Makale

Amelî ahlak da imanı etkiler

Amelî ahlak da imanı etkiler


Prof. Dr. Muhammet Şevki Aydın

“İman-Amel İlişkisi Bağlamında Ahlak” başlıklı yazımda (Bk. Aydın, Ağustos, 2011.) bireyin imanının, ahlaki tutum ve davranışlarını belirleyici rolü üzerinde durmuştum. Yazının sonunda ahlaki eylemlerin de imanı etkileyeceğine işaret etmiş ve bunun bir başka yazıda ele alınması gerektiğini belirtmiştim. Bu yazıda, amelin imanı etkilemesi meselesini ele alacağım.

Birey, ruh ve bedeniyle, dolayısıyla duyguları, düşünceleri ve eylemleriyle bir bütündür. Bireyin dünyasında bunlar birbirinden tamamen kopuk değil, aksine birbiriyle irtibatlıdır ve karşılıklı etkileşim içindedir. Bu bütünlüğü oluşturan unsurlar arasında oluşan bir kopukluk, bir çelişki, bireyi rahatsız eder ve hemen bu çelişkiyi gidererek bu rahatsızlıktan kurtulmaya çalışır. Nitekim İslami kimlik tasavvuru da, müminin varlık bütünlüğüne ve bu bütünlük içinde tam bir tutarlılığa özellikle vurgu yapmaktadır. Özüyle sözü çelişenleri eleştirdiği gibi (Fetih,11.), sözüyle ameli bağdaşmayanları da yermektedir: “Ey iman edenler! Yapmadığınız şeyleri niçin söylersiniz? Yapmadığınız şeyleri söylemeniz, Allah katında çok büyük bir gazaba sebep olmaktadır.” (Saf, 2-3.)

İşte inandığı ahlaki değerlerle tutum ve davranışlarının arası açıldığı zaman da birey, rahatsız olur ve bunu gidermeye çalışır. Birey, inanıp benimsediği ahlaki değerlerle eylemleri çeliştiğinde onları uzlaştırmaya çalışırken iki yoldan birini izler. Ya yaptığından pişmanlık duyarak yeniden eylemini inandığı değerlere uygun hâle getirmeye, ya da değerlerinde değişiklik yaparak eylemlerini onaylayacak hâle getirmeye gayret eder. Şayet bu birey, ahlaki değerlerini bizzat kendisi bilgiyle ve bilinçle oluşturarak benimsemişse, yani bu değerlere tahkiki imanla bağlanmış ise, bunlarla tutum ve davranışlarının arası kolay kolay açılmaz. Çünkü böyle bir iman, kişinin tutum ve davranışlarını belirleyici, yönetici işleve sahiptir ve aynı zamanda kendisinin belirleyici olduğu bu güzel davranışlarla sürekli beslenmekte, gücünü takviye etmektedir. Yani, güzel ahlaki davranışlar, bireyin inandığı değerlerden kaynaklandığı gibi, dönüp onun inandığı değerlerin daha da güçlenmesine katkıda bulunmaktadır. Böyle birisi, inandığı değerlere aykırı davrandığında son derece vicdani ıstırap duyar ve genelde tutum ve davranışlarını tekrar değerlerine uygun hâle getirme kararını alarak rahatlar ve bu kararın gereğini de yapar. Böylece, bireyin imanıyla ameli arasındaki çelişki, kısa süreli olur, uzun süre devam etmez.

Şayet birey, benimsediğini iddia ettiği ahlaki değerlere taklidi imanla bağlı ise, yani bu değerleri bizzat anlamlandırıp bilinçle benimsemiş değilse bunlarla eylemlerinin çelişmesi durumunda duyacağı vicdan azabı, taklit düzeyi oranında zayıf kalacaktır. Bu durumda, oluşan çelişki nedeniyle duyduğu rahatsızlığı diğer yolla giderme ihtimali yüksektir. Yani bu defa, inandığı değerleri, yeni tutum ve davranışlarını onaylayacak hâle dönüştürerek aralarında uzlaşmayı sağlayıp rahatlamaya karar verebilir.

