Makale

Kur'an Verileri Doğrultusunda Sabır Kavramı

KUR’AN VERİLERİ DOĞRULTUSUNDA SABIR KAVRAMI

Recep ÖNAL*

Özet:
Bu çalışma, Kur’an’ın temel ahlâkî kavramlarından biri olan “sabır” konusuna kelamî bir yaklaşım sergilenmektedir. Kur’an’da “sabır” ile ilgili ibarelerin geçtiği âyetler yüzden fazladır. İnsanî bir nitelik olmakla birlikte dinî bir değer içeren sabır kavramı, böylece dünyevî ve uhrevî bir özelliğe sahiptir. Birçok anlamı bulunan terimin, “iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama” yanında menfî olaylar karşısında, dilini ve kalbini olumsuz tepkiden uzak tutmak şeklindeki manasıyla, imanî boyutun göstergesi olmaktadır. Bu nedenle sabır, imanın güçlülüğünün (tahkiki iman) dünyadaki bir yansımasıdır.
Anahtar Kelimeler: Sabır, Kur’an, İbadet, Ahlâk, Musibet, İman

The Concept of Patience According to Qur’an
Abstract:
In this study, an approach of Islamic theology (kelam) towards the topic of patience one of the moral concepts of the Quran is watched closely. There are more than one hundred verses related to the concept of patience in the Quran. The concept of patience with a humanitarian and religous side has a wordly and otherworldly feature. Having many senses, the concept has a side to speak goodness and to forbid badness. The concept having also a meaning to refrain the tounge and heart from negative verbs is the sign of faith. Consequently, the patience is the reflection of the mighty faith in the world
Key Words: Patience, Quran, Worship, Morality, Calamity, Faith

Giriş
Herhangi bir düşünce ve inanç sisteminin üzerinde yükseldiği temel yapı taşlarından birini oluşturan kavramlar, ait oldukları inanç sisteminin bir anlamda kodlarını oluşturmakta ve o sistemin temel yaklaşımlarını ifade etmektedirler. Bu bakımdan bir düşünceyi doğru bir şekilde anlamak için takip edilecek en uygun yöntem, o düşüncenin kavramlarını kullanmaktır. İslâm dini, kendini bütün insanlığa Kur’an diliyle takdim eder. Bu nedenle İslâm’ın doğru anlaşılması Kur’an-ı Kerim’in doğru algılanmasıyla mümkündür. Dolayısıyla Kur’an’ın en doğru bir biçimde anlaşılması ve günlük hayatımızda uygulanabilmesi için Kur’an’da geçen temel kavramların ne anlamda ve ne maksatla kullanıldığının bilinmesi gerekmektedir. Zira kavramların doğru algılanmaması beraberinde çeşitli yanlış yaklaşımları ve pratikleri getirmekte, bunun neticesinde de Kur’an’ın orijinal mesajı, muhatabında istenilen inanç ve anlayışı gerçekleştirememektedir.
Kur’an-ı Kerim’in kendine özgü kullandığı bir takım temel kavramları vardır. Tevhid-şirk, iman-küfür, hidâyet-dalâlet, adalet-zulüm, kavramları bunlara örnek verilebilir. Bunlar arasında Kur’an-ı Kerim’de birçok âyette zikredilen “sabır” da önemli bir kavram olarak temayüz etmektedir. Zira peygamberlerin ve onların takipçilerinin temel vasıflarından biri olan sabır, iman, düşünce, çalışma ve sosyal hayatta önemli bir yere sahiptir. Fakat sabır ilkesi, tarihsel süreç içinde Kur’an’daki anlamını yitirerek, yanlış anlaşılan temel kavramlardan birisi olmuştur.1
Kelam literatüründe amelin imandan bir parça olmadığı Ehl-i Sünnet görüşü olarak aktarılmakla birlikte, Mu’tezile için bu söz konusu değildir. Benzer görüş Selef düşüncesi için de geçerlidir. Ehl-i sünnet bilginleri sabır gibi amellerin imanın bir parçası olmamakla birlikte, ondan tamamen de bağımsız olduğunu düşünmemişlerdir. Kelam düşüncesinde tahkiki veya artmış imanın ibadet boyutunda bazı göstergeleri bulunmaktadır. Bu tür ibadetler içerisinde sabır kanaatimizce ilk sırayı almaktadır.
Kur’an’da belâ ve musibetler karşısında direnç göstermeyi, girişilen hayırlı bir çabada insanın karşılaşabileceği zorluklara karşı dayanıklı olmayı, metaneti ve cesareti ifade eden sabır kavramı,2 halk arasında daha çok, belâ ve musibetler karşısında, eli kolu bağlı kalmak, mahkûmiyete ve haksızlığa boyun eğmek olarak algılanır hale gelmiş;3 teslimiyetçilik, tembellik ve acizlik sabır sayılmıştır.4 Bu yüzden İslâm inanç sistemini yakından ilgilendiren sabır kavramı, muhatabında olumlu etki yapabilmesi için aslî amacına uygun olarak yorumlanmalıdır. İşte bu maksatla sabır kavramını Kur’an’ın anlam dünyasında kullanıldığı şekliyle takdim etmek için incelemeyi uygun bulduk.
I. Sabır Kelimesinin Kazandığı Anlamlar
A) Sözlük anlamları
Sabır kelimesi, Arapça “s-b-r” kökünden gelmekte olup, “darda tutmak, hapsetmek,5 dili şikâyetten korumak,6 kendini acındırmamak,7 toplamak, eklemek,” gibi birçok manaları bünyesinde barındırmaktadır.8 Daha geniş anlamıyla sabır:
1- Sıkıca yakalamak, hapsetmek, alıkoymak, anlamında kullanılmıştır. Nitekim Araplar, “hayvanı yemsiz olarak hapsettim” anlamında “sabartü’d-dabbe”9; filan kişi ölmesi için ölünceye kadar alıkoyması anlamında “fülânün kutile sabran”10; hüküm sahibi bir kimsenin, bir başkasını yemin edinceye kadar hapsetmesi anlamında “yeminü’s-sabra”11; onu bir yere hapsederek öldürdü anlamında da “katelehû sabran” ifadelerini kullanmışlardır.12
2- Sabr kelimesi “sabartü- asbiru” babında kullanıldığında kefalet anlamına gelmektedir. Kefil olan kişiye de sabîr denir. Kefil olan kişi sanki borcunu ödemek için nefsini hapsetmiş anlamına gelir.13 Araplar “bana kefil göster” anlamında “usburnî” kelimesini kullanmışlardır.14
3- Toplamak ve ilave etmek gibi manalar da bu kelimeye yüklenmişdir. Arpa ve buğday gibi yenilecek maddelerin yığını için “subretü’t-taam”; taş yığını için de “subâratü’l-hicârat” ifadeleri kullanılmıştır.15
4- Sabr kavramı şiddet ve kuvvet anlamında da kullanılır. Araplar, kış çok şiddetli olduğu zamanlarda bunu ifade etmek için “sabârratü’ş-şitâi” ibaresini kullanırlar.16 Yine bir kavmin şiddetli bir sıkıntıya düştüğünü ifade etmek için de “vakaa’l-kavmü fî ummi sabbûrin” ifadesini kullanmışlardır.17
5- Dilde tutmak ve el çekmek manasında da kullanılır.18 Yani insanın belâ ve musibetler karşısında dili şikâyetten, uzuvları yanlış hareketlerden korumak manasındadır.19
B) Istılâhî Manaları
Sabr kelimesi genel anlamlı bir lafızdır; geldiği farklı yerlere göre aynı kökten gelen isimlerde farklılık olabilmektedir. Bu nedenle İslâm âlimleri sabr kavramına dair çeşitli tanımlamalar yapmışlardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
Râğıb el-İsfahânî (ö. 502/1108), “nefsi, aklın ve şeriatın gerektirdiği hususlar üzerinde veya onların onu hapsetmeyi gerektirdikleri hususlara karşı hapsetmektir” şeklinde tarif ettikten sonra, bu lafzın geldiği farklı yerlere göre aynı kökten gelen isimlerde farklılık olabileceğine dikkat çekmiştir. Ona göre nefsin hapsedilmesi bir musibetten dolayı ise buna sabr; savaşta, savaşın çeşitli sıkıntılarına ve güçlüklerine karşı nefsine hakim olursa buna şecaat; konuşmama ve dili tutma şeklinde olursa buna sır saklama/ kıtmân-i nefs denir.20 Sabredilen nesnelere göre sabrın çeşitli adları olduğunu dile getiren Gazzâlî’ye (ö. 505/1111) göre sabr, nefsin istek ve arzuları karşısında, dinin emirlerini yerine getirmede sebat etmektir.21 Cürcânî (ö. 816/1413) ise sabrı şöyle tanımlar: “Başa gelen belâ ve musibetlerin bir sonucu olarak ortaya çıkan üzüntüyü Allah’tan başkasına şikâyet etmemektir.”22 Elmalılı M. Hamdi Yazır’a (ö.1942) göre sabır, iman ve güzel amel ile hak ve hayır yolunda sebat göstermektir ki bu şecaat, sadakat ve mertlik şiarıdır. Yoksa kötülüğe katlanmak, her aşağılığa boyun eğmek ve şerre rıza göstermek demek olan tembellik, zillet ve miskinlikten ibaret olan duygusuzluk değildir.23 Toshihiko İzutsu ise sabrı şöyle tanımlamaktadır: “Kişinin, içten gelen bir şeyle (sabırla) ne olursa olsun davasından vazgeçmemesini sağlayan kararlılıktır. Ruhen belâlar ve acılar karşısında itidâli muhafaza ve her türlü zorluğun orta yerinde kişinin davasının bayraktarlığını yapmakta sebat etmesidir.”24
Tasavvufta zâhitlerin en mühim esaslarından biri olarak kabul edilen sabır, mutasavvıfların dilinde de değişik anlamlara gelmektedir. Ebu Said Arabî sabrı, “bütün belâları gönül rahatlığıyla karşılamaktır” şeklinde açıklarken, İbn Atâ (ö. 309/922), musibetler içinde iken en güzel şekilde edebe riayet etmenin sabır olduğunu ifade etmiştir.25 Ebû Tâlib el-Mekkî (ö. 386/996) sabrı nefis mücadelesi bağlamında değerlendirerek şöyle tanımlamıştır: “Sabr, nefsin arzularına karşı, insanın içindeki kötü duygulardan temizlenmesi, edepli ve güzel ahlaklı olmasıdır.26 Cüneyd-i Bağdâdî’ye (ö. 297/909) sabır nedir diye sorulduğunda: “Zorluk ve sıkıntı zamanı geçinceye kadar rızık sıkıntısına Allah için tahammül göstermek, yüzü ekşitmeden acıyı yudum yudum içine sindirmektir” şeklinde cevap vermiştir.27 Yapılan tasavvufî tariflerden anlaşıldığı kadarıyla sabır, Allah’a teslim olmayı ve takdire rıza göstermeyi gerektirir. Allah’tan gelen her şeyi, ondan gelmiş olması münasebetiyle, hoşnutlukla karşılamak şeklinde anlaşılmaktadır.
