Makale

Çocuğu camiden alıkoyan temel engeller

Çocuğu camiden alıkoyan temel engeller


Doç. Dr. Abdülkerim Bahadır


Cami-Müslüman ilişkisi, esasen çocukluk döneminde başlayan ve zamana bağlı olarak güç kazanıp kaybedebilen bir ilişki türüdür. Bu ilişkinin olumlu ya da olumsuz bir gidişat kazanmasında dinî ilgi, dinî arzu, dinî niyet, dinî tutum ve davranış gibi kişisel nedenler yanında, daha ziyade özdeşim örnekleri, başta TV ve bilgisayar olmak üzere kitle-iletişim araçları, eğlence mekânları gibi çevresel faktörlerin belirleyici rolleri söz konusudur. Çocukları camiye devam etmekten alıkoyan çevresel engellere geçmeden önce ibadethanelerin insan hayatındaki yerinden ve özellikle caminin Türk kültüründeki öneminden bahsetmek yerinde olacaktır.

Başlangıçtan günümüze kadar gelmiş geçmiş tüm toplumların basit ya da sistemli bir dine sahip oldukları ve her kültürde ibadethanelerin mevcut olduğu hususu tarihî bir gerçektir. Gerek ilkel kabile dinlerine, gerekse ilahî dinlere mensup insanlar, içinde ibadet edebilecekleri mekânlar inşa ederek onlara kutsiyet atfetmişlerdir. Kuşkusuz bu kutsiyetin ardında, ibadethanelerin hem ilahî mesajların ve dinî-manevi değerlerin aktarılmasında; hem de bireysel ve toplumsal dinî kimliğin oluşmasında üstlenmiş oldukları önemli işlevler yatar. Tarih boyunca çeşitli medeniyetlerde inşa edilen ve mimari şaheserler olarak kabul edilen devasa tapınak, sinagog, katedral ve camiler, insan hayatında ibadethanenin sahip olduğu merkezi önemin somut göstergeleri sayılır.

Konuya İslam dini açısından yaklaştığımız zaman, ibadethane-insan ilişkisinin en köklü ve en canlı yaşantı biçimleriyle karşılaşırız. Her ne kadar günümüz Müslüman kültürlerde belirleyici fonksiyonunu kaybetmiş görünüyorsa da esasen İslam’da cami ve mescit, gerek toplumsal ilişkilerin, gerekse bireysel hayatın oluşturulup düzenlenmesinde önemli etkilere sahip önemli dinî kurumlardır. Bu bağlamda olmak üzere Hz. Peygamber, Medine’de kurmuş olduğu ilk İslam toplumunda, Mescid-i Nebevi’yi hem ibadet mekânı, hem de sosyal kurum olarak merkeze almış ve ona çok yönlü işlevler yüklemiştir. Peygamber Mescidi, sadece cemaatle namaz kılınan bir toplanma merkezi değildi. Aynı zamanda o, hak ve hukukun tesis edildiği, din ve dünya işlerinin konuşulduğu, savaşa veya barışa karar verilen, gelen yabancı heyetlerin kabul edildiği ve insanların eğitildiği çok boyutlu bir mekân özelliği taşıyordu. (Yılmaz, 2001: 3.) Başka bir ifadeyle Hz. Peygamber zamanında mescit, günümüz karmaşık sosyal kurumların işlevlerini, o dönemin koşullarında tek başına yürüten eşsiz bir kurumdu.

Geleneksel temelleri doğrultusunda üstlenmiş olduğu temel işlevleri itibarıyla cami, barış içerisinde bir arada yaşamayı mümkün kılabilecek uyumlu bir sosyal yapının oluşmasına hizmet eder. Camiye devam eden insanlar, herhangi bir ayırıma tabi tutulmaksızın zengin-fakir, amir-memur, eğitimli-eğitimsiz, genç-yaşlı bir araya gelip omuz omuza ibadet ederek gerçek manada eşitlik duygusunun tadına varma imkânı bulurlar. Cami bahçe ve avlularında iletişim kuran insanlar, birbirlerinden haberdar olurlar; bilgi ve deneyimlerini paylaşırlar; sevinç ve kederlerine ortak olurlar. Camiler, sağlam bir yapının birbirine kaynamış tuğlaları gibi insanların bütünleşmesinde önemli bir rol oynarlar.

