Makale

Çevre Sorunu ve Kur'an'ın Çevreye Yaklaşımı

ÇEVRE SORUNU VE KUR’AN’IN ÇEVREYE YAKLAŞIMI

Şehmuz DEMİR *

Özet:
Neredeyse her ülkede bir çevre krizinin belirgin işaretleri görülmektedir. Bu nedenle, modern dönemin en önemli küresel sorunlarından birinin çevre krizi olduğunu kabul etmeyen yok gibi. Sınırsızca ve sorumsuzca tüketen, bunu yaparken de tabiatı tahrip ederek yeryüzünün en ölümcül yağmacısı haline gelen bir insan yapısıyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla bu süreçte İslamın, özelde de Kur’an’ın insana, tabiata, varlığa ve çevreye yaklaşımı büyük önem arzetmektedir. Modern dönemdeki yoğun çevre krizi ile özellikle son birkaç asırdır İlahi çevreden gittikçe uzaklaşılması arasında önemli bir bağlantı olduğunu söyleyebiliriz. Zira Kur’an ekseninden bakıldığında, çevre sorununun temel nedeninin İlahi çevreden uzaklaşma olduğu görülecektir.
Bu makalede, küresel çevre krizine, bunun nedensel arkaplanına; Kur’an’ın çevreye yaklaşımına; Allah, tabiat ve insan arasındaki ilişkiye bir makalenin el verdiği sınırlar dahilinde yer verilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Allah, Kur’an, Çevre, Tabiat
Environmental Problem and The Quran’s Approach to The Environment
Abstract:
It has been clear signs of environment crisis almost in every country. So, there is no one who don’t accept that one of the most important spherical problem is environment crisis in modern age.
We face to face a human who exhoust limitless and irresponsible being mortal looter. Because of this reason, in this process, it is very important that the existance of Islam especially the Quran’s approach to the nature, human and the environment.
It mustn’t be forgotten that there has been an important connection between environment crisis and going away from Divine environment especially in a few last ages.
Because when it was looked from the Quran’s perspective, it will be seen that the cause of basic problem is far away from Divine environment.
In this article, we will be tried to examine as possible as we can do that the Quran’s view to the environment, spherical environment crisis and its background, view to environment of the Quran, the relation among Allah, the nature and the man.
Key Words: Allah, Quran, Environment, Nature


“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu” (Rum, 30/41)
Giriş
Tabiat ve içindeki varlıkların yaratılış ve işleyişi belirlenmiş İlahi bir yasaya göre gerçekleşmektedir. Tabiatın bir parçası olan hayvanların gelişimi de bu yasanın dışında değildir. Hayvanların fiziki yapıları, belirli bir çevrede yaşayabilecek ve kendini koruyabilecek şekilde yaratılmıştır. Her hayvan kendine uygun yerlerde yaşayabilir, her yerde yaşayamaz ve yaşadığı çevrenin şartlarına da uymak gibi bir zorunlulukla karşı karşıyadır. İnsanla hayvanın ayırım noktalarından birisi budur. İnsan, doğadaki birçok hayvana oranla çok daha güçsüz bir şekilde yaratılmıştır. Hayvanların büyük bir çoğunluğu doğar doğmaz ayakları üzerinde durur ve çevre şartlarına ayak uydurmaya başlar. Dolayısıyla, hayvanın insanla kıyaslanamayacak düzeyde hızlı bir şekilde büyüyüp geliştiği görülmektedir. İnsanın ise ayağa kalkıp yürüyebilmesi için bile neredeyse iki yıla, kendini koruyabilecek duruma gelebilmesi için de on yıla, hatta belki on yıldan da daha fazla bir zamana ihtiyacı bulunmaktadır.
İnsan birçok hayvana göre fiziki yapısı itibariyle zayıf durumda olmakla birlikte, bu açığını zekasıyla ve zekasının ürettiği aletlerle, makinalarla kapatır. O, zekasıyla bütünüyle çevreye uymak durumundan çıkıp, çevreyi değiştiren, dönüştüren, kendine uyduran bir varlık haline gelir. Ancak burada kritik sorunun gündeme geldiğini belirtmek gerekir. Yararlanmak amacıyla doğa şartlarını kendine uygun hale getiren, doğaya egemen olan insan, modern dönemde zirve noktasına ulaştığı üzere, doğayı tüketmeye başladı ve paradoksal bir şekilde, doğayı tüketirken, farkında olarak veya olmayarak kendini de tüketmeye başladı. Ve tam da burada, hem kendini hem de doğayı tüketen hiçbir hayvanın bulunmadığı1 ifade edilmeli. Bu çerçevede, gelinen noktada dünyanın neredeyse tümünde bir çevre krizinin belirgin işaretlerinin görüldüğünü ifade etmek mümkün.