II. Kur’an Bağlamında Sabr Kavramı
Kur’an’da başta peygamberler olmak üzere salih kullara sabretmeleri öğütlenmiş ve sabretmeleri karşılığında hesapsız mükâfatlar verileceği bildirilmiştir.28 Çeşitli âyetlerde, peygamberlerin ve diğer salih insanların hayat mücadelelerinden kesitler sunularak başarıya ve ebedî kurtuluşa nasıl ulaşılacağına dair örnekler verilmiştir.29 Bu nedenle Kur’an-ı Kerim, Allah katında nasıl bir sabrın makbul olduğunu açıklayan temel bir kaynak olmaktadır. Dolayısıyla her Müslüman, bu sıfata yeterince yaklaşabilmesi ve onun hakikatını anlayabilmesi için sabır kavramını Kur’an bağlamında bilmek durumundadır.
Kur’an’da fiil ve isim olarak çeşitli türevleriyle birlikte toplam yüz üç âyette geçen30 sabır kelimesi Kur’an’ın anlam dünyasında genel olarak şu manalarda kullanılmıştır:
A)- İnancın Mücadelesini Vermede Başa Gelen Sıkıntılara Karşı Direnme
Kur’an’da sabır kavramı, inancından dolayı başa gelen belâlar karşısında kişinin, inancının ve davasının bayraktarlığını yapmada sebat etmesi ve ye’se düşmeden yoluna devam etmede kararlı olması için gerekli güce sahip olması anlamında kullanılmıştır.31 Peygamberin getirdiği esasları benimsemeyen insanlar, onu engellemek için ona inananlara her türlü zulüm ve işkence yapacakları tarihi bir gerçektir.32 Bu nedenle bütün peygamberler ve onların çağrısına icabet eden müminler inançlarından dolayı zulme hedef olmuş, çeşitli işkencelere uğramış ve peygamberi inkâr edenlere karşı savaşmak zorunda kalmışlardır.33 Bunun en güzel örneğini Hz. Mûsâ kıssasında görmekteyiz. Mûsâ peygamber ve onun getirdiği mesaja bağlılık duyan müminler, inançlarında sebat göstermek için Allah’tan zorluklara karşı tahammül gücü talep etmişlerdir.34 Nitekim Firavun’un çevresindekilerden bazıları Allah’a iman ettikleri zaman, ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, erkek çocuklarının öldürülmesi tehdidiyle karşılaşmışlar.35 Henüz yeni iman etmiş olmalarına rağmen bu müminler, inançlarından dolayı başlarına gelebilecek musibetlere karşı sabrederek direneceklerini ifade etmişler ve dönemin zalimine karşı Allah’tan yardım isteyerek şu sözlerle cevap vermişlerdir: “Sen sırf, Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde iman ettiğimiz için bize hınç duyuyorsun. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve müslüman olarak bizim canımızı al.”36 Mü’minlerin bu cevabı netice ne olursa olsun sıkıntı ve zorluklara karşı olan dayanma gücünün ve imanda tam bir sebatın bir ifadesi olmakta,37 inançlarından dolayı işkencelere maruz kalacak olsalar dahi, Mûsa’nın ilahına sadık kalma yolundaki değişmez kararlılıklarını beyan etmektedir.38 Görülüyor ki, sabır Allah’a beslenen hakiki imanın esaslı bir cephesini yansıtır niteliktedir. Bilhassa düşmanın bitmek bilmeyen taarruzları karşısında gerçek inançta sebat etmek yolundaki bükülmez kararlılığı ifade etmektedir.39
B) - Savaşta Düşmana Karşı Direnme ve Gevşeklik Göstermeme
Kur’an’da sabır kavramı, savaş alanında, savaşçının erkekliğini yansıtan bir fazilet olarak takdim edilmiş40 ve kâfirlerle savaşmakta olan müminlere emrolunmuştur.41 Çünkü sabır, vazgeçilmez psikolojik bir güçtür. Zorluklar, korkular karşısında insanın güçlü bir konumda olmasını sağlar. Kişiyi her türlü acıya ve zarara rağmen davasında devam etmeye iter.42 Bu nedenle savaş esnasında karşılaşılan her türlü meşakkate göğüs germek, can ve mal kaybı korkusu karşısında dimdik ayakta durmak ancak sabretmekle mümkün olmaktadır. Nitekim bu gerçek Kur’an’da şu ifadelerle dile getirilmektedir: “Nice peygamberler var ki, kendileriyle beraber birçok Allah dostu çarpıştı da bunlar Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zaafa düşmediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.”43 Âyette geçen sabrın anlamı; savaş alanında düşmanla karşı karşıya gelindiğinde kişiyi savaşmaktan alıkoyan ve huzursuz eden etkenler karşısında, sebat etmeyi, savaşın doğasından kaynaklanan acılara tahammül etmeyi ifade etmektedir. Böylesi askerce sabır, şaşırtıcı bir kahramanlıkla şahsî inanç uğruna ölüm yahut diğer herhangi bir acıya dayanmayı mümkün kılan ahlâkî güce dönüşmektedir.44 Dolayısıyla savaşın tüm zorluklarına sabredenler, savaş alanından kaçmazlar, düşmanlarından korkmazlar, üzerlerine sabır yağdırmalarını ve ayaklarının yere sağlam basmaları için Allah’a dua ederler.45 Nitekim Allah Teâlâ, Tâlût ile birlikte direnen az sayıdaki müminlerin yaptıkları sabır ve direniş dualarını örnek olarak göstermektedir. Tâlût’un ordusundaki mümin askerler, sabır, direniş ve cihad konusunda Allah’tan şu sözlerle yardım istemişlerdir: “(Tâlût’un askerleri) Câlût ve askerleriyle karşı karşıya gelince şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sağlam bastır ve şu kâfir kavme karşı bize yardım et.”46 Allah Teâlâ, müminlerin sabrın şartlarını getirdikten sonra Allah’a yapacakları yardım ve direniş dualarına icabet edeceğini ve müminlere muzaffer olmaları için yardımcı melekler göndererek destekleyeceğini şu ifadelerle haber verir: “Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.”47
C)- Nefsin Arzularına Karşı Direnme ve Allah’a İtaatte Sebat etme
Kur’an’da sabır kavramı, Allah rızası için nefsi, hoşuna gitmeyen şeylere karşı zorlama,48 dinî yükümlülükleri yerine getirirken karşılaşılan sıkıntı ve zorluklar karşısında dayanma ve sebat etme49 anlamlarında da kullanıldığı görülmektedir.50 “Allah’a ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol.”51 âyeti bunu açık olarak ortaya koymaktadır.52 Konuyla ilgili olan bir diğer âyette yine itaate devam etmek ve Allah’ın nehyettiği hususlardan uzak durmak suretiyle müminlere sabır emredilmiştir: “Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.”53 Âyette, kendilerinde ibadetleri yerine getirmede yardımcı olacak hususiyetler bulunduğu için, özellikle sabır ve namaz yardım isteme vesilesi yapılmıştır.54 Çünkü sabır, nefsi, heva ve arzuların peşinden koşmasını engelleyerek, kişiyi dil, kalp ve beden ibadetiyle hak üzerinde yoğunlaştırmakta ve nefsi ile mücadelede sebat göstermesinde kendisine yardımcı olmaktadır.55 Namazla yardım talep etmek ise şundan dolayıdır; Namazın tam huşû ve ihlas ile yapılması, kişinin bütün düşünce ve kalbini namaz ile namazda okuduğu âyetlere vermesi gerekir. Namazda her kim bu yolu tutarsa, o namazın dışındaki diğer ibadetlerin zorluğuna katlanma hususunda nefsini terbiye edip hazır hale getirmiş demektir.56 Bunun içindir Allah Teâlâ, “Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir.”57 buyurmuştur. Dolayısıyla namaz, dünya ile iştigale mani olur, kalbe huşû verir ve namaz sebebiyle Kur’an’ı okumak da, ondaki va’d ve vaîde, nasihatlere, güzel terbiyelere ve ahireti düşünmeye dair kişiye kazanımlar verir. Böylece insan, Allah’a itaate yönelir, O’nun ikabını hatırladığı zaman da O’na isyanı terk eder.58 Kişi hem Allah’ın masiyetine karşı sabreder, hem Allah’a itaat üzere sabrederse Yüce Allah ona kaza ve kaderine razı olma meziyetini kazandırır. Bu rızanın alameti ise nefsin karşı karşıya kaldığı hoş olmayan ve sevilen şeylere karşı kalbin sükûnetini koruması, huzurunu bozmamasıdır.59 Nitekim Hz. Yûsuf, Zuleyha’nın zina teklifi karşısında nefsin istek ve arzularına karşı sabretmiş, günaha girmektense zindana girmeyi daha evlâ görerek sabır ve tevekkülle Allah’a sığınmıştır.60
