Makale

Sivil Hizmet Anlayışında Din Görevlilerinin Yeri ve Önemi

Sivil Hizmet Anlayışında Din Görevlilerinin Yeri ve Önemi

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Takdir edileceği üzere din hizmeti, toplumun bütün katmanlarını içine alan kuşatıcı bir hizmettir. Bu hizmet; tarihin her döneminde din görevlilerinin yardım ve gayretleriyle gündemdeki yerini korumuştur. Genel olarak ülkemizde din hizmetinin sorumluluğunu taşıyan ve öncülüğünü yapan bu görevliler; imam-hatip, müezzin-kayyım ve Kur’an kursu öğreticilerinden oluşmaktadır. Bugün itibariyle söz konusu kadrolarda çalışanlar; Diyanet İşleri teşkilatında görev yapan elemanların % 90’nını teşkil etmektedirler. Bunların tamamı görev, mesai ve ikamet yönünden halkla iç içe yaşamaktadır. Böylece onların her zaman çevreleriyle iş birliği yapma ve halkın “nabzını tutma” imkânına sahip olduklarını söyleyebiliriz. Biz bu yazımızda adı geçen görevlilerin disiplin, azim ve gayret içinde çalışmaları halinde önemli başarılar elde edeceklerini hatırlatmak istiyoruz. Çünkü bunların hizmet yerleri olan camiler ile Kur’an kursları; il, ilçe merkezleri başta olmak üzere mahalle, belde, köy ve mezra gibi yerleşim ünitelerinde inşa edilmiş olup halkımızın istek, katkı ve tercihleri doğrultusunda ibadete ve eğitime açılmışlardır. Bu yapılanma, toplumun birlik ve beraberliği ile ortak değerlerin korunması açısından önemli bir avantaj hatta zenginlik olarak değerlendirilmelidir.

Çağımızda demokratikleşme süreçlerini tamamlayan modern toplumlar; sivil örgütlenmeye önem vermektedirler. Esasen insanın yaratılışı, düşüncesi, iradesi ve bireysel sorumluluğu da sivil anlayışa daha uygundur. Bu tutum ve uygulama; beraberinde katılımcılığı ve sahiplenmeyi getirmektedir. Unutmayalım ki insanlar; yeteneklerini, fikirlerini, özgürlüklerini, sevinçlerini, hüzünlerini ve dostluklarını sivil ortamda daha rahat ifade etmektedirler. Bugün okuma yazma oranı yüksek, sosyal devlet olma niteliğini kazanmış bazı Avrupa ülkelerinde bir kişi, ortalama 10 sivil toplum örgütüne üye olmaktadır. Son yıllarda ülkemizde de sivil örgütlenmeler bağlamında önemli adımlar atıldığı söylenebilir. Bu alanda birçok sivil girişimler ve platformlar bile oluşturulmuştur. Bunların başında; vakıflar, dernekler, birlikler, platformlar, meslek odaları, insan hakları ile çeşitli tüzel ve gerçek kişiler gelmektedir. Aslında iyi yönetildiği takdirde, bu tür girişim ve sorumluluk paylaşımı tarihi değerlerimize ve kültürümüze de uygun düşmektedir. Nitekim İslam dininin doğuşu, yayılması ve kısa bir sürede geniş bir coğrafyada kabul görmesi, ancak bu gönüllülük esasına göre izah edilebilir. İyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma geleneği, karşılıklı bir fedakârlığın sonucudur. Kur’an-ı Kerim, sorumluluk bilincinin bireysel olduğunu hatırlatarak her insanın fiil ve davranışlarından sorumlu olduğunu açıklamaktadır: “Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üstlenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.” (İsra, 15) Görüldüğü gibi insan için “şahsi sorumluluk” esastır. Birbirine akraba olsalar bile kimse başkasının hatasından ve davranışından sorumlu tutulamaz. Kim bir hayır ve iyilik yaparsa kendi lehine yapmış olur. Kim de doğruluktan ayrılır veya saparsa kendisine yazık etmiş olur. Dolayısıyla sonucuna da katlanacaktır. Ancak şu kadarı var ki Yüce Allah doğru ile yanlışı açıklamak ve insanlara hak yolunu göstermek için peygamberler göndermiştir. Bu O’nun insanlara bir lütfu ve rahmetidir. Söz konusu rahmeti hiçbir toplumdan esirgememiştir. İnsanlara bu nimet ve imkân sunulduktan sonra artık onu haklı kılacak ve savunmasına kaynak teşkil edecek herhangi bir mazereti kalmamıştır.