I. Çevre Sorunu ve İnsan
O halde çevre konusuna yer verilirken, öncelikle çevreyi en fazla etkileyen varlık olarak insan üzerinde durulmalıdır. Zira çevre sorunu temelde insan sorunudur. Batı’da Rönesansla başlayan ve Rönesans sonrası süreçle gittikçe yükselen bir trendle insan mutlaklaştırılmaya çalışılmıştır. Bu süreçle birlikte insan gittikçe ilahi alandan kopar(ılar)ak, dünyevileşme yolunda mesafe kaydetmiştir. Böylece akıl – bilim çiftinin ilahi alanla bağını koparması sonucu tabiatın bütün kodlarının ve şifrelerinin çözülerek ona tahakküm edilmesi gerektiği düşüncesi gelişti. Ve insan, kendini tanımladığı bu mutlak yapısıyla, çoğunlukla da insan hakları adına çevreyi tahrip etti, yağmaladı. İnsan bu süreçte, kendini evrenin yegane sahibi ve hakimi görerek, yaptıklarının kendisi dışındaki varlıklar ve gelecek nesiller için ne tür bir sonuç doğuracağını da hesaba katmayı göz ardı ederek, geniş ormanlık alanları tahrip etti,2 tabiatı hoyratça kullandı, tüketti, tüketti, tüketti…
Yüce Allah, evrende gözle görülebilen ve görülemeyen pek çok varlık yaratmıştır. İnsan da yaratılan bu varlıklardan birisidir. Ancak insan, diğer yaratıklardan veya canlı organizmadan daha öte ve daha fazla anlam taşıyan bir varlıktır. Kendini ve etrafındaki alemi bilen, idrak eden, duyan, düşünen, şuursuz varlıklardan ibaret bir alem tarafından kuşatılmış şuurlu bir varlıktır. Sürekli değişen ve gelişen, her saat başka şey düşünen, duyan ve isteyen varlıktır.3
Kur’an’a göre insan, evren içerisindeki bütün yaratılmışlar arasında merkezi bir yere ve öneme sahiptir, bütün varlıkların odak noktasını teşkil eder. Buna göre fani insan, yaratılmışların en onurlusu, en kıymetlisidir (eşrefi mahlukat).4 İnsanın yaratılmış diğer varlıklara üstünlüğü, evrenin insanın hizmetine sunulmasını da beraberinde getirmiştir.5 Ancak dünyevi nimetler, teknolojik gelişmeler insan için var edilmiş olmakla birlikte, insan dünya için değildir.6 Başka bir ifadeyle, insan sadece kendi hizmetine sunulan dünyayı tüketmek amacının çok daha ötesinde bir amaçla yaratılmıştır. Din, insanı İlahi alanla bağlantılı bir yere konumlandırmıştır. Böylece insana hayvani özelliklerini düzelterek Allah’a ulaşabilme yeteneği kazandırılmaya çalışılmıştır.
Eski felsefe ekolleri de insanı üstün faziletleri olan, üstün bir yapıya sahip olan bir idealleştirici olarak tanımlamışlardır. Oysaki teknolojinin ilerlemesi ve makinalaşma ile birlikte insanın bu özelliklerinden soyutlanarak, sınırsızca ve sorumsuzca tüketen, ama sadece tüketen bir yapıya büründürüldüğü bir süreç içerisine girilmiştir.7 Şunu da hemen belirtmek gerekir ki, insanın kendisi, konumu ve misyonu ne kadar önemli olursa olsun, sonuçta o, yaratan değil, sadece yaratılandır. Tanrı değil, insandır o. İnsan en güzel bir biçimde yaratılmıştır8 ve odak bir konuma yerleştirilmiştir, ancak yeryüzünün kayıtsız – şartsız egemeni değildir.9 Bu nedenle, kendisi dışında kalan canlı – cansız varlıkları sınırsızca ve kuralsız bir biçimde kullanabilme yetkisi kendisine verilmemiştir.
Bunu göz ardı eden insan, modern dönemde tabiatı sınırsızca kullanma eğilimine girdi. Böylece tabiat, insanın beslenme, barınma, soyunu sürdürme ve benzeri gereksinimlerinden çok daha karmaşık isteklerinin karşılandığı bir alan haline getirildi. Bu çerçevede tabiat, insanın sınırsız isteklerini karşılamak ve buna boyun eğmek durumunda kalan bir nesne gibi algılandı. Denizler tatil keyfi ya da ulaşım yolları, güneş D vitamini deposu, ay teknolojinin gelişmesiyle uzun vadede herkesin gidebileceği bir kara parçası olarak algılanır hale geldi. Böcek, haşarat ve benzeri çeşitli canlılar da gereksiz varlıklar statüsüne indirgenip, yaşam alanından bütünüyle çıkarılması gereken unsurlara dönüştürüldü.10
Sorunun sadece bir çevre kirliliği olmadığını başka bir ifadeyle, bu kadar basit ve tek yönlü değerlendirilemeyecek kadar büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz gerekiyor. Sorunu çevrede mevcut kirliliğe ve buna karşın alınması gereken önlemlere indirgeme imkanı olsaydı, sözgelimi çöpleri yere atmama, ormanları koruma, çevreyi temiz ve düzenli tutmaya yönelik bir dizi eğitsel önlem ve uygulamayla çözmek mümkün olurdu. Oysaki sorunun daha derin boyutlarda ele alınmasını gerektirecek düzeyde karmaşık bir yapıya sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Her şeyden önce modern dönemde bu kadar yoğun bir çevre sorunu ile karşı karşıya oluşumuzun nedensel arka planına gitmek bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. Bugün çevre sorunundan, tüketim toplumunun oluşumundan, teknolojinin egemenliğinden ve çevre felaketlerinden söz ediyorsak, bunların aslında birer sonuç olduğunu, dolayısıyla sonuçlardan önce nedenler üzerinde durmanın daha doğru olacağını bilmemiz gerekir.