Konuyla ilgili olan diğer bir âyet ise Nahl sûresi 90. âyet-i kerimesidir.61 İbn Mesûd’un, Kur’an’ın emir ve yasaklarını ihtiva eden en kapsamlı Tanrı buyruğu olarak nitelendirdiği62 bu kutsal ibare, sabrın bütün şekillerini içermektedir. Âyette tavsiye edilen sabrın ilk üç türü yapma istikametinde olup, adalet, ihsan ve yakınlara infakta bulunma fiillerindeki sabrı ifade eder. Diğer üç türü ise, uzak durma yönünde olup fuhşiyat, münker ve bağyden uzak durma noktasında gösterilmesi gereken sabırdır.63 Günahlara bulaşmamakta direnip sabretmek nefsin müttakî olmasına kaynaklık eder. Bu nedenle Kur’an’da, günaha sevk eden şeylerden nefsi korumak, Allah’a itaat yoluyla onun cezalandırılmasından kaçınmak, Allah’ın himayesine girmek anlamına gelen “takvâ” kelimesi64 ile sabır kelimesi birçok âyette birlikte zikredilir.65 Çünkü takvâ ve sabır, biri diğerine bağlı olan iki mefhumdur. Takvâ bütün hayırları ihtiva eden kapsamlı bir isimdir. Sabır ise, bütün iyiliklere dâhil olan bir mefhumdur. Kul, bu ikisine birden sahip olduğu zaman ihsan ehlinden olur.66
D)- Allah’tan Gelen Musibetleri Gönül Hoşluğu İle Karşılama ve O’nun Takdirine Teslim Olma
Dünyada nimet, iyilik ve ihsan ile çaresizlik, yoksulluk ve sıkıntı arasına sıkıştırılmış bir hayat vardır. İnsan bu hayatın içinde bazen iyi hal, bazen de çaresizlik içinde hayatını devam ettirir.67 Çünkü insanın fıtratı, musibetleri beraberinde taşır. Nitekim Yüce Allah Kur’an’da, insanı çeşitli belâ ve musibetlerle sınava tabi tutacağını haber vermiştir: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.”68 Âyette müminlerin ileride karşılaşacakları sınama amaçlı başlarına gelecek ölüm, hastalık, korku, açlık, üzüntü ve yoksunluk gibi bir musibetlerden söz ediliyor.69 Âyetin devamında ise güzel sabrın ne olduğu öğretilerek nasıl sabredileceği gösteriliyor. Yani sabredenlerin, başlarına bir musibet geldiği zaman, “Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz”70 diyenler oldukları açıklanıyor. Bundan kasıt ise, kendilerine bir musibet isabet ettiği vakit, ‘biz Allah’a aitiz ve mutlaka O’na dönüp varacağız’ diye Allah’a teslimiyetini arz etmekle kendini teselli ederek sabredilmesidir. “İnnâ lillâhi” demekte mal ve nefis cinsinden her şeyi Allah’a teslim etme, Allah’ın mülkü olan her şeyde istediği gibi tasarrufa hakkı olduğunu ve acı tatlı O’nun hiçbir tasarrufuna itirazın caiz olmayacağını itiraf etme, ilahî tasarrufları (kaza ve kaderi) rıza ve gönül hoşluğu ile karşılama vardır.71
Dünya hayatında baş gösteren hastalıklar ve ölümler gibi benzeri musibetlerle karşı karşıya kalan insan genellikle iki farklı eğilim gösterir. Ya musibetlerin kimin tarafından ve niçin gönderildiğini düşünme ihtiyacı hissetmeden başına gelen musibetler karşısında sabretmeyerek kendini ruhen kırgınlığa verir, sızlanır, saçını başını yolar. Ya da tüm bu musibetlerin Allah’ın bir imtihanı olduğunu düşünerek O’na karşı isyan emareleri gösteren taşkınlıklardan kaçınır. Allah’ın nimet-azab, rahmet-gazab dengeleriyle sınandığını anlayıp sabrederek Allah’ın takdirine gönül hoşluğuyla rıza gösterir.
Allah’tan gelen belâ ve musibetler karşısında takınılması gereken ideal tavır Hz. Eyyûb kıssasında sunulmaktadır.72 Allah Teâlâ, Hz. Eyyûb’u ehlini ve servetini kaybetmek ve vücudundaki hastalıklara sabretmekle imtihan etmiş, sabır ve teslimiyette onu bütün insanlığa örnek göstermiştir.73 Hz. Eyyûb dert ve sıkıntıların da en az Allah’tan gelen huzur ve mutluluklar kadar değerli olduğunun idrakine varmış, ağır hastalığının yol açtığı derin umutsuzluklara rağmen, çektiği hastalığın büyük mükâfatını düşünerek uzun yıllar sabretmiş ve Allah’ın merhametine sığınarak Rabbine şöyle yakarmıştır: “Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.”74 Allah’ın merhametine sığınan bu yakarıştan sonra Allah da duasını kabul etmiş, sabretmesinin bir mükâfatı olarak ona hem fiziksel sağlığını, hem de kaybettiği aile ve servetini fazlasıyla geri vermiştir.75 Hz. Eyyûb sabır imtihanını başarıyla bitirmişti. Ne zenginlik, ne fakirlik, ne de dayanılmaz hastalıklar ona gaflet verememiş, onu Rabbine ibadetten döndürememişti.76 Allah Teâlâ Kur’an’da, “Gerçekten biz Eyyûb’u sabreden bir kimse olarak bulduk. O ne güzel bir kuldu! O, Allah’a çok yönelen bir kimse idi.” buyurarak bizzat onu övmüş, kıssanın sonunda da, “Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermiştik.”77 buyurarak musibetlere maruz kalanların, kendilerine Hz. Eyyûb’u örnek almalarını, onun sabır ve teslimiyetinden ders alıp başa gelen olumsuzluklara metanetle karşı koymaya çalışmaları gerektiğini dile getirmiştir.78 Yine Kur’an’da bir diğer peygamber olan Hz. Yakup örnek gösterilerek müminlere, başa gelen musibetlere karşı yakınmadan sabredilmesi gerektiği tavsiye edilmekte ve belâların verdiği üzüntüyü sadece Allah’a arz edilmesi öğütlenmektedir. Hz Yakup güzel sabrıyla ve ümidiyle örnek bir peygamberdi. Kendisi, evlat acısıyla imtihan edilmişti. Hz. Yakup, bu imtihan karşısında, “(Başıma gelen musibete karşılık) Artık bana düşen, güzel bir sabır (sabr-ı cemîl) dır.”79 demesiyle bu çeşit sabra örnek gösterilmiştir. Âyette geçen sabr-ı cemîl’den maksat, musibetler karşısında herhangi bir tahammülsüzlüğün ve şikâyetin bulunmadığı sabırdır.80 Buradaki şikâyetten maksat ise insanlara yapılan şikâyettir. Allah’a yapılan şikâyet ve yalvarma sabr-ı cemîle aykırı değildir.81 Eğer derdini Allah’a arz etmek sabırsızlık olsaydı, Allah’ın sevdiği bu peygamberler, dertlerini Allah’a arz ve şikâyet etmezlerdi.82 Nitekim hem Hz. Yakup hem de Hz. Eyyûb dertlerini Allah’a arz etmişlerdir.83 Nefsinde, evladında yahut malında hoşlanmadığı musibet ile karşı karşıya kalan her bir müslümanın, bu hoş olmayan olayı güzel bir sabırla karşılaması görevidir. Bu işi onu başına getirene rıza ve teslimiyet göstermeli, bu gibi durumlarda Allah’ın peygamberi Hz. Yakup ile diğer peygamberleri kendine örnek almalıdır.84
E)- İyiliği Emretme ve Kötülükten Alıkoymada Başa Gelen Musibetlere Karşı Direnme