Çağımız bilgi ve iletişim çağıdır. Din hizmetini icra eden görevlilerimizin bu fırsatı iyi değerlendirmeleri gerekir. Her meslekte olduğu gibi başlangıçta bu arkadaşlarımızın da görev yerleri veya özel durumlarından kaynaklanan bazı problemleri olabilir. Bunlara bakarak hayal kırıklığına uğramak doğru değildir. Bu tür olaylar, hayatın akışı içinde aşılacak olaylardır. Oysaki ilk görev yerlerinde geçirilecek zaman dilimi, belki de mesleki hayatımızın en anlamlı ve hatıra yüklü günleri olacaktır. Yeni bir görev, yeni bir çevre ve yeni bir toplumla beraber olmak ve tanışmak önemli bir fırsattır. Bu durumda yüzümüzde tebessüm eksik olmamalıdır. Görüp tanıdığımız insanları selamlamak, hatırlarını sormak, onlarla sıcak ve samimi diyalog kurmak ne kadar güzeldir. Mahalle, belde, köy ve mezralarda yaşa, sayıya bakılmaksızın karşılaşılan insanlara saygı duyulmalıdır. Mümkünse birebir ilgi ve alaka gösterilmelidir. Konuşarak, tanışarak dostluklar kurulmalıdır. Onları komşu, arkadaş, cemaat ve daha da önemlisi insan olarak sevmelidir. Çalıştığı yerde öğretmen, asker, doktor, muhtar varsa diğer kamu görevlileriyle diyalog içinde olmalıdır. Kesinlikle vatandaşları sadece cami merkezli olarak düşünmemek gerekir. Camiye gelen ve gelmeyen herkesle görüşülmelidir. Asla aralarında ayırım yapılmamalıdır. Cami veya diğer ortak mekânlarda göremediklerimizi uygun zamanlarda haber vererek iş yerlerine, gerektiğinde evlerine kadar ziyarete gidilmelidir. Hasta ve yaşlı insanlar mutlaka gözetilmeli, ziyaret edilmeli ve mümkünse yardımcı olunmalıdır. Çocuklar ve gençler hiç ihmal edilmemelidir. Bunlara zaman ayrılmalıdır. İhtiyaç ve beklentilerine göre çözüm aranmalıdır. İnanıyorum ki bu sivil tutum, aşk ve samimiyet mesleği sevdirecek ve hizmeti zirveye ulaştıracaktır. Kim bilir belki de, şu hadisi şerifte müjdelendiği gibi hayırda çığır açarak bir ilke imza atacaktır: “Kim güzel bir çığır açar da ona uyulursa, kendisine bunun sevabı ile birlikte ona uyan insanların sevabı kadar da sevap verilir; bunların alacakları ecirden de hiçbir şey eksilmez. Kim de kötü bir çığır açar ve ona uyulursa, kendisine onun günahı ile birlikte ona uyan insanların almış oldukları günah kadar da günah yazılır; bunların günahlarından da hiçbir şey eksilmez. (Camiu’l Usul, c.15, s. 345)