II. Sekülerleşen İnsanın Doyumsuz Tüketim Arzusu ve Çevre
Tarihin belki de bütün dönemlerinde bir çevre sorununun varlığından söz etmek mümkün olmakla birlikte, özellikle modern dönemdeki çevre sorununu öncekilerin tümünden farklı kılan; modern dönemin alt devrelerini oluşturan Batıdaki Rönesans sonrası bilim alanındaki gelişmeler, bilimde ilerleme sağlanırken, diğer yandan dinden gittikçe uzaklaşma trendine girilmesi, sanayi devrimi ve devamında “sınırsız sermaye birikimini sağlamak üzere her şeyin metalaşma sürecine sokulduğu kapitalist dünya ekonomisi”11 nin oluşumudur. Modernleşme ile birlikte insan kutsaldan seküler alana transfer edilmeye çalışılarak, evrenin yegane hakimi, mutlak güç sahibi bir varlık olarak algılanmıştır. Bunun doğal sonucu olarak insan tabiatı sınırsızca ve sorumsuzca kullanabilme yetkisini kendinde görmeye başlamış; doğayı, tarihsel çevreyi ve hatta uzayı kirletir, tahrip eder hale gelmiştir.
Bu bakış açısının net bir şekilde görülebildiği kapitalizmde sürekli büyüme, talebin mümkün olan en yüksek limitlere çıkması amacıyla yeni pazarlar yaratmak için uğraş sarfetme ve sınırsız tüketim üzerine kurulu bir yapının hakim olduğunu ifade etmek mümkündür. Tüketim, tüketim, yine tüketim… Tüketimin bu kadar ön plana çıkarılması, doğayı da insanı da tükenmenin eşiğine getirmiştir. Tüketilemeyen ise, sınırsız tüketimin çevreye bıraktığı zararlar olmuştur.
Ahlâkî ve dini değerlerin bir kenara itilerek reddedildiği, maddeye sahip olup onu tüketme düşüncesinin bütün hedeflerin önüne geçtiği bu mekanik yaşam tarzı karşısında doğanın da çaresiz kalacağı12 unutulmamalıdır.
İnsana sınırsız tüketim ruh(suzluğ)u aşılanmakla birlikte tabii kaynakların bir sınırının olduğu göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla çevre sorununun oluşumunda, üretim ve tüketimin sınırsızlığı ile tabii kaynakların sınırlılığı arasındaki çelişkinin önemli bir rol oynadığını ifade etmek gerekir. Burada, ihtiyaçların ve tüketimin çoğu zaman gerçek gereksinimlere dayanmadığını da belirtmekte yarar var. Dünyanın bir bölümünün açlık ve sefalet içerisinde yaşarken, diğer bir bölümünün ise savurganlık içerisinde, sahte gereksinimler peşinde koşmasının nedeni de yine mal ve hizmet sunumunu gerçek gereksinimlere göre değil, karlılık ölçütüne göre13 gerçekleştiren kapitalist bakış açısıdır. Dolayısıyla, çoğunlukla çeşitli birçok ürünün hayatta kalma açısından vazgeçilmez olduğu inanışı da sorgulanmamaktadır.
Gelinen noktada gelir dağılımındaki uçurum tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar derinleşmiş, sefalet, yoksulluk yaygınlaşmış, sömürü çeşitlenmiş ve toplumsal değerler piyasa yasalarına tabi kılınır hale gelmişken, dünya, tabiat da can çekişir duruma gelmiştir. Ve insan eli vasıtasıyla sular, denizler kirlenmekte, toprak kuma dönüşmekte, ormanlık alanlar yok olmaktadır. İklim değişikliği sonucu bir yanda kuraklık ve kıtlık olurken, öteki yanda seller, salgın hastalıklar14 meydana gelmektedir. Bu duruma neden olan insan, yeryüzünün en ölümcül yağmacısı ve yok edicisi15 olma yolunda hızla ilerlemektedir.
