Makale

Dinî Bilgiyi Tecdit

Dinî Bilgiyi Tecdit

Prof. Dr. M. Şevki Aydın
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

msaydin@diyanet.gov.tr

Kur’an’ı yorumlama konusunda geçmiş ulemamızın çok dikkat çekici bir üslubu vardır. Ayet/ler/e ilişkin yorumunu yapan âlim, sözünü şöyle bitirir: “Allahu a’lem bimuradih= Allah kendi muradını/ ne kastettiğini en iyi bilendir.” Veya şöyle der: “Vellahu a’lemu bissavab= Allah doğruyu en iyi bilendir.” Bunun anlamı şu olsa gerek: Benim ayet/ler/den anladıklarım bunlardan ibarettir. Ancak, ne kadar isabet ettiğimi, Allah’ın muradını ne kadar anladığımı bilemiyorum. Onun için, benim söylediklerimin, vahyin belirttiği mutlak hakikat olduğu iddiasında değilim. Bu söylediklerim, söylenmesi gereken nihaî yorumlar değildir; benim kişisel yorumum olan bu düşünceler eleştirilebilir. Bu ayet/ler/den ilahî maksadın ne olduğu hususunda düşünme/ anlama / arayış çabası sürdürülmelidir.

Nas-Yorum İlişkisi ve Farkı
Bu yaklaşım farklı zaviyelerden ele alınıp değerlendirilebilir. Burada, nas ve yorumun farkı, nas-yorum ilişkisi, “din” ile “din/dindarlık anlayışı” kavramlarının içeriklerinin ne olduğu, bunların bağlayıcılıkları konusunda yol göstericidir. Bu kavramlar arasındaki farkın doğru anlaşılması, Kur’an’ı anlama ve uygulama geleneğinin ne olduğunu ve bu gelenek karşısında nasıl bir tutum takınacağımızı isabetle belirleyebilmemize katkı sağlayacaktır.

Dinin nasları değişmez; ama onların yorumu değişebilir, farklılaşabilir. Naslar mutlak hakikati ortaya koymaktadır. Bunlarda değişme olamaz. Ama bunların anlaşılması, yorumu ve uygulanış kalıpları kişiden kişiye, toplumdan topluma, zamana ve mekâna göre farklılaşabilir. Herkes, dinin bu temel metinlerini, kendi kapasitesince, donanımının elverdiği ölçüde anlayabilir, yorumlayabilir ve uygulamayı belirleyebilir. Nasların ifade ettiği mutlak hakikati, herkes kendi noksanlık düzeyine göre belirli bir oranda yansıtmaktadır. Nassın yorumu, vahyin beşer süzgecinden geçmiş hâlidir. Bu beşerî süzgeç, nassın ne kadarının nasıl geçmesine elverişli ise, beşer o kadarıyla anlayabilmektedir.

Bu gerçek nedeniyle, Kur’an mealine Kur’an denememektedir. Çünkü bu meal, vahyin bir beşer tarafından anlayabildiği kadarıyla dile getirilişinden ibarettir. Hâliyle, meal de bir yorumdur. Dile getirilen bu yorum, noksanın mükemmele ilişkin yeterlik düzeyini yansıtır. Noksan olan yorumcunun yeterlik düzeyine göre yorum, noksanlıklar/eksiklikler taşımaktadır. Böyle olmasaydı, çok sayıda meale ihtiyaç duyulur muydu?