Kur’an-ı Kerim, müminlere Allah’tan gelen ölüm, hastalık, yoksunluk gibi musibetleri gönül hoşluğu ile karşılayıp O’nun takdirine teslim olmayı emrederken, kullardan gelen musibetlere karşı ise direnmeyi ve mücadele etmeyi emreder.85 Çünkü Allah’ın kullarına vermiş olduğu belâ ve musibetlerde bir hikmet ve bir maslahat bulunur;86 ama kullardan kaynaklanan musibetler ise böyle değildir. Bu nedenle bunları ortadan kaldırmaya çalışmak gerekir.87 Nitekim Allah Teâlâ, müslümanların, adaleti hâkim kılmak, zulmü ve adaletsizliği ortadan kaldırmakla görevli olduğunu şu ifadelerle dile getirmiştir: “Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol.”88 Âyette, iyiliği emreden ve kötülükten sakınılmasını isteyen herkesin zorlukla ve eziyetle karşı karşıya kalmasının mümkün olduğuna işaret edilmiş,89 toplumun ıslahı ve selâmeti gibi bir işe girişmenin kolay olmadığına ve dolayısıyla, halkın muhalefeti ve mukavemetiyle bir takım musibetlerle karşı karşıya kalınmasının büyük bir sabır, cesaret ve kararlılık gerektiğine dikkat çekilmiştir.90
Bu tür belâ ve musibetler, ölüm, hastalık, kıtlık, deprem âfeti gibi insanın iradesi dışında gerçekleşen musibetlerden farklıdır. Söz konusu musibetleri kaçınılmaz yapan, kişinin kendi tercihleri sonucu başına gelecek bir belâdır. Çünkü kişi tevhid esasına dayalı dini benimsemiş ve hak içerikli davete olumlu karşılık vermiştir. Bu tercihinden dolayı diğer insanlar ile arasında görüş ayrılığı baş göstermiştir. Kendisine karşı çıkanların amacı adaleti ön gören ilâhî mesaja karşı çıkmak ve hak içerikli çağrıyı etkisiz hale getirmektir. Dolayısıyla kişi için, benimsediği hak dini insanlara duyurmaya ve bu dinin ön gördüğü “iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama” prensibini gerçekleştirmeye çalışması esnasında karşılaşacağı birtakım musibetler kaçınılmaz olmaktadır.91 Kişi bu yolda karşılaşacağı zorlukları bilerek ve isteyerek kabullenmektedir. Ancak bu, İslâm davetçisinin peşinen çile ve meşakkate talip olması, sıkıntı çekmeyi bile bile istemesi gerektiği manasına gelmez. Aynı şekilde ceza görmeyen müslümanın iyi müslüman olmadığı, cezalandırılanın ise vazifesini hakkıyla yerine getirdiği iddia edilemez. Elbette Müslüman, yok yere başına bin bir sıkıntının gelmesini istemez. Ama yerine getirilmesi gerekli İslâm davetinden, şahsî zararları düşünerek vazgeçmesi de söz konusu değildir. İşte bu durumda “iyiliği emretme, kötülüğü yasaklama”’nın bir icabı olmak üzere bir takım engellemeler ve zorluklarla karşılaşılabilecektir. İnsanlığın hidayetini isteyen davetçiler için elbette bütün bunlara karşı sabırlı olmak gerekir.92 Bu nedenle bu yolda karşılaşılan belâlara karşı gösterilen bu tür sabrı, diğerlerinden ayrı olarak “ihtiyarilik” yönüyle ele almak gerekir. Nitekim Kur’an’da, müslümanların canları ve malları konunda imtihana tabi tutulacakları, İslâm’ı tebliğ etmeyi kendine görev bilenlerin Allah yolunda bir takım sıkıntı ve zorluklarla karşılaşacakları müminlere haber verilerek bunlara hazırlıklı olunması gerektiği önceden haber verilmiş93 ve bu yolda karşılaşacakları musibetlere sabır ve sebatla direnç gösterilmesi tavsiye edilmiştir.94
F)- Gelecek veya Gerçekleşecek Bir Şeyi Telaş Göstermeden Bekleme/Acele Etmeme
Kur’an’da sabır kavramı, Allah’a davet yolunda karşılaşılan sıkıntı ve zorluklar karşısında paniğe ve telaşa kapılmadan, acelecilik göstermeden, sağlam ve emin adımlarla ilerleyip, Allah’ın takdirini bekleme95 anlamında da kullanılmıştır.96 Sabretmenin zıddı olmak üzere bir şeyin zamanından önce olmasını istemek ve onu hemen elde etmeye çalışmak anlamına gelen acelecilik,97 Kur’an’da insanın psikolojik zaaflarından biri olarak belirtilir.98 Çünkü yaşanan olayları anlama ve anlamlandırma çabasında acele davranmak, yeterli bir farkındalık ve bilgi donanımına sahip olmadan değerlendirmelerde bulunmak kişiyi yanıltabileceği gibi olaylar karşısında sağlıklı çözümler üretmesini de engeller.99 Allah Teâlâ da bu psikolojik olgudan hareketle, aceleciliğin kişiyi yanlış tercihlere sürüklediğini ifade etmektedir: “İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir.”100 Bu âyet, insanın aceleciliği yüzünden istekli olduğu husus üzerinde derin düşünemeyerek, kendi aleyhinde olacak bir azabı isteyecek derecede basiretten mahrum olabileceğini göstermektedir.101 Bu da her işte teennî ve sabır ile hareket etmenin lüzumunu ortaya koymaktadır. Çünkü sabır kişiye, olayı anlama çabasında dikkat etmesi gereken ve doğru bir şekilde kavrayıp uygulaması gereken bir davranış biçimi göstermesini sağlar.102 Bunu için kişi, teşebbüslerini düşünce süzgecinden geçirmeden, hislerine kapılarak sabırsızlık gösterip acele ederek söylediği bir sözden veya bir davranıştan dolayı yıllarca pişman olabilmektedir.
Kur’an’da, Hz. Peygamber’in, Allah’ın hükmünün biran önce gerçekleşmesi isteğinden kaynaklanan sabırsızlığına ve aceleciliğine temas edilmektedir: “Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma. Hani o, (balığın karnında) kederli bir halde Rabbine yakarmıştı.”103 Âyette, Allah yolunda karşılaşılan sıkıntı ve zorluklar karşısında acele davranış tasvip edilmemekle beraber, tebliğ vazifesine tam dayanıklıkla devam edip Allah’ın gelecek için vereceği hükmün sabırla beklenilmesi gereği üzerine vurgu yapılmaktadır.104 Burada Yûnus kıssasına işaret edilmesinin hikmeti, müşriklerin hem aşırı, inatçı ve saldırgan tutumları karşısında üzülmekte olan Hz. Muhammed’i tesellî etmek105 hem de Hz. Muhammed’in bu sıkıntılar karşısında, Hz. Yûnus’un düştüğü hataya düşmemesine yönelik uyarılmasıdır.106 Nitekim Hz. Yûnus, uzun süre kavmini hakka davet etmiş, fakat kavmi yola gelmeyince, faaliyet gösterdiği yerleşim yerini (Ninova) Allah’ın izni olmadan terk etmişti.107 Allah Teâlâ da, onun tebliğ vazifesini yerine getirmede aceleci bir tutum sergileyip, sonucun biran önce gerçekleşmesine yönelik bu sabırsızlığı yüzünden risâlet görevini terk etmesi nedeniyle onu, yûnus balığının karnında belli bir müddet tutmak suretiyle cezalandırmıştı.108 Dolayısıyla “Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma.” âyetiyle Allah Teâlâ, Hz. Muhammed’i ve tüm müslümanları Allah’a davet yolunda sebât göstermeye ve acele ederek sabırsızlık göstermemeye davet etmekte, sabırsızlıkla kavmine kızıp hatalı karar veren Yûnus peygamberin düşmüş olduğu hataya düşülmemesini öğütlemektedir.
Görüldüğü gibi Kur’an’ın anlam dünyasında sabr, hayat sahnesinde karşılaşılan zorluklar karşısında insanın pasifleşmesini, bir köşeye çekilip, olup bitenin sonucunu beklemesini ve hayata dair iddialardan vazgeçmesini sağlayan bir tutum değil, aksine insanın Allah’ın inâyetine güvenerek belâ ve musibetlere metanetle karşı koymasını, ümitsizliğe kapılmadan yoluna devam etmede kararlı olmasını, günaha sürükleyecek nitelikteki nefsin isteklerine karşı koymasını, bâtıl ve haksızlık karşısında hakkı savunarak Allah yolunda mücadele etmesini sağlayan dinamik ve aktivist bir tutum olarak karşımıza çıkmaktadır.