Hemen belirtelim ki gönüllü veya sivil hareketlilik kimsenin tekelinde değildir. Halkla ve toplumla paylaşıldıkça artar, değer kazanır ve anlamlı hale gelir. Bu nedenle herkes hizmet bölgesindeki insanlar arasında kardeşliği, sevgiyi, saygıyı, dayanışmayı ve yardımlaşmayı teşvik etmelidir. Varsa dargınları barıştırmalıdır. Birlikte çeşitli organizasyonlar yaparak insanların katılımlarını ve desteklerini sağlamalıdır. Düğün, doğum ve sünnet gibi programlara, vaki davetlere icabet ederek sevgi, dua ve tebriklerini esirgememelidir. Hastalık, kaza ve ölüm gibi hallerde ise; sıkıntılar ve üzüntüler paylaşılmalıdır. Şayet çevrede, engelli veya başka nedenlerle yardıma muhtaç olanlar varsa bunlarla özel ilgilenmelidir. Onları doktora götürmek, ilaç almak, kira yardımı, gıda, giyim, odun ve kömür temin etmek gibi ihtiyaç duyulan diğer konularda yardımcı olunmalıdır. Belki bu yardımları tek başına karşılamak veya problemleri çözmek mümkün olmayabilir. Fakat bunları tespit edip aracı olmak, ilgililere ulaştırmak başlı başına bir görev ve fedakârlıktır. Asıl gönüllü ve sivil hizmet budur. Kendisini ve nefsini aşarak başkalarının sıkıntılarına çare ve çözüm aramaktır. Yeri gelmişken konu ile ilgili sevgili peygamberimiz (s.a.s.)’in gönüllerimizi ferahlatan şu hadisini de hatırlatmak istiyorum: “Kim bir Müslüman’ın dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da onun ahiret sıkıntılarından birini giderir. Kim, darda olana kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir. Kim, bir Müslüman’ın kusurunu örterse, Allah da dünya ve ahirette onun kusurlarını örter. Kul din kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da kulunun yardımındadır. Kim, ilim tahsili yoluna girerse, Allah onun için cennete giden yolu kolaylaştırır. Bir gurup insan Allah’ın evlerinden birinde toplanıp yüce Allah’ın kitabını okur ve aralarında müzakere ederlerse, onların üzerine mutlaka sekinet iner, rahmet onları kuşatır. Melekler kendilerini sarar yüce Allah da onları kendi huzurunda bulunanların yanında zikreder. Ameli kendisini geri bırakanı, nesebi ileri götürmez. (Camiu’l Usul, c.10, s. 597)