Dini Anlamada Kültür Faktörü
Kur’an’ı yorumlamada yorumcunun kültürel birikimi, bilgisi, zihin dünyasının zenginlik düzeyi belirleyici role sahiptir. Kültürü insan üretmekte; ama sonra kültür birey/ler/i âdeta kalıba sokmaktadır. Her birey, içinde doğup büyüdüğü kültüre göre sosyalleşmekte, kişisel gelişimini gerçekleştirmektedir. Artık bu birey, her şeyi bu kültürün kodlarına göre algılayabilmektedir. Hâliyle birey, Kur’an’ı anlamaya çalışırken de işte bu kültürel birikimini kullanmakta, onlara göre algılamaktadır. Bu yüzden, her yorum, sahibinin kültürel kodlarına göre formatlanmaktadır. Sonuç olarak yorumda, vahyin mutlak bilgisini değil de, ilgili kültürün penceresinden görülen vahye ilişkin beşer kalıplı bilgi söz konusudur.

Kültür sürekli kendini yenilemek durumundadır. Hayatın dinamizmi, bunu gerektirmektedir. Zaman ve mekân değişikliği, toplumsal hayattaki değişiklikler, kültürel farklılıkları oluşturmaktadır. Kültür değiştikçe, onun aracılığıyla yapılan yorumlar da ister istemez değişebilmektedir.

Nassın Yorumu Tartışılabilir
Nassa hiçbir mümin itiraz etmezken, nassın yorumuna karşı çıkabilmektedir. Hiç kimse, nassın yorumunu kendi tekelinde görememektedir. Bu anlayışın uzantısı olarak da, kimse kendi yorumunu herkese dayatamamaktadır. “Ben böyle anlıyorum; ama ne kadar isabet ettiğimi bilemem, Allah bilir” anlamında mütevazı bir değerlendirme yaparak, yorumunu başkalarının değerlendirmesine havale etmektedir. Her yorumcunun hata etmesi söz konusu olduğundan dolayı, kimse kendi yorumunu tartışılmaz gör(e)memektedir. Bu özelliği nedeniyle yorum(lar)a karşı sorgulayıcı/eleştirel bir tutum takınılabilmektedir.

İçtihadında hata yapana bile sevap veriliyor olması ise, hata yapma endişesinin, Kur’an’ı anlama, yorumlama çabasını durdurmasına engel olmaktadır. Her müçtehit, hata yapma ihtimaline rağmen, sevap kazanacağı umuduyla hakikatı arama bağlamında içtihat yapmaya, farklı yorumlarda bulunmaya devam etmiştir. Bu yaklaşım, dini anlama yolunda dinamizmin sürekliliğine; dolayısıyla İslam dünyasında çok zengin bir dinî literatürün oluşmasına yol açmıştır.

Yorumun Bağlayıcılığı
Nasların mutlak bağlayıcılığına karşın, yorum sadece sahibini ve onu benimseyenleri bağlar. Yanlış olduğuna kanaat getirmediği sürece yorumun sahibi onun gereğince hareket eder. Herkes, sahiplendiği yoruma göre kendi din anlayış ve uygulamalarını oluşturmak durumundadır.

Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki, Kur’an’ı anlamada her bireyin eksiğini, diğerleri tamamlama imkanına sahiptir. Birinin fark edemediğini diğeri görüp tamamlayabilmektedir. Onun için Kur’an’ın öngördüğü din anlayışının, toplum hayatında olabildiğince mükemmel biçimde tezahür etmesi, bireyin değil de cemaatin/çoğunluğun ittifakına bağlıdır.

