Makale

İslam Kültüründe Mescidin Eğitim Öğretim Fonksiyonu Üzerine Bir İnceleme

İSLÂM KÜLTÜRÜNDE MESCİDİN EĞİTİM ÖĞRETİM FONKSİYONU ÜZERİNE BİR İNCELEME

Kadri YILDIRIM*

Özet:
Asr-ı Saadet ve diğer dönemleri incelediğimizde mescidin sadece bir ibadethâne değil; eğitsel, kültürel, ekonomik, siyasal, sosyal ve askeri işlevleri de olan çok amaçlı fonksiyonel bir kurum olduğunu görüyoruz. Onun eğitim-öğretim fonksiyonu özel bir önem taşımaktadır. Zira camide kadınlara özel bir eğitim günü bile tahsis edilmiş, dinî olan ve olmayan birçok ilim okutulmuş, birçok âlim yetişmiş ve bu bağlamda cami eğitimine has bir terminoloji doğmuştur. Medreseler ve modern bağımsız eğitim kurumları kurulduktan sonra da cami eğitimi önemini yitirmemiş ve günümüze kadar devam ettirmiştir. Bu çalışmamızda cami eğitimini bu açılardan işlemeye çalışacağız.
Anahtar Kelimeler: Mescid, Cami, Eğitim-öğretim, İlim, Ders, Terminoloji
An Analysis on Educational and Teaching Functions of The Masjid in Islamic Culture
Abstract:
When we analyse the age of the Prophet and other periods, we see that the masjid was not only a place of worship but also a multi-functional institution that served educational, cultural, economic, political, social and military purposes. The masjid’s educational and teaching functions carry special importance. In masjids, a special day was reserved for women’s education, curricula included both religious and non-religious sciences, many erudite persons were trained, and accordingly a terminology specific to mosque education had eventually emerged. Mosque education has not lost its importance to date, even after the opening of madrasas and modern independent educational institutions. In this work, we will be analysing mosque education through these perspectives.
Keywords: Masjid, Mosque, Education and teaching, Science, Courses, Terminology

