Makale

Mahir İz

Mahir İz


Zeki Dursun

Lise yıllarından amcamın kütüphanesinde bir kitap ilgimi çekti: Din ve Cemiyet. Amcam Selahaddin Bey Bursa’da merkez camilerden birinde imamdı ve sıradanlığı aşmış bir karakterdi. Hutbesi hutbe, sohbeti sohbet, eski hocaları görmüş, onların rahle-i tedrisinde bulunmuş bir isimdi. Onun zihni hep din ve cemiyet irtibatıyla meşguldü. Kütüphanesinde tesadüf ettiğim bu kitap beni şaşırtmadı. İzniyle aldım ve okudum. Derdim kitaptan çok farklı gördüğüm amcamı biraz daha tanımaktı. Bu kitabın müellifi Mahir İz Hoca idi. İlk karşılaşmamız ve bendeki karşılığı amcam üzerinden oldu.

Ey güzel göster yüzünü bana…
Güzel olana naz yakışır, derler. Güzellerde naz olur, derler. El-hak bu kelam-ı kadimler doğrudur. Mahir İz Hoca bir daha kendini bize tam 5 yıl sonra, 2000 yılının sonbahar ve kış günlerinde bir yurt odasında Doç. Dr. İbrahim Erol Özvar vasıtasıyla gösterecekti. O zaman kaldığımız yurtta öğrencilere danışmanlık yapan Erol Özvar Hoca benim edebiyat tahsilimde belirli duraklara uğramama vesile olan insanlardan biridir. Erol Özvar ile Mahir İz Hoca kitabi olarak selamlayacaktı beni. Eser, Yılların İzi. Müellifi, Mahir İz. Mahir İz kitabi olarak benimle konuştu diyebilirim, 3 gün 2 gece ihtiyaçlar dışında sadece sohbet ettik. Mahir İz anlattı ben dinledim, o yazdı ben okudum. Sonraları hocalık yaptığım sınıflarda tavrımın belirginleşmesinde Mahir İz Hocanın yeri yadsınamaz. Çok yakın öğrencilerime merhumun hatıralarını okumalarını hararetle tavsiye ettim.

Şiir deryası…
Erol Özvar Hoca Mahir İz merhumun hatıratının yalnızca anlatımdan ibaret olmadığını, mükemmel bir şiir külliyatı olduğunu da işin başında söylemişti. Kitapla hemdem olanlar bilir ki kitapla insan şiire doyuyor, bir tür şiir hatm-i meratibi yapıyor. Mahir İz merhum kadim gelenek içinde yetiştiği için cebinde her zaman bir not defteri, yanında kalemi eksik olmazmış. Bazen öğrencilerimi kadim/bilge dostlarımın yanına götürdüğümden Mahir İz Hoca’yı anlatır ve not tutmaları için teşvik ederdim. Devam eden kaç kişi kaldı bilemem. Nasip denen sığınak yine imdadımıza yetişir burada.

Kayıtlanmalı ki…
Mahir İz merhum hatıratının başında yaşadıklarını kaleme alma hikâyesini anlatır. Talebe baskısı, eş-dost söylemi derken bugünkü yekûn zuhur eder. Hatıratının derlenmesi vesile olana da rahmet duasıyla biz Mahir İz’i tanımaya başlayalım. Mahir İz, isminin başına yokluk ifadesi Abdullah da konarak, anne ve baba tarafından ilmiye sınıfına mensup bir ailenin çocuğu olarak 28 Ocak 1895’te İstanbul’da dünyaya gelir. Babası, Medine-i Münevvere, Midilli ve Ankara Kadılıklarında bulunmuş Külahizade es-Seyyid İsmail Abdülhalim Efendi; annesi, Şerife Raife Hanım’dır. Mahir İz’in dedesi Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri Müsteşarı olan Mehmed Servet Efendi’dir. Babası çeşitli illerde kadılıkta bulunan Mahir İz kendini fark ettiği yıllarda Medine’dedir. 13 yaşındadır. Babasının Medine kadılığı 19 ay sürer. Gündüzleri ikindi vaktine kadar mektebe giden Mahir Bey, mektep dönüşü hocası Mahmut Necî Efendi ile ders mütalaalarına başlardı. Yatsıdan sonra da hocasıyla Arapça dersi çalışırlardı.