O halde çevre krizinin oluşumunun baş sorumlusu insanın bizzat kendisinden başkası değildir. Thomas Hobbes; “insan insanın kurdudur”16 demişti. Ancak evrene en çok zararı dokunan bir varlık olan insan, insanın kurdu olmakla yetinmeyerek, evrenin de kurdu haline gelmiştir. İnsanları sömürmek için her çareyi meşrulaştırıp mübah sayan ve bunun için de en gelişmiş teknikleri kullanmaktan geri durmayan insan…
III. Kur’an ve Çevre
Kur’an-ı Kerim’de doğal çevrede meydana gelen tahribat ve çürüme öngörülerek;
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu” (Rum, 30/41) buyurulmaktadır. Bu ayet, tabiattaki çürümenin kaynağının insan olduğunu açıkça ifade ederek, aynı zamanda kainatın tabii dengesinin bozulmaması gerektiği konusunda da uyarıda bulunmaktadır. İnsan çevrede daha önce hayal bile edilemeyecek yıkımlara yol açarak ekolojik dengeyi sarsmış ve aslında kendi kendine zarar vermiştir. Bu süreçle birlikte İlahi alandan uzak, ileri teknikselleşmenin de etkisiyle insan, “makine tarafından yönetilen, istismar edilen, mahvedilen, ‘et ve kandan mamul bir robot”17 haline gelmiştir. Dolayısıyla, küresel anlamda insanın başına gelen bu musibet, yine kendi ellerinin yaptığı nedeniyledir.18
Çevre ve insan krizinin baş sorumlusu yine insanın kendisi olduğuna göre, problemin çözümüne insandan başlanmalıdır. İnsan, ilk olarak kendine, diğer insanlara ve tabiata karşı yaptığı tahribat ve yıkımlardan dolayı pişmanlık duyup arınmak için uğraş sarfetmelidir. Kendisinin ve evrenin yaratılış kodları üzerinde yoğunlaşarak, bağını kopardığı, uzaklaştığı yaratıcısıyla tekrar iletişime geçmelidir. Zira insan sorununun, dolayısıyla da çevre sorununun temelini insanın yaratıcısıyla iletişiminin kopmasında aramak gerekir. Başka bir ifadeyle, çevre krizinin temel nedeni, insanı ve tüm evreni kuşatan Allah’ın çevre olarak görülmeyişi ve İlahi çevreden uzaklaşmadır. Tabii çevre ile bu çevreyi yaratan ve devam ettiren İlahi çevre arasında sürekli bir ilişki bulunmaktadır.19
İlahi çevreden uzaklaşılması sonucu, ilahi değerler göğüyle münasebet kesilip, evren tek boyuta indirgenmiş ve üretim – tüketim çılgınlığı karşısında dini – insani müeyyideler rafa kaldırılarak, sonuçta çılgınca tüketimin ve sömürünün önü açılmış olur. “Derken doğa, artık verecek pek az şeyi kaldığının ve ölmek üzere olduğunun sinyallerini verir”.20 Az önce de ifade edildiği üzere, insanın arınması, Allah’la bağlantısını tekrar kurması gerekir. Zira ancak bu yolla hem insan, hem de insanın yaşadığı çevre, evren sağlıklı bir yapıya kavuşur, doğru yola kanalize olmuş olur. İnsan, bireysel, toplumsal, siyasal, kültürel, düşünsel her türlü kirlenmeden uzaklaşarak doğayı yaşanabilir bir yer haline getirmiş olur.
a. Evrendeki Tüm Varlıkların Ayet Oluşu ve Değer Verilmesi Gerektiği
Allah’la bağlantısını iyi kuran, başka bir ifadeyle inanan insan, çevreye sonsuz saygı duyar ve her türlü kirlenmenin karşısında durur. Zira inanan insan, evrendeki tüm varlıkların Allah’ın birer ayeti, işareti olduğuna inanır. Bu nedenle, kir bulutlarının bu varlıklar üzerinde dolaşmasına izin vermemek için uğraş sarfeder. Kur’an-ı Kerim’de evrendeki varlık ve olaylardan bazıları örnek verilerek, bunların ayet (Allah’ın varlığının işareti, delili) olduğu üzerinde birçok yerde durulur. Bunlardan bir tanesi, Rum, 20-24 ayetleridir:
“Onun ayetlerinden biri de sizi, topraktan yaratmış olmasıdır. Sonra siz bir insan türü oldunuz, her tarafa yayılıyorsunuz. Onun ayetlerinden biri de sizin için, kendilerine ısınasınız ve aranızda sevgi ve rahmet koysun diye nefislerinizden eşler yaratmasıdır. Bunda, iyice düşünen bir toplum için elbette ayetler vardır. Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun ayetlerindendir. Bunda, ilim sahipleri için elbette ibretler vardır. Gece ve gündüz uyumanız, onun lütfundan nasip aramanız da O’nun ayetlerindendir. Bunda, işitebilen bir toplum için elbette ibretler vardır. Yine O’nun ayetlerindendir ki O size, korku ve ümit olmak üzere şimşeği gösteriyor; gökten bir su indiriyor da ölümünden sonra toprağı onunla canlandırıyor. Bunda, aklını işleten bir topluluk için elbette mucizeler vardır.”