Giriş
Şüphesiz mabetlerin temel kuruluş amaçları ve en başta gelen ortak özellikleri ibadettir. Ancak başta sinagog, kilise ve cami olmak üzere büyük mabetlere baktığımızda onların birer ibadetgâh olmalarının yanında eğitim-öğretim fonksiyonları olan birer eğitsel kurum olduklarını da görüyoruz. Örneğin Talmud dönemlerinde sinagog için bir yandan dua evi anlamında “Beyt ha Tefillah” denilirken bir yandan da eğitim evi anlamında “Beyt ha Midrash” ismi kullanılmıştır.1 Sinagogun eğitim-öğretim fonksiyonundan dolayı ona “Shul” (okul) adı verilmiştir.2 Kiliselerde de bir bölüm eğitim-öğretime tahsis edilmiş, burada dinî esaslar ile birlikte talebelere temel okuma-yazma bilgileri de verilmiştir.3 Rivayete göre Halid b. Velîd (ö. 21 / 642) Ayn Temr mıntıkasına girdiğinde Nukayre adı verilen bir köyde içinde 40 çocuğun eğitim gördüğü bir kilise görmüştür ki bu çocuklardan biri de Hz. Osman (ö. 35 / 656)’ın azatlısı olan Hurmân’dır.4
Mescidin tarihçesine göz attığımızda Asr-ı Saâdet’te kurulan ilk örneklerinden başlamak üzere onun sadece bir ibadethâne değil; aynı zamanda fonksiyonel bir eğitim-öğretim kurumu olduğunu, zamanla burada dinî olan ve olmayan birçok ilmin okutulduğunu ve bu bağlamda cami eğitimine has bir terminolojinin doğduğunu görmekteyiz. Şimdi “mescid” ve “cami” terimlerinden başlamak üzere konuyu açmaya çalışalım: (Etimolojik mülahazayla çalışmamızda “mescit” yerine “mescid” şekli kullanılmıştır).
1. Mescid ve Cami Terimlerinin Etimolojileri ve Farkları
Mescidin türediği “s-c-d” kökü eğilmek, baş eğmek ve tevazu ile alnı yere koymak anlamlarını ifade etmektedir.5 Buna göre bir ism-i mekân olan mescid “secde edilen yer” demektir. Terim olarak mescidi “beş vakit namaz için hazırlanan yer” şeklinde tanımlayan Cerra’î (ö. 883/1479), “beş vakit” kaydının mescidi meşhed6 ve musalladan7 ayırmak için konulduğunu ifade etmektedir.8 Batı dillerindeki bazı terimlerin “mescid” isminin farklı telaffuzundan doğdukları söylenmektedir.9 Aşağıda sunulan örnekler bu kabildendir:
Dil İsim
İspanyolca Mezguita
Eski Rusça Mizgit
Yeni Rusça Meçet
Fransızca Muscat
Macarca Mesced
Yunanca Mesgidion
İngilizce Mosque
İtalyanca Moschea
Rumence Moschee
Ermenice Mzkith
Cami terimi “c-m-‘a” kökünden gelmektedir. Bu kökten türeyen kelimeler toplanma, birleşme, bütünleşme ve bir araya gelme gibi birbirine yakın anlamlar ifade ederler. Dolayısıyla bu kökten gelen “cami” terimi toplayan, bir araya getiren, birleştiren ve bütünleştiren demektir.10 O hâlde cami Müslümanları aynı amaç etrafında bir araya getirdiği ve onları birleştirip bütünleştirdiği için bu ismi almıştır.
İslâm’ın erken dönemlerinde, içinde cuma namazı kılınan ve üzerinde hatibin hutbe okuyacağı bir minberi bulunan mâbetlere cami, cuma namazı kılınmayan ve minberi bulunmayanlara da mescid denilmiştir.11 Ancak “Mescid-i Haram”, “Mescid-i Nebevî” ve “Mescid-i Aksâ” gibi büyük camilere de mescid denilmesinden mescid-cami farkının bazı teknik durumlar dışında pek dikkate alınmadığı, dolayısıyla namaz kılınıp Allah’a secde edilen İslâm mâbetlerinin tümüne mescid gözüyle bakıldığı anlaşılmaktadır. Bu bakımdan, Ahmet Güç’ün de dikkat çektiği gibi zamanla cuma namazının cami-mescid farkı gözetilmeksizin her ikisinde de kılınmasıyla birlikte bu iki terim arasındaki anlam farkı da büyük ölçüde ortadan kalkmıştır.12 Zaten bugün de İslâm ülkelerinin çoğunda hem beş vakit namazın hem de cuma ve bayram namazlarının kılındığı yerleri ifade etmek üzere mescid adı kullanılmaktadır.13 Dolayısıyla bizim de bu çalışmamızda bazen mescid bazen de cami şeklinde kullanacağımız bu iki terimle aslında aynı şeyi kast ettiğimizi belirtmek isteriz.
2. Mescidin Eğitim-Öğretim Fonksiyonu
İslâm tarihinde ilk kurulan okulun mescid olduğunu söyleyen Câdelhak, Arap dilinde bugün üniversite anlamında kullanılan “camia”nın da aslında “cami”den türediğine dikkat çekmektedir.14 Üniversite anlamında kullanılan camia ile cami arasındaki ilişkiye şöyle işaret edilmektedir: “Bugün İslâm dünyasının birçok yerinde “camia” kelimesi hem üniversite hem de cami için kullanılmaktadır. Zaten Arapçada üniversite anlamında kullanılan “camia” kelimesi “cami”den türemiştir. Başka hiçbir dilde ya da kültürde böylesi bir çıkarım yoktur. Bu da bize İslâm’da cami ile yüksek öğretimin birbirinden nasıl ayrılmayacak kadar bütünleştiklerini göstermektedir”.15
Mescidler inşa edilmeden önce eğitim öğretim faaliyetleri Erkam’ın Evi’nde yürütülüyordu. Dolayısıyla Erkam’ın Evi eğitim ve öğretimin yapıldığı ilk evdir.16 Hz. Peygamber İslâm’a girenlere yeni dinin esaslarını öğretmek ve inen ayetleri onlara okuyup açıklamak için bu evi merkez edinmiş, bu eve ilaveten kendi evini de devreye koymuştu. Müslümanlar kendilerine bir şeyler öğretmesi için onun evine gidip etrafını sararlardı.17
Ancak ev ortamının uzun süreli eğitim faaliyetleri için pek elverişli olmadığı açıktır. Zira genellikle ses, tartışma, müzakere ve aktif hareket gerektiren eğitim öğretim ortamı ile sükûneti gerektiren ev ortamı bir yönüyle birbirine ters düşmekteydi. Bundan dolayı bütün Müslümanların çekinmeden özgür ve rahat bir şekilde girip çıkabilecekleri mescidler yapıldıkça doğal olarak eğitim-öğretim faaliyetleri evlerden bu mescidlere kaymış oldu. Ev eğitimi ile mescid eğitimi arasında bir karşılaştırma yapan Adberî (ö. 737/1336) şunları söylemektedir: Eğitim-öğretim için en elverişli yer mesciddir. Zira evin aksine mescid en üst mertebeliden en düşük mertebeliye, âlimden cahile her kesimden insanların bir araya gelebileceği bir toplanma yeridir. Evin kapısı ise girmelerine izin verilenlerin dışında halka kapalıdır. Kaldı ki herkesin girmesine izin verilse bile evin bir mahremiyeti vardır”.18
Ev ortamlarını bir tarafa bırakacak olursak, İslâm’da eğitim-öğretim tarihinin sistemli başlangıcının Hz. Peygamber döneminde inşâ edilen mescidlere dayandğı görülmektedir. Hicret yolunda henüz Medine’ye varılmadan kurulan ve İslâm tarihinin ilk bağımsız genel mescidi olan Kuba Mescidi tamamlanır tamamlanmaz içinde ilim halkaları teşkil edilmiş, bu halkalar Medine’de yapılan Mescid-i Nebevî’de din ve dünyayı birleştiren bir metotla oturumlar halinde devam etmiştir. Böylece bu mescid daha sonraları asırlar boyunca kurulacak olan öteki mescidlere örnek olmuştur.19
2. 1. Hz. Peygamber’in Öğretmenliğini Mescidde İlan Etmesi
Kettânî’nin kaydettiği bilgilere göre Hz. Peygamber bir gün mescide girmiş ve orada iki halka görmüştür. Halkalardan birinde zikir ve dua ediliyor, öbüründe ilim öğreniliyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Bu iki meclis de hayırlıdır, ancak biri öbüründen daha faziletlidir. Şunlar Allah’a dua edip yalvarıyorlar; Allah dilerse onlara verir, dilerse vermez. Bunlar ise fıkıh ve ilim öğreniyorlar ve bilmeyenlere öğretiyorlar. Bunun için bunlar daha faziletlidir. Zaten ben de ancak bir öğretmen olarak gönderildim”.20
2. 2. Suffa ve Dokuz Mescidin Eğitim İçin Seferber Edilmesi
İslâm Peygamberi adlı eserinde “Suffa ilk İslâm Üniversitesidir” diyen Hamîdullah,21 İslâm Müesseselerine Giriş adlı eserinde de özetle şu tespitlerde bulunmaktadır: “Medine Camii’nde platform şeklinde yüksek bir yer olan Suffa Okulu vardı. Okul için ayrılan Suffa’nın çok geniş olduğu sanılmaktadır. Burada okuyan talebeler geceleri de burada yatıyorlardı. Muhtemelen ensârdan olan talebeler burada yatmıyorlardı. Bunlar öğrenim için gündüz geliyor, gece olunca evlerine dönüyorlardı. Fakat muhacirler burada hem ilim tahsil ediyor hem de geceleri burada yatıyorlardı. Önceleri Suffa’da yatılı kalanların sayısı 80 kadardı. Fakat bu sayı gündüzleri daha fazla oluyordu”.22
