Makale

EN GÜZEL VEKİL

EN GÜZEL VEKİL

Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Avf b. Malik’in bildirdiğine göre Allah Rasulü (s.a.s.) iki kişi arasında (bir konuda) hüküm vermişti. Aleyhine hüküm verilen kişi dönüp giderken, “Allah bana yeter, O ne güzel vekildir,” dedi. Bunu duyan Hz. Peygamber, “Allah acizlikten hoşlanmaz, akıllı olman gerekir, bir işin üstesinden gelemediğin zaman ’Allah bana yeter, O ne güzel vekildir’ de” buyurdu.
(Ebû Davud, Akdıye, 28)

Hadis-i şerif, üzerine düşeni yeterince yapmadığı anlaşılan bir kişinin, aleyhine verilen bir hüküm karşısında, kendi kusurunu gizleyecek ve hüküm vereni de töhmet altında bırakacak şekilde Cenab-ı Hakk’ı vekil tutma girişimine karşı sevgili Peygamberimiz’in yaptığı bir uyarıdır. Hadisin, “Allah acizlikten hoşlanmaz” olarak çevirdiğimiz cümlesi aslında, “Allah acizliği levm eder (kınar)” şeklindedir. Yani, tevekkülü meskenet ve tembellik olarak anlayanlara karşı Cenab-ı Hakk’ın tutumu daha serttir.

Her türlü tedbiri aldıktan sonra Allah’a güvenip, sonucu O’na bırakmak şeklinde tanımlanabilecek tevekkül, insan olarak yapabileceklerimizi ortaya koyduktan sonra gücümüzü aşan noktada Cenab-ı Hakk’ın yardımını talep etmektir. Onun için Allah Rasulü, gerektiği yerde akıllarını kullanmayanların değil, her şeyi yaptıkları halde üstesinden gelinemeyecek durumlarla karşılaşanların Allah’a tevekkül etmeleri gerektiğine işaret etmiştir. Bu yüzden Hz. Ömer, “biz Allah’a mütevekkil insanlarız” diyerek başkalarının eline bakan bazı Yemenlileri “hayır, siz mütevekkil değil, müteekkil (hazır yiyici) kimselersiniz” diyerek azarlamış ve “mütevekkil ancak tohumunu toprağa atıp Allah’a tevekkül edendir” demiştir. (İbn Receb, Camiu’l-Ulûm ve’l-Hıkem, s. 441)

Bir hadislerinde, “siz Allah’a hakkıyla tevekkül etmiş olsaydınız O, sabah yuvalarından aç çıkıp akşam tok olarak dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı.” (İbn Mace, Zühd, 14) buyuran Peygamber Efendimiz, tevekkülün ne olduğunu veciz bir şekilde ifade etmiştir. Yuvalarında kalarak hazır yiyecek beklemeyen ve her gün karınlarını doyurmak için kilometrelerce yol kat ederek akşam tok olarak yuvalarına dönen kuşlar, doğal olarak, Allah’a hakkıyla tevekkül etmelerinin karşılığını almaktadırlar. İnsanlar da aynen kuşlar gibi, gerekli çabayı gösterip tedbirlerini aldıkları takdirde elleri boş dönmeyeceklerdir. Bu çabayı göstermeyenlerin, uğradıkları sıkıntılar için bahane ve mazeret üreterek sorumluluklarını Allah’a havale etmelerinin hiçbir haklı gerekçesi yoktur. Onun için Allah Rasulü, devesini bağlayarak mı yoksa bağlamadan mı Allah’a tevekkül etmesi gerektiğini soran bir sahabiye, “bağla ve öyle tevekkül et” buyurmuşlardır. (Tirmizi, Sıfatu’l-Kıyame, 60)