Yetiştiren bir mektep…
Medine’de vazifesi nihayete eren Abdülhalim Efendi, İstanbul’a döner. Onu yeni vazifeler beklemektedir. Babasının vazife dolayısıyla seyahati Mahir İz Hoca’nın da farklı mekânlarda/imkânlarda eğitim almasına vesile olur. Mahir İz, beş yaşına kadar İstanbul’da kalır. Babasının Midilli kadılığına tayin edilmesiyle İstanbul’dan ayrılır, ilk ve orta tahsilini babasının kadılık yaptığı Midilli, Balıkesir, Isparta, Medine ve Ankara’da görür. Nihayetinde, Ankara Sultanisi’nden mezun olur. Mahir Bey, mektepten başarı ile mezun olduktan sonra Mektep Müdürü Haydar Bey, memleketin harp içinde olmasını ve dolayısıyla hocaların bir kısmının da savaşta bulunmasını bahane ederek Mahir Bey’e diplomasını vermez ve diplomayı vermek için bir şart koşar: Okulun ilk kısmında hocalığı kabul etmesi. Bunun üzerine Mahir Bey meseleyi babası ile istişare etmesi gerektiğini belirtir ve babasının: “Allah’tan gelen nimet reddedilmez” sözü üzerine vazifeyi kabul eder.

Mahir Hoca’nın tahsil hayatı devlet kademelerindeki çeşitli vazifeleri sırasında da devam eder. Mahir İz, eğitim hayatında çeşitli mekteplerde eğitim görse de ev geçindirme gailesi ağır bastığı için Edebiyat Fakültesi’nde karar kılar. Mahir Bey içinde bulunduğu hâli şöyle anlatır: “Ben lisan kültürünü daha yedi yaşında Tuhfe-i Vehbî’yi ezberlemek suretiyle ve babamın beraberinde Medine-i Münevvere’ye götürdüğü muhterem hocam Hacı Mahmud Necî Efendi’nin bereket-i feyziyle ve Medine-i Münevvere Rüşdiye’sindeki hocam Şirvanlı İsa Ruhî Efendi’den okuduğumuz Gülistan sayesinde alarak üç lisanda okuduğumu anlayacak bir duruma gelmiştim. Ayrıca lise tahsili sıralarında Müntehabat-ı Mîr Nazif, Bedayi-i Edebiye, Nefais-i Edebiye, Harabat, Ali Âmiri Efendi ve Celal Nuri Bey’in edebî mecmuaları, Âkif Bey’den okuduğum asar, birtakım divanlar, Safahat, Rübab-ı Şikeste, Haluk’un Defteri gibi edebî eserlerle edebî kültürüm emsalimden kat kat üstün idi.”

Edebiyat Fakültesi’nde eğitime mecbur kalan Mahir İz için tek teselli Ferid Kam Bey’in İran Edebiyatı Tarihi kürsüsünde hocalık vazifesi yapmasıdır. Yine Ali Ekrem Bey’in, Fuzuli’yi okuttuğu ve tasavvufî şerhler yaptığı derslerini de iştiyakla takip eder.

