Makale

TOPKAPI SARAYI ve İki Tören

TOPKAPI SARAYI
ve İki Tören

Musa Tektaş

Dünya başkenti İstanbul’da, Sarayburnu’nda, yüksek bir tepe üzerinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kalbinin attığı yerdir Topkapı Sarayı. Devlet-i Âli, dört yüzyıl kadar buradan idare edilmiştir.

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldıktan sonra, bugünkü Beyazıt’ta, Üniversite’nin bulunduğu yerde bir saray yaptırmış, oraya yerleşmişti. Devletin ileri gelenleri, henüz ele geçirilmiş bir şehirde padişahın şehrin ortasında oturmasının doğru olmayacağını ileri sürmeleri üzerine, Topkapı Sarayı’nın yapılmasına başlandı. Sarayburnu o zamanlar, zeytin ağaçlarıyla kaplı bir gezinti yeriydi. Önce birbirinden ayrı birkaç daire, köşk, havuzlu bahçeler yapıldı; çevresine de duvar çekildi. Topkapı Sarayı’na diğer padişahlar döneminde de, önemli ilâveler ve ek bölümler yapıldı. Yapı bugünkü hâlini aldı.

Saraya “Topkapı” adının verilmesi, Bizanslılar zamanında İstanbul kalesinin Sarayburnu’nda bulunan kapılarından birinin Topkapı adını taşımasındandır. Sarayın 1478’de tamamlandığı biliniyor. Osmanlı Devleti şehre hâkim bu tepede otururken, aynı zamanda üç kıtanın hâkimiyetini de eline almıştı.

Sarayın dördü karaya, üçü de denize bakan yedi büyük kapısı vardır. Saraya daha çok Ayasofya önündeki “Bâb-ı Hümayun” denilen kapıdan girilirdi. Bu kapıdan 300 m. kadar içeride Orta Kapı bulunur. Sadrazamlar, Orta Kapı’da attan inip, içeriye yayan girmek zorundaydılar.

Burada “Birinci Yer” denen bir gezinti yeri bulunmakta. Sağdaki Saray Mutfağı’nda 15.000, hatta 20.000 kişiye yetecek kadar yemek pişirilirdi. Gezinti yerinin sonunda harem kapısı ile vezirlerin toplandığı yere ise Kubbealtı denmektedir.
Orta Kapı’dan sonra “Bâbu’s Saade” de denen Akağalar Kapısı gelir. Bu kısımda Bağdat Köşkü, Kara Mustafa Paşa Köşkü, Mecidiye Köşkü, Revan Odası, Hırka Dairesi, Sünnet Odası, Lâle Bahçesi bulunur.

Bütün bunlar Saray’ın “Selâmlık” kısmını meydana getirirdi. “Harem Dairesi” ise Saray’ın en ilgi çekici köşelerinden biriydi. Burada padişahların anneleri, eş ve hizmet eden kadınlar (kalfalar vd.) otururdu. Ayrıca, padişahın oturduğu daire de burada bulunurdu. (Hayat Ansiklopedisi, “Topkapı Sarayı” mad., C. VI, s. 3042-43)

Topkapı Sarayı, ülkemizin en çok ziyaret edilen müzesidir. Hem Osmanlı’nın yönetim merkezi olması hem de Mukaddes Emanetleri bünyesinde barındırması sebebiyle insanlar nazarındaki değeri de o derecede yüksektir. Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın hazırladığı, yeni neşredilen, “Mekânlar ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı” adlı albüm-kitap, tarihimizin ve kültürümüzün önemli olaylarını bize hatırlatıyor.