Suffa’yı İslâm’ın ilk üniversitesi olarak kabul etmenin mümkün olduğunu söyleyen yazar Talat Koçyiğit, Medine’de inşâ edilen Mescid-i Nebevî’nin geri bir köşesinde üstü örtülü bir gölgelik olarak tanıttığı Suffa’da 70-80 kişinin barındığını ve Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen öğretmenler vasıtasıyla burada Kur’an ilimleri, akâid, yazı ve okuma öğretildiğini kaydetmektedir.23 Burada yazı öğretmeni olarak Abdullah b. Saîd’in adı da geçiyor ki, bunun bizzat Hz. Peygamber tarafından yazıyı öğretmek üzere görevlendirildiği rivayet edilmektedir.24
Mescid-i Nebevî’ye bitişik yapılan Suffa’da kalanların sayısının kimi zaman 400 kişiyi bulduğu ve bunların büyük bir kısmının zamanlarını eğitim-öğretimle geçirdiği rivayet edilmektedir. Kettânî bu konuda şunları nakletmektedir: “Suffa’da sürekli kalanlar 400 kişi olup, Ebû Hureyre, İbnu Ümmi Mektûm, Suheyb, Selmân, Habbâb ve Bilâl da bunlardandı. Bunlardan bir kısmı cihada katılıyor, bir kısmı da ilim ve kırâat ile meşgul oluyordu”.25
Suffa zamanla ihtiyaçlara cevap veremeyince Hz. Peygamber Medine’nin diğer mescidlerini de devreye koymuş, böylece Medine’deki dokuz mescid eğitim-öğretim için hizmete sokulmuştur.26
2. 3. Taşradan Gelenlere Mescidde Eğitim
Mescid-i Nebevî’de yürütülen eğitim-öğretim faaliyetlerinden sadece Medine’de yerleşik olanlar değil, taşradan gelenler de yararlanmışlardır. Hz. Peygamber kırsal kesimden gelen bu insanlara da mescidin içinde başta ilmihal bilgileri olmak üzere bazı dersler verdikten sonra onları geri gönderirdi. Bu tür kimselere yönelik eğitsel faaliyetler için bazen Suffa’nın yetişmiş elemanları da görevlendirilirdi.27
2. 4. Kadınlara Mescidde Özel Eğitim
Hz. Peygamber’in mescidde rehberlik ettiği eğitim-öğretim faaliyetlerinden sadece erkekler değil, kadınlar da istifade ederlerdi. Kadınların kendi aralarında seçtikleri temsilciler aracılığıyla Hz. Peygamber’e müracaat etmeleri üzerine haftanın bir günü kadın eğitim ve öğretimine tahsis edilmiştir. O gün geldiğinde kadınlar mescidde toplanır, Hz. Peygamber onları çeşitli konularda bilgilendirirdi. Kaynaklara göre Hz. Peygamber’e müracaat eden kadın temsilcileri ona şunları söylemişlerdir: “Sohbetinde bulunma konusunda erkekler bize galebe çalmaktadırlar. Bir günü de bize ayırsan!”. Bunun üzerine Allah’ın Resûlü bir günü onlara tahsis etmiş, o gün geldiğinde sadece onlara ders vermiştir. Buharî bu olayı “Düzenli olarak haftanın bir günü kadın eğitimine ayrılabilir mi?” başlığı altında işlemiştir.28
3. Mescid Eğitiminde Okutulan İlimler
İslâm’da farklı ilimlerin öğrenilmesini teşvik eden bir eğilim mevcuttur. Bundan dolayıdır ki İslâm tarihinde her türlü bilgiyi öğrenmek isteyenlerin yanında, her türlü bilgiyi öğretecek birileri de olmuştur. Yakût el-Hamevî (ö. 626/1229)’nin kaydettiği şu sözler bunu özlü bir şekilde ifade etmektedir: “Bir âlimin her ilimden pay sahibi olması gerekir. Zira her ilim türünün kendine göre bir taliplisi vardır”.29
3. 1. Dinî İlimler
Asr-ı Saadet’te mescidde okutulan dinî ilimler arasında Kur’an eğitimi birinci sırada yer almaktaydı. “Sizin en hayırlı olanınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir” hadisiyle Kur’an eğitiminin önemine dikkat çeken Hz. Peygamber’den bu konuda rivayet edilen mezkûr hadis ve diğer hadisler birçok hadis kitabında “Kitâbu Fadâili’l-Kur’an” adıyla müstakil bir bölümde toplanmıştır. Örneğin Sahîh-i Buhârî’de Kur’an’ın faziletleri ile ilgili bölümde 21 hadis bir araya getirilmiştir.30
Corcî Zeydân Kur’an’dan sonra ilk derlenen ilmin “tefsîr” olduğunu ifade etmektedir.31 Kur’an’ın ilk müfessiri Hz. Peygamber’dir. Kettânî’nin kaydettiğine göre Hz. Peygamber ashabına Kur’an’ın tümünü veya çoğunu tefsîr etmiştir. Hz. Ömer’in “Resûlüllah son inen ayetlerden biri olan riba ayetini tefsîr etmeden vefat etti” sözleri onun o zamana kadar inen ayetleri tefsîr ettiği şeklinde yorumlanmıştır.32 Hz. Peygamber’in Kur’an tefsîrine dair açıklamaları bazı hadis kaynaklarında “Kitâbu’t-Tefsîr” başlığıyla ayrı bir bölüm olarak yer almaktadır. Örneğin “Muhtasaru Sahîhi’l-Buhârî”de tefsîrleri Hz. Peygamber tarafından yapılmış 92 ayet kaydedilmiştir. Bunların ilki mescidde Hz. Peygamber ile Ebû Saîd b. Muallâ adlı sahabî arasındaki talim ile ilgilidir. Mescidde namazdan sonra Ebû Saîd’in elini tutan Hz. Peygamber, “mescidden çıkmadan önce sana Kur’an sûrelerinin en büyüğünden öğreteceğim” diyerek ona Fatiha sûresinin ilk ayetini öğretmiştir.33
Dinî ilimlerden “hadîs”e gelince, Corcî Zeydân bu konuda şu tespitlerde bulunmaktadır: Hadisçiler verdikleri dersleri kâtiplere ve öğrencilere imlâ metoduyla aktarırlardı. Muhaddis veya fakih vermek istediği şeyleri söyledikçe öğrencileri onu deri üzerine veya kâğıda not ediyorlardı. Öğrenci kâğıdın başına, “falan şeyhimiz tarafından, falan camide, falan günde yapılan oturumda yazdırılmıştır” cümlesini yazardı.34
Hz. Peygamber’den hadis dinleyenler dinledikleri hadisleri üç kez tekrar edip ezberlerlerdi. Talebelerden “ehlu’l-ilm” unvanı taşıyan bazı gruplar mescidde öğrendikleri hadisleri çeşitli şehirlerde yaymaya giderlerdi.35 Mescid-i Nebevî’de hadis halkası oluşturan sahabîlerden biri olan Câbir b. Abdullah (ö. 74 /693) hadis oturumları düzenliyor, halk ondan hadis dersleri alıyordu.36 Hadis alanında meşhur olmuş sahabîlerin çoğu Medine’de yaşadıkları için burası hadis eğitimi almak için gelenlerle dolup taşardı. Çok yönlü bir ilim müessesesi olan Mescid-i Nebevî, hadis eğitimi almak için gelenlerin uğrak yeriydi. Birer hadis uzmanı olan Saîd b. Museyyeb (ö. 94 / 713), Urve b. Zubeyr (93 / 712), İbn Şihâb ez-Zuhrî(ö. 124 / 742 ve daha niceleri Mescid-i Nebevî’deki hadis halkalarında yetişmişlerdir.37 Mekke’de hadis öğreten şahsiyetlerden biri Atâ b. Ebû Rebâh (ö. 114 / 732)’tır. Kendisi Mescid-i Haram’da oluşturulan halkada etrafına toplananlara fıkıhla birlikte hadis dersleri de veriyordu.38
“Fıkıh”, mescid eğitiminde oldukça önem verilen ilimlerden biriydi. “Allah kime hayırlı bir şey vermek isterse onu dinde fakih kılar”39 hadisi bu ilmin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Gece ilim sohbeti yapmanın nafile namaz kılma hükmünde olduğunu kaydeden Kettânî bu hükmün kaynağı olan olay hakkında verdiği bilgilere göre Hz. Ömer (ö. 23 / 644) ile Ebû Mûsa el-Eş’arî (ö. 44 / 664) bir gece birlikte fıkıh müzakere ederlerken Ebû Mûsa “namaz kılsak!” demiş; Hz. Ömer “biz namazdayız” diye cevap vermiştir.40 Bu olay bize fıkhî bilgilerin daha Asr-ı Saâdet’te müzakere edilmeye başlandığını göstermektedir.
Mescidde doğan bir ilim olan “kelâm”a gelince; akâidle birlikte bu ilmin önemli kavramlarından olan “iman” ve “ahiret” ile ilgili temel bilgilerin daha Asr-ı Saâdet’te önemsendiğini görüyoruz. Bu bağlamda Kettânî’nin verdiği bilgilere göre Abdullah b. Revâha (ö. 8 / 629) bazen sahabîlere “gelin bir süre iman ilmiyle ilgilenelim” derdi ve onlar da gelip yanına otururlardı. Abdullah onlara Allah’ı tanıma, tevhîd ve ahiret konularında bilgiler verirdi. Abdullah bazen Hz. Peygamber kalktıktan sonra onun yerini alır, insanlar etrafında toplanır, o da onlara akâidle ilgili dinî bilgiler öğretirdi. Allah’ın Resûlü onların yanına tekrar döndüğü zaman susmak istiyorlardıysa da, o da onların yanına oturup derslerine devam etmelerini isterdi.41
