Makale

SONBAHARIN DİLİ

SONBAHARIN DİLİ

Mehmet Erdoğan

Fâni ömür biter, bir uzun sonbahar olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarumar olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir veda;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşir neşir;
Günler hazinleşir, geceler uhrevîleşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere.
Anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.
Dünyanın ufku, gözlere gittikçe târ olur,
Her gün sürüklenip yaşamak ruha bâr olur.
İnsan duyar yerin dile gelmiş sükûtunu;
Bir başka musikiye geçiş farz eder bunu;
Teslim olunca vadesi gelmiş zevaline,
Benzer cihana gelmeden evvelki hâline.

Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya,
Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya,
Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı;
Fark etmez anne toprak ölüm maceramızı.

(Sonbahar/Yahya Kemal Beyatlı)

Soyut veya somut olsun hemen her şeyin bir dili vardır. Bir şeyler anlatmak ister insanoğluna. Kimileri mutluluğun, umudun türküsünü söyler; kimileri de acının, ayrılığın ve hüznün. Her gün doğan güneş, sabahları pencereden karşılarken bizi yaşamın sıcaklığını, aydınlığını fısıldar kulağımıza. Ancak kapıdan, pencereden karanlık bastırınca yalnızlık duygusuna kapılırız, hele gurbetteysek; anadan, babadan, yârdan uzaktaysak, büsbütün kendimizi yalnız hissederiz. Sonbaharın da böyle bir dili vardır; her yıl usanmadan gelir, anlatacaklarını söyler ve çekip gider. Her gelişinde daha bir anlaşılır olur, ister istemez kendini dinletir. Nasıl bir türkü söyler, neler anlatır bize sonbahar?

Sonbaharı, kendimi bildim bileli içim ürpererek karşılamışımdır. Hüzün vermiştir bana. Çocukluğumun gerçekleşen/gerçekleşmeyen bütün düşlerini bir bir sermiştir önüme. Yalnızlık duygusuna boğulmuşumdur, korkmuşumdur. Oyuncaklarım, sayfaları arasında kaybolduğum kitaplarım; ezikliklerim, başarısızlıklarım, eksikliklerim; şimdi anlamsız gelen bütün korkularım, gözyaşlarım; beni tamamlayan, arındıran sevinçlerim... İşte sonbahar, bütün bunları önüme sermekle korkutucu oluyor. Yıllar ne çabuk gelip geçiyor, ne çok şey uçup gitmiş elimizden. Aman Tanrım koru beni, kendimi ürkütücü bir boşluğun önünde hissediyorum!

Sonbaharda bitkiler, ağaçlar o güzelim elbiselerinden soyunuyor, kupkuru iskeletleriyle ortada kalıyor. Hangi yöne baksan bir dökülmüşlük, insanın içi kararıyor. Evet, bütün bunlar anlamını kaybetmekte olan bir hayatı betimliyor.

Üşüyoruz, paltomuza sarılıyoruz. Biliyoruz, giden sevgililer gelmeyecek artık! Belki de bir başına yaşamak; kalan ömrümüzde, önümüze çıkacak bütün güçlüklere tek başına direnmek zorunda kalacağız. Bunu seziyor ve bu yüzden anlatılmaz bir hüzne kapılıyoruz. Rüzgâr, âdeta bütün sığınaklarımızı çökertiyor. Başımızı sokabileceğimiz bir yer arama telâşına düşüyoruz. Oysa ne çok güvendiğimiz yerler vardı. Demek güvendiğimiz dağlara da bir gün kar yağacakmış! Hazırlıksız yakalandığımız her hâlimizden belli.

Yaşlılık duygusu, ölüm duygusu kuşatıyor benliğimizi. Ölümün o soğuk pençesini ensemizde hissetmeye başlıyoruz. Oysa çocukluğumuzda ölümü, çok uzak bellemiştik. Ne de çabuk göstermeye başladı kendini. Ölüm, ah ölüm; varoluşun soğuk ve gerçek yüzü!

Ayrılık duygusu bir kâbus gibi abanıyor üstümüze. Sanki sevdiklerimize bir daha kavuşamayacağız. Bir zamanlar ayrılığı, ihtimal dahi olsa kabullenemiyorduk. Yazgıda bu da varsa ne gelir elden? Şimdi şarkıların, türkülerin büyülü dünyasına sığınmak ve nostaljiyle avunmak kalıyor bize. Buğulu camların ardında çayımızı yudumlamaya, acıyı ve hüznü solumaya çalışıyoruz.

Keşke göçmen kuşlar gibi olabilseydik; başımızı alıp uzaklara gidebilseydik! Koştuk, koşuşturduk; geldik bir çıkmaz sokağa dayandık. Etrafımıza bakıyoruz, bir çıkış yolu aramaya çalışıyoruz. Demek ki çıkışı olmayan yollar da çıkacakmış önümüze!

Evet, sonbaharın bize ünlediği hayatın gerçekleri bunlar. Elbette sonbaharların da gelip geçici olduğunu biliyoruz. Biliyoruz, ama bir gün son sonbaharımızın da böyle olacağını düşünmeden edemiyoruz. Bu sebeple her sonbahar bir parça iz bırakıyor bizde. Çünkü yaşadığımız her gün geçip giderken bir yanımız eskiyor. Yine de direnme gücümüzü yitirmememiz gerekiyor.

Sonbahar, anlayana bir şeyler anlatıyor. Anlamak istemeyenler için değişen bir şey yoktur. Ben, bu sonbaharı biraz daha çok anlayacağım galiba. Ne de olsa bir basamak kayıyor ayaklarımın altından; boşluğa, sona doğru yaklaşıyorum. Şimdi, çocukluk rüyalarımdaki gibi kanatlarımın olmasını ne çok isterdim, boşluklardan sonsuza doğru uçup giderdim, ah uçup giderdim...