Makale

Nimet ve Musibet Anında Savrulmamak

Nimet ve Musibet Anında Savrulmamak

Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

“İşte, Allah (size) bir örnek veriyor; güvenlik ve refah içinde bir şehir (düşünün ki), oraya (ahalisinin) rızkı her yandan bolca akıp duruyordu; ama ahalisi tutup Allah’ın nimetine karşı yakışmaz bir biçimde nankörlük etti ve bunun üzerine Allah da onlara, inatla yapageldikleri (kötülüklerden) ötürü kuşatıcı bir açlık ve korku felaketi tattırdı.”
(Nahl, 16/112.)

“Nan” Farsçada “ekmek”, “kör” de Türkçemizdeki manasıyla “görmeyen” anlamlarına gelmektedir. Dolayısıyla “nankör”, yediği ekmeği görmeyen, yapılan iyiliği bilmeyen kimse demektir. Arapçada aynı manada “küfran-ı nimet” terkibi kullanılır. Yani iyiliğe karşı nankör olmak, teşekkür etmesini bilmemek anlamlarına gelmektedir. Kur’an’da nankörlüğün timsali şeytan olarak gösterilir. (İsra, 17/27.)
İnsan tabiatında kendisine yapılan iyilikleri yeterince takdir edememe, kötülüklerden ise şikâyet edip sızlanma eğilimi vardır. İnsan sayısız nimete mazhar olmuştur. (İbrahim, 14/34.) Ancak genelde bunların kadr u kıymetini bilmez, bunlardan bahsetmez. Fakat bir musibete uğradığı zaman, şikâyet eder, sızlanıp durur. Aslında tersi olması gerekmez mi? Çünkü insan maruz kaldığı musibetlere nazaran sayısız lütuf ve ihsana mazhar olmaktadır. Nitekim insanla ilgili olarak Âdiyat suresinde geçen “kenud” terimi, iyilikleri unutan, kötülükleri ise sayıp döken anlamında yorumlanmaktadır.
Nankörlük esas itibarıyla inanmayan insanın karakteridir. (Ankebut, 29/65-66.) Ancak inananlar olarak bizlerde de bu tür bir eğilimin olduğunu inkâr edemeyiz. Nitekim bir musibete uğradığımızda yanlış düşüncelere kapılabilmekteyiz. “Allah’ım, ben buna layık mıyım?”, “Şimdi bunun zamanı mı?” gibi şeytani düşüncelerle zihnimiz bulanabilmektedir.
Her birimiz, insan psikolojisine ait bu gerçekliği şöyle veya böyle yaşarız. Zorluklar ve belalar karşısında işin ciddiyetini, hayatımıza çeki düzen vermenin gereğini anlarız. Rabbimize daha samimi ve içten yöneliriz. Ancak sahili selamete erince, hiçbir şey olmamış gibi, eski hâlimize döneriz.
Hud suresi 9-11. ayetlerinde kulluk şuuruna sahip olmayan insanla olan insanın, musibet ve nimet karşısındaki tutumları ortaya konur. İlk iki ayette birincilerin, son ayette de ikincilerin tepkisi beyan edilir. Dokuzuncu ayette musibet anında nankörleşen insan şöyle anlatılır: “Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir.” (Hud, 11/9; ayrıca bk. Fussılet, 41/49.)
Bu durumda insan sızlanıp durur; bahtsızlığından ve şanssızlığından yakınır. (Mearic, 70/20.) Hatta “Rabbim beni aşağıladı, haksızlık yaptı” gibi şeytani vesveselere kendini kaptırır. (Fecr, 89/16.) Tabii ki mümin bir insanın, bu tür saptırma ve ayartmalara kendini kaptırması olacak şey değildir.
Hud suresi 10. ayetinde de refah ve nimetin, kulluk şuuruna sahip olmayan insanın şımarıp nankörleşmesine sebep olduğu anlatılır: “Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak mutlaka “Kötülükler benden gitti” diyecektir. Çünkü o, şımarık ve böbürlenen biridir.” (Hud, 11/10.) Çünkü o, sahip olduğu mal, mülk, güç ve iktidar imkânları dolayısıyla kendisini yeterli görür, dolayısıyla isyana dalar. (Alak, 96/6-7.) Nitekim Kur’an, efsanevi zengin Karun’u buna örnek gösterir. (Kasas, 28/76.)