Caminin temel işlevlerinden bir diğeri, “erdemli insan” yetiştirmektir. Bu bağlamda kararlı ve ölçülü bir kimliğin oluşmasında olduğu kadar, cemaat ve birlik ruhunun gelişmesinde de yapı taşları sayılan tüm değerler, her şeyden önce camilerde verilen eğitim-öğretim süreçleri aracılığıyla aktarılır. Kayda değer bir farklılık olarak Müslüman toplumlarda eğitim-öğretim, önce camide başlamıştır. Tarih boyunca önemini yitirmeyen cami eğitiminin etkinliği, beklentilere uygun düşecek düzey ve kapsamda olmamakla birlikte günümüzde devam etmektedir. Bünyesinde vaaz, hutbe, sohbet gibi uygulamalar aracılığıyla yapılan dinî ve sosyal bilgilendirme; aynı şekilde çocuklar ve yetişkinler için gerçekleştirilen Kur’an öğretimi ve ibadet eğitimi gibi çeşitli etkinlikleriyle camiler, yaygın din eğitimi kurumlarının başında gelmektedir. Dinin doğruluk, dürüstlük, sorumluluk, kardeşlik, sevgi, saygı, özveri, yardımlaşma ve hoşgörü gibi değerlerinin işlendiği camiler, bireyin hayatı daha bilinçli yaşama ve daha doğru bir anlayışla yorumlama becerisi kazanmasında önemli katkılar sağlamaktadır. (Bkz. Yılmaz, 2007:108.)

Varoluş amacı gereği mescit ve camilerin çağrısı, yukarıda da ifade edildiği gibi çocuk-genç, yetişkin-yaşlı, kadın-erkek Müslümanların tümünedir. Ancak günümüzde bu çağrıya, daha ziyade yetişkin erkeklerin cevap verdiği, cemaate ve diğer etkinliklere katıldığı; başta kadınlar olmak üzere gençlerin ve çocukların camiye gereğince ilgi göstermedikleri ve dolayısıyla cami eğitiminden yeterince yararlanamadıkları görülmektedir. Elbette bu durumun kişisel ve sosyo-kültürel çeşitli nedenleri söz konusudur. Konunun devamında çocukları camiye devamdan alıkoyan başlıca çevresel engellerden bahsedilmektedir.

1. Camiye yönelik olumsuz ana-baba-çocuk ilişkisi ve olumsuz özdeşim modelleri:

Bilindiği üzere çocuk dünyası, yeniliğin, çeşitliliğin ve hareketliliğin en üst düzeyde yaşandığı ve sürekli gelişip değişmekte olduğu bir dünyadır. En hızlı öğrenmelerin yaşandığı bu dönemde çocuk, sürekli olarak etrafında olup bitenle ilgilenir ve yaşanan gerçek hayattan pay almaya çalışır. Tabiatıyla tüm ilgileri, öğrenmelerine bağlı olarak gelişir, değişir ve yön kazanır. Bu süreçte özellikle anne-babanın çocukla kurduğu ilişki ve etkileşimler, kişiliğinin yapı taşlarını teşkil eder. Çocuk, doğuştan sahip olduğu taklit ve özdeşleşme yetenekleriyle ebeveynlerine benzemeye çalışır ve onların yapıp ettiklerini benimseyip kendine mâl eder. Buna göre anne-babasının ilgilendiği ve benimsediği pek çok şey, çocuğun da ilgilendiği ve benimsediği şeyler hâline gelir. Çocuktaki bu gelişim niteliğine konumuz açısından yaklaştığımızda, onun camiye ilgi duyup duymamasının her şeyden önce ebeveyninin camiye ilgi duyup duymamasına bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, çocukluğunda babası tarafından cemaatle namaz, cuma ve bayram namazları, kandil geceleri, vaaz veya mevlit gibi çeşitli vesileler bağlamında camiye götürülmeyen; cami ve cemaatin bir Müslüman için içerdiği anlam ve önem hakkında bilgilendirilmeyen birisinin, sonraki yıllarda caminin çağrısına yeterince ve gereğince cevap vermesi beklenemez. Aynı şekilde, çocuğun ilgi dünyasında yer edinmiş yakın akraba, arkadaş çevresi, öğretmen, sanatçı, vb. diğer özdeşim modelleri, bu noktada belirleyici olabilmektedir. Yeri gelmişken dile getirilmesi gereken önemli bir husus olarak, cami görevlilerinin ve cemaatin çocuğa yönelik kaba, hoşgörüden uzak, tahammülsüz tutum ve davranışları da onu camiden uzaklaştırabilmektedir. Netice itibarıyla, camiye yönelik olumsuz ana-baba-çocuk ilişkisinin ve olumsuz özdeşim modellerinin çocuğu camiden alıkoyan engellerin başında geldiği rahatlıkla söylenebilir.

