Makale

Komşu, hu...

Komşu, hu...


Senai Demirci

Oruç, eşya ile ilişkimizi keser. Aramıza şeffaf bir perde koyar. Biz eşyaya, eşya bize dokunmaz olur. Varlık bize fayda vaat etmez. Sureti meyvedir meyvenin ama dile gelmez, tat vermez. Sûret’ten geçer, ruhuyla tanışırız meyvelerin. Kalıbı orada öylece durur ama kalbimize yâr olmaz lezzetler. Kalp lezzetleri terk eder, sahici lezzeti tadarız. Bizi “doyuran”ı, “suya kandıran”ı yeniden fark ederiz.

Sahte dayanaklar çekilir sağımızdan solumuzdan. Aldatıcı doymuşluklara veda ederiz. Bir başka yaşarız. Başka türlü tatlar alırız yediğimizden. Apayrı bir bantta gezinmeye başlar yüreğimiz. El altında bildiklerimiz yitiverir. Hazır bulduklarımız erir. Sevdalarımızın vedasına şahit oluruz. Çaresiz kalır elimizdekiler, elimizden tutamaz, dudağımıza yetişemez olur. Boğazımızdan geçmez olur hazır bulduklarımız.

Anlarız ki, “izinli” olduğumuz için buradayızdır; hak ettiğimiz için değil. Lütfedildiği için doyarız, bileğimizin hakkıyla değil. Varlık bize başka türlü konuşur. “Yok öyle…”ler değer kulağımıza… İşin aslını öğreniriz. Ramazan sessiz ve sözsüz bir nutka dönüşür, konuşur.

Dili olsaydı orucun, sustururdu bizi. “Sana yetiyorum!” diyenleri kenara çekerdi. “Seni ben doyuruyorum” diyen ekmeğe söz vermezdi. Hoş, onlar da öyle diyor değil; biz öyle sandığımız için öyle duyar olduk. Kanmayı sudan bildik. Doymayı ekmekten... Yaşamayı havadan... Görmeyi ışıktan, gözden… Var olmayı kalıbımızdan ibaret bildik.

İşte o sanmaların hepsine bıçak çeker oruç. Devirir alışkanlıklarımızı. Yerle bir eder kabullenmelerimizi. Tuz buz eder katı yargılarımızı. İçimizi ısıttığımızı sandığımız yakınlıkları uzaklaştırır. Kalbimizle yeniden var olmayı öğretir bize ramazan. Eylemle değil, niyetle huzurda bulunmayı hatırlatır.
“Komşu” “konuşur” olmaktan gelir derler ya… Konuşanları anlatır “komşu” kelimesi. Sıcacık yakınlıklara unvan olur “komşu komşu, hu…” çığlığı.

Sahiden de “komşu komşu, hu”dur. O’dur komşu. Allah’tır bize “konuşur” olan.

Farkında değil miyiz? O söyler, yeriz. O konuşur, yemeden içmeden kesiliriz. Vaktin nabzıyla konuşur bize Yaratan ramazanda. Güneşi ufkumuza getirirken, içimizi bir ürperti alır; “yeme artık!” sözüyle elimizi çekeriz sofralardan. Kimselerin görmediği, bilmediği, görse de bilse de ayıplamadığı loş köşelerde, Ay’la konuşur, Dünya’nın dönüşünü kelam eder, ışığın dökülüşünü ufkumuza fısıltı eyler O “Komşu…”

Gün boyu mekân ve zaman konuşur bize. O’nun adına. “Bekle…” “Sabret…” “Yeme…” “Seni sofraya çağıracağız sonunda…” “Seni doyuran ekmek değil, Biziz; Biz…” “Rızık veren Biziz; ne paran para eder, ne zenginliğin kâr eder, ne çağdaşlarının izni ve umarsızlığı işe yarar!” “Sofrayı bu akşam Biz kuracağız Sana ve sevdiklerine…”

Öğle sıcağı sabır çağrısıdır bize “Komşu”dan: “Suyun hatırını değil, Rabbinin hatırını daha serin bil!”

İkindi serinliği bir teselli fısıldar yüreğimize: “Dünya üzerinde aziz bir misafirsin, asıl sofrayı Rabb-i Rahim’inden bekle. Başka türlü sofralara, doymalara, kanmalara kanma!”

Ve ufukta güneşin sessizce batışı sıcacık bir söz olur ki Komşu’dan: Herkes can kulağı kesilir o söze. Çocuk, yaşlı, ihtiyar, kadın, erkek, fakir, zengin herkes hepimiz gözlerde parıltılı bir umutla bekleriz Komşu’nun konuşmasını… Ne bir saniye öne alabiliriz Konuşan’ın konuşmasını, ne bir saniye sonraya. Şehir kocaman kulak olur. Yeryüzünün her köşesi kulak kabartır o sese: “Buyurun…” Yollar O’na göre dolar boşalır. Gün O’na göre ütülenir, kırışır.

Sözün özü: Ramazan bizi asıl “Komşu”nun kapısına çağırır. Bize bizden yakın olan “Komşu”nun kapısının hep açık olduğunu anlatır. Şahdamarımızdan yakın O Komşu’nun sofralarında ağırlanırız.

Allah’ı komşu bulan, herkesi ve her şeyi komşu bilir. Allah’ın komşuluğunu kaçıran ise, kimseye komşu olmaz, hiçbir şeyden yakınlık alamaz.
“Komşu, hu...”