Gerek kelâm ilminin, gerekse bu ilmin sistematik kurucusu sayılan Mutezile fırkasının mescidde doğduğunu görüyoruz. Zira çeşitli kaynaklarda ayrıntılı olarak anlatıldığı gibi; Hasan Basrî (ö. 110 / 728) Basra Camii’nde kendine mahsus ders halkasında içlerinde Vâsıl b. Atâ (ö. 131 / 748)’nın da bulunduğu öğrencileri ile ders yaparken içeri birisi girmiş ve ondan büyük günah işleyen kimsenin mü’min mi yoksa kâfir mi olduğunu sormuştur. Hasan Basrî cevap vermek için biraz düşünürken Vâsıl ileri atılarak böyle bir kimsenin ne mü’min ne de kâfir olduğunu, belki fâsık olarak onun yerinin bu iki derece arası bir yer (menzile beyne’l-menzileteyn) olduğunu söylemiş ve hocası Hasan Basrî’nin ders halkasından ayrılıp aynı cami içinde bir sütunun yanında etrafına topladığı kimselere bu yöndeki görüşünü açıklamıştır. Hasan Basrî bunun üzerine “Vâsıl bizden ayrıldı” demiş ve bu söz Vâsıl ve sonraki taraftarlarının “Mutezile” olarak adlandırılmasının temelini oluşturmuştur.42
3. 2. Diğer İlimler
Daha önce de belirtildiği gibi İslâm’ın ilk yıllarında camilerde okutulan belli başlı dersler Kur’an ve hadis idi. Daha sonra bunlara fıkıh, ilâhiyat, tarih, dil ve edebiyat dersleri de eklenmiştir. Mutezilî bilginlerden Cubaî (ö. 295 / 908) Bağdat’taki Mansûr Camii’nde Mutezile kelâmını okutuyordu ve İmam Eş’arî (ö. 330 / 942) de bu dersleri dinliyordu. Mansûr Camii’nde ders halkası olan Hatîb el-Bağdadî (ö. 463/1071) de bu camide kendi eseri olan “Tarîhu Bağdad”ı okutuyordu.43
Mescidin ders halkalarında “tıp” önemli bir yer tutmuştur. Hz. Peygamber yeri geldiğinde sahabîlerine temel tıbbî bilgiler verirdi. Örneğin bugün karantina olarak bilinen uygulamanın veciz bir ifadesini onun şu hadisinde görüyoruz: “Veba hastalığının çıktığı bir yerde bulunuyorsanız oradan çıkmayınız. Bir yerde veba olduğunu duyduğunuzda da oraya girmeyiniz”.44 Bundan dolayıdır ki Hz. Ömer Şam’a gitmek için yola çıktığı sırada kendisine Şam’da veba salgını olduğu haberi verilmiş, o da bu hadise dayanarak geri dönmüştür.45
Hz. Peygamber’in kendi döneminde ashâbına aktardığı teorik tıbbî bilgiler daha sonraki dönemlerde mescidlerde okutulan derslerden biri haline gelmiştir. Örneğin Fatımî halifelerinden Hakim Biemrillah zamanında İbn Heysem adlı bilgin Ezher Camii’nde tıp dersleri vermiştir.46
Çeşitliliğin yaşandığı ders halkalarından biri de felsefe ve tıp derslerinin birlikte verildiği Şam Emeviyye Camii ile Ezher Camii’ndeki halkalardı. Nitekim; “kendimi Emeviyye Camii’nde ders vermeye adadım, Antik Yunan eserlerini okudukça onlara karşı duyduğum hayranlık arttı”47 diyen Abdullatîf Bağdadî (ö. 629/1231), Kahire’deki Ezher Camii’nde öğlen vaktinde tıp ve felsefe dersleri vermiştir.48 Bu bakımdan, Câdelhak’ın da çok vecîz olarak dikkat çektiği gibi, “İslâm’da dünyevî ilimler ile dinî ilimler arasında tam bir ayrım yoktur. Zira İslâm bu iki ilmi birbirinin tamamlayıcısı saymış ve Müslümanları bu ilimlerin ikisini de tahsil etmekle mükellef kılmıştır. Dolayısıyla İslâm’da ilim denildiği zaman bu terim her iki ilim çeşidini de içine alacak şekilde algılanmalıdır”.49 Zaten İslâm’ın erken dönemlerinden başlamak üzere camilerde ders halkalarına katılan öğrencilere oturum hocaları tarafından verilen dersler sadece hadis, tefsir, fıkıh ve akaid gibi dinî ilimlerle sınırlı değildi. Bunların yanında dil, belâgat, şiir, edebiyat, astronomi ve tıp ilimleri de öğretiliyordu. Bazen aynı mescidin içerisinde birden fazla ders halkası bulunuyordu. Örneğin Abbasiler döneminde Basra Mescidi’nde biri akaid konularının tartışıldığı kelâm halkası, öbürü de şiir ve edebiyat halkası olmak üzere iki halka mevcuttu. Bunun yanında astronomi ve tıp ilimleri de okutuluyordu.50
Astronomi klasik dönem mescid eğitiminde önem verilen ilimlerden biriydi ve bu ilmin öğrenilmesine farz-ı kifâye gözüyle bakılırdı.51 Astronomiye verilen önemin nedenlerinden biri Kur’an’da ve hadislerde bunun teşvik edilmesidir. Kur’an’ın ilgili bazı ayetlerinde “Güneş ve Ay bir hesap düzenine sahiptirler”;52 “Güneşi ışık kaynağı, Ayı nur yapan ve yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye Ay için konaklar tanzim eden O’dur”53 denilerek insanların dikkatleri gökyüzüne ve onun cisimlerine çevrilmektedir. Hz. Peygamber de bir hadiste “yeryüzünde ve denizlerin karanlıklarında yolunuzu bulacağınız ölçüde yıldızlar hakkında bilgi edininiz”54 buyurmaktadır. Hamîdullah’a göre kendi zamanında yapılan mescidlerin kıblesini bizzat kendisi belirleyen Hz. Peygamber bu belirlemeyi yapabilecek teknik bilgiye sahipti ve bunu pusulasız yapıyordu. Muhtemelen yıldızlar vasıtasıyla yön tayininde bulunuyordu. Yani hem Kudüs’e hem de Suriye’den Mekke’ye gidildiğinde hangi yıldızın takip edileceğini biliyordu. Zaten kendisi Suriye’ye en az iki defa seyahat etmiştir”.55
Astronominin öneminden dolayıdır ki İslâm bilginleri eğitim kurumu olarak kullandıkları mescidlerin dersleri arasına bu dersi de koymuşlardır. Nitekim Suyûtî (ö. 911 / 1505)’nin verdiği bilgilere göre İbn Tolûn Camii’nde dinî ilimlerle birlikte astronomi dersleri de okutuluyordu.56
4. Klasik Dönem Mescid Eğitimi Terminolojisi
İslâm’da mescid eğitimi yeni bir eğitim sistemi olduğu için kendine göre bir terminoloji ortaya çıkmış ve bu terminoloji klasik dönem kaynaklarında kullanılmıştır. Burada bu terimlerden önemli olanları kategorize etmeye çalışacağız.
4. 1. Kurrâ, Kırâat, Tedârüs
Kur’an ilmi bağlamında İslâm’ın erken dönemlerinde teşekkül etmiş üç önemli terim göze çarpmaktadır. Bunlar “kurrâ”, “kırâat” ve “tedârüs” terimleridir. Kırâatı “okuyuş tarzları” olarak tanıtan Corcî Zeydân, “kurra” terimi ile ilgili olarak da şunları söylemektedir: İslâm’ın ilk yıllarında okuma-yazma bilenlerin sayısı oldukça az olduğu için okuma-yazma bilmenin büyük önemi vardı. Kur’an-ı Kerîm’i okuyabilenlere-onları diğer Müslümanlardan ayırt etmek için-kurrâ adı verilmiştir.57 Kurra geceleri ilim tahsil ediyor ve Kur’an’ı okuyup birbirlerine tekrarlıyorlardı. Gündüzleri de su temin edip mescide koyuyor, odun toplayıp satıyor ve bundan elde ettikleri parayla Suffa ehline ve fakirlere yiyecek satın alıyorlardı.58
Ebû Hüreyre’den rivayet edilen bir hadiste şöyle denilmektedir: “Allah’ın evlerinden birinde Allah’ın kitabını okumak ve kendi aralarında “tedârüs” etmek üzere toplanan hiçbir topluluk yoktur ki onlara sekîne (iç huzur) inmesin, rahmet onları bürümesin, melekler onların etrafını sarmasın”.59 Hadiste geçen “tedârüs” terimi, Kur’an lafızlarını düzelterek veya anlamlarını müzakere ederek birbirlerine okumaları şeklinde açıklanmıştır. Bu terim, karşılıklı okuma olarak bazılarının on ayet, bazılarının da başka on ayet okumaları şeklinde de izah edilmiştir. Terim bu durumda “tilâvet”ten daha özel bir anlamda veya onun karşılığı olur. Fakat bu terimin Kur’an’a dayalı öğrenme ve öğretme gibi bütün hususları içermesi en kuvvetli ihtimaldir.60
4. 2. Meclis ve Halka
Mesciddeki eğitim-öğretim faaliyetleri “meclis” kavramıyla ifade edilmiştir. Hz. Peygamber’in Mescid-i Nebevî’deki derslerine “meclisu’l-ilm”, iç içe daire şeklinde oturarak bu derleri alanlara da “halka” adı verilmiştir. Halkalara ders verme işinde kimi zaman bazı sahabîler de yardımcı olmuşlardır. Bunlardan biri olan Ubâde b. Sâmit mescidde Kur’an dersleriyle birlikte okuma-yazma da öğretmiştir.61
Meclis terimi ilk olarak bir hocanın herhangi bir camide işgal ettiği makam, daha sonra da içinde eğitim-öğretim faaliyetleri ve ilmî tartışmaların yapıldığı her türlü “oturum” için kullanılmıştır. Derslerin oturma ağırlıklı bir anlam ifade eden “meclis” terimiyle karşılanması ile hocanın ders verme pozisyonu arasında sıkı bir ilişki vardır. Zira Hatîb el-Bağdâdî şu tespitinden de anlaşılacağı gibi o zamanki ders hocaları derslerini genellikle oturarak verirlerdi: “Sonra Cuma namazına gelirler, iki rek’at namaz kılarlar, ardından ilim öğretmek için oturup yerlerini alırlardı”.62 Mescid eğitim terminolojisinde “meclis” terimi ağırlıklı olarak ders anlamında kullanılmışsa da, bazen ilgili dersin verildiği yer ve hocadan öğrencisine geçen misyon için de kullanılmıştır. Aşağıdaki üç örnek sırayla bu kullanımları göstermektedir:63