Bütün çalışanların ortak amacı; kamu düzenine ve insanların mutluluğuna hizmet etmek olmalıdır. Bu görevi yerine getirirken hizmet yelpazesini genişletmek için gönüllü ve sivil organizasyonlara ihtiyaç vardır. Din hizmeti, özelliği itibariyle sivil hizmetlerle örtüşmektedir. Kur’an ve sünnetin ortak paydası olan İnsanları hayra ve iyiliğe davet etmek, yasaklanmış zararlı alışkanlıklardan uzak durmasını telkin etmek, iyiliği tavsiye etmek, kötülüklerden alı koymak, anne-babaya itaat etmek, çocukları Allah’ın bir emaneti olarak kabul edip yetiştirmek, ölçü ve tartıya riayet etmek, akraba ve komşu hakkını gözetmek gibi toplumun geleceğini garanti altına alan konular bunlardan sadece birkaç tanesidir. Dinin temelini oluşturan “İman ve İslam” kavramları ise; güven, barış ve huzurun teminatıdır. Günün beş vaktinde okunan ezanla bir bakıma, toplumun üzerine rahmet ve bereket inmektedir. Daha da önemlisi insanların bağımsızlık ve özgürlükleri tescil edilmektedir. Vakit, cuma ve bayram namazlarında camilerin içinde, avlularında ve bahçelerinde dizilen saflarla tam bir sivil duruş sergilenmektedir. Hac ibadeti, aynı tabloyu uluslar arası düzeyde bir kez daha teyit etmektedir. Oruç ibadeti; keza ayırım yapmaksızın, fakiri, zengini, sabır ve tahammül çizgisi üzerinde aynı sınava tabi tutmaktadır. Mali ibadetin ve özverinin temelini oluşturan zekât da bundan farklı değildir. Toplum katmanları arasındaki sevgi ve saygı köprüsünü mali yönden pekiştirmektedir. Bu tür örnekleri çoğaltarak bir makaleye sığdırmamız mümkün değildir. Zira İslam insan fıtratına (yaratılışına) uygun olarak doğmuş ve bu şekilde insan hayatına girmiştir. Bunu, güneşin yeryüzünü aydınlatmasına veya yağmurun toprakla buluşmasına benzetebiliriz. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hayatı, sivil bir hayattır. Akabe biatları, Erdemliler meclisine üye olması, Kâbe hakemliği ve Medine’de Ensar ile Muhacirin arasındaki kardeşlik tesisi buna örnek gösterilebilir. Kısaca ifade etmek gerekirse ömrünün her safhası insanların arasında geçmiştir. Onlar gibi yaşamış ve onlar gibi giyinmiştir. Onların yediklerinden yiyip içmiştir. Böylece sade ve külfetsiz bir hayat biçimini tercih etmiştir. Aslında o, bütün bu değerleri ve güzellikleri şu hadis-i şerifin anlam yüklü sözleriyle özetlemiştir: Din kardeşinin yüzüne gülümseyerek bakman sadakadır. İyiliği emretmen sadakadır. Kötülükten men etmen sadakadır. Yolunu şaşırana yol göstermen sadakadır. Gözleri iyi görmeyenlere rehberlik etmen sadakadır. Yoldan taşı, dikeni, kemiği kaldırıp atman sadakadır. Kendi kovandan din kardeşinin kovasına su dökmen de sadakadır.” (Camiu’l Usul, c.15, s. 335)

Anlaşılıyor ki sivil ve gönüllü hizmetin temelini oluşturan din hizmetinin ilk tebliğcileri ve uygulayıcıları Allah’ın gönderdiği elçilerdir. Onların ortak amacı insanları dünya ve ebedi âlemin mutluluğuna ulaştırmaktır. Bu nedenle hedef kitleleri insan olup, ayırım yapmaksızın onları hayra ve hidayete davet etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim; Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Salih, Hz. Lut ve Hz. Şuayb’i gönderildikleri toplumları örnek vererek çalışmaları ve hizmetleri karşılığında herhangi bir ücret de istemediklerini ve ecirlerini sadece Allah’tan beklediklerini hatırlatmaktadır. (Şuara, 107-109) Bir başka ayette de Hz. Peygamber (s.a.s.)’in insanlara öğüt vermesini istemiştir: “Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.” (Zariyat, 55) Evet, öğüt vermek ve öğüt almak insanlar için ortak bir ihtiyaçtır. Şu kadar var ki bu; bir dönem veya bir bölge ile sınırlı olmayıp sürekli ve evrensel olmalıdır.

Yukarıdaki değerlendirmelerden de anlaşıldığı gibi din görevlileri; vatandaşlar aradıklarında kolayca ulaşabildikleri kimselerdir. Bu bağlamda insanlarımız yurt içi ve yurt dışında onlara daha samimi ve sıcak bir ilgiyle yaklaşmaktadırlar. Onları bir hoca efendi olarak görmenin yanında, bir bilgin, bir hekim, bir sosyolog ve bir psikolog konumunda da görmeyi arzu etmektedirler. Gerçekten bu duygu ve beklenti görevlilerimizi daha da heyecanlandırmalı ve motive etmelidir. Böylece Kur’an’ın haber verdiği gibi toplumla bütünleşmeyi ve yardımlaşmayı esas almalıdır. Kötülük, nefret ve düşmanlık duygularının kaldırılmasına da katkıda bulunmalıdır: “İyilik ve (Allah’ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. (Maide, 3)