Din Anlamada Çevrenin Etkisi
Müslümanlar, Kur’an’ı anlamaya çalışırken kendilerini kuşatan ve etkileyen çevrenin şartlarından kendilerini soyutlamazlar. Bunu yapmak zaten imkânsızdır. Yukarda belirtildiği gibi, herkes kendini kuşatan ve üreten kültürün sınırlamasına maruzdur. Hâliyle coğrafyası, iktisadi, ilmî, siyasi, içtimai, idari vs. yapısıyla/şartlarıyla çevre, Müslümanların Kur’an’ı anlama/yorumlama anlayışını/yaklaşımını belirleyici rol oynamaktadır. Sonuçta, her farklı çevredeki Müslüman’ın Kur’an’dan elde ettiğini söylediği dinî bilgi, diğerlerinden farklı nitelikte olabilmektedir. Çevre faktörü, dinî bilginin niteliğinde ve bunun uzantısı olarak da din anlayışında ve uygulamalarında farklılıklar oluşmasına neden olmaktadır. Farklı bir ülkeye göçen müçtehidin, daha önce görüşünü açıkladığı konuda farklı görüş oluşturması (İmam Şafiî gibi), aynı çağda farklı ülkelerin ve farklı çağlardaki Müslümanların din anlayış ve uygulamalarında, dinî kültüründe şu veya bu ölçüde farklılıkların oluşmasının arkasında işte bu çevresel fark yatmaktadır. Her fıkıh mezhebinin doktrininin oluşumunda toplumdaki sosyokültürel şartların hatırı sayılır rolü bulunmaktadır.

Kur’an yorumunu/din anlayışını çevrenin etkileyici niteliği, bir bakıma Kur’an’ın/dinin öngördüğü değerlerin, çevresel şartlara belli bir düzeyde intibakını işaret etmektedir. Bu intibak sağlanırken elbette Kur’an’ın/İslam’ın kendi iç dinamiklerinden, kendi mantığından ve gelenekten hareket etmek ve bu çerçevede dış şartları hesaba katıp değerlendirmek gerekmektedir.

Değişen Boyut
Elbette bu intibak, Kur’an’ın öngördüğü değerler sisteminin/sabitelerinin değişmesi anlamına gelmemektedir. Bu değerler sisteminin farklı coğrafî, sosyokültürel şartlarda farklı uygulanması, bu değerlerin değil de, onların günlük hayatta somutlaşması, insanların tutum ve davranışları şeklinde tezahürünün değişmesi anlamına gelmektedir. Sözgelimi, hiçbir zaman bir Müslüman kalkıp “anne babaya karşı saygılı olma, onlara güzel davranma” ilkesinin artık geçerli olmadığını söyleyemez. Ancak, bu saygının nasıl somutlaşacağı, hangi tutum ve davranışlarla kendini göstereceği hususu, yöreden yöreye, kültürden kültüre, çağdan çağa değişebilecektir.

Dinin Evrenselliği-Yorum İlişkisi
Esasen Kur’an’ın getirdiği esasların evrensellik özellikleri de, ancak onların farklı mekân ve zamanlarda yaşayan Müslümanlarca yeniden anlaşılıp yorumlanması ile korunabilecektir. Böylece birilerinin fark edemediği mananın diğerlerince keşfedilmesi mümkün olacağı gibi, birilerinin içinde bulunduğu toplumsal şartlarda uygulanabilir/yaşanabilir olan yorumun, diğerleri için uygulanamaz/yaşanamaz olma durumu önlenmiş olacak; her zaman her yerde Kur’ani esasların uygulanabilirliği/dinamizmi/yaşanabilmesi sağlanmış olacaktır. Zira, Kur’an’ı yorumlama geleneğinin böylesine sürekliliği, onun tarihin akışı/farklılaşan toplumsal çevre ile bir var oluş ilişkisi içinde olmasının gereğidir. Bu ilişkide, kendini yenileyerek varlığını sürdürme imkânını elde etmektedir.

Zaman itibariyle güncel olan yorum, ertesi gün dünde kalan yoruma dönüşmekte, tarih olmaktadır. Her yorumun zamana bağlı kısmı, tarihîleştiği oranda güncel olma özelliğini kaybetmektedir. Modernizm, geçmişi/geleneği değerlendirirken, aynı şeyin kendi başına da geleceğini, kendisinin de dünde kalacağını, tarih olacağını pek hesaba katmamakla gerçeğe karşı çıkmış; ama aynı kadere mahkum olmaktan kurtulamamıştır.