III. Sabrın Sonuçları
A- İnançla Bağlantılı Sonuçları
Birçok ahlâkî faziletlere kaynaklık etmesi sebebiyle Kur’an’da müminlere ısrarla emredilen sabrın109 insan için ahlâkî, ferdî ve ruhî birçok faydası vardır. Onun asıl faydası ise ahrete yöneliktir. Zira cennete, ancak sabreden insanlar varis olacaktır.110 Bu nedenle öncelikle sabrın ahiretle ilgili faydalarından bahsetmek gerekir. Hayatlarını üstün bir sabırla geçiren müminlere ahirette alabilecekleri en güzel karşılığın Rabbimiz’in sevgisi, rahmeti, hidâyeti ve mağfireti olduğu Kur’an’da şöyle haber verilmiştir: “Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.”111; “Allah sabredenleri sever.”112
Allah Teâlâ, dünyadaki yaşamları boyunca güzel ahlakı yaşamakta sebat gösteren ve hak yolunda her türlü zorluğa katlanan müminlere ahirette mükâfatlarını en güzeliğiyle ve hesapsız olarak vereceğini113 bizlere haber vermektedir: “Elbette sabredenlere, yapmakta olduklarının en güzeliyle mükâfatlarını vereceğiz.”114; “Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.”115
B- Sebat ve Başarı
Sabır ve zafere ulaşma ayrılmaz iki kardeştir. Zafere ulaşmak sabırdan sonra gelir. Çünkü sabır, sıkıntı ve zorluklar karşısında insanın direnme gücünü arttırır. İnsana, belâ ve musibetlere, Allah yolunda çekilen çile ve sıkıntılara, amellerin getirdiği yüklere ve nefsin arzularına karşı koyma gücünü kazandırarak, onu başarıya ve zafere ulaştırır.116 Bunun en güzel örneğini Yûsuf kıssasında görmekteyiz. Burada Hz. Yûsuf’un, kardeşleri tarafından kuyu atılması, onu kuyudan çıkaran kafile tarafından Mısır’da köle olarak satılması, bir iftira sonucu cezaevine girmesi ve ailesinden çok uzaklarda kardeşlerinin tuzağı ve ailesinden ayrılmanın ızdırabı ile dolu bir hayatla devam etmesinden bahsedilir.117 Bütün bunlara rağmen Hz. Yûsuf, inandığı değerleri koruyarak, başına gelen belâlara sabrederek hayata dair iddialardan vazgeçmez. Sabretmesinin bir karşılığı olarak da Allah ona rüyaları yorumlama kabiliyeti vererek onun zindandan çıkmasına yardımcı olur. Böylece Hz. Yûsuf, Mısır kralının gördüğü rüyayı yorumlaması neticesinde cezaevinden çıkarılıp maliyeden sorumlu yüksek düzeyde yöneticiliğe getirilir.118 Yûsuf’un bu başarısı Kur’an’da şöyle dile getirilir: “Kardeşleri, “Yoksa sen, sen Yûsuf musun?” dediler. O da, “Ben Yûsuf’um, bu da kardeşim. Allah bize iyilikte bulundu. Çünkü kim kötülükten sakınır ve sabrederse şüphesiz Allah iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez” dedi.”119 Zikredilen bu kıssadan anlaşılıyor ki, Allah Teâlâ, tüm sıkıntı ve zorluklar karşısında yılmayıp sabrederek davasında sebat gösterenlerin ve hayırlı işlerde bulunanların; bu davranışlarının boşa gitmeyeceğini ve mükâfatını en güzel bir şekilde vereceğini bildirerek müslümanların belâ ve musibetler karşısında sabretmeleri durumunda başarıya ulaşabileceklerini dile getirmiştir.
C- Ruhsal Etkileri
Kur’an’da insanın maddî ve manevî yapısına işaret edilerek onun iyilik ve kötülük yapabilecek potansiyelde yaratıldığı bizlere bildirilmektedir.120 İnsan, şahsiyetinde, zatını koruması ve türünün bekası için doyurulması gereken bedensel ihtiyaçlarında somutlaşan hayvansal sıfatların yanında, Allah’ı tanıma, ona iman ve ibadet etme gibi ruhsal eğilimlerinde somutlaşan meleklik sıfatlarını da taşımaktadır.121 İnsanın, fıtratında bulunan bu ikili (bedenî ve rûhî) yapıya sahip olması, onun ahlâkî bakımdan çift kutuplu bir varlık olduğunun122 yani davranışlarının iyilik ve kötülük olmak üzere iki yönlü olmasına imkân verdiğinin bir göstergesi olmaktadır. İnsanın böyle bir yaratılışa sahip olması onun dünyada bir imtihan halinde bulunmasıyla izah edilebilir.123
İnsanı en mükemmel ve en şerefli bir biçimde yaratan Allah Teâlâ, insanın bu imtihanı kazanması için ona akıl, ilim ve irade gibi bazı özellikler vermiştir.124 Ancak önemli olan bu özellikleri kullanarak imtihanı kazanabilmektir. Bu noktadan hareketle Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde insanın yapısından kaynaklanan zıtlıkların bilinçli bir şekilde kontrol altına alınması, bedenî ve ruhî arzuların arasında dengenin oluşturulması hususunda sabrı tavsiye etmektedir.125 Nitekim Asr suresinde insanın yaratılışında var olan bu zıtlıklardan dolayı mutlak ziyan/hüsran içinde olduğuna dikkat çekilmiş, sabredildiği takdirde yapılarındaki bu iki zıt yanı kontrol edilerek ve salih (yararlı) ameller yapılarak bu ziyandan kurtulabileceğine işaret edilmiştir: “Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (onlar ziyanda değillerdir).”126 Burada sözü edilen iman, insanin aklî varlığına (ruhî, nefsî yönüne) ait bir fiil olup görünmeyen (gayb) alanda gerçekleşir. Amel ise inanma fiilinden ayrı ve fakat onun üzerine kurulan bir davranış olup insanın daha çok bedenî varlığı ile ilgilidir. Salih amel bedenin icrasıyla görünüş dünyasında olup biter. İnsanın bedensel yönünden salih amellerin sadır olması demek, onun nefsî temayül ve güdüleri doğrultusunda hareket etmekten geri durup, rûhî yönünün hükmü altına girmesi demektir. Bu durum iki yönlü yapıya sahip olan insanın bu iki yönü arasında bir uzlaşma ve işbirliğini meydana getirmesi demektir.127 Konuyla ilgili diğer bir âyet ise Hûd suresinin 11. âyetidir. Bu âyette Allah, sabredenler ve salih ameller yapanların ziyana uğramayacağını ve onlar için büyük bir bağış ve mükâfat olduğunu şu ifadelerle haber vermektedir: “Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir. Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak mutlaka, “Kötülükler benden gitti” diyecektir. Çünkü o şımarık ve böbürlenen biridir. Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.”128
Zikredilen her iki sureden de anlaşıldığı gibi iman ederek sabrı ve salih ameli birleştirenler, ziyana uğrayanlardan istisna edilmiştir. Dolayısıyla bu âyetlere sabır-salih amel ilişkisi açısından bakıldığında, sabrın insanın yapısında bulunan bu zıtlıkları kontrol etmek anlamına geldiği ve insan psikolojisi üzerinde önemli bir etkisinin olduğu anlaşılmaktadır.
İnsan hayatı acı tatlı birçok olaylarla doludur. Burada önemli olan insanın dinî inancı gereği bir imtihan içersinde olduğunu düşünerek hareket etmesi, sabır hususunda vazifesini en güzel bir şekilde yerine getirerek bu olumsuzluklar karşısında kendisine rûhî ve manevî destek sağlaması gerekmektedir. Çünkü dinî inanç, öncelikle yaşanan olayla ilgili oluşan stresli ve gerilimli durumlarla baş etmede insanlara dayanma ve direnme gücü kazandırmaktadır. Bu durum ise bireyi rahatlatacak ve bireyde olayı daha mâkul bir şekilde değerlendirme imkânı oluşturacaktır.129
D- Salih Amellerin Oluşması
Allah’ın emirlerini yerine getirebilmek, nefsin hoş gördüğü ama aklın ve dinin hoş görmediği şeylerden kaçınmak ve üstün bir ahlaka sahip olabilmek ancak sabır ahlakına sahip olmakla mümkün olabilir.
