Makale

Bireycilik ve Bencilliğin YÜKSELİŞİ

Bireycilik ve Bencilliğin
YÜKSELİŞİ
Doç. Dr. M. Ali Kirman
KSÜ İlâhiyat Fak.

Bu yazıda bireyciliğin sosyolojik açıdan genel bir değerlendirmesi yapıldıktan sonra genelde dinlerin özelde de İslâm dininin bireycilik ve bireycilikle çok yakın bir ilişki içerisinde bulunan bencillik karşısındaki tutumu ele alınacaktır. Zira bireycilikten söz ederken bencillik, yalnızlık ve yabancılaşma gibi kavramlar da kaçınılmaz olarak gündeme gelmektedir. Şu halde toplumsal açıdan birtakım sıkıntılara yol açtığı gözlenen aşırı bireyciliğin ve onun yanı sıra bencilliğin üzerinde durulması gerekmektedir.

Bilindiği gibi ‘bireycilik’, en genel anlamıyla, bireyin önemini ve çıkarını vurgulayan fikirleri ve öğretileri içerir. Sosyolojik anlamda ise bireycilik, kendi kendine yeten, kendisini yönlendirebilen rasyonel bireyi, toplum ve devlet karşısında ön plâna çıkartan, tüm toplumsal oluşumların temel ve en yüksek amacının bireyin haklarını korumak, bağımsızlığını güvence altına almak olduğunu savunan bir anlayışı ifade etmektedir. (Kirman, 2004:39)

Tarihî arka plânına bakıldığında, Batı toplum ve düşünce yapısı içerisinde monarşiye, kilise hiyerarşisine, insan haklarının sindirilmesine karşı gelişen bireycilik, akıllı ya da ahlâklı olup olmamayı, kısaca her şeyi bireye bırakmaktadır. Bu anlayışın hareket noktası, bireyler arasındaki iktisadî yarış ve rekabetin, doğuracağı sonuçlar itibariyle en yararlı davranış biçimi olacağı kabulüdür. İnsanın kendini gerçekleştirme ve birey olma uğraşlarının tarihsel gelişimine bakıldığında her tür sömürü, istismar, güç ve baskı karşısında verilen bir mücadele görülür. Bu noktada insan onuru ve haysiyeti adına bireyciliğe karşı olumlu bir yaklaşım sergilendiği söylenebilir. Ancak bireylerin dışındaki bir gerçeklik olarak toplumun varoluşunu inkâr noktasına vardırılan bireycilik eleştirilmiştir. Sözgelimi Amerikan toplumunda ortaya çıkan aşırı bireycilik üzerine çalışmalar yapan Robert N. Bellah ve arkadaşları, bireyci eğilimlerin artması ile toplumun ahlâkî bütünlüğünün zayıflayacağı şeklinde bir tez ortaya atmışlardır. (Marshall, 1999:73-4)

Şu halde hayatın her alanında (sosyal, ekonomik, siyasî, dinî vb.) bireyi, dolayısıyla insanı öne çıkaran bu anlayışın olumlu yanları olabildiği gibi, bireye aşırı yüklemelerden kaynaklanan birtakım olumsuz yanları da söz konusudur.

Bireycilik, modernliğin yüzlerinden birini oluşturmaktadır. Bir diğer ifadeyle, modernleşmeyle birlikte yeni bir dil ve söylem olarak bireyciliğin yükselişe geçtiği bilinmektedir. Modern paradigmanın bireyci ve özgürlükçü anlayışları aşırı vurgulaması neticesinde maddî başarı, refah, mutluluk, her şeye sahip olma ve tüketme güdüleriyle harekete geçen hazcı, çıkarcı, bencil bir insan tipi ortaya çıkmıştır. Diğerkâmlık, cömertlik, paylaşma, yardımseverlik, misarfirperverlik duygularının yerini bencillik, biriktirmecilik, kısa yoldan köşe dönmecilik ve tüketim çılgınlığı almıştır. Aslında refah ve mutluluk adına boş şeylerin peşinden koşan modern insan yorgundur ve büyük bir çaresizlik içerisindedir.

