Makale

Ömür Mevsimi

Ömür Mevsimi

Hilal Küçük Ufuktepe
Kız Kur’an Kursu Öğr. / Bağlum-Ankara

Bir incir ağacı gölgesi, bir yatak, bir küçük dolaptı ömre sığdırılan. Bir de hayatta paylarına düşen beklemek ve sabır vardı. Bu iki kelime dillere pelesenk olmasa da gönülleri aşındırıyordu bu son durakta. Sabır zordu ancak anlaşılırdı.
Oysaki beklemek… Neyi, kimi ve hangi zamanı beklemekti. Kışladaki asker için, hapisteki mahkûm için yahut sevgiliye kavuşmak için beklemek takvimden bir günün daha eksilmesiyle gelen mutluluktu. Huzurevindeki biri için ise beklemenin türlü anlamları vardı. Beklenilen bazen içinde hep mutluluk olacağına inanılan yeni, sil baştan bir hayat, bazen de hayatın bitişiydi. Belki de beklenilen hayatın ileriye doğru değil de geriye doğru gitmesiydi. Beklenilenleri anlatmaya fotoğraf kareleri yardımcı olmaktaydı. Neredeyse her yatağın yanında fotoğraf çerçevelerine sığdırılmış birbirinden farklı hayatlar durmaktaydı. Resimler hep güzeldi. İnsanlar hep dinçti. Hepsinden önemlisi fotoğraflar hep kalabalıktı. Yalnızlığın resmi yoktu hiçbirinde. En özlenilen zamanlar fotoğraflarda da olsa her gün yad edilmekteydi. Gönül eskimez derler burada da gönüller çok gençti. Âdeta zaman genç olunan, sevilenlerle olunan o günlerde durmuştu ya da durdurulmuştu hızla geçen ömre nispet edercesine. Ya da bir meydan okuyuştu -şu anki hâlime bakmayın işte ben buyum- dercesine.
Her odanın barındırdığı insanlar birbirinden farklıydı. Bazısı dağınık, bazısı titiz bazısı konuşkan bazısı suskun… Hepsinin ayrı ancak birbirine yakın hikâyeleri vardı. Bazısı daha sormadan anlatmaya başlıyordu meramını, bazısı gözlerini kaçırıyor bu tanımadığı, bilmediği insanlara cümlelerini, sırlarını ifşa etmek istemiyordu. Anlamak ve anlatmak için konuşmaya çok fazla hacet de yoktu aslında. Bir bakış her şeyi anlatabiliyordu. Ancak anlatmak bazıları için keşkeleri azaltabilmek demekti. Hikâyeler ziyaretçi sohbetlerinin ortak noktası olmakta, söz bu minvalde dönüp durmaktaydı. En çok merak edilen şeylerden biri de kaldıkları yerden memnun olup olmadıklarıydı. Mekâna dair sorular soruluyor, görevlilerle ilgili müfettiş havasında bilgiler ediniliyor. Duyulan memnuniyet ve “iyi, rahatız” cevaplarıyla vicdanlar susturulmak isteniyordu.
Hayat onlar için hepten de acımasız değildi. Sevinebilecekleri, gülebilecekleri, vakit geçirebilecekleri türden şeyler de yok değildi. Burası hayatta hiç kimsesi olmayan ya da terk edilmiş biri için maddi ihtiyaçları karşılanabilen sıcak bir yuva demekti. Zamanlarını geçirebilmeleri için çeşitli hobilerle meşgul olanları vardı. Hatta bunları satıp para dahi kazanmaktaydılar. Takı-tasarım, battaniye, atkı, çorap dokumacılığı ve kâğıt gibi uğraşıları vardı. Ziyaretçi grupların en çok ilgisini kâğıtla yapılan çalışmalar çekiyordu. Kâğıtlar buranın sakinlerine küçük küçük ufalattırıldıktan sonra bir kazanda yoğruluyor ve bu kâğıt hamuru teneke kutuların dışına yapıştırılarak çok şık vazolar, kutular yapılıyordu. Hobilerin yaptırılma gayesi terapi ve hareket sağlamak olsa da asıl önemli olan, onların bir şeyleri başarabileceklerine dair kendilerine güven kazanıp hayata tutunmalarıydı.
Hâl-hatır sorulup kısa kısa sohbetler edildikten sonra ziyaretçilerin gitme vakti gelirdi. Gidenler hâllerine şükrederek yahut gelecekten endişe ederek çıkarlardı kapıdan ve hayatlarına karışır giderlerdi. Bir daha gelenleri de olurdu ancak ekserisi uğramak istemezdi. Ya geride kalanlar… Onlar ziyaretçilerden sonra devam ederlerdi kaldıkları yerden bekleme nöbetlerine... Ya bir dost ya bir evlat ya da ölüm beklenirdi cömert ve sırdaş bir incir ağacı gölgesinde…