Makale

Afrikalı Müslüman Dini Liderlerin İstanbul Buluşması

Doç. Dr. Ahmet Kavas
İstanbul Üniv. İlahiyat Fak.

Afrikalı Müslüman
Dini Liderlerin
İstanbul Buluşması

Hazret-i Muhammed (s.a.s.) risaletle müjdelenmesinin ardından İslâm’ı kabul eden sahabelerinden bir kısmını Mekkeli müşriklerin baskılarından korunmaları için bir Afrikalı kral olan Necaşi’ye emanet etmişti. Yine Islâm ile müşerref olanların başında gelen ve bizim bugün bile cuma namazı öncesinde "müezzinlerin seyyidi" diye hakkında dua ettiğimiz Bilâl-i Habeşî de bu kıtanın bağrından çıkan bir sahabe idi. Henüz Hazret-i Ömer döneminde, 640’lı yılların başında, içlerinde sahabelerin de bulunduğu ilk fetihlerden bazılarının bu kıtanın kuzeyinde gerçekleşmesiyle İslâm dini kısa zamanda büyük kitleler tarafından benimsendi. Habeşistan’a yapılan iki hicretin ardından Kı- zıldeniz havzası ve Doğu Afrika sahillerinde de yeni dini benimseyenlerin sayısı giderek arttı ve bir müddet sonra bu bölgeler de İslâm diyarları arasındaki yerlerini aldılar.
30 milyon km2’nin üzerinde bir yüzölçüme sahip olan Afrika, kendine has coğrafî yapısıyla diğer kıtalardan ayrılmaktadır. Genelde siyah tenli insanların yurdu olarak bilinen bu devasa kıtanın kuzeyi ise Mısır’daki Kiptiler ile Mağrip ülkeleri de denen Kuzey Afrika’daki Berberiler gibi beyaz tenli insanların yurdudur. Bugün bu kıta üzerinde birbirinden farklı ırklara mensup binlerce kabile ve sayısı hâlâ tam olarak bilinmeyen çok sayıda mahalli dil konuşulmaktadır. İslâm’ın bu kıtada henüz hicrî birinci asırda yayılmasıyla birlikte aralarındaki pek çok farklılığın yerini bu dinin kardeşlik duygusu almış ve yeni bir kimlik etrafında toplanmışlardı.
İslâm tarihçileri ve coğrafyacıları ilk hicrî asırlardan itibaren kaleme aldıkları eserlerinde bu kıtadan bahsederlerken bugünkü Mısır’ı bugünkü isimle zikretmişlerse de diğer bölgelere farklı isimler vermekteydiler. Afrika kıtası Arap yarımadasının batısında yer aldığı için ilk fetih hareketlerinin yöneldiği Kuzey Afrika bölgesine "Mağrip", yani "güneşin battığı yer, "batı" demişlerdi. Mısır’ın batısından Tunus civarına kadar olan kısmı "Mağribü’l-ednâ", yani "yakın batı", Cezayir’in bulunduğu geniş coğrafî bölgeyi "Mağribü’l- evsât", yani "orta batı", günümüzde resmi adının Mağrip olduğu, bizim ise asırlardır Fas dediğimiz ülkeyi ise "Mağribü’l- aksâ", yani "uzak batı" şeklinde isimlendirmişlerdi. Tunus’un olduğu kısma İslâm öncesi dönemlerdeki gibi "İfrîkiyye" demişler ve zaten bu isim zamanla bütün kıta için yaygınlaştırılarak "Afrika" şeklinde telâffuz edilecekti.
Böylesine geniş kıtanın ortasında bulunan ve yaklaşık sekiz milyon kilometre karelik bir alanı kaplayan ve dünyanın en büyük çölü olan bölgeye ise Sahra denmekteydi. Kuzey Afrika Ber- beriler’in yurdu iken, Büyük Sahra çölünün merkezinde bunlarla aynı soydan geldiği iddia edilen Tevarık (Tuareg), batısında Mor, doğusunda ise Habeş kökenli oldukları ileri sürülen Tîbû (Tubu) kavmi yaşamaktadır.
Tarihte daha ziyade Bilâdüs- sûdan olarak isimlendirilen coğrafî bölge Sahra çölünün güneyinde kalan ve bugünkü Sudan devletinden başlayıp Atlas okyanusuna kadar uzanan kısımdır. Siyah tenli insanların yaşadığı bir bölge olduğu için "siyahlar ülkesi" anlamına gelmek üzere böyle isimlendirilmişti. Günümüzde burada yer alan Çad, Ni- jer, Nijerya, Mali gibi onlarca ülkeye aynı zamanda Sahra çölüne güneyinde kıyıları bulunması dolayısıyla "kıyı, sahil" manalarında "Sahel" ülkeleri de denmektedir. Mısır’ın güneyinden Somali kıyılarına kadar uzanan bölgeye "Bilâdü’l-Habeş veya Habeşistan" denirken, Doğu Afrika sahillerine ise daha ziyade "Bilâdüzzünûc veya Zengibar" isimleri verilmekteydi. Piri Reis de Kitâbü Bahriye isimli eserinde Afrika’nın bu bölgelerinden aynı isimlerle bahsetmekteydi.