Ahlakî açıdan sabrın nasıl anlaşılması gerektiği hususunda bize ışık tutan birçok âyet vardır. Nitekim Allah Teâlâ Kur’an’da, sabrederek suç bağışlamayı,130 kötülüklere sabrederek iyilikle karşılık vermeyi,131 müminlerin kendi aralarında çekişmeyip birbirine hoş görülü ve sabırlı olmalarını,132 hayırlı işler yapıp birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmelerini ve kurtuluşun ancak bu şekilde olacağını haber vererek,133 müslümanlara bu güzel hasletlere sahip olunması gerektiğini tavsiye etmiştir. Sabrın insanlara kazandırdıkları bu güzelliklerin bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:
Sabır nefis terbiyesinin en mühim merhalesidir. Çünkü hem dinin hem de aklın reddettiği kötü huyların ve çirkin davranışların kaynağı nefistir.134 İslâm’da kişilik ve karakter büyük önem arz ettiğinden, nefisle mücadeleye önem verilmiştir. Kur’an, insanın maddî ve manevî yönleri arasındaki iç mücadele durumunu bize açıklamaktadır: “Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse, şüphesiz, cehennem onun sığınağıdır. Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.”135 “Nefsini arzularından alıkoyarsa” ifadesi insanın içindeki bu mücadeleye işaret etmektedir. Burada nefsin arzu ettiği bedensel zevkler ve dünya hayatının aldatıcı güzelliklerine duyulan eğilim ile Allah’ın, kulları için belirlemiş olduğu sağlıklı yaşam yolundan insanı saptırarak onu tuzağına düşüren heveslerin ardından sürüklenmeye karşı direnme eğilimi arasındaki mücadele dile getirilmektedir.136 İslâm ahlakında nefse karşı verilmesi öngörülen bu mücadele, bir nevi iradeyi hür kılma, insanın ahlakî mükemmelliğe ulaşma ve Allah’a yaklaşmasını önleyen bedenî ve dünyevî tutkuların bağımlılığından kurtulma mücadelesidir.137 Bu hususu göz önünde bulunduran karakterli insanların mücadeleleri daima kendi nefislerinin isteklerine karşı sabretmekle olmuştur. Nefsin her buyruğu altına giren, kötü eğilimlerine karşı koyamayan insan, nefsinin esiri olmuştur.138 Dolayısıyla nefsin boyunduruğundan ve esaretinden kurtulmanın ve özgür olmanın yolu sabretmekten geçer. Bu anlamda sabır, hürriyeti elde etmede en önemli dayanak olmaktadır.139
Sabrın önemli bir başka özelliği de insanlara ilk anda göremedikleri detayları gösterebilme fırsatı kazandırmasıdır. Bu nedenle Kur’an, insanın, herhangi bir konuda karar vermeden önce temkinli hareket etmesini ve o konu üzerinde iyice düşünmesini önerir.140 Çünkü insan, çok çeşitli arzulara sahip olduğu için bulunduğu zaman diliminin ötesine taşarak çeşitli nimetlere bir an önce sahip olma psikolojisi ile aceleci davranır.141 Nitekim Kur’an, insanoğlunun bu aceleciliğini şöyle dile getirmektedir: “İnsan çok aceleci (tezcanlı) yaratılmıştır. Size yakında âyetlerimi göstereceğim. Şimdi acele etmeyin.”142
Telaş ve acelecilik insanın doğru düşünebilmesini, incelikleri görebilmesini, isabetli kararlar alabilmesini engelleyen en önemli psikolojik zaaflardan biridir. Sıhhatli düşünmeye engeldir. Dikkatimize tesir ederek, olayların ehemmiyetini kavramamamıza mani olur; önemsiz olayları ön plana koymamıza, önemli etkenleri ihmal etmemize sebep olur.143 Dolayısıyla sabırsız ve aceleci insanlar, aklına gelen her şeyin o anda gerçekleşmesini ister,144 zararına da olsa önce halledilmesini hedef edinir ve bunun dışındaki detaylarla pek ilgilenmezler.
İnsanların akılcı davranmalarını engelleyen en önemli sebeplerden bir diğeri de sabırsızlıkları neticesinde ortaya çıkan öfke ve kızgınlıktır. Öfke, insana hâkim olduğunda, sıhhatli düşünce yetisini yok etmektedir. Kendisinden bazı eylemlerin çıkmasına veya öfkesinin dindiğinde pişman olacağı bazı sözlerin söylenmesine yol açabilmekte, insanın mantıklı ve akılcı düşünmesini engelleyebilmektedir.145 Nitekim A’râf suresinde Hz. Mûsa’nın kıssası anlatılırken, öfke reaksiyonunun insan davranışlarında meydana getirdiği bu olumsuz etki dile getirilmiştir: “Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün olarak döndüğünde, ‘Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız! Rabbinizin emrini beklemeyip acele mi ettiniz?’ dedi. (Öfkesinden) levhaları attı ve kardeşinin saçından tuttu, onu kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi) ‘Ey anamoğlu’ dedi, Kavim beni güçsüz buldu. Az kalsın beni öldürüyorlardı. Sen de bana böyle davranarak düşmanları sevindirme. Beni o zalimler topluluğu ile bir tutma.”146
Ayetin mealinden de anlaşılacağı gibi, Hz. Mûsa, Tûr dağından kavmine geri dönüp onların Samiri tarafından yapılan buzağıya taptıklarını gördüğünde, kendisinde meydana gelen bu öfkenin sonucu kardeşinin, kavminin buzağıya yaptıkları ibadetten alıkoymak konusunda kusurlu olduğunu zannetmesi sonucu Tevrat levhalarını elinden fırlatmış, kardeşinin perçem ve sakalından tutarak onu azarlamıştır.147 Hz. Mûsa’nın öfkesi etkisini kaybederek dindiğinde; kardeşinin, kavmi buzağıya tapmaktan men etmeye çalıştığını, fakat kavmin kendisini güçsüz görerek neredeyse öldürmeye teşebbüs ettiklerini öğrenen Hz. Mûsa, hatalı ettiğini anlamış ve Allah’tan af dilemiştir: “(Mûsâ), ‘Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla. Bizi kendi rahmetine sok. Sen merhametlilerin en merhametlisisin’ dedi.”148
Öfkenin taşması ve kuvvetli reaksiyonlar esnasında insan, sıhhatli düşünme yetisini kaybedeceğinden dolayı, öfke anında sonradan pişman olacağı fiilleri yapmaktan kaçınması lazımdır.149 Bu nedenle Allah Teâlâ, öfke hususunda müminin tavrını belirleyerek, müminleri, öfke duygularını kontrol altına almaya davet etmekte, sabretmenin ve bağışlamanın karşılık vermekten daha üstün olduğunu dile getirerek tüm bunları fazilet ve büyük bir erdem olarak kabul etmektedir: “Her kim de sabreder ve bağışlarsa, işte bu elbette azmedilecek işlerdendir.” 150 ; “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir.”151
E- Allah Bilincinin (marifetullah) Kuvvetlenmesi
Taat ve ibadetler, insanı Allah’a yaklaştırmakta, masiyetler/günahlar ise Allah’tan uzaklaştırmaktadır.152 Bu nedenle kul, Allah’ın emirlerini yerine getirmede ve nefse hoş gelen kötü arzularla, tahammülü güç musibetlere mukavemet göstermede sabra muhtaçtır.153 Çünkü nefis, yaratılışında tembellik ve rahatlığı tercih etme olduğu için ibadetlerin çoğundan hoşlanmaz.154 Örneğin kimi ibadetten, tembellik yüzünden hoşlanmaz, namaz ibadeti gibi, kiminden de cimrilik yüzünden hoşlanmaz, zekat gibi, kiminden de her iki sebepten dolayı hoşlanmaz, hac ve cihad gibi.155 Nefsi, hak üzerinde tutarak, dil, kalp ve beden ibadetiyle hak üzerinde yoğunlaşmak ancak sabır sayesinde gerçekleşmektedir.156 Kulun Allah’ın emirlerini yerine getirirken üç durumda sabra ihtiyacı vardır. Bunlardan ilki amelden önce olup ihlâslı niyet edip riyayı kalbinden çıkarmaktır.157 İkincisi, amel esnasında Allah’tan gafil olmamak olup amelin adabına ve şartlarına riâyet etmede sabretmektir. Sonuncusu ise amelin bitiminden sonraki evredir ki, ameli ifşa etme, riya ve gösteriş yapma bakımından, ameli iptal eden her türlü harekete karşı sabretmektir. Bu şartlar yerine getirildiği takdirde amelin mükemmel olması temin edilmiş olur.158
Masiyetlerden uzak durmak için de sabra muhtaç duyulur. Kul bu sabırla haram kılınan, hoş görünüşlü olan, ama sonunda zarar veren şeylerden sakınır ve Allah’a daha çok yaklaşır. Bu husus Kur’an’da şöyle dile getirilmiştir: “Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz?”159 Âyetten de anlaşıldığı gibi çeşitli yöntemlerle müslümanların arasına kin ve düşmanlık sokarak, onları birbirlerine düşürmek, Allah’ı anmalarına ve O’na itaat etmelerine engel olmak, kıldıkları namazlarda kalplerini Allah’a karşı huşû duymaktan uzaklaştırmak şeytanın müslümanları aldatmak için kurduğu tuzakların en başında gelmektedir.160 Bu gibi durumlarda insanın, şeytanın hile ve tuzaklardan kendini koruyabilmesi için nefsin isteklerine ve şeytanın vesveselerine karşı sabrederek yüce yaratıcısına daha çok sığınması gerekir. Kişi sıkıntı ve zorluklara bir müddet sabreder ve zor da olsa nefsini bunlara yavaş yavaş alıştırırsa zorluklara katlanabilme gücü kazanır. Böylece Allah’a itaat etmede sabır göstererek Allah’ı kendisine, kendisini de Allah’a yakın hisseder,161 Sıkıntılar karşısında Allah’a yönelerek kendini ona teslim eder. Bu nedenledir ki Kur’an’da Allah’ın kuvvet ve kudretinde olana güvenmek ve ümit bağlamak,162 her hususta Allah’a teslim olmak anlamına gelen tevekkül,163 sabır ile zikredilen kavramlardan birisi olmuştur. Çünkü sabır ile tevekkül birbirini tamamlayan ve aralarında önemli bağlantılar olan kavramlardır. Tevekkülün sabır ile olan bağlantısı şu şekilde izah edilebilir: Sabırlı kişi aynı zamanda sonsuz bağ içinde Allah’a güvenen ve yönelen kişidir. Çünkü bir belâ ve musibete maruz kalan kişi, bunların Allah’ın takdiri olduğunu bilir, sabırla ve namazla Allah’a yönelerek O’ndan yardım ister.164 Aynı zamanda kişi, meşru bir hedefe ulaşmak için gerekli şartları yerine getirmeye çalışırken karşılaştığı sıkıntılara sabrederek işin sonucunu Allah’a havale eder, O’nun takdirine rıza gösterir. Bu husus Kur’an’da açıkça ifade edilmiştir: “Çalışanların mükâfatı ne güzeldir. Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.”165 Buna göre, çalışma, sabır ve tevekkül birlikte olacaktır. Çalışmadan işleri Allah’a havale etmek doğru olmadığı gibi, Allah’ı devre dışı bırakmak da doğru değildir.166 Netice olarak Kur’an’ın anlam dünyasında sabır ve tevekkül, kesinlikle insanın kendi sorumluluklarını terk edip atıl kalması ve bir köşeye çekilerek her şeyi Allah’tan beklemesi şeklinde insanı pasif kılan bir tutum olmadığı gibi, bunun da ötesinde insanın Allah’a olan bağını güçlendirerek zorluklar karşısında da sabrederek Allah’a güvenmesini sağlayan dinamik bir tutum olarak karşımıza çıkmaktadır. Durum böyle olunca Kur’an’da bu iki kavramın birçok yerde neden birlikte zikredildiği167 daha iyi anlaşılmaktadır.