Bu ikinci yolla uzlaştırma işlemi, ilkinde nispeten sancılı olsa da, ikinci ve müteakip denemelerde bu sancı giderek azalıp yok olacaktır. Çünkü başlangıçta yaptığı şeyin doğru olduğuna ilişkin sahip olduğu kanaat(ler)i şöyle veya böyle varlığını sürdürmekte ve birtakım iç ve dış faktörlerin etkisiyle (Bk. Aydın, Ağustos, 2011.) bunları bastırmaya çalışmakta iken, ondan sonra tutum ve davranışlarını sürdürdüğünde bu kanaat(ler)i giderek yok olmaktadır. Sonuçta bu birey, evvelce “kabul ettikleri”nin değil de artık “yaptıkları”nın doğru olduğuna inanır hâle gelmektedir. Bir başka ifadeyle o, inandığı gibi yaşayamadığından dolayı artık yaşadığı gibi inanmaya başlamaktadır. İnançlarını/kanaatlerini, eylemlerine uygun hâle dönüştürmektedir.

Bu noktada, değerlerindeki dönüşüm nedeniyle birey, önceden günah, yanlış ve çirkin bulduklarını artık doğru ve güzel görmeye başlamaktadır. Onun için, daha önce yaptığında rahatsızlık duyduğu tutum ve davranışlardan artık rahatsız olmamaktadır. Hz. Peygamber’in, işlenen her günahın kalpte siyah bir leke bıraktığını ve bu lekeler çoğaldıkça kalbin/vicdanın artık hakikati gösteremez hâle geldiğini belirttiği hadisi (Beyhaki, Şuabu’l-İman, V, 440, Hadis no: 7205.) bu gerçekliğe işaret etmektedir.
Sanıyorum, şu hadisleri de bu çerçevede değerlendirmek gerekir: “İyilik, güzel ahlaktır. Günah ise, senin içini kemirip rahatsız eden ve onu insanların bilmesini arzu etmediğin şeydir.” (Ahmet b. Hanbel, müsned, IV, 182, Hadis no: 17669.) “Kalbinden fetva al. İyilik, içinin rahatladığı ve kalbinin mutmain olduğu şeydir. Günah ise, insanlar fetva verseler de, içini tırmalayıp kalbinde huzursuzluk/tereddüt oluşturan şeydir.” (Ahmed b.Hanbel, Müsned, IV, 194.) Fıtratını koruyup geliştirdiği oranda birey, gerçekte günah olan şeyler karşısında rahatsız olur. Günahlarla, yanlış davranışlarla fıtratının saflığını yok ettiği takdirde, bu hadislerde belirtilen “günahtan rahatsız olma” durumu, zamanla ortadan kalkar; hatta bu insan günahtan zevk alacak noktaya bile gelebilir.

Birey yaptığı hatalardan hemen dönmeyip sürdürdükçe bu kötü amellere göre onun iç dünyasının da şekillendiğini ve zamanla tamamen dönüştüğünü şu hadis çok daha net biçimde dile getirmektedir: “Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de şüphesiz cennete iletir. İnsan doğru olmaya ve doğruluğu araştırmaya devam eder ve neticede Allah katında sıddik/dosdoğru diye yazılır. Yalan da fücura/kötülüğe götürür. Fücur ise cehenneme iletir. Kişi yalan söyleye söyleye sonuçta Allah katında “yalancının teki/kezzab” diye yazılır.” (Müslim, Birr ve Sıla; 29, Hadis no: 6803.)

Kur’an’ın dile getirdiği, “kalplerin katılaşması” (Bakara, 74.) ve “insanın Allah’ı unutması nedeniyle, kendini unutur hâle gelmesi” (Haşr, 19.) olguları da, aynı gerçekliği dile getirmektedir. İslam’da küçük günahlara devam etmenin büyük günah sayılması da, böyle bir sonucun doğmasına yol açması sebebiyle olsa gerektir.

Güzel düşünüp güzel davranışlarda bulundukça, kişinin iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırma yeteneği daha da gelişecektir: “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı saygılı olursanız (O’nun hoşlanmayacağı kötülüklerden uzak durursanız), O size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış (Furkan) verir…” (Enfal, 29.)

Bu noktada şunu belirtmek gerekir ki, kitle iletişim araçlarının küresel ölçekte etkili olduğu günümüz açık/çoğulcu toplumunda birey, çok çeşitli kaynaklarla etkileşim içinde olduğundan söz konusu değişim daha da yaygınlaşmış ve hızlanmıştır. Bunu kendi hayatımızda ve çevremizdekilerin hayatında açık seçik görmekteyiz. Şu da var ki, bu değişim ve dönüşümün hep olumsuz yönde olduğu söylenemez; olumlu yönde de gerçekleşebilmektedir.

