Makale

NEZAKET DERSİ

NEZAKET DERSİ


Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal

Hz. Aişe (r.a.) bildiriyor: “Allah Rasulü (s.a.s.) ne, bir kimseyle ilgili bir şey (şikâyet) ulaştığında, ‘falancaya ne oluyor da böyle söylüyor’ demez, ‘bazı kimselere ne oluyor da böyle söylüyorlar’ derdi.” (Ebû Davud, Edeb, 6.)

Hz. Aişe annemizin naklettiği bu sünnet, sevgili Peygamberimiz’in insanlar arası ilişkilerde dikkat edilmesi gereken önemli bir kuralı, yani, bir kimsenin kusurunu herkesin içinde yüzüne vurmama nezaketini ifade etmektedir. Hz. Peygamber’in dinî hayatla ilgili olduğu gibi, sosyal hayatla ilgili pek çok tavır, tutum ve davranışı da onu yakinen takip eden ashabı tarafından bize aktarılmıştır. Örneğin Hz. Hüseyin, babası Hz. Ali’ye, meclisinde bulunan arkadaşlarına karşı Hz. Peygamber’in nasıl davrandığını sorduğunda şu cevabı almıştır: “Allah Rasulü (s.a.s.) her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve alçak gönüllü idi. Asla kaba, katı kalpli, şarlatan, kötü sözlü, cedelci, kusur bulucu, değildi. Arzu etmediği şeyleri görmezlikten gelir, kendisinden beklentisi olan kimseleri hayal kırıklığına uğratmaz ve onları isteklerinden mahrum bırakmazdı. Kendini üç şeyden uzak tutardı: Tartışma, boşboğazlık ve malaya’ni. İnsanlara karşı da şu üç şeyden sakınırdı: Hiç kimseyi kötülemez, ayıplamaz, gizliliklerine vakıf olmak istemezdi. Sadece sevabını umduğu (yararlı bulduğu) konularda konuşurdu. Hz. Peygamber konuşurken, meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi. Sustuğunda ise onlar konuşur fakat huzurunda hiç çekişmezlerdi. Bir kimse konuşunca sonuna kadar hepsi onu dinlerdi. Hz. Peygamber’in yanında, onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü. Ashabın güldüklerine o da güler, onların şaşırdığı şeylere o da hayret ederdi. Yanına gelen gariplerin (bedevilerin) kaba saba konuşmaları ile pervasız sorularına/isteklerine sabrederdi. Bir isteği olan ihtiyaç sahibini gördüğünüzde talebini karşılayın buyururdu. Sadece, yapılan iyiliğe denk düşen övgüyü kabul eder ve haddi aşmadığı sürece hiç kimsenin sözünü kesmezdi. Aksi halde onu men ederek veya oradan kalkarak sözüne engel olurdu.” (Tirmizî, Şemâil, s.290-291, H. No: 352, Beyrut-1412.)

Sevgili Peygamberimiz, her konuda sergilediği bu yumuşak ve nazik tavrını yerine göre düşmanına bile göstermiştir. Bir gün yanına gelen bir Yahudi heyeti, selam veriyormuş gibi yaparak “es-sâmu aleykum” (ölüm üzerinize olsun) deyince, yanında bulunan Hz. Aişe, “ve aleykümü’s-sâmu ve’l-la’netü“ (ölüm ve lanet sizin üzerinize olsun) diyerek karşılık vermiş, bunun üzerine Allah Rasûlü “Yavaş ol ey Aişe! Allah her şeyde rıfkı (yumuşaklığı) sever.” diyerek müdahale etmiştir. “Dediklerini duymadın mı ya Rasulallah?” diyen Hz. Aişe’ye Allah Rasulü, “Ben de onlara, “ve aleyküm” (size de) dedim.” buyurmuştur. (Buhârî, Edeb, 35.)