Sonuç
İslâm düşüncesinde iman-amel ilişkisi farklı görüşlerin ortaya atılmasına neden olmuştur. Kelam bilginleri arasında Ehl-i Sünnet uleması, ameli, imanın bir parçası kabul etmezken, Mu’tezile, Şia ve Selef düşünürleri, ameli imanla irtibatlandırmışlardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde de iman terimi, amel ile birlikte anılmıştır. Aslında Ehl-i sünnet bilginleri de amelin, imanî boyutun bir göstergesi olması konusunda tamamen ayırıcı bir anlayış sergilememişlerdir. İmanın göstergesi nedir? sorusu karşısında bilginler arasında net bir gösterge ittifak halinde mevcut değildir. Ancak Kur’an-ı Kerim’in sabır konusundaki ısrarı, bu bağlamda bize ipuçları verebilir.
Yaşanılan musibet, bela gibi olumsuz hadiseler karşısında, yaratıcıya yönelik sitemler, Kur’an tarafından onaylanmamıştır. Ancak insanın doğası gereği, olumsuzluklar karşısında bir sitem mercii aramaktadır. Bu nedenle Kur’an, olumsuzlukları insanın kendi nefsinden bilmesi, olumlulukları ise Allah’tan kabul etmesi gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır.168 Böyle bir anlayış da, inanan mü’minin imanî bilişsel yapısıyla bağlantılıdır. Zira musibetler karşısında inanan kimse, manevi birikimleriyle tepki göstermektedir. Buna kelam literatüründe “tahkiki iman” denilmiştir. Bu yüzden olsa gerektir ki, Hz. Peygamber, “imanınızı lâilâhe illallah ile sürekli yenileyiniz” buyurmuştur.169 Zira yaşadığımız gündelik olayları algılama ve olumlu-olumsuz gereken tepkiyi gösterme, ancak mü’min kimsenin kognitif boyutuyla bağlantılıdır.170 Burada sabır devreye girmektedir. Zira sabır, hayatımızın her alanında gerekli olan bir tavırdır. Mü’minin yaşantısında sabır, en önemli amil olmaktadır. Zira sabır, belalar sonucunda ortaya çıkması gereken olduğu gibi (belalara karşı sabır), ibadetin devamında da (taatte sabır) ve de günahlara karşı (masiyete karşı sabır) sebatta devreye girmektedir. Bu nedenle Hz. Peygamber, “sabrın imandaki yeri, başın vücuttaki konumu gibidir”171 buyurmuştur.


* İmam-Hatip, Bursa


1 Kula, Naci, “İstenmedik ve Beklenmedik Olaylarla Karşılaşan Bireylere Yönelik Moral ve Manevî Desteğin Önemi”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VI (2006), sayı: 2, sayfa: 88.
2 Güler, İlhami- Özsoy, Ömer, Konularına Göre Kur’an, Ankara: Fecr Yay. 1998, 443.
3 Akseki, Ahmet Hamdi, Ahlâk Dersleri, İstanbul 1998, 167
4 Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Ankara 1995, IX, 434
5 Cevherî, İsmâil b. Hammâd es-Sıhâh: Tâcü’l-Luga ve Sıhâhu’l-Arabiyye, nşr. Ahmed Abdülgafûr Attâr, Beyrut: Dârü’l-İlm, 1979, II, 706; İbn Manzûr, Cemâlüddin Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’l-‘Arab, nşr. Ali Şîrî, Beyrut 1992, IV, 438
6 Cürcânî, Seyyid Şerîf, Kitâbü’t-Ta’rîfât, nşr. Muhammed Abdurrahman, Beyrut 2003, 206; Ebû Sarrac, el-Luma, trc. Hasan Kamil Yılmaz, İstanbul, 1996, 48
7 Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Tarihi Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991, 408
8 Ibn Manzûr, a.g.e., IV, 442; Zebîdî Muhammed Murtazâ, Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kâmûs, Beyrut 1306, III, 324–325
9 İsfahânî, Hüseyn b. Muhammed b. Râğıb, el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’ân, Beyrut 2002, 283
10 Cevherî, a.g.e., II, 706.
11 Ibn Manzûr, a.g.e., IV, 438; Zebîdî, a.g.e., III, 323.
12 Wensinck, A. J. “sabır”, İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1966, X, 3; Mutçalı, Serdar, Arapça Türkçe Sözlük, Dağarcık Yay. İstanbul 1995, 468.
13 Cevherî, a.g.e., II, 706.
14 Ibn Manzûr, a.g.e., IV, 439; Zebîdî, a.g.e., III, 323.
15 Cevherî, a.g.e., II, 707.
16 Zebîdî, a.g.e., III, 324-325.
17 Cevherî, a.g.e., II, 707.
18 Ateş, Süleyman İslâm Tasavvufu, İstanbul: Yeni Ufuklar Yay. 1992, 300.
19 Cürcânî, a.g.e., 206.
20 Râğıb el-İsfahânî, a.g.e., 283.
21 Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed, İhyâ’ü ulûmi’d-dîn, trc. Mehmet Müftüoğlu-A. Fikri Yavuz, İstanbul ts., IV, 113, 123.
Cürcânî, ,a.g.e., 206.
23 Elmalılı, a.g.e., IX, 434.
24 İzutsu, Toshihiko Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, Trc. Süleyman Ateş, İstanbul, ts., 147
25 Kara, Mustafa, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul: Dergah Yay., 1991, 81.
26 Mekkî, Ebû Tâlib Muhammed b. Atiye, Kûtü’l-kulûb, trc. Muharrem Tan, İstanbul 1999, II, 212.
27 Kuşeyrî, Ebu’l-Kasım Abdulkerim b. Havazin b. Abdulmelik, Kuşeyrî Risalesi, trc. Süleyman Uludağ, İstanbul 2003, 266; Yılmaz, H Kamil, İslâm Tasavvufu, İstanbul 1996, 49.
28 ez-Zümer 39/10.
29 el-A’râf 7/125–126; Yûsuf 12/56, 90; Sâd 28/44; el-Kalem 68/48-50.

30 Abdulbâkî, Muhammed Fuâd, el-Mu’cemu’l-Mufehres li Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, İstanbul 1990, 399.
31 Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb: et-Tefsîrü’l-kebîr, trc. Suat Yıldırım v. dğr., İstanbul 2002, IV, 83; Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr, el-Câmi‘ li ahkâmi’l-Kur’ân, trc. M. Beşir Eryarsoy, İstanbul 2001, VIII, 65; IV,509: İzutsu, a.g.e., 175
32 Önkal, Ahmet Rasûlullah’ın İslâm’a Davet Metodu, Ankara 1997, 327
33 Âl-i İmrân 3/146; el-En’âm 6/34; Kâf 50/39; Tâ-Hâ 20/130; el-Mü’minûn 23/109–111; Sâd 38/17
34 Zülaloğlu, Fevzi Kur’an’da Dua, İstanbul 2005, 88
35 el-A’râf 7/123–124, 127.
36 el-A’râf 7/126.
37 Tabbâra, Afif Abdülfettah, Kur’an’da Peygamberler ve Peygamberimiz, trc. Ali Rıza Temel vdğr. İstanbul: Gonca Yay 1992, 311
38 İzutsu, a.g.e., 176.
39 İzutsu, a.g.e., 178.
40 İzutsu, a.g.e., 175-176.
41 el-Bakara 2/250; Âl-i İmrân 3/146, 200; el-Enfal 8/45, 65; el-A’râf 7/123–126; en-Nahl 16/110.
42 Fadlullah, M. Hüseyin, İslâm ve Kuvvetin Mantığı, İstanbul 1998, 138.
43 Âl-i İmrân 3/146.
44 İzutsu, a.g.e., 176.
45 Ünal, Ali Kur’an’da Temel Kavramlar, İstanbul 1998, 443.

46 el-Bakara 2/250, el-A’râf 7/126
47 Âl-i İmrân 3/125, el-Enfâl 8/9
48 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., IV, 73, 87; XIII, 333
49 İsfahânî, Râğıb, a.g.e., 284
50 Yûsuf 12/90; Meryem 19/65
51 Meryem 19/65
52 İsfahânî, Râğıb, a.g.e., 284
53 el-Bakara 2/153, el-Bakara 2/45; el-Mü’min 40/55
54 Kurtubî, a.g.e., II, 60
55 Mekkî, Ebû Tâlib, a.g.e., II, 212-213.
56 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., II, 484, IV, 73-74.