Sadece bir veya iki hadis meclisi (dersi) verdi
Hadis imlâ ettirdiği meclisine (ders yerine) geçti.
Hocasından sonra onun meclisine geçti (misyonunu yüklendi).

Önceleri “meclis” denildiğinde akla hadis dersleri gelirdi. Fakat zamanla ilimlerin nitelik ve niceliklerinde meydana gelen gelişmelere paralel olarak başka dersler için de kullanılmıştır. Hangi ilmin kast edildiğini netleştirmek için bu terim ilgili ilmin adıyla birlikte tamlamalı olarak kullanılmıştır. Bu konuda göze çarpan belli başlı kullanım şekilleri şunlardır:64

Meclisin adı Mâhiyeti
Meclisu’ş-şuarâ Şairlerin bir araya geldikleri meclis
Meclisu’l-edeb Edebiyatçıların bir araya geldikleri meclis
Meclisu’l-va’z Vaaz ve ilmî konuşmaların icrâ edildiği meclis
Meclîsu’n-nazar Münâzara meclisi
Meclisu’l-hadîs Hadis meclisi
Meclisu’t-tedrîs Fıkıh ağırlıklı meclis
Mecmisu’l-hüküm Kadının davalara baktığı meclis
Meclisu’l-fetvâ Fetvâların verildiği meclis
Meclisu’l-ilm Dinî olsun olmasın her türlü ilim meclisu.
Halka sistemi daha Asr-ı Saâdet’te başlamıştır. Bu dönemde Mescid-i Nebevî’de kendine mahsus ders halkası olan sahabîlerden Câbir b. Abdullah’ın adı geçmektedir.65 Fustat’ta Amr b. Âs tarafından yaptırıldığı için kendi adıyla anılan Mescid özellikle 38/658 yılında tam bir ilim merkezi hâline gelmişti. Makrîzî bu yılda Muhammed b. Abdurrahman el-Hanefî’nin bu mescidde teşkil edilen 40 küsur ders halkası gördüğünü nakletmektedir.66
Mezhep imamları eğitimlerini camilerdeki halkalarda almış ve daha sonra kendileri de bu halkalarda ders vermişlerdir. Örneğin İmam Şafiî (ö. 204 / 820) küçük yaşlardan itibaren camilerdeki ders halkalarına katılmış, daha sonra kendisi bu tür halkaların müderrisi olmuştur. Camide talebe okutan Ebû Hanife (ö. 150 / 767) öğrencilerine derslerini yüksek sesle müzakere ettirirdi. İmam Malik (ö. 179 / 795) Mescid-i Nebevî’de, Hasan Basrî de Basra Mescidi’nde eğitim-öğretimle meşgul olmuşlardır. Çok yönlü bir İslâm âlimi olan Taberî (ö. 310 / 923) de tefsir, hadis, mantık, tarih, matematik ve tıp alanlarında zamanının bir kısmını eser yazmaya, bir kısmını da camide ders vermeye ayırırdı.67
Halka bütün camilerde bulunurdu. V./XI. yüzyılın ortalarında Bağdat Camii halkalarında İslâmî ilimler ya da yardımcı ilimlerden birisinin okutulması dışında; fetvâ, münâzara, hem fetvâ hem münazara, vaaz, hem münâzara hem vaaz gibi farklı ilimler de okutulurdu.68 Makrîzî’nin kaydettiğine göre Kahire’deki Amr b. Âs Camii’nde çeşitli ilimlerin okutulduğu 40’tan fazla halka bulunuyordu.69 Emeviyye Camii’nin hariminde, avlusunda ve revaklarında çeşitli ders halkaları kurulurdu. Bunlardan ilki Abdulmelik b. Mervân zamanında (685-705) Hişâm b. İsmaîl el-Mahzûmî tarafından oluşturulmuştur. Bu camideki en önemli ders halkası “Kubbetu’n-Nesr”in altındaki yüksek eğitim halkasıydı. Bu halkada ders veren hocalara “muderrisu’l-kubbe” (kubbe öğretmenleri) adı verilirdi. Camide çeşitli ilimlerle ilgili ders halkaları yanında iki kırâat meclisi de vardı. Bu iki meclise katılanların sayısı 600 kadardı. Bunların ilgili ders halkalarına düzenli olarak devam edip etmedikleri kontrol edilirdi. Burada 11 ilim halkası, 120 Kur’an okuma ve öğretme halkası, 5 hadis halkası ve büyüklerine 300-400 kişinin katıldığı 24 ayrı sub’ meclisleri (Kur’an’ın yedide birinin okunduğu meclisler) kurulmuştur.70
Şevkî Dayf’ın Abbasilerin ilk dönemlerinde uygulanan halka sistemi hakkında söylediklerini burada özetlemekte yarar görüyoruz:
“Dönemin en büyük eğitim kurumları olan mecidler gençlerin eğitiminde birer akademi gibi görev yapıyorlardı. Hocalarının etrafında halka oluşturan talebeler, hocalarının sözlü sunumlarını ve yazılı diktelerini kaydederlerdi. Hoca genellikle cami içindeki sütunlardan birine sırtını dayar, sonra sözlü anlatım ve yazılı diktelerine başlardı. Her ilmin kendine göre bir veya birkaç halkası vardı. Fıkıh halkası, hadis halkası, kıssacılar halkası, tefsir halkası, kelâm halkası, dil halkası ve edebiyat halkası bunların başında gelirdi. Fakihlere ait fıkıh halkaları bunların en kalabalığı idi. Zira yargı teşkilatlarında görev almak isteyenler bu halkalara akın ederlerdi. Kelâmcıların halkaları da çok kalabalık olurdu. Kelâmcılar bazen kendi aralarında bazen de öteki fırkaların mensuplarıyla hep tartışma içinde olurlardı. Bunun yanında dilcilerin etrafında da oldukça geniş ve kalabalık halkalar oluşurdu”.71
Öyle anlaşılıyor ki halka âlimi zorunluluk olmadıkça yerini değiştirmez, aynı halkada uzun bir süre ders vermeye devam ederdi. Nitekim Yakût el-Hamevî (ö. 626 / 1229)’nin bildirdiğine göre 323 / 935 yılında vefat eden Nifteveyh lakaplı İbrahîm b. Muhammed adlı dil âlimi Bağdat’ta Mansûr Camii’nde aynı halkada ve aynı sütûna sırtını dayayarak tam 50 yıl lugat ve nahiv dersleri vermiştir.72 Dil ve edebiyat halkası olan bazı müderrislerin okuttukları talebelerden ücret aldıkları da görülmektedir. Örneğin Muberred (ö. 286 / 899)’in ders halkasına müracaat eden Zeccâc (ö. 311 / 923) kendisinden nahiv öğrenmek istediğini söylemiş ve karşılıklı yapılan görüşme ve pazarlık sonucu Zeccâc’ın Muberred’e günde bir buçuk dirhem vermesi üzerine anlaşmışlardır.73 Muberred sadece bazı öğrencilerinden değil, devletten de ücret almıştır. Aslında kendisine devlet tarafından maaş bağlanan sadece Muberred değil, onun gibi birçok dil ve edebiyat uzmanına düzenli maaş bağlanmıştır. Örneğin dönemin halifeleri tarafından ünlü dilcilerden Sa’leb (ö. 291 / 904)’e yıllık maaş, İbn Dureyd (ö. 321 / 933)’e ayda 50 dinar düzenli maaş bağlanmıştır.74
4. 3. Mustemlî, Nakîb, Kâtibu’l-Gaybe
Bazen halkalar çok geniş olduğu için hocanın sesi uzakta olanlara gitmeyebilir, gitse de anlaşılmayabilirdi. Bu durumda, görevi bu öğrencilerle hoca arasında uygun bir yerde durarak hocanın söylediklerini yüksek sesle öğrencilere aktarmak olan biri vardı ki ona “mustemlî” denirdi. Hocanın söyledikleri mustemlî tarafından yüksek sesle talebelere aktarılırdı.75
“Nakîb”, camilerdeki ders halkalarına hocaları tayin etmekle görevli resmî kişilere verilen unvandı. Hocalar camilerde gelişigüzel ders vermezlerdi ve her isteyen de halkaya hoca olmazdı. Bunun bir atama ve disiplini vardı ki bundan “nakîb” sorumluydu. Makdısî’nin kaydettiğine göre nakîb bir nevi “Hocalar Loncası Başkanı” gibi bir konuma sahipti ki onun başında bulunduğu bu lonca Paris’te 13. yüzyılda ortaya çıkan üniversite yönetiminin (üniversitas magistromu bir benzeriydi.76 Yakût el-Hamevî’nin bildirdiğine göre Hatîb el-Bağdadî Mansûr Camii’nde hadis halkası hocası olmak için dönemin halifesi Kâim Biemrillah’tan izin istemiş, halife bu atamanın yapılması için onu ilgili nakîbe havale etmiş, nakîb bundan dolayı halifenin huzuruna çıkarak konuyu birlikte müzakere etmişlerdir.77
Diğer terimimiz olan “kâtibu’l-gaybe” teknik olarak yoklama sorumlusu demektir. Öğrencilerin ders halkalarına devam edip etmediklerini tespit eden ve böylece devam-takip işlerinden sorumlu olan bu yetkili hem derse mazeretsiz gelmeyen, hem de geldikleri hâlde halka hocasının yazdırdığı konuları yazmayan öğrencilerin isimlerini yazıp bir üst makama bildirirdi. Geçerli bir mazereti olmaksızın derse gelmeyen öğrencinin cami vakfının gelirinden pay almasının meşrû görülmemesi, yoklama işine işlerlik kazandıran faktörlerden biriydi. Şam Emeviyye Camii’nde öğrenciler gibi hocaların da devam-takibinden sorumlu yoklama sorumluları vardı. Bu devam-takip sonucu görevlerine gelmedikleri tespit edilen bazı hocalar görevden alınmışlardır.78
4. 4. Mutasaddir, Tasdîr, Mîâd
Bu üç terim camilerin kadrolu hocalarıyla ilgilidir. Şöyle ki; camilerin bazı hoca kadroları daimiydi. Bu bakımdan onları daimi olmayan kadrolardan ayırmak için mutasaddir, tasdîr ve mîâd unvanları kullanılmıştır.
“Mutasaddir”, camide verdiği eğitim hizmeti karşılığında cami vakfının gelirlerinden pay alırdı. Caminin “tasdîr” kadrosu için vakıflardan ayrılan pay caminin onarım ve tefrişatı için ayrılan paydan ayrıydı.79 Makrızî’nin bildirdiğine göre 380/990 yılında Kahire’de Hakim Camii’nde bulunan tasdîr kadrosuna Alaeddîn Konevî atanmıştır.80 Ezraî’nin Şam Emeviyye Camii’nde bir tasdîr kadrosu olduğu gibi, Şeyh Cemaluddîn et-Tîmanî (ö. 815/1412)’nin de bu camide bir tasdîr kadrosu mevcuttu.81
Üçüncü terim olan “mîâd”, dinî içerikli bir dersle ilgili yapılan takrîr şeklinde tanımlanmaktadır.82 Bu terim hem ihtisas eğitimi veren hocalarının halkaları, hem de hocaların kendileri için kullanılmıştır ki burada bizi doğrudan ilgilendiren onun bu ikinci kullanımıdır. Tasdîr gibi mîâd da maaşlı bir kadroydu.83 Bundan dolayıdır ki bazı kaynaklarda bu kadroya atananlar için şu cümleler kullanılmıştır:84