Hazret-i Ömer döneminden itibaren İslâm topraklarına yavaş yavaş dahil edilen Afrika’da Emeviler döneminde sınırlar iyice genişledi ve 711 yılında is- panya’ya kadar uzanıldı. Abba- siler dönemine geçildiğinde artık kıtada yeni yeni isimlerle devletlerin kurulduğuna şahit olmaktayız. Özellikle Haricî ve Şiî mezheplerine bağlı Müslü- manlar için Afrika’nın uçsuz bucaksız toprakları ve çölleri birer sığınak olmuş ve onlar tarafından ilk küçük devletlerin bir kısmı bu kıtada kurulmuştu. Fas’taki idrîsiler ve yine buranın Sicilmâse şehrinde kurulan ve bir müddet sonra Tunus’a, oradan da Mısır’a gelip yerleşen Fatımîler Şiî iken, Sicilmâse’de kurulan Midrâriler, Cezayir’in Tahert şehrini merkez edinen Rüstemiler, Libya’nın güneyindeki Fizan’daki Beni Hattab ise belli başlı Haricî devletleri olarak tarihteki yerlerini aldılar. Bunların yanında Fas’ta Murabıtlar, Muvahhidler, Merîniler, Vattasi- ler, Sa’dîler ve yaklaşık üç buçuk asırdır bu ülkeyi idare etmeye devam eden Filâliler; Cezayir’de Abdülvâdiler ve Hammâdiler; Tunus’ta Ağlebiler, Fâtımiler, Zî- rîler ve Hafsîler; Mısır’da ise To- lunoğulları, İhşitler, Fâtımiler Eyyûbiler ve Memlûkler adıyla birbirlerinin yerini alan devletler kuruldu.
Bilâdüssûdan’ın en güçlü devleti bugünkü Çad, Nijer ve Nijerya topraklarında tam bin yıl hüküm süren Kânim-Bornu sultanlığı idi. Batı Afrika’da Gâ- ne sultanlığıyla başlayan ve Mali Sultanlığı, Songay Sultanlığıyla devam eden ve 1591 yılında Fas’ın eline geçtikten sonra Timbüktü Paşalığı adını alan ve Islâm tarihinde önemli rol oynayan devletler vardı. Bugünkü Sudan’da Func ve Darfûr sultanlıkları, Habeşistan Adel ve Harar Emirlikleri, Ibn Battû- ta’nın 14. yüzyılın başında gezdiği ve gördüğü Makdişu, Mombasa, Kilve, Sofala ve Ko- morlar gibi yaklaşık kırk kadar şehir devleti ve sultanlığın bulunduğunu söylediği Doğu Afrika sahil şeridi yine İslam tarihi ve medeniyeti için oldukça önemlidir.
19. yüzyıldaki Avrupa sömürgeciliği öncesinde, hatta Avrupalılar’ın istilasını engellemek için bu bölgede yeni devletlerin kurulduğuna şahit oluyoruz. Nijerya’daki Sokoto halifeliği her ne kadar 19. ncu yüzyılın başında kurulduysa da Ingiliz sömürgeciliğine kadar oldukça geniş toprakları idaresinde toplamış ve hükmü altına aldığı ülkenin günye bölgesinde, Kamerun’da ve Orta Afrika Cumhuriyeti topraklarında İslâmî yaymıştı. Senegal, Mali, Fildişi Sahili ve Burkina Faso’da el- Hâc Ömer’in kurduğu Tekrûr devleti, Gine’de Samori Tu- re’nin devleti, Çad Gölü havzasında Rabih devleti sömürgecilik karşısındaki mücadeleleriyle bilinen son dönemin güçlü iktidarları olarak bilinmektedir.
Osmanlı Devleti Afrikalı Müslümanlar’ın imdat çağrılarına cevap vermek üzere Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ın idaresini 16. yüzyılın başında Memlûk- ler’den alması önemli bir başlangıç oldu. Böylece Kızıldeniz’e kadar giren Portekiz donanmasının buradan uzaklaştırılması sadece Arap yarımadası ve Habeşistan’a değil Hint Okyanusu çevresindeki Müslümanlara da derin bir nefes aldırdı. Yine Kuzey Afrika’da büyük bir boşluk oluştu. Çünkü Endülüs’teki son Benî Ahmer hanedanın Gırnata’yı da İspanyollara teslim etmesiyle tam bir hezimet ve yok oluş dönemi başlamıştı. İşte Osmanlı denizcilerinin 1500’lü yılların başındaki mücadelesi ve özellikle Kanuni Sultan Süleyman’ın donanmaya verdiği önem sayesinde Mısır’dan Fas’a kadar olan sahiller emniyet altına alındı. Osmanlı topraklarına Mısır, Trablusgarp, Tunus, Ce zayir ve Habeş adıyla beş yeni eyalet eklendi. Bu durum tam dört asır devam etti ve 20. yüzyılın başına kadar Afrikalı Müslümanların en büyük dayanağı Osmanlı Devleti oldu.