2. TV’de çocuk ilgisine yönelik yayınlanan programların çeşitliliği ve olumsuz içerikleri:

Özellikle program zenginliği ve görüntü gücüyle (Bkz. Akkor, 2011.) günlük hayatımızda özel bir yere sahip olan TV, konuyla ilgili üzerinde durulması gereken en önemli medya aracıdır. Zira TV, uydu sistemleri ve kablolu yayın imkânına bağlı olarak artan özel kanalları ve zenginleşen yayınlarıyla günümüzde çocuk-yetişkin, batılı-doğulu, fakir-zengin toplumun her kesimine kolaylıkla ulaşabilmektedir. 2007’de gerçekleştirilen bir araştırmaya göre ülkemizde TV izleme oranı, % 94’e yükselmiştir. (http://www.zaman.com.tr /haber.do?haberno=681121. 11.09.2011.) Yakın zamanlarda yapılan bir araştırmada ABD’de ortalama TV izleme oranı, günlük 5 saat, Türkiye’de ise 4.5 saat olarak tespit edilmiştir. RTÜK’ün bulgularına göre Türkiye’de ortaöğretim çağında bir çocuk yılda 1000 saatini okulda, 1500 saatini ise, TV ve bilgisayar karşısında geçirmektedir. (http://www.ziyasalihoglu.com/modules.php?name=News&file=article&sid=128.12.09.2011) Özellikle bu bulgu, çocukların TV ve bilgisayarla ilişkisini tespit açısından oldukça çarpıcıdır.

Kaba bir tespitte bulunduğumuzda günümüz Türkiye’sinde TV’nin olmadığı bir topluluktan bahsetmek mümkün görünmemektedir. Aksine, pek çok aile sıradan antenle yetinmemekte, uydu ve kablolu yayın sistemlerinden de yararlanmaktadır. Bu durumda çocuğun ilgisine sunulmuş yüzlerce kanaldan söz edebiliriz. Bu kanalların önemli bir kısmı, 24 saat yayın yapabilecek şekilde zengin ve etkin bir içerik sunmaktadır. İlgi dünyasının tüm boyutlarına hitap eden ve süresiz eğlencenin hüküm sürdüğü böylesi kanallar karşısında çocuğun vaktini geçirmek istemesi doğaldır. Kuşkusuz bu yönüyle TV, camiye gitmek bir yana, yemek ve içmek gibi doğal ihtiyaçlarını karşılamak için bile çocuğun yerinden kalkmasına engel olabilmektedir. Dahası, zevkle izlediği bir program sırasında camiye götürülmek istenen çocuk, muhabbet yerine camiye karşı nefret duygusu bile geliştirebilir. Dikkat çeken bir husus olarak, Batı kaynaklı çizgi ve çocuk filmlerinin hemen hepsinde şirin kilise figürleri ve dinî ayinler yer alırken, kendi yayınlarımızda camiye pek yer verilmemektedir. Doğal olarak Batı çizgi filmleri, bir taraftan Hristiyan çocuğun kiliseye aşina olmasını, onu hayatının bir parçası olarak algılamasını sağlarken diğer taraftan da Müslüman çocukların Hristiyan mabedine sempati duymasına yol açabilmektedir.

3. Bilgisayar ve internette çocuk ilgisine yönelik yayınların çeşitliliği ve olumsuz içerikleri:

TV ile olan benzer özellikleri açısından insan hayatında icra ettiği etkilerle dikkatleri üzerinde toplayan diğer önemli teknolojik araç, bilgisayardır. TV’den farklı olarak karşılıklı iletişim imkânı tanıması nedeniyle bilgisayar, kısa sürede çağımızın en güçlü kitle iletişim araçlarından biri hâline gelmiştir. Diğer pek çok fonksiyonuna rağmen bilgisayarın asıl güç ve etkinliği, hayatımızın her alanında kullanmayı alışkanlık haline getirdiğimiz internetten kaynaklanmaktadır. Günümüzde internet, sunmuş olduğu karşılıklı bilgilenme, işlem yürütme, haberleşme, eğitim ve eğlence imkânlarıyla hayatın her alanında vazgeçilmez etkin bir rol oynamaktadır. Yapılan araştırmalara göre dünyadaki internet kullanıcılarının sayısı, her yıl % 4 oranında artmaktadır. Türkiye’de internet kullanıcılarının sayısı yaklaşık 17 milyona ulaşmıştır. (Şad, 2011.) Diğer yandan internet kullanım yaşı, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de gittikçe düşmektedir. Gelişmiş ülkelerin çoğunda internet, okul öncesi çocuklar tarafından alışkanlık ve hatta bağımlılık düzeyinde kullanılmaktadır. (Bahadır, 2011.) Mevcut durumdan hareket ettiğimiz takdirde aynı sorunun ülkemiz çocukları için de geçerlilik arz ettiğini söylemek mümkündür.