Osmanlı’nın Peygamber Sevgisi
Osmanlı’nın özünü ve temellerini besleyen manevî unsurların en başında ilâ-yı kelimetullâh aşkı ve peygamber sevgisi gelmiştir. Osmanlı sultanları, hayatları boyunca gaza meydanlarında bu mukaddes değerlere karşı sonsuz sevgi, saygı ve bağlılıklarını ispatlama sevdasıyla harikalar sergilemiştir. Peygamberimize ve mukaddes beldelere hürmet, muhabbet, hizmet ve sadakat soylu ceddimizin her daim şiarı olmuştur. Padişahlar devlet işlerinin aksamaması için şeyhülislâmların verdiği fetvaya dayanarak hacca gidememişler, ancak Hz. Peygambere ve mübarek topraklara karşı Veysel Karâni gibi gönül bağlamaktan da geri kalmamışlardır. Osmanlı, Yavuz Sultan’ın tabiriyle Harem-i Şerif’in hadimi olma telâkkisini, buralar elinden çıkana kadar sürdürmüş, Haremeyn’e sancak asmaktan, vali ve kadı göndermekten bile hayâ etmiştir. Osmanlılar Rasûlullah’ın, Ehl-i Beyt’in ve Ashâb-ı Kirâm’ın kabirlerini ihya edip hatıralarını günümüze kadar taşımaya öncülük etmiş; hünkârlar, hanım sultanlar ve devlet erkânı Mekke ve Medine’de hayır kurumu, medrese ve imarethane inşası için birbirleriyle yarışmışlardır. (Çolak, İsmail, Osmanlı’nın Gizli Tarihi, s.157, Nesil Yay., İst, 2007)

Yavuz’un Muhabbeti ve Mukaddes Emanetler
Peygamberimize muhabbet ve tazimde zirveye çıkan padişahlardan biri de Yavuz Sultan Selim’dir. “Allah rızası için tüm dünyayı fethetmek istiyorum!” idealiyle hareket eden Yavuz Selim, askerlerini gaza meydanlarında âdeta “Peygamber Ordusu” gibi sevk ve idare etmiştir. O’na olan derunî sevgisini şu manzum sözle şahikalaştırmıştır: “Ey keremkân-ı Rasûl-i Kibriya/ Kemterindir bu Selim-i pürhata/ Dergâhından iltica eyler ata/ El meded ey maden-i nur-i Huda.” “Biz, mukaddes yerlerin hâkimi değil hadimiyiz!” diyen Yavuz, buraların Osmanlı hâkimiyetine gönül rızasıyla girmesinden duyduğu memnuniyetiyse şöyle ebedîleştirmiştir: “Bundan duyduğum mutluluğu bütün dünyanın padişahlığına değişmem.” Öbür yandan Yavuz, O’ndan ümmetine yadigâr kalan paha biçilmez “Mukaddes Emanetleri”, Topkapı Sarayı’na getirip Hırka-i Saadet Dairesi’ne koymakla, bizi şereflerin en yücesiyle müftehir kılmıştır. Yavuz, Hırka-i Saadet Dairesi önünde asırlar boyunca kırk hafıza 24 saat nöbetleşe Kur’an tilâvet ettirmiştir. Ayrıca Yavuz, Haremeyn’e Fatih döneminde ganimet malından tahsis edilen dokuz bin altını iki yüz bin altına çıkarmıştır. (Çolak, s. 158)

Çok zengin bir koleksiyon olan Mukaddes Emanetler bölümünde Osmanlı merasimlerine de konu olan iki parça çok mühimdir ki bunlar; Sancak-ı Şerif, (Liva-i Şerif) ve Hırka-i Saadet’tir. Osmanlı devlet geleneğinde merasimlerin çok büyük önemi vardır. Yönetim merkezi Topkapı’dan Dolmabahçe ve Yıldız’a taşındığı zamanlar bile törenlerin çoğu Bâbu’s Saade önünde yapılmıştır. Cülûs, cenaze, bayramlaşma ve sancak merasimleri/törenleri ve Hırka-i Saadet ziyareti bunların başlıcalarıdır.