Avrupa sömürgeciliğinin atağa geçtiği ve 1885 yılında Berlin’de düzenlenen Afrika Konferansı’nın ardından bu kıta İngiltere, Fransa, Portekiz, Almanya, ispanya ve İtalya arasında önce kağıt üzerinde, daha sonra da askeri birlikler sevk edilerek fiili olarak parçalandı. Bin yıllık geleneğe sahip Kânim- Bornu gibi sultanlıklar ile Sokoto Halifeliği gibi devletlerin iktidarlarına son verildi. Yaklaşık 80 sene devam eden sömürgecilik döneminin ardından bugün 53 bağımsız ülkeden oluşan ve tarihi bağlarından koparılmış bir kıta ile karşılaştık. Hâlâ da parçalanması için uğraşılan ülkeler bulunmaktadır.
Sömürgeciliğin başladığı döneme kadar büyük bir çoğunluğu Müslüman olan kıtada 1900’lü yıllara gelindiğinde sadece 10 milyon civarında Hristiyan’ın yaşadığı tahmin ediliyordu. Yoğun bir misyonerlik akını- na uğramasının ardından 2006 yılı itibarıyla 912 milyon insanın yaşadığı bu kıtada artık 350400 milyon Hristiyan olduğu kilise menşeli kaynaklar tarafından ileri sürülmektedir. Bu rakam doğru olmazsa bile en az 200 milyon civarında insanın bu dine mensup olduğu anlaşılıyor. Misyonerler başlangıçta Müslümanlardan umutlarını kestikleri için sadece putperest kabileler üzerinde yoğunlaşmışlardı. Ancak Beyaz Babalar (Peres Blancs) gibi Müslümanları Hristiyanlaştırmak için yüz yıldır aralıksız çalışan misyoner teşkilâtları bu gayretlerinin neticesini geç de olsa almaya başladılar. Özellikle Afrika ülkelerinde bulunan eğitim kurumlan arasında yaklaşık 10 milyon öğrenciye eğitim imkânı veren Katolik Kilisesi’ne bağlı okullara devam etmek için bazı Afrika ülkelerinde Hristiyan olma şartının aranması Müslüman çocuklarının daha küçük yaşlarda din değiştirmelerine sebep olmaktadır. Bu tarz eğitimden geçerek ülkelerinde önemli görevlere gelen Demokratik Kongo Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı ve Benin devletbaş- kanı gibi Müslüman asıllı olup Hristiyanlaşan devlet adamları bulunmaktadır.
İslâm kültür ve medeniyetinin sömürgecilikle birlikte giderek kendi kabuğuna çekilmesi ve yeni oluşumlar için gayret etmesine müsaade edilmemesi yüzünden Afrika Müslümanları modern dünyadaki gelişmeleri yakından takip edemediler. Ancak bağımsızlıkla birlikte yeniden bir canlanma görüldü ve bugün kıtanın her tarafında Ku- r’an kursları, ilk ve ortaöğretim seviyesinde eğitim veren medreseler, son yıllarda yeni açılmaya başlayan yüksek okullar, hatta İslâm Konferansı Teşkilâtı’nın Nijer ve Uganda’da açtığı gibi İslâm Üniversiteleri bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Diyanet işleri Başkanlığı tarafından 1-3 Kasım 2006 tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen Afrikalı Müslüman Dini Liderler Toplantısı bu kıtada yaşayan Müslümanlarla geçmişte olduğu üzere karşılıklı bilgi alış verişi, yardımlaşma ve İslâm kardeşliğinin kuvvetlenmesi için önemli bir fırsat oldu. Kamuoyu bu toplantı vesilesiyle Afrikalı Müslüman dini liderlerin Türkiye’de bulunmalarından dolayı sevinçlerini ve özellikle, medyada yer alan açıklamalarında da görüldüğü üzere, ülkemize büyük bir sevgi beslediklerini duydu. Haliyle mevcut tecrübelerimizden azami oranda istifade etmek istemeleri ciddi bir aşamadır.
22 farklı Afrika ülkesinden gelen kırka yakın temsilci üç gün boyunca bir taraftan kendi aralarında tanışarak birbirleriyle irtibat kurdular. Diğer taraftan İslâm ülkeleri arasında büyük bir bilgi birikimi ve özellikle din hizmetleri konusunda oldukça iyi bir tecrübe sahibi olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın faaliyetlerini yakından öğrenme imkânı buldular. Bu toplantının kapanış oturumunda açıklanan sonuç bildirisinde de belirtildiği üzere gelecek yıllarda yapılacak müşterek çalışmalar için bir zemin hazırlanmış oldu.
Teknolojik gelişmelerle dünyamızın giderek küçüldüğü, özellikle iletişim ve ulaşım imkânlarının son derece kolaylaştığı günümüzde birbirimiz hakkında doğrudan bilgilenmemizin ve tecrübelerimizi paylaşmamızın önemi bir kez daha ortaya çıkmış bulunmaktadır.