57 el-Ankebût 29/45.
58 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., II, 486.
59 Kurtubî, a.g.e., II, 402.
60 Yûsuf 12/33.
61 Söz konusu âyetin meali şöyledir: “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”
62 Mekkî, Ebû Tâlib, a.g.e., II, 213.
63 Gazzâlî, a.g.e., IV, 124; Mekkî, a.g.e., II, 214.
64 İsfahânî, Râğıb, a.g.e., 555.
64 İlgili âyetler için bkz. el-Bakara 2/177; Âl-i İmrân 3/125, 186, 200; el-A’râf 7/128; Hûd 11/49; Yûsuf 12/90
66 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., VII, 258; XIII, 333; 73; Mekkî, a.g.e., II, 215
67 Kula, Necati “Kur’an ve Sünnet’te Belâ-Musibet”, EKEV, Kasım 1998, sayı 1, c. III, 33
68 el-Bakara 2/155; Âl-i İmrân 3/186.
69 Tabatabaî, Muhammed Hüseyn el-Mîzân fî Tefsîr’il-Kur’ân, trc. Vahdettin İnce, İstanbul 1998, I, 483
70 el-Bakara 2/156.
71 Elmalılı, a.g.e., I, 436.

72 Sâd 38/41–44.
73 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., XIX, 93; Kurtubî, a.g.e., XIV, 110.
74 el-Enbiyâ 21/83.
75 el-Enbiyâ 21/84; Sâd 38/41–44.
76 Dikmen, Mehmet Peygamberlerden Kıssalar, İstanbul 1995, 123
77 el-Enbiyâ 21/84.
78 Tabbâra, a.g.e., 253; Dikmen, a.g.e., 125.
79 Yûsuf 12/18.
77 Kurtubî, a.g.e., IX, 233.
81 Cürcânî, a.g.e., 206
82 Soysaldı, İhsan, “Tasavvufta Sabır ve Şükür Kavramları Üzerine Bir İnceleme”, FÜİFD, Elazığ 1997, II, 16
83 Yûsuf 12/18; el-Enbiyâ 21/83
84 Kurtubî, a.g.e., IX, 371
85 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., IV, 91
86 Mekkî, a.g.e., II, 210
87 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., IV, 85; Akseki, Ahmet Hamdi Ahlak Dersleri,İstanbul 1998, 168
88 Lokman 31/17; Âl-i İmrân 3/104, 110; el-A’râf 7/157, 199; Tevbe 9/71, 112; Hac 22/41
89 Kurtubî, a.g.e., XIII, 540
88 Mevdûdî, Ebu’l-A’lâ, Tefhimu’l-Kur’an, trc. Ahmet Asrar, İstanbul 1997, IV, 422
91 Tabatabaî, a.g.e., I, 483-484
92 Önkal, a.g.e., 328-329
93 Tabatabaî, a.g.e., IV, 125. Kutup, Seyyid, Fî Zilâli’l-Kur’an, trc. Vahdettin İnce, İstanbul: Dünya Yay., 1991, II, 282
94 el-Bakara 2/155; Âl-i İmrân 3/186; Muhammed 47/31
95 el-A’râf 7/87; Yûnus 10/109; Tûr 52/48; el-Kalem 68/48
94 İsfahânî, Râğıb, a.g.e., 284; Elmalılı, a.g.e., VII, 20; VIII, 45

97 İsfahânî, Râğıb, a.g.e., 335
98 en-Nahl 16/1; el-İsrâ 17/11; Tâhâ 20/114; el-Enbiyâ 21/37
99 Kula a.g.m., Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VI (2006), sayı: 2, sayfa: 88
100 el-İsrâ 17/11
101 Aydın, Hayati, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, İstanbul: Timaş Yay. 1999, 98
102 Kula a.g.m., Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VI (2006), sayı: 2, sayfa: 88
103 el-Kalem 68/48
104 Elmalılı, a.g.e., VIII, 45-46.
105 Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1997, X, 23
106 Elmalılı, a.g.e., VIII, 45
107 Tabbâra, a.g.e., 387-388
108 el-Enbiyâ 21/87–88; es-Sâffât 37/ 139, 142; el-Kalem 68/ 48–50
109 Kehf 18/28
110 Ra’d 13/24; el-Mü’minun 23/111; el-Furkân 25/75.
111 Hûd 11/11.
112 Âl-i İmrân 3/146.
113 Fahreddin er-Râzî, a.g.e., XIX, 151-152.
114 en-Nahl 16/96
115 ez-Zümer 39/10
116 Ece, Hüseyin K. İslâm’ın Temel Kavramları, İstanbul: Beyan Yay., 2000, 556.
117 Heyet, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Haz. Hayreddin Kahraman vdğ., DİB. Yay.,Ankara 2006, III, 210.
118 Tabbâra, a.g.e., 224.
119 Yûsuf 12/90.
120 el-Kamer 50/16; eş-Şems 91/7–8; el-Hicr 15/28–29; el-Mü’minûn 23/12–14; Sâd 38/71–72.
121 Necati, M. Osman Kur’an ve Psikoloji, trc. Hayati Aydın, Ankara: Fer Yay., 1998, 195.
122 Çağrıcı, Mustafa, İslâm Düşüncesinde Ahlak, İstanbul: Birleşik Yay., 2000, 26.
123 en-Nâzi’ât 79/37–41.
124 İsfahânî, Râğıb, İnsan, Trc. Mevlüt F. İslâmoğlu, Pınar Yay., İstanbul 1996, 71.
125 el-Bakara 2/45; Yûsuf 12/90; Meryem 19/65; el-Furkân 25/75.
126 el-Asr 103/1–3
127 Şahin, Hasan, “İnsan Din İlişkisi”, EÜİFD, Kayseri, 1983, I, 117
128 Hûd 11/ 9–11
129 Kula, a.g.m., Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VI (2006), sayı: 2, sayfa: 83
130 eş-Şûrâ 42/43.
131 Fussilet 41/34–35.
132 el-Enfâl 8/46.
133 el-Asr 103/1–3.
134 Çağrıcı, a.g.e., 69.
135 en-Nâzi’ât 79/37–41.
136 Necati, a.g.e., 196.
137 Çağrıcı, a.g.e., 69.
138 Aydın, a.g.e., 122.
139 Hüseyin K. Ece, a.g.e., 559.
140 Âl-i İmrân 3/191; el-A’râf 7/176; Yûnus 10/24; er-Ra’d 13/3.
141 Aydın, a.g.e., 96.
142 el-Enbiyâ 21/37.
143 Aydın, a.g.e., 98.
144 Kutub, a.g.e., VII, 277.
145 Necati, a.g.e.,68.
146 el-A’râf 7/150; Tâ-Hâ 20/92–94.
147 Tabbâra, a.g.e., 295–297.
148 el-A’râf 7/151.
149 Necati, a.g.e., 67.
150 eş-Şûrâ 42/43.
151 Âl-i İmrân 3/134. el-Bakara 3/237; Âl-i İmrân 3/133–134, 186; el-Furkân 25/ 72; eş-Şûrâ 42/36.
152 İbn Kayyım el-Cezviyye, Sabredenler ve Şükredenler, trc. Zeynelabidin Tatlılıoğlu, İstanbul 1994, 132.
153 Akseki, a.g.e., 255.
154 Sülemî, Ebû Abdurrahman, Nefsin Ayıpları, trc. Mehmet Ali Kara, İstanbul: İlke Yay., 2006, 17.
155 Gazzâlî, a.g.e., IV, 124
156 Mekkî, a.g.e., II, 213.
157 el-Beyyine 98/5.
158 Mekkî, a.g.e., II, 214; Gazzâlî, a.g.e., IV, 124.
159 el-Mâide 5/90–91.
160 Karzuk, Enes Ahmet, Manevî Gelişimin Önündeki Engeller, İstanbul 2006, 36.
161 İbn Kayyım el-Cezviyye, a.g.e., 132; Ece, Hüseyin K. a.g.e., 556.
162 Karaman, Fikret, “Tevekkül İnancı Üzerine bir İnceleme”, FÜİFD, Elazığ 1996, I, 67.
163 Karagöz, İsmail, “Tevekkül”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, Ankara: DİB Yay., 2006, 658.
164 el-Bakara 2/45, 153.
165 el-Ankebût 29/58–59.
166 Karagöz, “Tevekkül”, a.g.e., 658.
167 İbrahim 14/12; en-Nahl 16/42; Sâd 28/44; el-Ankebût 29/59; el-Müzzemmil 73/9–10.
168 Nisâ 4/79.
169 Muhammed Bin Süleyman er-Rûdânî, “Cem‘ul-fevâid”, Trc. Naim Erdoğan, Ankara 1996, I, 39.
170 Biçer, Ramazan, “İmanın Bilişsel Yapısının Ana Dinamikleri ve Etkileri”, EKEV Akademi Dergisi, Sayı XVIII, Yıl 8 (2004/1).
171 Ebû Şeybe, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed b. İbrâhim, el-Kitâbü’l-musannef fi’l-ehâdîs ve’l-asar, Beyrut 1988, VIII, 229.