Evrendeki varlıkların tümü birer ayettir,21 başka bir ifadeyle, vahiydir. İnsanın doğada gördüğü, hissettiği her şey sözsüz vahiydir, insanı yaratıcıya ulaştıran işaretler, semboller bütünüdür. Yola dikilen işaret levhalarının, yaya veya sürücünün gözlerini kendilerine değil, gideceği yöne yönlendirmesi gibi, evrendeki varlıklar veya tabiat olayları da dikkatleri kendi üzerlerine değil, kendilerinin ötesinde olan bir istikamete yöneltmeye çalışır. Bu bakış açısıyla, değer yüklü olan dünya veya daha geniş anlamda evren ve içerdiği her bir varlık, bir işarete, bir sembole, Kur’an’ın ifadesiyle ‘ayet’e dönüşür.22 Her varlık, her nesne bir anlam ifade eder ve kendisinden öteye göndermede bulunur. Dolayısıyla anlamsızlığa yer yoktur. Oysaki modern döneme bakıldığında, hayatın her alanını kuşatan ve kendini şiddetle hissettiren bir anlamsızlık sorununun var olduğunu müşahede etmek mümkündür. Zira hayata ve varlığa anlam veren dinin hayatın zemininden çekilmesi, hayatın boşlukta kalmasına ve anlamsızlaşmasına23 neden olur. Dolayısıyla, insana ve aleme Kur’an temelinde yeniden anlam verilmeli. Zira insana ve evrene karşı ne tür bir tutum sergileneceği, insana ve evrene yüklenen anlamla doğrudan bağlantılıdır.
Kur’an Allah’ın insana sözlü hitabı (tedvini ayet) iken, evren de Allah’ın sözsüz hitabıdır (tekvini ayet). Ve bu ikisi, yani sözlü ve sözsüz vahiy, birbirini tamamlayan, biri diğerine işaret eden unsurlardır. Bu nedenle de Kur’an’da evrene ve evrene ait parçalara sürekli göndermede bulunulmaktadır. Ayrıca bu varlıkların tümünün belirli bir ölçü ve denge ile yaratıldığı ifade edilmektedir.24 Bu yolla insandan, evrendeki veriler üzerinde düşünüp, bunların her birinin ölçülü, düzenli, dengeli, mükemmel, kusursuz ve değerli olduğunu görerek Yaratana, Allah’a ulaşması istenmektedir.
Evrende var olan en küçük parça bile Allah’ın insana sunduğu bir ayet, belge olduğuna göre, insan evrene ve içindekilere gerekli değer ve önemi vermelidir. Zira tabiat Allah’ın eseri, tasarımı ve iradesinin gerçekleşmesi olduğu için değer yüklüdür. Ayrıca, evrende var olan her şeyin Allah’ı tesbih ettiği, O’na boyun eğdiği de unutulmamalıdır:
“Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır” (İsra, 17/44).25
Varlıkların ibadeti olan bu tesbih, aynı zamanda var olmalarının da temelini oluşturmaktadır. İnanan insan, kendisi dışındaki tüm varlıkların Allah’ı tesbih ettiğini, O’nu andığını düşünerek, kendisi de bu halkaya katılır. Tabiatın bütünüyle Allah’ı andığını müşahede ederek, onun her bir parçasına değer verir. Evrendeki her şeyin Yaratıcısını tesbih etmesi, onun değerliliğini ve insanın ona karşı sorumluluğunu hatırlatır.
Yeri gelmişken, Aziz Mahmud Hüdai’ye dayandırılan bir olaydan söz etmek yerinde olacaktır. Aziz Mahmud Hüdai ve arkadaşları, bir gün Bursa’da kırlara çıkarlar. Dönüşte bütün dervişler Üftade’ye sunmak üzere birer demet çiçek toplarlar. Aziz Mahmut Hüdai ise şeyhinin huzuruna sapı kırılmış, soluk, buruşuk bir çiçekle çıkar. Üftade; “Arkadaşlarınız demet demet çiçek getirdiler, siz bize bir tek çiçeği mi layık gördünüz? diye sorunca Aziz Mahmud Hüdayi şu cevabı verir: “Efendimize ne takdim etsek azdır; fakat hangi bir çiçeği koparmak için el uzattımsa tesbihini işiterek elimi çektim. Ancak sapının kırılmasından dolayı bu çiçeği tesbihinden kalmış gördüm”.26 Bu, insana tabiatın her bir parçasına -Allah’ın yaratmış olması ve O’nu göstermesi nedeniyle- saygı gösterilmesi gerektiğini gösteren doğru bir evren telakkisinin ürünü olan bir tavırdır.