Bilgisayarın çocuk açısından en büyük riskleri, gerek bizzat girişimlerle yüklenen oyun, film ve programlar ve gerekse internetten indirilen görsel-işitsel malzemeler nedeniyle psikolojik bağımlılık, ilgi dağınıklığı, farklı etkinliklere yönelme eksikliği ve zaman kaybı gibi durumlarda ortaya çıkar. Bu açıdan bilgisayarın yol açtığı sorun yumağı, TV’ye göre çok daha büyük ve karmaşıktır. Konumuzla ilgili internete bağlı risklerden bir diğeri, sanal âlemde İslam aleyhinde propaganda, video ve animasyonların yer almasıdır. Nitekim çocukların girebildiği bazı web sitelerinde cami, cemaat ve namazla ilgili saptırıcı ve küçültücü kısa çekim filmlere ve animasyonlara rastlanmaktadır. Bu tür yayınların, çocuğun cami algısını olumsuz yönde etkilemesi kuvvetle muhtemeldir. Netice olarak bilgisayara ilginin ve internete bağımlılığın hızla arttığı ülkemizde sanal dünyanın çekiciliği ve olumsuz içerikleri, çocuğu camiye devamdan alıkoyan en önemli engeller arasında zikredilebilir.

Yazıda kısaca üzerinde durduğumuz hususlar, çocuğu camiden alıkoyan engellerin başlıcaları olarak görülmelidir. Bunların dışında etkin olabilecek çok sayıda dahili ve harici faktörler de hesaba katılmalıdır. Çözüm noktasında her şeyden önce dikkate alınması gereken husus, söz konusu olumsuz faktörleri bertaraf etmek gibi kesin başarıya ulaştırması neredeyse imkânsız çabalar ortaya koymak yerine, çocuğu camiye çekecek uygun düzenlemeler yapmak ve alternatifler sunmaktır. Bu çerçevede birkaç çözüm önerisi sıralayabiliriz:

1- Ebeveynler, olumlu bir iletişim ve etkileşim içerisinde çocukla birlikte cami etkinliklerine katılma alışkanlığı geliştirmelidirler. Özellikle baba, camiye ve yaz kurslarına devam hususunda çocuğu aydınlatmalı, yüreklendirmeli, ödüllendirmelidir. Camiden alıkoyan olumsuz modeller konusunda çocuğunu bilinçlendirirken, baba olarak bizzat ona olumlu model olmalıdır.
2- Dinimizin doğrudan temsilcileri olarak algılanan din görevlileri, çocukları camiye ısındırma ve alıştırma adına her türlü olumlu davranışı sergilemeli, çocukları camiden uzaklaştıracak tutum ve davranışlardan kaçınmalıdırlar. Daha açık bir ifadeyle çocuklara camideyken kendi evlerindeymiş duygusunu yaşatabilmelidirler.
3- Camiler, sadece ibadet vakitlerinde toplanılan mekan işlevinden kurtarılmalı; çocukları da çekebilecek sosyal ve fiziksel uygun etkinliklere ev sahipliği yapabilmelidir. Kuşkusuz bu süreci değerlendirme ve verimli kılma hususunda, Diyanet İşleri Başkanlığının üzerine önemli görevler düşmektedir.
4- Ebeveynler, çocuğun TV ve bilgisayar karşısındaki tutumunu, hem izlediği içerik hem de harcadığı zaman açısından denetlemeli ve belirli koşullara bağlamalıdırlar. Bu noktada örneğin cami etkinliklerine devam konusunu, koşul olarak öne sürebilmelidirler. Anne-baba, çocuğun özellikle internet cafe ve diğer eğlence yerleriyle ilgili taleplerine karşı, anlamlı ve kararlı bir duruş sergilemelidirler.
5- İlgili kurum ve yapımcılar, çocuklara yönelik film ve programlarda Batılı’ların kilise için özenle yaptıkları gibi, camiye dikkat çekecek bağlam ve görüntülere yer vermelidirler. Din eğitimi kurumlarının ve Diyanet İşleri Başkanlığının kontrolünde hazırlanabilecek yazılı, sözel ve görsel yayınlar, bu noktadaki eksiklikleri gidererek büyük bir hizmet görebilir.