= Mîâd olarak maaşlı kadroya atandı.

= Mescidde mîâd olarak çalışıyordu.

4. 5. İşğâl/İştiğâl, Muşğil/Muştağil
Cami eğitiminde ihtisaslaşmaya ilişkin bu terimler mutasaddir ve ondan ihtisas dersleri alan öğrenciler hakkında kullanılmıştır. Bu bağlamda, ihtisasın hocayı ilgilendiren öğretme etkinliği “işğâl”, öğrenciyi ilgilendiren öğrenme etkinliği de “iştiğâl” olarak ifade edilmiştir. Yine bu çerçevede ihtisas dersleri veren hocaya “muşğil”, bu dersleri alan öğrenciye de “muştağil” unvanı verilmiştir. Ancak ihtisas için tahsis edilen halkaya genellikle “Haleketu’l-İştiğâl” (İhtisas Halkası) denilirdi ve bu ifade hem hoca hem de öğrenciyi içine alacak şekilde kullanılırdı. Kaynaklarda bu alandaki eğitim-öğretim etkinliklerini ifade etmek üzere kullanılan (işteğale) fiili bazen “ba” ve “fa”, bazen de “alâ” edatlarıyla kullanılmaktadır. Bu fiil “ba” ve “fa” edatları ile kullanıldığı zaman “bir konuda çalışma ve araştırma yapmak” anlamlarını ifade ederken, “alâ” edatı ile kullanıldığında “bir hocanın gözetimi altında araştırma yapmak” anlamını ifade etmektedir.85
5. Eğitimin Camiden Medreseye Kaymasının Nedenleri
5. 1. Camilerdeki Halka Sayısının Artması
Cami eğitimine duyulan büyük ilgi neticesinde ders halkalarına katılan öğrencilerin sayısı günden güne artmış, bazen aynı camide birden fazla halka teşkil edilmiştir. Bu da doğal olarak beraberinde mekân sıkıntısını getirmiştir. Yakût’a göre 299/911 yılında vefat eden Muhammed b. Ahmed el-Keysân’ın camide büyük bir ders halkası vardı. Bu halka ondan ders almaya gelen talebelerin yanında, kimi zaman eşraf ve reislerle de dolup taşıyordu. Bazen caminin kapısında bu kesimlere ait 100 kadar binek hayvanının bulunduğu görülmüştür.86 Aşağıdaki veriler camilerdeki ders halkaları ve talebe izdihamı hakkında birer gösterge sayılır:
Halka Öğrenci sayısı
Radiyuddîn Nîşâbûrî 400 kişi87
Ebû Tayyib es-sa’lûkî 500’den fazla88
Ebû Hâmid el-İsferayînî 300-700 arası89
Muhammed b. Süleyman en-Na’alî 17 sütun arası90
Emeviyye Camii Kırât halkası 600 kadar91

İşte, Dervîş Yûsuf Hasan’ın da ifade ettiği gibi; “medrese inşâ etme fikrinin ortaya çıkmasında etkili olan en önemli nedenlerden biri camilerdeki ders halkalarında oluşan yoğunluk ve buna paralel olarak öğrenci sayısında görülen artıştır”.92
5. 2. Sesli Tartışmayı Gerektiren Bazı Dersler
Kendileri için halkalar teşkil edilen ve her biri doğası gereği beraberinde yüksek sesle münakaşayı getiren “kelâm”, “”cedel” ve “münâzara” dersleri işlendiği vakit yaşanan tartışmalar camiye namaz ve ibadet için gelenleri olumsuz etkiliyor ve bu da ister istemez bazı şikâyet ve tepkilere neden oluyordu.93
6. Medreselere Rağmen Cami Eğitiminin Devam Etmesi ve Nedenleri
Camiler medreselerin kuruluşundan sonra da birer okul gibi eğitim-öğretimin merkezi olmaya devam etmişlerdir. Nitekim medrese eğitiminin büyük gelişmeler gösterdiği VIII. yüzyılda hem Şiraz Camii’nde hem de Bağdat’taki Mansûr Camii’nde eğitim-öğretime devam edilmiştir. Aynı yüzyılda İbn Tolûn Camii’nde dört mezhebe göre fıkıh dersleri okutulduğu gibi, diğer dersler de okutulurdu. 767/1365 yılında buraya Hanefî fıkıh müderrisi olarak yedi kişilik bir kadro tahsis edilmiştir.94
Şam’da birçok medrese bulunmakla birlikte Emeviyye Camii’nde eğitim ve öğretim önemli bir yer tutmuştur. Caminin harimi ile avlu ve revaklarında çeşitli ders halkaları teşkil edilmiştir. Diğer İslâm ülkelerinden gelen meşhur âlimler de bu ilmî sohbetlere katılarak çeşitli alanlarda sorulan sorulara cevap verirlerdi. Şam’a yeni gelen bir âlim büyük ilgi gören bu ilmî sohbetlerde yeteneğini kanıtlayamazsa hem oradaki ulemanın hem de halkın iltifâtına mazhar olmazdı ve tutunamayıp geri gitmek zorunda kalırdı. Camide çeşitli İslâmî ilimlerle ilgili kurulan ders halkalarının yanında iki kırâat meclisi de vardı. Bu iki meclise katılanların sayısı 600 kadardı. Bunların bu ders halkalarına düzenli bir şekilde devam edip etmedikleri kontrol edilirdi.95 İslâm dünyasının büyük bir ilim ve kültür merkezi olan bu caminin eğitim-öğretimdeki fonksiyonu seyyâhlar için de önemli bir malzeme teşkil etmiştir. Bunlardan biri olan İbn Cubeyr “Seyahatnâme”sinin muhtelif yerlerinde bunu konu edinmiş; Ahmed Çelebî de bunları şöyle özetlemiştir:
“Burada talebeler için ders halkaları vardı. Müderrislere bol maaş ve yiyecek tahsisatı yapılıyordu. Caminin batı tarafında Mağribli talebelerin ders okudukları bir Malikî Zâviyesi yer alıyordu. Bu caminin yabancılara ve ilim talebelerine sağladığı pek çok imkân vardı. En hoş tarafı da eski ve yeni iki maksûre arasındaki sütunlardan birine müzakere ve ders için sırtını dayayan zât için muayyen bir vakfın tahsis edilmiş olmasıdır. Bâbu’l-Berîd denilen kapıdan çıkarken sağ tarafta, ortasında suların aktığı bir de sarnıç bulunan bir Şafiî Medresesi yer alıyordu. Caminin batı tarafında duvarın hizasında Hanefîlere mahsus olmak üzere namaz kılınan ve ders verilen bir oda vardı. Camide talebelerin kitap istinsâhı ve ders çalışmaları için çok sayıda zâviye mevcuttu. Bütün bunlar talebelere sağlanan imkânlar cümlesindendir”.96
Endülüs’teki merkezî camiler her zaman birer medrese görevini görmüşlerdir.97 Osmanlılar döneminde de medreselere rağmen camilerin eğitim-öğretim merkezi olarak benimsenmesi devam etmiştir. Hücre adı verilen mevcut medrese odalarında ikamet eden talebeler belirli dersleri medreselerde, genel dersleri ise camilerde takip ederlerdi. Takrîr yöntemiyle halka açık bir şekilde verilen bu dersler için XVII. yüzyıldan itibaren “dersiâm”lar tayin edilmiştir.98 Mehmet Bulut bu konuda şunları nakletmektedir:
“Osmanlı döneminde camilerde verilen vaaz ve hutbelerden başka, camilerde belli bir kitap takip edilerek dersler yapılmış ve buna “cami dersleri” denmiştir. Bu dersler ramazanın dışında bütün aylarda sürdürülebilmiştir. Dersler yüksekçe bir minber üzerine konulan bir rahleden takrîr şeklinde verilmiştir. Bu dersi verenlere dersi’âm denilmekteydi”.99
İslâm dünyasında camilerde yapılan eğitim-öğretimde zamanla lokal ve genel bazı yenilikler yapılmıştır. Bu bağlamda XVIII. yüzyılda Hindistan’da cami eğitiminde Arapça’nın yanında Farsça da büyük bir önem kazanmış, Kahire’de Ezher Camii’nde 1872 yılında müderris alımında imtihan usulü getirilmiş, ehil olmayan kimselerin talebelere verilen aylıklardan yararlanmalarını önlemek için talebelere kayıt olma şartı getirilmiştir.100
Mescidin eğitim-öğretim fonksiyonunun bugün de sürdüğüne dikkat çeken çağdaş eğitimcilerimizden Beyza Bilgin özetle şunları kaydetmektedir: Camilerin ve mescidlerin öğretim yerleri olma özellikleri bugün de devam etmektedir. Okullardaki din dersi öğrencileri ile cami cemaatı genel olarak aynı çevrenin şartlarından etkilenme ve şekillenme bakımından birbirine benzerler. Camilerdeki din dersi duygusal yönü ağır basan, görüş veren, davranış geliştiren ve inancı uygulamaya dönüştüren bir amaç gütmektedir. Çevre-cami-okul üçlüsünün öğretim amaçları arasındaki birlik, yetişmekte olan neslin çalışmalarını ve başarılarını etkileyen çok önemli bir husustur. Cami cemaatının durumu cami çalışmalarına iki imkân verir: Birincisi, burada bir araya toplanan kişiler değişik derecelerde olsa da inancı yaşayan kişilerdir. İkincisi, buradaki görevli, cemaatın hem iç yaşantılarını hem de toplumsal yaşantılarını etkileyerek davranışlarını geliştirmelerine katkı sunmaktadır. Bu imkânları ile cami derleri din olgusunu cemaat terbiyesi ile birlikte yaşatarak öğretmektedir.101
Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız gibi, medreselere rağmen cami eğitimi kesintisiz bir şekilde devam etmiş ve önemini yitirmemiştir. Bunun önemli nedenleri şunlardır:102
1) Medreselerdeki öğrenci sayısına sınırlamalar getirilebilmesine rağmen cami halkalarındaki öğrencilere herhangi bir sayısal sınırlandırma getirilmemiştir. Bir kişilik bile yer kaldığı sürece herkes istediği zaman gelip bu halkalardan istifade ederdi.
2) Medreseleri kuran şahıslar buralarda ders verecek olan müderrisleri kendileri tayin ederlerdi. Bundan dolayı çoğu kez atayacakları müderrislerde belirli bir mezhebe bağlı olma gibi özel şartlar ileri sürebiliyorlardı. Örneğin Mısır’da “el-Mecdiyyetu’l-Halîliyye Medresesi” eğitime başlarken vakıf sahibi olan kişi bir Şafiî müderris ve 20 talebe şartını koymuştur. Bu ise, bu şartı taşımayan müderrislerin cami derslerine yönelmelerine yol açmıştır.
3) Camilerin bütün insanlara açık oluşu, eğitim gören talebeler kadar dersleri dinlemek isteyen öteki insanların da rahatlıkla girip çıkabilmeleri, bunun için halkalara adeta dinleyici kontenjanı olarak boş yerlerin bırakılması gibi gelenekler de medreselere rağmen cami eğitimini cazip hâle getirmiştir.