b. Çevreye ‘Allah – İnsan – Tabiat’ Ekseninde Yaklaşılması Gerektiği / İnsanın Çevreye Karşı Sorumluluğu
Tabiatla ilgili sorunların veya çevre sorunlarının sadece ekonomik ve endüstriyel etkinliklere indirgenerek açıklanmaya çalışılması, yanlış bir temelden hareket edilmesine, devamında da yanlış sonuçlara ulaşılmasına neden olacaktır. Dolayısıyla, indirgemeci yaklaşımlardan uzak durarak, sorunu ele almak bir gerekliliktir. Bu çerçevede, Allah, insan ve tabiat arasında kopmaz münasebetler kurarak, insanın Allah olmadan anlamsız olacağını,27 dolayısıyla ilişkilerini ve düşünce ağlarını Allah’tan bağımsız bir eksende temellendiren insanın oluşturacağı tabiat ve çevre anlayışının yetersiz ve anlamdan uzak olacağını bilmek gerekmektedir.
İnsan – tabiat ilişkisine Kur’anî perspektiften bakıldığında, bunun bir tüketim ilişkisi olmadığı anlaşılacaktır. Kur’an, tabiatın insan için yaratıldığını, bütün mevcudatın insanın kullanımına ve faydasına verildiğini ifade eder.28 Dolayısıyla gökler, dağlar, nehirler, okyanuslar, güneş, ay, yıldızlar ve benzeri evrendeki varlıkların tümü insanın yararlanması için yaratılmıştır. İslam, insanların fıtratlarına uygun şekilde davranmalarını, yiyip içmelerini, mesken edinmelerini, hayatın bütün güzelliklerinden yararlanmalarını, bilimsel anlamda mesafe kaydedip ilerlemelerini, tabiatı kullanmalarını, rahat etmelerini ister. Ancak bunların; dürüstçe, hile yapmadan, sömürmeden, kendine, başka insanlara, çevreye ve genel anlamda tabiata zulmetmeden,29 insanın ve tabiatın yaratılış kodlarına, fıtrata uygun şekilde yapılmasını öğretir.
İnsana tabiatta tasarruf hakkı verilmiş olmakla birlikte, insandan da Allah’a, insana ve tabiata karşı sorumluluklarını yerine getirmesi istenir. Ancak burada göz ardı edilmemesi gereken husus, tabiatın mülkiyetinin insana değil, Allah’a ait olduğudur.30 İnsan tabiatın efendisi değildir. İnsan Allah’ın mülkünü iyi bir kiracı gibi dikkatle ve belirli sorumluluklar çerçevesinde korumakla yükümlüdür. Dolayısıyla doğaya zarar verme, onu istismar etme, kötü kullanma, talan etme, ekolojik dengesini bozma gibi bir yetkiye sahip değildir. Yine, tabii kaynakları sömürürcesine tüketme hakkına sahip değildir.
İnsan, tabiatın Allah’ın insana bir emaneti olduğu bilincini sürekli zihninde canlı tutmalıdır. İnsan bu emaneti, öldüğünde kendisinden sonrakilerin de iyi bir şekilde istifade edebilmesi için aldığı zamankinden daha iyi bir konumda gerçek sahibine teslim etmelidir.31 Bu çerçevede israftan ve gösterişli tüketimden uzak durmalıdır.32 O halde, insan ve tabiat arasındaki ilişki hiçbir şekilde efendi – köle ilişkisine dönüşmemelidir. Bu ilişki, “ancak kendisine emanet edilen bir emanetçi – emanet edilen ilişkisi olabilir”.33
Kur’an’a göre insan doğa ilişkisinde temel sorumluluklardan birisi israfta bulunmamak, israfı önlemektir. Kur’an-ı Kerim;
“De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?” De ki: “O, dünya hayatında inananlarındır, kıyâmet günü de yalnız onlarındır.” İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz.” (A’raf, 7/32) ifadelerine yer vererek, dünya nimetlerinin insanın hizmetine sunulduğunu, ve insanın bu verilenlerden faydalanması gerektiğini belirtir. Ancak israfa kaçmamanın gerekliliği ile ilgili sorumluluk boyutunu önceden hatırlatarak, hemen önceki ayette; “Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz” (A’raf, 7/31) der. Ve daha net bir ifadeyle Kur’an, israf suçunu işleyenleri ‘şeytanın kardeşleri’34 olarak tanımlayarak, israf karşısındaki tutumunu açık bir şekilde belirtir, insanları evrene karşı sorumlu olmaya davet eder.
