)

Hz. Muhammed (s.a.s.)’in merhamet timsali olması, tıpkı yağmurun rahmet olup yeryüzünün hayat bulmasına vesile olması gibi insanlığa bir anlamda hayat vesilesi olması, insanları bu dünyada ve ahirette mutluluğa eriştirmesi, insanların cehennem hayatını değil cennet hayatını yaşamayı seçmelerini sağlaması anlamına gelir. Nitekim o, üstlendiği rahmet peygamberliği ve risaletiyle, öncelikle Mekke ve Medine halklarının, sonra da onları takip eden herkesin hayatlarında köklü değişimler gerçekleştirerek onların ilkel putperest inanç ve hayatından kurtulup sadece bir olan Allah’a kulluk edenler haline gelmelerini, hür insanlar olmalarını ve dolayısıyla insan olmalarını, yalan değil doğru söyleyen ve doğru iş yapan, zulümle değil, adaletle hükmeden insanlar hâline gelmelerini temin etmiştir.

O Peygamber (s.a.s.) ki, rahmetiyle insanları cehennem azabına düçar olmaktan kurtarmak için bütün ömrü boyunca canhıraş çalışıp didinmiş, Müslümanların da kendini örnek alarak insanlara rahmetle yaklaşmalarını istemiştir.

O Peygamber (s.a.s.) ki, ana unsurları sevgi, hoşgörü, tahammül, şefkat, paylaşma, eşitlik, adalet, hak, hukuk, güzel ahlak, yumuşak davranma, kini, nefreti ve bedduayı ret olan rahmetiyle ilkel bedevi Arap toplumunu, “çamur”dan alıp çamur ile Allah’ın ruhunun birlikte var olduğu bir bütünlüklü “insan” haline getirmiş; kadını insan yerine koymayan, istediklerinde diri diri toprağa gömen, fakir, mahrum, biçare ve güçsüzlere her türlü zulmü reva gören, güçlüyü haklı, güçsüzü haksız kabul eden bir zihniyetteki bireylerden oluşan toplumu tam tersi bir zihniyetle donatmış ve insanların iç dünyalarında ve dış dünyalarında, sübjektivitelerinde ve objektivitelerinde büyük değişimler gerçekleştirmiş ve merhamet eğitiminin başöğretmeni olarak “Asr-ı Saadet” denilen güzel bir zaman dilimini, örnek rahmet toplumunu inşa etmiştir.

Rahmetinin kaynağı Yüce Rabbimiz olan (Al-i İmran, 31, 74, 159; Bakara, 64, 105, 218; Nisa, 96, 113; En’am, 12, 54, 133, 147; A’raf, 151, 156; Zümer, 53 vd.) Allah Rasulü (s.a.s.), hayatında bedduaya yer vermemiştir. İnsanlara kendisi beddua etmediği gibi Müslümanların da beddua etmemelerini istemiştir. Sevgi, şefkat ve rahmet peygamberi olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), yaratılan her bir kulun dünyada ve ahirette mutlu olmasını istemiş, sıkıntıya maruz kalmalarını istememiştir. Nitekim sahih rivayetlerde kendisinden müşriklere, kâfirlere, inanmayanlara, zulmedenlere vs. beddua etmesi istendiğinde, “Ben lanetçi olarak gönderilmedim, ben rahmet peygamberi olarak gönderildim.” (Müslim, Birr, 87.) buyurmuştur. Örneğin Taif’e tevhidi tebliğ etmeye gittiği zaman kendisini dinlemeyip, atılan taşlardan dolayı yaralandığında, kan revan içinde kaldığında dahi “Allah’ım onları bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.” (İbn Hıbban, Ed’ıye, 973.) diye dua etmiştir. Hülasa o, bedduaya iyi bakmayan ve beddua etmeyen bir insan peygamber olarak insanları dirilten bir rahmet peygamberidir.

Onu öldürmek isteyenler bile onun engin merhametinden nasiplerini almışlar, onunla hayat bulmuşlardır. O, inancını, dinini, hayatını korumak için savaştığında dahi merhamet vasfıyla savaşmış, mücadelesini yürütmüştür.

O, sadece insanlara karşı değil, hayvanlara ve bitkilere de rahmet ile davranmıştır; onun rahmeti, bütün yaratılmışlara yöneliktir.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in rahmet peygamberi olduğunu hayatında, sünnetinde aynen görmek mümkün olduğu gibi, hayatının ve sünnetinin ayrılmaz bir parçası olan hadislerinde de görmek mümkündür. Sahih hadislerde, İslam Peygamberi Hz. Muhammed, yeryüzündekilere, insanlara, çocuk ve kadınlara merhamet etmeyene Allah’ın da merhamet etmeyeceğini (Buhari, Edeb, 18; Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Müslim, Fedâil, 66, Selâm 153-155; Tirmizî, Birr 16.) yazmaktadır.