Şirazlı Şeyh Sadi, Bostan isimli kitabında tevekkülle ilgili güzel bir hikâye anlatır: “Adamın biri eli ayağı olmayan kötürüm bir tilki görünce, karnını nasıl doyurduğunu merak etmiş. O esnada çakal avlamış bir aslan oradan geçmiş. Aslan avını yedikten sonra artığını da tilki yiyerek karnını doyurmuş. Adam başka bir gün, bir vesileyle tilkinin yine karnını doyurduğunu görünce, “mademki tilkinin rızkı ayağına kadar geldi, zahmete girip karınca gibi çalışmama ne lüzum var. Gidip bir köşede oturup rızkımı beklerim. Allah kısmet etmezse aslan gibi bir hayvan bile nasibini bulamaz” demiş. Beklemeye başlamış ama semtine kimse uğramamış. Yiyecek içecek de gelmediği için bir deri bir kemik kalmış. Bu sırada, kaldığı mescidin mihrabından şöyle bir ses gelmiş: “Ey fena düşünen adam! Kendini sakat, kötürüm tilki yerine koyma. Kalk git aslan gibi yırtıcı ol. Öyle çalış ki aslan gibi senden de artık kalsın. Aciz tilki gibi artık yeme. Aslan gibi ensesi kalınken çaresiz kalmış tilkiye dönen adamdan köpek daha iyidir. Çalış rızkını kazan. Hem kendin ye hem de başkalarına yedir. Başkalarının artığına göz koyma. Kolunun kuvvetiyle yani, gayret göstererek nasibini elde et ve başkalarını da rahat ettir. Alçaklar gibi onun bunun eline bakma.” (Bostan, 265-266)

Kendi görevlerini yapmayarak sorumluluklarını Allah’a havale eden ve buna da tevekkül adını veren kimseleri Mehmet Akif de bir şiirinde şu şekilde eleştirmiştir:
“Çalış!” dedikçe şeriat çalışmadın durdun,/Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de “tevekkül” sokuşturup araya,/Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden,/Yorulma! Öyle ya, Mevla ecir-i hâsın iken!
Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini,/Birer birer oku tekmil edince defterini;
Bütün o işleri Rabbim görür, vazifesidir,/Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir!
Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak/Hüdâ vekil-i umûrun değil mi? Keyfine bak!
Onun hazine-i in’âmı kendi veznendir!/Havale et ne kadar masrafın olursa… Verir!
Silahı kullanan Allah, hududu bekleyen O;/Levazımın bitivermiş, değil mi? Ekleyen O!
Çekip kumandası altında ordu ordu melek;/Senin hesabına küffârı hâk-sâr edecek!
Başın sıkıldı mı, kafi senin o nazlı sesin:/”Yetiş” de, kendisi gelsin ya Hızr’ı göndersin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur: Bakacak;/Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki her şeyin Allah… Yanaşman, ırgadın O;/Çoluk çocuk O’na ait: Lalan, bacın, dadın O;
Vekil-i harcın O; kahyan, müdîr-i veznen O;/Alış seninse de, mes’ul olan verişten O;
Denizde cenk olacakmış… Gemin O, kaptanın O;/Ya ordu lazım imiş… Askerin, kumandanın O;
Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O;/Tabib-i aile, eczacı… Hepsi hasılı O.
Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu!/Biraz da saygı gerektir… Ne saygısızlık bu!
Hüdâ’yı kendine kul yaptı, kendi oldu Hüdâ/Utanmadan da tevekkül diyor bu cürete… Ha!

Kur’an’da iman ve salih amel sahiplerinin özelliklerinden sayılan Allah’a tevekkül, (Ankebut, 59) aciz ve fani insanoğlunun eninde sonunda başvuracağı bir kapıdır. Onun için Cenab-ı Hak darda kalan müminlere olduğu gibi elçilerine de kendisine dayanıp güvenmelerini tavsiye etmiş (Âl-i İmran 122; Tevbe, 129; Furkan, 58; Ahzab, 3; Talak, 3), vekil olarak kendisinin yeteceğini (Nisa, 132) bildirmiştir. “Hasbunallah ve nı’me’l-vekil” (Âl-i-İmran, 173) “nı’me’l-mevlâ ve nı’me’n-nasîr” (Enfal, 40) (Allah bize yeter ve O ne güzel vekildir, ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır.) duasını bize öğreten de O’dur.