Maddi değerlerin elde edilmesi, arzu ve ihtiyaçların tatmini, insanların en temel haklarındandır. Bunun alt sınırı yaşamı sürdürebilecek kadar tüketim iken, üst sınırı da tüketimin israfa dayanmasıdır. O halde insan, ihtiyacı miktarınca tabiatı kullanmalı, tüketim alışkanlığını bu temelden hareketle belirlemelidir. Üretim, yatırım giderleri, bireysel ve ailesel ihtiyaçlar ve geriye kalan servetin ise Allah rızası için diğer insanlarla paylaşımı… Hz. Peygamber’e Allah yolunda neyi harcayacakları sorulduğunda, vahiy inmiş ve; “sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: “İhtiyaçtan artakalanı” (Bakara, 2/219) buyurularak, hem soruya yer verilmiş, hem de cevabı verilmiştir.35
Kur’an’ın dünya görüşünü bakış açısı edinen insan, sorumlu olduğunu, sorumluluklarından hesaba çekileceğini, dolayısıyla servetinde sınırsız bir tasarruf serbestisine sahip olmadığını bilir. Bu düşünce, onun sadece kendi menfaatlerini düşünmeye sevk eden yaklaşımlardan kurtulmasına ve toplumun menfaatlerini de göz önünde bulundurmasına, düşkünü, fakiri, aç olanı, yetimi gözetmesine neden olacaktır. Dolayısıyla serveti kaprisi uğruna tahrip etmeyecektir. Zira böyle bir durumda toplum için gerekli olan bir şeyden onları mahrum bırakacağını düşünecektir. Savurganlık edip israf da etmeyecektir. Zira israfın Allah’a ve topluma karşı bir hırsızlık niteliğinde olduğu36 bilincini sürekli zihninde canlı tutacaktır.
Sadaka, zekat, infak ve benzeri toplumsal yardımlaşmayı ifade eden Kur’anî kavramlar, İslâm’ın en önemli toplumsal direktiflerinden olan ve “başkasını kendine tercih etmek” anlamına gelen, aynı zamanda üstün bir davranış motivasyonunu ifade eden ‘îsâr’37 ahlâkının yerleşmesini, kurumsallaşmasını38 sağlayacak temel unsurlardır. Diğer insanlara ve topluma karşı böyle bir ahlâkî davranış biçimini benimseyip özümseyen insan, tabiata, çevreye de aynı davranış motivasyonuyla yönelir, tabiata, çevreye karşı sorumlu olduğu bilincini sürekli zihninde canlı tutar.
Tüketimde olduğu gibi üretimde de sayılabilecek birçok çevresel sorun bulunmaktadır. Temel problem, disiplin için gerekli ruhi mekanizmanın, doyumsuz kar iştahını frenleyebilecek bir vicdan duygusunun olmayışı veya yetersizliğidir. Dolayısıyla silah, radyoaktif tehlikeli maddeler, zehirli artık bırakan ürünler ve daha sayılabilmesi bile zor olan, insana ve çevreye zararlı birçok unsur, zararlı olduğu bilinmesine rağmen üretilmeye devam etmektedir. Oysaki üretim faaliyetine katılan bir Müslüman, kar amacı yanında, insanlara faydalı olmayı ve faydalı ürünleri sunmayı da hedef edinmesi gerekir. Bunun yanında, Allah’ın yasakladığı ürünleri üretmekten kaçınması, ürettiğini aldatmaya gitmeden olduğu gibi tanıtması ve doğruluktan ayrılmaması39 gerekir.
Sonuç
Tabiata karşı sorumluluk bilinci içerisinde olmanın yolu, kendi dışındaki insanlara karşı sorumluluk duygusu içerisinde bulunmaktan ve bunun gereklerini yerine getirmekten geçer. Bu, temelde Allah’a, O’nun yaratıcılığına, her şeyin sahibi olduğuna inanmanın ve O’na karşı sorumlu olmanın bir yansımasıdır aynı zamanda. O halde, yukarıda da ifade edildiği üzere, çevre sorunlarının, insanın Allah’a, insana ve tabiata karşı sorumlulukları ekseninde değerlendirilmesi ve bunun modern dönemde yaşayan insana anlatılması bir gerekliliktir. Müslümanların çevre sorunlarına daha fazla eğilmeleri, bu konu ile ilgili daha fazla çalışma yapmaları, İslam dininin tabiata ve içindeki varlıklara yaklaşımını güncel bir dille aktarmaları da aynı şekilde bir gerekliliktir... Bu, modern dönemde yaşayan insanın, çevre sorunlarının maneviyattan, Allah’tan kopuk ve uzak bir şekilde çözülemeyeceğini anlaması bakımından büyük önem arzeden bir husustur.

* Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
1 Akarsu, Bedia, “İnsan ve Çevre”, Cogito, 1994/2, s. 27-28.
2 Nasr, Seyyid Hüseyin, “İslam ve Çevre Bunalımı”, çev. Mevlüt Uyanık, İslami Araştırmalar, 1990/3, s. 163.
3 Aster, Ernst Von, “İnsan ve Dünya”, çev. H. Vehbi Eralp, Felsefe Arkivi, 1949/3, s. 86; Sandıkçı, S. Kemal, “Hz. Peygamberin Dünya Hayatına Bakışı”, Zihniyet Değişiklikleri ve Çağdaşlaşma Problemleri Sempozyumu (Bursa, 16-17 Haziran 1990), Ensar Vakfı Yay., Bursa 1990, s. 63; Ayrıca bk. Berger, Peter L. Dinin Sosyal Gerçekliği, çev. Ali Coşkun, İnsan Yay., İstanbul 1993, s. 31-32.