Sonuç
Mescidin eğitim-öğretim fonksiyonuna ayırdığımız bu çalışmamızda vardığımız sonuçları aşağıda birkaç madde halinde özetleyebiliriz:
1) Hz. Peygamber’in henüz hicret yolculuğunu tamamlamadığı, yani Medine’ye varmadığı sırada yaptırdığı Kuba Mescidi’nde ilim halkaları teşkil edilmiş, bu halkalar Medine’de yapılan Mescid-i Nebevî’de çok amaçlı olarak devam etmiştir.
2) Başta Mescid-i Nebevî olmak üzere medine’deki dokuz mescid eğitim-öğretim için seferber edilmiş; taşradan gelenlere eğitim imkânları sunulmuş ve haftanın bir gününde mescid kadınların eğitimine tahsis edilmiştir. Böylece belki de dünyada kadına yönelik ilk özel eğitim örneği ortaya konulmuştur.
3) Cami eğitiminde sadece dinî ilimler değil; aynı zamanda dil, şiir, edebiyat, tarih, coğrafya, astronomi, felsefe, tıp ve daha birçok ilim de okutulmuştur.
4) Zamanla yoğunlaşan cami eğitiminde bu eğitimin doğurduğu bir terminoloji ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda görülen terimlerin başında “meclis”, “halka”, “tedârüs”, “mutasaddir”, “mîâd”, “işğâl/iştiğâl”, “muşğil/muşteğil”, “müstemlî”,“kâtibu’l-ğaybe ve “nakîb” gelmektedir.
5) Camilerdeki halka sayısının çok artmasına paralel olarak yaşanan mekân sıkıntısı ve yüksek sesle tartışmayı gerektiren “kelâm”, “cedel” ve “münazara” gibi bazı ilimlerin ortaya çıkması eğitimin camiden medreseye kaymasını gerektirmişse de cami eğitimi önemini yitirmemiştir. Medreselerde öğrenci sayısına sınırlamalar getirilmesi, medreseyi kuran şahısların tayin ettikleri müderrislerde belli bir mezhebe bağlı olma gibi sınırlayıcı şartlar araması ve caminin aksine medrese kapısının avam halka açık olmaması gibi nedenler medreselere rağmen caminin eğitim-öğretim fonksiyonlarına devamlılık kazandıran nedenlerin başında gelmektedir.

Doç. Dr., Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

1 Bkz. Martin A. Cohen, “Synagouge”, The Encyclopedia of Religion, New York 1987, XIV, 210; Galip Atasağun, İlahî Dinlerde Dinî Semboller, Konya 2002, s. 82-83.
2 Cohen, a. g. e., XIV, 210 ve devamı.
3 Bkz. Cevvâd Alî, el-Mufassal fî tarîhi’l-Arab kable’l-İslâm, Şerîf Radî Yayınları, VIII, 295.
Yakût el-Hamevî, Mu’cemu’l-buldân, Kahire ts., IV, 808; Nasiruddîn el-Esed, Masâdiru’ş-şi’ri’l-câhilî, Beyrut 1996, s. 51.