Toplumsal ilişkilerde saygının ve bunun kibarca ifadesi olan nezaketin ne kadar önemli olduğunu belki bilmeyenimiz yoktur. Ama iş uygulamaya gelince ne kadar zorlandığımızı da itiraf etmek durumundayız. Her zaman karşılaştığımız, bazen yan yana bulunmak durumunda kaldığımız insanlara bir baş işaretiyle bile olsa selam verebilmek, gerektiğinde teşekkür edebilmek, iyi dileklerimizi sunmak, konuşanı sabırla dinlemek, herkesin görüşüne saygı göstererek kavga etmeden konuşabilmek, kimsenin mahremiyetini ve kusurlarını merak etmeden kendi kusurumuza bakabilmek, herkesin hakkını kendi hakkımız gibi saygın görebilmek velhasıl toplumsal hayat içinde, bazen “adab-ı muaşeret”, bazen “görgü kuralları” olarak bilinen nezaket ölçülerine riayet etmek aslında sevgili Peygamberimiz’in, dolayısıyla dinimizin tavsiye ettiği hususlardır. Bunların ilk öğrenileceği yerler hiç şüphesiz aile yuvalarıdır. Örgün ve yaygın eğitim, görsel ve basılı her türlü yayın ve iletişim araçları bu kuralların gelişip yaygınlaşmasını sağlayacak kurum ve kuruluşlardır. Ancak bugün evlerimizin davetsiz misafirleri ve en etkili mürebbileri olan televizyon ve internet yoluyla nezaketimiz bir yana, dilimiz bile bozulmaya başladı. “Lan”lı, “lun”lu konuşmalar, hatta küfürler yerli dizilerimizin vazgeçilmezi haline geldi. Bunları izleyen dışarıdan birisinin, bu ülke insanlarının birbirlerine doğal hitap tarzının böyle olduğunu düşünmesi kaçınılmaz olacaktır. Bir polisiye dizide bile amir-memur, avukat, savcı, sanık, önüne gelen herkesin birbirine “lan” diye hitap ettiğini görünce, acaba devlet kurumlarımız bu kadar laubalileşti de bizim mi haberimiz yok diye endişelenmeye başladım. Gerçek durumun bu kadar vahim olmadığını bildiğimize göre bu dizilerle yapılmak istenen nedir? Amaç, bunları ilgiyle izleyen gençlerimizin, çocuklarımızın dilini, birbirine saygısını, nezaketini bozmak mı? Nitekim bu yayınların olumsuz etkileri gün geçtikçe, kendi çevremizde ve toplumda daha çok hissedilir hale gelmektedir.

İslam tarihinde nezaketi örnek olarak gösterilen bir şahıstan bahsedilir. Adı Hatem olan ve miladi 9. asırda bugünkü Afganistan’ın Belh şehrinde yaşayan bu zat devrinin ileri gelen sufilerinden biridir. Feridüddin-i Attar’ın “Tezkiretü’l-Evliya” isimli kitabında naklettiğine göre bir kadın, bir şey sormak için Hatem’in yanına geldi. Kadın derdini anlatırken birden yelleniverdi ve utancından kıpkırmızı kesildi. Hatem kadının utandığını fark edince, “kulağım ağır işitiyor, söylediklerini duymadım, yüksek sesle konuş” dedi. Hatem’in durumu fark etmediğini düşünen kadın derin bir oh çekerek rahatladı. İşitmesi normal olduğu halde, kadını o zor durumdan kurtarmak için böyle bir çare düşünen Hatem’in o günden itibaren, kadın ölene kadar on beş yıl sağır gibi davrandığı nakledilir. İşte bu nezaket âbidesi insan o zamandan bu yana “Hatemü’l-Esamm” (sağır Hatem) diye anılagelmiştir. Kanuni’ye nispet edilen, “Kimsenin aybını görüp kılma zinhar aşikâr / Günde yüz bin aybın örter Hazreti Perverdigâr” beytinde açığa vurulmaması istenen ayıpların yanında, kadından sadır olanın ayıp bile sayılmayacağını söylemeye herhalde gerek yoktur.

Nezaketine Kur’an’ın şahitlik ettiği (Âl-i İmran, 159; Ahzab, 53.) sevgili Peygamberimiz, hayatının her safhasında sergilediği hoşgörülü, saygılı ve nazik tutumuyla bedevi bir toplumu medenileştirmiş, bu medeni toplum eliyle de İslam, kısa sürede dünyaya ışık saçan bir medeniyet kaynağı haline gelmiştir. Yorumunu yaptığımız sünnetinde Allah Rasulü, muhatabını incitmemek için, yapılan hatayı herkesin içinde yüze vurmadığı gibi, özel bir olayı üçüncü şahıslar üzerinden genel bir uyarıya dönüştürerek, benzer hatayı işleyebileceklerin, kırmadan nasıl eğitilebileceği konusunda da bize önemli bir ders vermektedir.