4 Bk. İsra, 17/70.
5 Bk. Bakara, 2/29; Hac, 22/65; Lokman, 31/20; Casiye, 45/12-13; Ayrıca bk. İbrahim, 14/32-33; Nahl, 16/12,14.
6 Fazlur Rahman, “İslam: Sorunlar ve Fırsatlar” çev. Adil Çiftçi, İslami Araştırmalar, 1995/3-4, s. 217.
7 Şeriati, Ali, Makinalaşmanın Tuzağında İnsan”, İnsan ve Teknoloji, çev. Taha Kılıç, İnsan Yay., İstanbul 1992 içinde, s. 40.
8 Tîn, 95/4.
9 Demirci, Kürşat, “Düşünen Kamışların Hikayesi – İnsanın Kozmostaki Yeri Hakkında Dinler Neler Söylüyor-”, Bilgi ve Hikmet, 1994/6, s. 52; Güvenç, Bozkurt, “İnsan Nedir? Kimdir O İnsan?”, Varlık (Aylık Edebiyat, Sanat Dergisi), Ekim 1989/985, s. 3.
10 Tufan, Hülya, “Kolektif Bellek ve İnsan / Doğa İlişkisi”, Cogito, 1994/2, s. 68.
10 Duru, Bülent, “Bütün Değerler Sistemimizi, Eğitim Programlarımızı, Yaşama Biçimlerimizi Yeniden Düzenlemeliyiz” (Soruşturma - Söyleşi), Sivil Toplum, 2007/20, s. 156.
12 Kılıç, Sadık, “Ruhsal Yozlaşma ve Toplumsal Çürümenin Ekolojik Dengenin Bozulmasına Etkisi”, Sivil Toplum, 2007/20, s. 26.
13 Duru, s. 156-157.
14 İdem, Şadi, “Doğaya Hükmetme ve Onu Sömürme Fikrinden Vazgeçmezsek Bulacağımız Teknolojik Çözümler de Geçici Olacaktır” (Soruşturma - Söyleşi), Sivil Toplum, 2007/20, s. 165.
15 Nasr, s. 160-161.
16 Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1990, s. 285.
17 Malik b. Nebi, İslam Davası, çev. Muharrem Tan, İstanbul 1990, s. 64.
17 Bk. Şûrâ, 42/30.
19 Nasr, s. 158.
20 Kılıç, “Ruhsal Yozlaşma ve Toplumsal Çürümenin Ekolojik Dengenin Bozulmasına Etkisi”, s. 26.
21 Bk. Yunus, 10/5-6; Zariyat, 51/20.
22 İzutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul, ts., s. 169.
23 Yalçın, Şahabeddin, “Anlam Arayışı”, Bilgi ve Hikmet, 1995/10, s. 136,139.
24 Kamer, 54/49; Hicr, 15/19,21; Rahman, 55/7-9; Talâk, 65/3.
25 Ayrıca bk. Ra’d, 13/15; Nahl, 16/49; Hac, 22/18; Nûr, 24/41; Rûm, 30/22; Rahman, 55/6; Hadid, 57/1; Haşr, 59/1; Saff, 61/1; Cuma, 62/1; Teğabun, 64/1.
25 Yılmaz, Hasan Kamil, Aziz Mahmud Hüdayi ve Celvetiyye Tarikatı, İFAV Yay., İstanbul, ts., s. 78.
27 Kılıç, “Ruhsal Yozlaşma ve Toplumsal Çürümenin Ekolojik Dengenin Bozulmasına Etkisi”, s. 30.
28 Bakara, 2/29; İbrahim, 14/32-34; Nahl, 16/12-14; Lokman, 31/20; Mülk, 67/15;
29 Faruki, İsmail R., Tevhid, çev. Dilaver Yardım – Latif Boyacı, İnsan Yay., İstanbul 2006, s. 97-98.
29 Bk. Âl-i İmran, 3/26; En’am, 6/12,165; A’raf, 7/10,128; Mu’minun, 23/84-89; Lokman, 31/26; Sebe’, 34/1; Şûra, 42/4; Zuhruf, 43/85; Casiye, 45/27.

31 Faruki, s. 70-71.
32 En’am, 6/141; İsra, 17/27.
33 Sadr, Muhammed Bakır, Kur’an Okulu, çev. Mehmet Yolcu, Fecr Yay., Ankara 1995, s. 125.
34 İsra, 17/27.
35 Faruki, s. 191.
36 Garaudy, Roger, İslam ve İnsanlığın Geleceği, çev. Cemal Aydın, Pınar Yay., İstanbul 1991, s. 98.
37 Haşr, 59/9.
38 Kılıç, Sadık, Fıtratın Dirilişi, Nehir Yay., İstanbul 1991, s. 175.
39 Faruki, s. 189-190.