Sancak-ı Şerif Merasimi
Sancak-ı Şerif Hz. Peygamber’in sancağı olan ve Hırka-i Saadet Dairesi’nde diğer emanetlerle birlikte korunan sancak olup Liva-i Saadet ismiyle de bilinir. Savaş zamanlarında eğer padişah, ordunun başında sefere çıkmayacaksa Sancak-ı Şerifi, Serdar-ı Ekrem’e yani başkumandana teslim usuldendi. Sancak-ı Şerif Merasimi’nin yapılacağı gün padişah Hırka-i Saadet Dairesi’nde bulunurken Fetih Suresi okunurdu. Bu surenin Osmanlılar için bir diğer hatırası da İstanbul’un Fethi esnasında, Fatih’in hafızlara sürekli okuttuğu bir sure olmasıdır. Eski Seraskerlik olan bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin ana kapısı üzerinde de bu surenin ilk ayetleri yazılıdır.

Sancak-ı Şerif bizzat padişah eliyle yerinden çıkartılıp yine padişahın omzunda taşınırdı. Tekbirler eşliğinde Bâbü’s Saade’nin önündeki yerine dikilirdi. Osmanlılarda peygamber sevgisinin, hilâfet ve ihtiramın sembolü olarak Sancak-ı Şerife büyük bir ihtimam gösterilirdi. Bu sırada yine Fetih ve Yasin Sureleri okunurdu. Bu merasim esnasında padişah dâhil hiç kimse oturmazdı.

Padişah, Sancak-ı Şerifi eline alır, öper ve sadrazama teslim ederken onu sefere memur eylediğini söyler ve muvaffakiyeti için dua ederdi. Sadrazam da Sancak-ı Şerifi öperek teslim alır ve omzuna yerleştirerek yola koyulurdu. Ardından şeyhülislam ile şeyh efendi de dua ederlerdi.

Merasim bitince sipahi ve silâhdar ağaları sancağı sadrazamdan alıp orta kapı önüne varıncaya kadar önde götürürler ve sonra da sadrazam imamına teslim ederlerdi. Feth-i Şerif okunduktan sonra alayla sadrazam ve serdar-ı ekremin Davutpaşa’daki karargâhına gidilirdi.

Sefer dönüşünde de ilk yapılan merasimin tam tersi bir şekilde Sancak-ı Şerif sadrazamın omzunda tekbir ve dualarla Bâbü’s Saade önüne getirilir ve burada padişaha teslim olunan sancak, padişah tarafından Hırka-i Saadet dairesine götürülürdü. (Ortaylı İlber, Mekanlar ve Olaylarıyla Topkapı Sarayı, s.98-99, Kaynak Yay., İst., 2007)

Hırka-i Saadet Ziyareti
Hırka-i Saadet: Hz. Peygamber’in Kâ’b ibn Züheyr’e hediye etmiş olduğu hırkadır. Kâ’b ibn Züheyr Huzur-u Saadet’te tövbe edip Müslüman olmuş ve Peygamberimize bir kaside okumuştur.
Bunun üzerine Hz. Peygamber çok duygulanmış ve sırtındaki hırkasını, Kâ’b’a giydirmiştir. Bu hadise bütün İslâm âleminde yankı bulmuş ve bu hırka (bürde), İslâm devletlerinin hükümdarlarınca Peygamber yolunda gitmenin ve O’nun halifesi olmanın simgelerinden biri olarak kabul edilmiştir.

Hırka daha sonra Emevi Halifesi Muaviye tarafından satın alınmış ve bayramlarda giyilmiştir. Halifeden halifeye aktarılan hırka, Abbasi halifelerince de dinî günlerde giyilmiştir. Hırka her İslâm halifesinin ülkesinde muhafaza edilmiştir. Osmanlı padişahları da kendi halifeliklerinin simgesi saydıkları bu bürdenin koruyuculuğunu üstlenmişlerdir. Hırkanın sarayda korunmasından Has Oda’nın zülüflü ağaları, bakımından ise tülbend ağası (son dönemlerde de hazine kethüdası) sorumludur. Hırka-i Saadet’in dışı siyah, içi krem renginde yündür.