Madem ki, bireyin tutum ve davranışları, onun iç dünyasını etkileyip dönüşümüne katkı sağlamaktadır, öyleyse bireyin şu veya bu saikle güzel tutum ve davranışlar sergileme durumunda olması ve kötülerinden uzak kalması büyük önem arz etmektedir. Hasbelkader yaptığı hatalı davranıştan da hemen uzaklaş(tırıl)ması için çabalamak/önlemler almak gerekmektedir.

İslam kültür geleneğimizde şöyle bir söz vardır: “İhlasa riyadan geçilerek varılır.” Bu sözden konumuz açısından şöyle bir anlam çıkarılabilir: Kendi ahlaki değerlerini henüz oluşturamamış kişi, gösteriş kaygısıyla, desinler için, yani dış çevreden gelecek ödül veya ceza nedeniyle güzel ahlaki tutum ve davranışlar sergileyebilir. Bu durum, henüz ahlaki değerlerini oluşturamamış yetişkinlerde görülebilse de, özellikle dışa bağımlı dönemdeki çocuklarda her zaman görülür.

Bu güzel tutum ve davranışları sürdürdüğü takdirde zamanla bunlar onun iç dünyasına da yansır, karakteri buna göre şekillenir. İdrak düzeyi geliştikçe bu ahlaki tutum ve davranışları üzerinde düşünmeye, onları sorgulayıp anlamlandırmaya çalışarak onlara kaynaklık edecek ahlaki değerlerini oluşturur. Bir başka ifadeyle, amelî ahlakının nazari boyutunu inşa eder. Böylece özüyle sözü, düşünceleriyle eylemleri uyum içinde tam bir varoluşsal tutarlık kazanır. Kendini gerçekleştirmek suretiyle, dürtülerinin ve dış çevrenin güdümünden çıkıp, ahlaki özgürlüğüne kavuşmuş olur. Yani riyayı, süm’ayı arkada bırakıp samimiyet iklimine, girer, ihlaslı hâle gelir. Bundan böyle onun tutum ve davranışları, ne güdü ve dürtülerinin itmesiyle ne de dıştan gelecek ödül ve cezaların etkisiyle oluşur. Onların oluşmasının arkasında yatan etmen, sadece ve sadece doğru olduklarına inanmasıdır.

Özellikle çocukların ahlak eğitimi, ahlaki gelişimleri açısından meseleye bakarsak, yeterince anlamlandıramasalar bile güzel ahlakî davranışlar sergilemelerini sağlamak, son derece önem arz etmektedir. Çocuklar için güzel örnek olmak, güzel ahlakın somut olarak tezahür ettiği bir çevre hazırlamak, o çevrenin atmosferini soluyarak büyümelerini sağlamak, onların ahlak eğitimi açısından son derece etkin role sahiptir. Bu, onların güzel ahlak sahibi olmalarının yolunu açar. Aksi bir durum olursa, yani çocuklar kötü ahlaki tutum ve davranışları tanıyıp onları sürdürürlerse, o takdirde de, bunlar onda karaktere dönüşür, kötü ahlaki kanaatlere sahip olurlar.

Henüz ahlaki değerleri oluşmamış çocuklar, çevrelerinde gördükleri tutum ve davranışları öğrenir ve arkasındaki anlam(lar)ın farkında olmasalar bile onları sahiplenirler. Zamanla anlama ve kavrama yetenekleri geliştikçe, bu tutum ve davranışlar üzerinde düşünmeye, onları sorgulayıp değerlendirmeye çalışırlar. Bu yeni anlayış ve oluşturdukları değerlere göre gerçekte kabullenilmeye değer buldukları tutum ve davranışlara sahip çıkmaya devam ederken, uygun bulmadıklarını terk ederler. “De ki, herkes mizaç ve meşrebine göre hareket eder.” (İsra, 84.)

Kaynaklar:
Aydın, M. Şevki, “İman-Amel İlişkisi Bağlamında Ahlak”, Diyanet Aylık Dergi, Ağustos, 2011.