Rahmet toplumu inşa etmek

Hz. Muhammed (s.a.s.)’in hedefinde bir insan peygamber olarak Allah’ın izin ve emriyle sevgiye dayalı güzel ahlaklı merhamet toplumu inşa etmek vardır. Onun hayatında, mücadelelerinde, toplumsal hayatında, savaşlarında hep bu hedefi gerçekleştirme azminin değişik boyutlarını ve örneklerini görürüz.

Hz. Muhammed (s.a.s.), uyguladığı merhamet eğitimiyle sahabisini yetiştirmiş ve Medine’de bir merhamet toplumu inşa etmiştir.

Rahmet toplumunda, yani merhametin, acıma duygusunun egemen olduğu toplumda, sevgi, hak, hukuk, ahlak temel değerler olur; sosyal ilişkiler, sevgiyle kurulur, yaşanır; sosyalizasyon sevgiyle ikame edilir, gerçekleşir, sosyo-kültürel yapının mayası sevgi yüklü acıma, saygı ve sevgiye dayalı ilişki olur; sevgiyle yoğrulmuş kültür, kuşaktan kuşağa aktarılır.

Bunu Hz. Muhammed (s.a.s.)’in inşa ettiği sahabe toplumunda görmek mümkündür. Onun Medine’sinde sahabe, böyle bir toplumun aktörleri olarak Hz. Peygamber (s.a.s.)’in rahmetine tabi olup merhameti zirve noktasına çıkarmışlardı. O nedenle bu topluma rahmet veya merhamet toplumu demek mümkündür. Merhamettir ki bu toplumun kısa zamanda kendini dünyaya tanıtmasını, İslam’ı yeryüzünün çok geniş coğrafyalarına götürmesini temin etmiştir.

Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in sahabesine ve dolayısıyla ümmetine öğrettiği merhamet, sadece yakınları ve inananları değil, bütün insanlığı, hatta bütün varlıkları içine almaktadır.

Rasulüllah Efendimiz, inşa ettiği toplumda müminlere; “Sizden biri kendisi için sevdiği ve arzu ettiğini mümin kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek mümin olamaz.” buyurarak sevginin hâkim olmasını sağlamaya çalışmıştır. Peygamberimiz (s.a.s.) hayatın her aşamasında, her toplumsal statüden insan için, vazgeçilmez ahlaki esas olarak tevhit temelinde birlik içinde kardeşçe yaşamanın, paylaşıma, karşılıklı sevgi ve merhamete dayalı huzurlu bir toplum inşa etmenin yolunu kendi örnek hayatı ve mesajlarıyla göstermektedir.

Sonuç olarak Hz. Muhammed (s.a.s.), Kur’an’a göre âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O, insanlara karşı alabildiğine büyük alanlara erişen derin merhamet hissiyle yaklaşmıştır. Rahmet peygamberi olduğunun ispatı ise hayatıdır, hayat tarzıdır. O aslında sadece insanlara karşı değil, bütün yaratılmışlara, hayvanlara, bitkilere karşı merhamet hissiyle yaklaşmıştır.

Rasulüllah Efendimiz (s.a.s.), âlemlere rahmet olarak gönderilmesinin gereği olarak insanlara insanca yaklaşmış, insanlarla ilişkide sevgi, saygı, adalet, hak ve hukuku esas almıştır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) en merhametli, en sevgili, en saygılı, en adaletli insan olarak insanlık için Kur’an kaynaklı merhamete dayalı bir “yol” bırakmıştır. Bu yolda şiddet, kin, nefret ve zulme yer yoktur. Bu yolda haksızlık ve hukuksuzluğa yer yoktur. Bu yolda sevgi, saygı, merhamet vardır.

Bu yolda yaratılmışlara Yaratan”dan ötürü sevgi ve merhamet vardır.

Bu yolda çocuklara sevgi ve acıma vardır. Bu yolda kadınlara sevgi ve saygı vardır, merhamet vardır, edep vardır.

Bu yolda mahrumlara, fakirlere, ezilmişlere, zayıflara, garibanlara, yolda kalmışlara, miskinlere merhamet vardır.

Bu yolda insanlar arasındaki muamelelerde sevgi ve merhamet esastır.

Bu yolda haksızlıkla, adaletsizlikle, zulümle mücadele vardır, ama terörizm yoktur. Bu yolda insanı öldürmek değil, yaşatmak, diriltmek esastır.
Bu yolda merhametin bir gereği olarak acımak, sevmek, saymak esastır.

Kısaca inananlara düşen, bu merhamet yolunda, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i örnek alıp birer rahmet olmak ve Mehmet Akif’in dediği gibi İslam’ın mesajını asrın idrakine sunarak insanlığı diriltmeye çalışmaktır.

Günümüzde insanlığın kaos, şiddet, terör ve zulüm belasından kurtulup dünyanın barış içinde, huzurlu bir biçimde yaşanır hale gelmesi isteniyorsa, kaynağını Rahman ve Rahîm olan yüce Allah’tan alan bu engin rahmetin, en güzel örnek Hz. Muhammed (s.a.s.)’i örnek alarak tekrar kalplerde yeşermesi sağlanmalı; Hz. Muhammed (s.a.s.) ve sahabesinin yaptığı gibi merhametle kalpler fethedilmelidir.