5 Râğıb el-İsfahanî, el-Mufredât fî ğarîbi’l-Kur’an, nşr.: Muhammed Seyyid Geylanî, Beyrut ts., s. 223.
6 Meşhed, veli olarak tanınan şahısların mezarı üstünde veya çevresinde kurulan ziyaret camilerine denir. Bkz. Semavi Eyice, “Meşhed”, DİA, XXIX, 56.
7 Musalla, erken İslâm dönemlerinde daha çok bayram, cenaze ve yağmur namazlarının kılındığı geniş sahalara denir. Bkz. Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, İstanbul 1977, II, 197.
8 Bkz. Takiyyüddîn Ebûbekir b. Zeyd el-Cerra’î, Tuhfetu’-raki’ ve’s-sacid fî ahkâmi’l-mesâcid, nşr.: Tâhâ Velî, Beyrut 1981, s. 11, 13.
9 Bkz. Ahmet Önkal-Nebi Bozkurt, “Cami”, DİA, VII, 46-47.
10 Râğıb el-İsfahanî, el-Mufredât, s. 96-97.
11 Önkal-Bozkurt, “Cami”, DİA, VII, 46.
12 Bkz. Ahmet Güç, Dinlerde Mâbed ve İbadet, Ensar Neşriyat, 2. bs., İstanbul 2005, s. 221.
13 Bkz. Türk Ansiklopedisi, Ankara 1975, IX, 256.
14 Alî Câdelhak, “el-Mescid”, el-Ezher, Kahire 1416 (Ramazan Eki).
15 Education in İslâm-The role of Mosque Foundation for Science and Technology and Civilisation. www.mus limheritage.com
16 Câdelhak, “el-Mescid”, el-Ezher, s. 17.
17 Ahmed Çelebî, İslâm’da Eğitim Öğretim Tarihi, çeviren: Ali Yardım, İstanbul 1983, s. 59.
18 İbn Hac el-Adberî, el-Medhal, Kahire 1939, I, 85.
19 Çelebî, İslâm’da Eğitim Öğretim Tarihi, s. 98.
20 Muhammed b. Abdulhayy el-Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, çeviren: Ahmet Özel, İstanbul 2003, II, 286-287.
21 Bkz. Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi, çeviren: Salih Tuğ, İstanbul 1993, II, 768.
22 Hamîdullah, İslâm Müesseselerine Giriş, çeviren: İhsan Süreyya Sırma, İstanbul 1992, s. 56, 67-68.
23 Bkz. Talat Koçyiğit, Hadis Tarihi, Ankara 2003, s. 18.
24 Bkz. İzzuddîn Alî b. Muhammed b. Esîr, Usdu’l-ğâbe fî ma’rifeti’s-sahâbe, Kahire 1971, III, 175.
25 Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 57.
26 Bkz. M. Mustafa A’zamî, Studies in Early Hadith Literature, Beyrut 1968, s. 4.
27 Krş. İbn Mâce, “Mukaddime”, 17; Buharî, “İlim”, 25.
28 Bkz. Buharî, “İlim”, 100; Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 303-304.
29 Yakût, Mu’cemu’l-udebâ, XV, 29.
Zeynuddîn Ahmed b. Abdullatîf ez-Zubeydî, Muhtasaru Sahîhi’l-Buharî, İstanbul 1984, “Fadâilu’l- Kur’an”, s. 422-426.
31 Bkz. Corcî Zeydân, İslâm Uygarlıkları Tarihi, çeviren: Nejdet Gök, İstanbul 2004, I, 633.
32 Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 289.
33 Zubeydî, Muhtasaru Sahîhi’l-Buhârî, “Kitâbu’t-Tefsîr”, s. 398-421.
34 Zeydân, İslâm Uygarlıkları Tarihi, I, 631-632.
35 Pedersen, “Mescid”, İA, VIII, 47.
36 Bkz. İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, Haydarabâd 1925, II, 43.
37 Koçyiğit, Hadis Tarihi, s. 90.
38 Koçyiğit, Hadis Tarihi, s. 92.
39 Buhârî, “İlim”, 71.
40 Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 306-307.
Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 288.
42 Geniş bilgi için bkz. Muhammed b. Abdulkerîm b. Şehristanî, el-Milel ve’n-nihal, çeviren: Muharrem Tan, İzmir 2006, s. 49-50; Abdulkâhir Bağdâdî, el-Fark beyne’l-firak, nşr.: Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Beyrut ts., s. 20 ve devamı, aynı müellif, Kitâbu’l-milel ve’n-nihal, Beyrut 2006, s. 83; Abdurrahman Bedevî, Mezâhibu’l-İslâmiyyîn, Beyrut 1971, s. 85; Ebu Fadl Abbâs b. Mansûr es-Seksekî, el-Burhân fî ma’rifeti akâidi ehli’l-edyân, Beyrut 2004, s. 80.
43 Bkz. Johs Pedersen, “Mescid”, İA, VIII, 62.
44 Buhârî, “Tıb”, 30.
45 Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 45.
46 Bkz. Hasan İbrahîm Hasan, Tarîhu’l-İslâm, Mısır 1964, II, 347.
İbnu Ebi Usaybi’a, Uyûnu’l-enbâ fî tabakâti’l-etibbâ, nşr.: August Muller, 1884, s. 688.
48 George Makdisî, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, çeviren: Ali Hakan Çavuşoğlu-Hasan Tuncay Başoğlu, İstanbul 2004, s. 148-149.
49 Câdelhak, “el-Mescid”, el-Ezher, s. 18.
50 Bkz. Celâluddîn Abdurrahman es-Suyûtî, Husnu’l-muhâdara, Kahire 1321, II, 138; Önkal-Bozkurt, “Cami”, DİA, VII, 50.
51 Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 383-384.
52 Rahman: 55/5.
53 Yûnus: 10/5.
54 Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 384.
55 Hamîdullah, İslâm Müesseselerine Giriş, s. 60-61.
56 Suyûtî, Husnu’l-muhâdara, II, 138.
57 Zeydân, İslâm Uygarlıkları Tarihi, I, 648.
58 Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 57.
59 Müslim, “Zikir”, 38.
60 Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 288-289.
61 Bkz. Önkal-Bozkurt, “Cami”, DİA, VII, 50.
62 Hatîb el-Bağdâdî, el-Fakih ve’l-mutefakkih, nşr.: Şeyh İsmaîl el-Ensârî, Kahire 1975, II, 131.
63 Bkz. Makdısî, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s. 49-50.
64 Bkz. Makdısî, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s. 50.
65 Kettânî, et-Terâtibu’l-idâriyye, II, 287.
66 Bkz. Ahmed b. Alî el-Makrîzî, el-Hitat ve’l-asâr fî Mısr ve’l-Kahire ve’n-Nîl ve mâ yete’allaku biha mine’l-ahbâr, Mısır ts., II, 246, 255-256.
67 Önkal-Bozkurt, “Cami”, DİA, VII, 50.
68 Makdisî, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s. 52.
69 Makrizî, el-Hitat, II, 246.
70 Ahmet Özel, “Emeviyye Camii”, DİA, XI, 110.
71 Şevkî Dayf, el-Asru’l-Abbasiyyu’l-Evvel, Kahire 1966, s. 100-101.
72 Bkz. Yâkût, Mu’cemu’l-udebâ, I, 256.
73 Bkz. Yâkût, Mu’cemu’l-udebâ, I, 131.
74 Dayf, el-Asru’l-Abbasiyyus-Sânî, s. 119.
75 Dayf, el-Asru’l-Abbasiyyu’l-Evvel, s. 100.
76 Bkz. Makdısî, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s. 53.
77 Yakût, Mu’cemu’l-udebâ, IV, 16.
78 Bkz. Tâcuddîn es-Subkî, Muîdu’n-niâm ve mubîdu’n-nikâm London 1908, s. 147, 157.
79 Bkz. Makdısî, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s. 299.
80 Makrızî, el-Hitat, II, 278.
81 Makdısî, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s.298-299.
82 Bkz. R. Dozy, Supplement auxdictionnaires arabes, Leiden 1927, “m-‘a-d” maddesi.
83 Makdısî, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s. 309.
84 Bu ifadeler için bkz. Makrızî, el-Hitat, II, 391, 411.
85 Makdısî, Ortaçağ’da Yüksek Öğretim, s. 300-301.
86 Bkz. Yakût, Mu’cemu’l-udebâ, VI, 282.
87 Kazvînî, Asâru’l-bilâd ve ahbâru’l-ibâd, Beyrut ts., , s. 317.
88 Tacuddîn es-Subkî, Tabakâtu’ş-Şâfiîyye el-Kubrâ, Kahire 1324, II, 170.
89 Subkî, a. g. e., III, 25.
90 Suyûtî, Husnu’l-muhâdara, I, 212.
91 Özel, “Emeviyye Camii”, DİA, XI, 110.
92 Dervîş Hasan Yûsuf, el-Usretu’ş-Şehrezûriyyeve devruha es-Siyasî ve’l-hedarî, Erbil 1998, s. 129.
93 Bkz. Tahir Muzaffer Amîd, “Devru’l-medârisi’l-eseriyye fi’t-ta’lîmi fi’l-asri’l-Abbasî”, Mecelletu Kulliyeti’l-Adâb, Bağdat Üniversitesi, yıl: 1979, sayı: 27, s. 117.
94 Pedersen, “Mescid”, İA, VIII, 56.
95 Özel, “Emeviyye Camii”, DİA, XI, 110.
96 Çelebî, İslâm’da Eğitim Öğretim Tarihi, s. 103.
97 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları İlim ve Kültür Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları / 239, Ankara 1997, s. 5-6.
98 Önkal-Bozkurt, “Cami”, DİA, VII, 51.
99 Mehmet Bulut, “Okuma Toplantılarına Yeniden Hazır Mıyız?”, Diyanet Aylık Dergi, Mart 2006, sayı: 183, s. 23.
100 Pedersen, “Mescid”, İA, VIII, 70.
101 Beyza Bilgin, Eğitim Bilimi ve Din Eğitimi, Ankara 1988, s. 41-42.
102 Bu nedenler için bkz. Çelebî, İslâm’da Eğitim Öğretim Tarihi, s. 41-42.