Küresel düzlemde bütün toplumlarda belli ölçüde etkili olan bireyciliğin ve bencilliğin sadece modern toplumlara özgü olduğu, dolayısıyla geleneksel veya dinî değerlerine bağlı toplumlarda bireyci tutum ve davranışlara rastlanmadığı söylenemez. Son derece hızlı bir değişme sürecinden geçen toplumumuzda da bireyciliğin ve buna bağlı bencilliğin (egoizm) her geçen gün güçlenme eğilimi gösterdiği bilinmektedir. Âdeta bireysel ve ekonomik kurtuluşun ilâhlaştırıldığı bir süreç yaşanmaktadır. Bu süreçte insanların dayanışmacı, paylaşımcı, kolektivist bir geleneğe sahip “özne bireyler” yerine, “bencil bireyler” olmalarına yol açmıştır. Bu tiplerin genel özellikleri analiz edilecek olursa, karşımıza “akıllı olup elin kahrını çekmektense, deli ol el senin kahrını çeksin” cümlesinde ifadesini bulan pasif ve sorumsuz, “altta kalanın canı çıksın” anlayışıyla hareket edecek kadar güce ve güçlüye tapan, “köşe dönmeyi”, “gemisini kurtaran kaptan” olmayı hayat felsefesi edinen maddiyatçı ve menfaatperest, doğal ve sosyal çevresine yabancılaşmış, yalnızlaşmış, kendine güveni olmayan, silik, mutsuz, hormonlu, yapay, aynı zamanda hız ve tüketim çılgını ama kapitalist ilişkiler ağının çarkları arasında ezilmiş ve metalaşmış kişilikler çıkmaktadır.

Bireycilik ile din arasındaki ilişkiden söz etmeden önce bir yanlış anlamaya da işaret etmek yararlı olacaktır. Günümüzde zaman zaman “İslâm dininin özü itibariyle bireyselleşmeye karşı olduğu” ifade edilir. Ancak fundamentalist bir söylem olarak böyle bir ifadenin yanıltıcı olması bir yana, dinden referans alması da pek mümkün değildir. Zira bir din olarak İslâm’ın, sosyolojik olgulara ve süreçlere doğrudan karşı olması düşünülemez. Ancak bu süreçlerin işleyişiyle ilgili eksiklik ve aksaklıklara yönelik birtakım tavsiye ve telkinleri olmadığı anlamına gelmez. Nitekim genel olarak bütün dinler, özel olarak da İslâm dini insanı hedef alır. Dinlerin emir ve yasaklarının çok büyük bir kısmı insana yöneliktir, dolayısıyla bireyseldir. Söz gelimi hiç kimse bir başkasının yerine namaz kılamayacağı gibi oruç da tutamaz. Aynı şekilde hiçbir dahlinin olmadığı kötü davranışlardan da sorumlu olamaz. İslâm dinine göre herkesin inandığı din kendisine ait (Kafirun, 6) olduğu gibi, yapıp etmelerinden dolayı kazanacağı sevap veya günah da yine kendisine aittir. (İsra, 15; Fatır, 18) Anlaşılan Kur’an-ı Kerim’e göre sevaplar ve günahlar bireyseldir.

Bir kez daha vurgulamak gerekirse, İslâm’da ferdî kurtuluş esastır. Kendini kurtaramayan başkasını kurtaramaz. Kendisine yararı olmayanın başkasına yararı olamaz. Ancak İslâm, muhataplarının hak ve sorumluluklarının bilinciyle hareket eden bireyler olmalarına önem verdiği kadar, toplumsal hayatın düzenli bir şekilde devamı konusunda da önemli vurgular yapmaktadır. Bir diğer ifadeyle, İslâm dini kişi ve bireyleri kurtuluşa davet ederken, bunun yolunun başkalarını düşünmek, onlara iyilik yapmak, toplum ve kamu yararına çalışmaktan geçtiğini hatırlatır. Anlaşılan İslâm, bireyci ve toplulukçu eğilimler arasında bir denge kurar. İslâm ahlâkının kural ve ilkeleri tamamıyla bu hedefe yönelik olduğu gibi, oruç, zekât, sadaka, fitre, fidye ve kurban gibi ibadetler de aynı maksada matuftur. Aynı şekilde İslâm’da ibadetlerini aksatanlara ve dinen hatalı davranışlar sergileyenlere verilen cezaların büyük bir kısmının, sosyal içerikli olduğu bilinmektedir. Sözgelimi orucunu bozanlara, yeminlerinden dönenlere, yalan yere şahitlik edenlere verilen cezalar arasında ilk sırada köle azat etmek, yoksulları doyurmak, yoksula sadaka vermek vb. gelmektedir. Zira fakir fukarayı korumak, yetimleri kollamak, dul ve yaşlı olanlara yardım etmek, yolculara ve gariplere sahip çıkmak, hastalara destek olmak, özürlüleri himaye etmek, İslâm’da en çok sevap vaadedilen yararlı işlerden (amel-i salih) sayılmıştır.