Vazife başında…
Ankara Sultanisi Mektep Müdürü Haydar Bey, Mahir Bey’in şiir kabiliyetinden haberdar olur ve kendisine son sınıfların Edebiyat dersi hocalığını verir. Bu suretle bir sene bu sınıfa Edebiyat dersleri vermiştir. Mahir Bey’in Edebiyat bilgisinin farkına varan Mektep Müdürü Haydar Bey, “Sa’y” namında haftalık olarak çıkartmaya başladığı mecmuası için Mahir Bey’den şiir ister, şiirleri “Maksud Kâmran” müstear adıyla yayınlanır. Cumhuriyet’in ilan edilmesi, Ankara’nın başkent olacağı söylentisi üzerine tayin ister ve İstanbul’da çeşitli mekteplerde hocalık yapar. Bir müddet Halıcıoğlu Askeri Lisesi’nde de hocalık yapar. Mahir İz, yeni harflerin öğrenilmesini temin için kanun çıkmadan bir hafta önce alfabeyi talebelerine öğretir. Kanunun ilânından sonra da idare tarafından hocalara bir kurs açılır ve bu kursun hocası olarak yeni harfleri muallimlere de öğretir. Mahir İz Hoca Edremit Ortaokulu’ndan sonra tekrar İstanbul’a döner. Vazife aldığı Haydarpaşa Lisesi’nde talebenin muhabbetine nail olur. Haydarpaşa Lisesi’ndeki serbest seminer yapma (Hocaların bir sınıfa girmesi, talebelerin istediği hocanın dersine girmesi) programıyla Mahir İz Hoca talebenin büyük teveccühüne mazhar olur. İster fen bölümünde olsun ister edebiyat bölümde olsun talebeler Mahir İz’in seminerlerine hücum eder, sınıf almayınca dersler anfilerde yapılmaya başlanır.

Haydarpaşa Lisesinde talebelerin kendisine gösterdiği teveccühü Yılların İzi’nde şöyle anlatır: “Haydarpaşa Lisesi’nde sene sonu bahçede yapılan toplantıda bir ders senesi derece alanlar tebrik edilip, müdür tarafından konuşma yapıldıktan sonra mektep müdürü Bahâ Bey talebenin bir arzusu olup olmadığını sormuştu. Hep bir ağızdan “Mahir Bey’i istiyoruz” demişlerdi. O da benden bir konuşma yapmamı istedi. Talebenin önüne geldiğimde şiddetli bir alkış ile “Çanakkale” diye bağırdılar. Mehmet Akif’in Çanakkale adlı şiirini okumamı istiyorlardı. Duyduğum büyük bir heyecan ile isteklerini yerine getirdim.”
Çamlıca Lisesi’nden emekli olan Mahir İz Hocaya yeniden vazife verilir. Yeni görevi, Yüksek İslam Enstitüsü “İslami Edebiyat Tarihi” hocalığıdır. “Tasavvuf” ve “Din ve Cemiyet” adlı iki eseri de bu görevin mahsulüdür. Hayatının bu devresinde sohbet adamlığı vasfı kendisine tamamen hakim olur. Artık lamekân etrafını saran ve sayısı gitgide artan dinleyicilerine bıkmadan bildiği her şeyi vermeye, anlatmaya çalışır. Enstitüde vazifeye başlayan Celal Bey, bazı derslere hoca bulamamanın sıkıntısını çeker. Bu sırada, Mahir İz, Celal Saraç’ın ziyaretine gider sohbet enstitüdeki dersler meselesine gelir ve Celal Bey, beş derse hoca bulunmadığı için üzüldüğünü söyleyerek dersleri sayarak şöyle devam eder: “Hele bir Tasavvuf Tarihi dersi var ki, onun hiç talibi yok.”der. Mahir İz bunun üzerine bu dersin hocasının ehemmiyetinden bahsederek şöyle der:

“Bu müessesede bu dersi okutacak zatın mutlaka şeriat ve tarikatın fasıl ve vasıl noktalarını iyi bilmesi lazımdır. Yalnız bir tarafı bilen talebe karşısında muvaffak olamaz. Çünkü bu enstitüde talebe arasında aileden veya hariçten meslek derslerini Arapçayı okuyup istihraç kudretini elde edenler vardır. Onların karşısında ders veren hocanın onların bilgisiyle mücehhez olduktan başka, hiç olmazsa tarikatlardaki ana hatları etraflıca bilmesi lazımdır. Talebe tarafından tevcih edilecek suallerde çelişen tarafları ilmî bir tarzda cevaplandırmak için önce kendisini hazırlamış olması lazımdır. Bu derste medreseden gelen de, tekkeden gelen de başarılı olamaz.” Bu sözler üzerine Celal Hoca, “Tasavvuf Tarihi” dersini Mahir İz Hoca’ya emr-i vaki ile deruhte ettirir. Vazifeden kaçmayan bir mizaç olan Mahir İz için ders kitabı hazırlamak boynunun borcu olur. “Tasavvuf” kitabı böylelikle zuhur eder.

Ahlak her şeydir…
Maaşından başka bir gelire sahip olmayan Mahir Bey, etrafındaki insanlara bol bol ihsanlarda bulunmasıyla bilinir. Cömerttir. Maaşını aldığı gün kırkta birini hesaplar, aynı gün içerisinde zekâtını verirmiş. Misafirlerine ikram etmeyi severmiş. Dünya malına ehemmiyet vermeyen bir karakterdir. “İstanbul Efendisi” bir şahsiyet-i mukimdir.

Mahir Hoca hiçbir zaman topluma ve toplumdaki hadiselere bigâne kalmamıştır. Özellikle gençlere ve talebelerine ayrı bir ehemmiyet vermektedir. Kimi nerde yakalarsa eğitim-öğretim bazında ona bir şeyler vermeye çalışır. Mesela bir yerde namaz çıkışından sonra etrafında kaç kişi varsa onlarla bir sohbet yapar, gözüne kestirdiklerini, Osmanlıcayı öğrenmeleri noktasında teşvik edermiş. Hoca, kuvvetli bir hafızaya sahiptir. Derslerde izah edilmesi gereken, her kelime ile alakalı birkaç beyit söylermiş. Ezberinden Arapça, Farsça, Türkçe uzun manzumeler okurmuş.

Mahir Hoca’nın vefa duygusu da zirvededir. Ölen hocasının veya arkadaşının arkasından onların faziletleri ile ilgili malumatı derler, bir gazete veya dergide yazarak sevdiklerine ve hayranlarına duyurmayı vazife kabul edermiş.

Randevularına çok dikkat eder daima vaktinden evvel hazır olurmuş. Sözünün eri bir insan olduğuna onu tanıyan şahittir. İSAV’da hizmet ettiği yıllarda Lâleli’de yapılan toplantılara Erenköy’den vaktinde gitmekte ve geç gelenlere de baklava alma cezası vermekteymiş.

Mahir Hoca, dinî ve milli meselelerin üzerinde titizlikle dururmuş. Çocukların yabancıların Türkiye’de açmış oldukları okullara gönderilmesinden memnun olmadığını hatıratında yazar.

Kuze-i rıhlet çalınınca…
Önce ağır bir enfaktüs. Sonra kanser denilen illet. Haydarpaşa Göğüs Cerrahisinde yattığı yıllarda kendisini ziyarete gelen talebesi Osman Öztürk’e doktorların kendisine kanser teşhisi dediğini fakat kendisisinin “ben elime geçen paranın önce zekâtını verdim, sonra kalanından nasibimi aldım, bende kanser manser olmaz” şeklinde mukabele eden Mahir Bey, bir müddet hastalığına inanmaz. Mahir İz, 1973’ün Temmuz ayında akciğer kanserinden yatağa düşmüş, bir yıldan fazla bir süre bu halde devam etmiştir. Bu sırada 40 kilo kaybetmiş olan Mahir Hoca’yı ziyaret edenler o eski heybetli insanı karşılarında görememenin hüznünü yaşadıklarını anlatır. Halinden müşteki olmayan Mahir İz sırlanana kadar hep diri tuttuğu bir ümit taşır günlünde. Vakit tamam olunca da teslim eder emaneti.