Kulluk şuuruna sahip olmayan insan, hayatın inişli çıkışlı yollarında kâh ümitsizliğe ve karamsarlığa kâh şımarıp kibre kapılır. Bir uçtan öbür uca savrulup durur. Başına bir musibet geldiği zaman, bu durumdan kurtulmanın mümkün olmadığı düşüncesine kapılır. Aynı şekilde bir nimet ve güzelliği tattığında da her şeyden emin olur, musibet ve belalardan azade olduğunu düşünür. Aslında hem karamsarlık hem de şımarıklık hâli, insan psikolojisi açısından aşırı uçlara işaret eder.
Bütün bu dalgalanmalar karşısında mümin insanın hâli farklıdır. Çünkü o, yaşadığı bu durumların ne anlama geldiğini çok iyi bilir. Dolayısıyla daima denge hâlini muhafaza eder. Ne musibet anında kendini iyice buna kaptırır, bedbin olur; ne de nimet anında hayatın zorluk ve belalarını unutup şımarır. Çünkü o, ifrat ve tefritten uzaktır. Bir uçtan başka bir uca savrulup durmaz.
Mümin, iç ve dış dünyasında yaşadığı gelişmeler karşısında yaprak misali sağa sola sürüklenmez. Zira o, denge ve itidali temsil eder. Ölçü ve ihtiyatı hiçbir zaman elden bırakmaz. Sabır ve kararlılıkla yoluna devam eder. Zorluğun peşinden mutlaka kolaylığın geleceğine inanır ve ümitsizliğe kapılmaz. (İnşirah, 94/5-6.) Refah ve rahatın da kalıcı olmadığını, her an bir imtihana tabi tutulabileceğini bilir. (Âraf, 7/99.) Nitekim onun bu hâli, inanmayanlardan farklı olarak, şu ayette veciz bir şekilde beyan edilir: “Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte onlar için bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır.” (Hud, 11/11.)
Kulluğun temeli, Rabbimizin sayısız nimet ve lütfuna mukabil, şükür duygusuyla O’na yönelmek ve nankörlük etmemektir. Mümin insan, daima bu psikolojiyi kendi iç dünyasında yaşar ve buna göre hareket eder. Bu açıdan başta beş vakit namaz olmak üzere bütün ibadetler bir nevi teşekkür ve şükür eğitimidir. Mümin sürekli olarak ilahî ihsan ve nimetlere karşı kulluk görevini yerine getirmeye çalışır.
Devamlı yaşanan bu duygu ve davranış tarzı, insanın beşerî ilişkilerine de yansır. Teşekkür ve hayırhahlık müminin âdeta karakteri hâline gelir. Bu durum onu, nankörlük ve vefasızlığa düşmekten kurtarır; aksine şükran ve iyilik yapma duygusuyla hareket eden bir insan hâline gelmesini sağlar. Tersini düşünmek de pek makul değildir. Çünkü Mevla’nın nimetlerine karşı sürekli şükür duygusuyla hareket etmek, doğal olarak onun kullarına karşı teşekkür duygusuyla hareket etme neticesini verecektir.
Minnettar olmak, şükretmek, önce Rabbimize karşı olan borcumuzdur. Ondan sonra anne-babamıza karşı teşekkür hisleri besleriz. Eşimize karşı bu duygulara sahibiz. Çünkü gerek anne-babamız, gerekse eşimiz, bizim için fedakârlık yapmakta, zorluk ve sıkıntılara katlanmaktadır. Yine ilim tahsil ettiğimiz hocalarımıza karşı vefa ve şükran duyguları taşırız. Zira onların bizim üzerimizdeki emeği çoktur. Onlar yeri geldiğinde, çocuklarına göstermedikleri ilgiyi ve alakayı bize göstermektedirler.
Rabbimize karşı şükrümüzü yerine getirmemiz, hem bireysel hem de toplumsal planda nimetlerin artmasına sebep olacaktır. (İbrahim, 14/7; Nuh, 71/10-12.) Nankörce bir hayat sürmemiz de, Allah korusun, aynı şekilde açlık ve korku felaketiyle sonuçlanacaktır. (Nahl, 71/112.)