Ramazan ayının ortasında her padişah, aynı zamanda Müslümanların halifesi olarak, törenle Hırka-i Saadet’i ziyaret ederdi.

Ramazan ayının on beşinci gününün gecesinde Mukaddes Emanetler’in bulunduğu Has Oda’da bizzat padişahın da katıldığı bir temizlik merasimi yapılırdı. Padişah gül suyuna batırılmış süngerlerle Hırka-i Saadet şebekelerini temizlerdi. Çuhadar ve rikapdar ağalar, has odalılar, gedikliler gibi görevliler de dairenin kapılarını, pencerelerini, duvarlarını vs. temizlerlerdi.

On beşinci günün gecesi (on dördüncü günün akşamı) yapılan bu temizliğin ardından ramazanın on beşine denk gelen ertesi gün ziyaretler yapılırdı. O gün sabah namazı Hırka-i Saadet dairesinde kılınırdı. Hırka-i Saadet sandukası padişahta bulunan altın anahtarla açılırdı. Hünkâr, sanduka içindeki sırmalı, inci işlemeli, yedi bohça içinden ikinci muhafazayı çıkarırdı. Bu muhafaza, altından yapılma iki kanatlı bir çekmece idi. Bu çekmecenin altın anahtarı da padişahta bulunurdu. Hırka-i Saadet ziyareti Ayasofya Camii’nde öğle namazı kılınmasını müteakip yapılırdı. Başimam, ikinci imam, has oda imamı, müezzin ve çavuş ağalar ayakta sırayla Kur’an okurlardı. Hırka-i Saadet ziyaretine sadrazam ve şeyhülislâm da katılırdı. Merasim sırasında padişah sandukanın yanında, sadrazam sağında, Darü’s-Saade ağası solunda durarak ziyaret ifa olunurdu. Törene katılacak herkesin gelmesinin ardından padişah sandukayı açar, sadrazamın ve diğer devlet erkânının ziyaretine müsaade ederdi.

Ziyaretlerde Hz. Peygamber’e duyulan saygının bir gereği olarak oturulmaz, bütün merasim boyunca ayakta durulurdu. Ziyarete gelenler dualar okuyarak Hırka-i Saadet bohçasına yüz sürerlerdi. Yapılan ziyaret Hz. Peygamber’in şefaatine nail olmak için yapılırdı. Ziyaret bitirildikten sonra daire en düşük rütbeden başlanarak terk edilirdi. En sonunda şeyhülislam, sadrazam ve padişah daireyi terk ederdi. (Ortaylı, s.146-147)

III. Mehmed ve Hırka-i Şerif Zaferi
III. Mehmed, Eğri Seferi’ne giderken Hırka-i Saadeti de yanına almıştı. Orduda bir an bozgun durumu baş gösterince Vakanüvis Hoca Saadeddin Efendi şöyle dedi: “Padişahım, siz gibi Âl-i Osman Sultanı, Peygamber Efendimiz yolunda halife olduktan geru, Hırkâ-i Saadet’i böyle anda giymek, Hak Teâlâ’ya dualar eylemek elbet münasibtir!” Bu sözün üzerine tekbirlerle Hırka-i Saadet’i III. Mehmet giyerek, askerlerine aşıladığı yeni heyecan ve hamle ruhuyla zafere ulaşmıştır. (Çolak, s. 159)

İmparatorluğun son yıllarında Yıldız ve Dolmabahçe Sarayları önem kazanmıştı. Cumhuriyet devrinde Topkapı Sarayı müze hâline getirildi. Bugün Topkapı Sarayı, mukaddes emanetler, teşhir olunan mücevherler, nadide porselen takımlar, çiniler ve yapısıyla sanat değeri çok yüksek eşyalarıyla bir sanat hazinesi, bir kültür-tarih müzesidir.