İslâm bireyciliği kabul etmekle birlikte diğerkâmlığa da vurgu yapar. Bir diğer ifadeyle, İslâm’ın karşı çıktığı husus, bireyciliğe aşırı vurgu yapılması neticesinde ortaya çıkan ve dünyaya sadece kendi penceresinden bakan, kendinden başkasını görmeyen kör bencilliktir. Bencillik hem bireyi hem toplumu tehdit eden bir duygudur. Bu duygu, kişinin benliğini sarıp sarmaladığı zaman, o kişi kötülükleri çokça emreden “nefs-i emmare”nin (Yusuf, 53) güdümüne girmiş demektir. Sadece kendi çıkarları ve yararını düşünen, bunun için başkalarına zarar vermekten çekinmeyen, onların hakkını yemekte bir sakınca görmeyen, kamuya ait malları zimmetine geçiren, menfaatperest, çıkarcı, bencil, açgözlü, haris, tamahkâr, paranın kulu, mal ve servetin kölesi olan bu kişileri, Kur’an-ı Kerim, Allah yerine nefislerinin arzularına, hevâlarına, çıkarlarına tapmakla eleştirir (Furkan, 43; Casiye, 23) ve muhataplarını diğerkâm olmaya çağırır.

Diğerkâmlığın İslâm kültüründeki karşılığı ‘îsâr’dır. Din kardeşinin tasalarını ve kıvançlarını paylaşma anlamında ahlâkî ve dinî bir davranışı ifade eden bu kavram, bir kimsenin kendi menfaatinden çok başkalarının menfaatine öncelik vermesi şeklinde tanımlanır. Kur’an’da geçen, “İhtiyaçları bile olsa başkalarını kendilerine tercih ederler.” (Haşr, 9) ayeti, Medine’nin yerli halkı olan Ensar’ın, Mekke’den buraya muhacir olarak gelen Müslümanlara karşı takındığı tavrı dile getirse de, özü itibariyle zaman ve mekân algısını aşan evrensel bir diğerkâmlık vurgusu içerir. Kur’an-ı Kerim’de yer alan ayetler ile aynı anlama gelen hadisler, başkalarını düşünmenin ve elden geldiğince onlara yardımda bulunmanın gereğini kuvvetle vurgulamaktadır. Başkalarının yardımına koşmak, fakirleri, miskinleri, acizleri, kimsesizleri gözetmek, derdi ve sıkıntısı olanların derdine çare bulmak, sıkıntılarını ortadan kaldırmak veya hafifletmek kuşkusuz bütün dinlerde vurgulandığı gibi, İslâm’da da üzerinde önemle durulur.

İçinde yaşadığımız küresel dünyanın gittikçe maddîleştiği, faydacılık, akılcılık, bireycilik ve liberalizm adına değerlerin yıpratıldığı bilinmektedir. Küreselleşen yeni hayat tarzına şartların elverdiği ölçüde uyum sağlarken, geleneksel dinî ve ahlâkî değerlerimizi yitirmemeliyiz. Refah ve mutluluk adına boş şeylerin peşinden koşan modern insanın içinde bulunduğu karanlıktan kurtulması için, bencilliğin toplumsal plânda yarattığı tahribatların telâfisi için geçmişimizden gelen kolektif, dayanışmacı, paylaşımcı geleneği yeniden üretmek ve küresel düzleme taşımak gerekmektedir. Çünkü Türk milletinin kültürel dokularına işlemiş olan dayanışma, yardımlaşma, diğerkâmlık, sevgi, merhamet, kardeşlik gibi değerleri yitirmemiz, kendi benliğimizi, kendi kimliğimizi yitirmemiz demektir. Türk toplumunun geliştirmiş olduğu vakıf sistemi diğerkâmlığın en iyi örnekleri arasındadır. Hamiyetli, haysiyetli, diğerkâm, himmet sahibi, fedakâr, insancıl, hayırsever insanların severek ve gönüllü olarak yaptıkları bir iş olan vakıfların ve vakıf kültürünün, küreselleşmenin ‘materyalist’ ve ‘yırtıcı’ yönlerine (bkz. Falk 2002:VIII-X) karşı bir panzehir model olarak canlandırılması büyük bir önem taşımaktadır.

Kaynakça
Falk, Richard (2002), Yırtıcı Küreselleşme, çev. A.Çaksu, İstanbul, Küre Yay.
Kirman, M. Ali (2004), Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Rağbet Yay.
Kirman, M. Ali (2005), Din ve Sekülerleşme, Adana, Karahan Yay.
Marshall, Gordon (1999), Sosyoloji Sözlüğü, çev. O.Akınhay, D.Kömürcü, Ankara, Bilim ve Sanat Yay.