Geleneğe Bakış Açısı
İyi de, on beş asırlık Kur’an’ı anlama, yorumlama ve uygulama geleneği bugün bizim için ne anlam ifade etmektedir? Bu geleneğe karşı bugün nasıl bir tutum içinde olmak gerektiği konusunda farklı yaklaşımlar görülmektedir. Kimileri bu geleneğin zaman aşımına uğramayan, süreklilik arz eden özüyle birlikte, konjonktürel (yöresel, dönemsel) olan boyutunun da âdeta zaman aşımına uğramadığını, mutlak geçerlilik arz ettiğini düşünmekte, ölçüsüz gelenekçi duruma düşmektedirler. Kimileri ise bunlara reaksiyoner bir tutum takınarak, bugünün müktesebatını mutlaklaştırarak bu geleneğin konjonktürel geçerliliğini bile yargılamakta ve âdeta bugüne bir şey söylemeyen ölü bir birikim sayarak onu es geçmeye çalışmaktadırlar. Her iki tutum da, gelenek karşısında gerçekçi bir yaklaşım sayılamaz.

Bu geleneği mumyalayarak günümüze aynen taşımaya kalkışmak da, onu bugünün şartlarına göre yargılayıp tamamen tarihte kalmış ölü bir birikim olarak görmek de, gelenekten kopmamıza, ondan yararlanma imkânımızı yok etmeye yol açar. Asıl yapılması gerekenin, bu iki uç yaklaşımdan da uzaklaşmak olduğunu düşünüyorum. Bize düşen, bu tarihsel birikimi/geleneği, çok iyi anlam(landırm)ak suretiyle zaman aşımına uğrayan unsurlarını ayıklayarak onu güncelleştirmektir. Bir başka deyişle, geleneği iyi kavrayarak bize düşeni yapmaktır. Şimdiye kadar her dönemdeki Müslümanlar, nasıl dini anlama, yorumlama ve uygulama için çalışmışlarsa, bizim de onların sünnetine uyarak benzer çabayı göstermektir.

Bunu yapmak bir sorumluluktur. Bugünün Müslümanları, dünkü Müslümanların hayal bile edemedikleri yepyeni sorunlarla cedelleşmektedirler. Bu yepyeni sorunlar için yeni çözümler; bu çözümleri ortaya koymak için de yepyeni bilgiler üretmek gerekmektedir. Kur’an’ın bugün bize ne demek istediğini yeniden keşfetmek, kavramak zorundayız. Bunu yaparken tabii ki içinde bulunduğumuz şartları hesaba katacak, onların içinden Kur’an’a bakacağız. Kur’an’ın getirdiği değerlere göre bugünkü hayatı anlamlandırıp Müslümanca duruşu belirleyeceğiz.

Dinî Bilginin Güncelleştirilmesi/İşlevsel Kılınması
Bunu yapmakla dinî bilgiyi yeniden üretmiş, onu güncelleştirmiş olacağız. Güncelleştirilen dinî bilgi, günün hayatıyla bütünleştirilmiş bilgidir. Bu bütünleştirme işi ne kadar isabetli yapılırsa söz konusu dinî bilgi, o kadar uygulanabilirlik/kullanılabilirlik niteliği yüksek bilgiye dönüşecektir. Bu nitelikteki dinî bilgi, insanların ihtiyaçlarını karşılayabilirlik düzeyi yüksek bilgidir.

İşte bu nitelikteki dinî bilgi, Kur’an’ın deyimiyle bize ”hayat veren” (Enfal, 24) bilgi oluverir. Yaşanan hayatla bütünleştirilmemiş dinî bilgi, ya çok soyut kalacağından anlaşılması, dolayısıyla nasıl kullanılacağının belirlenmesi zorlaşacaktır, ya da tarihsel kalıpla sunulmuş olacağından dolayı bugünün insanı için kullanılabilirlik niteliği oldukça sınırlı olacaktır.

Bütün bunlarla şuraya gelmek istiyorum: Dini değil de dindarlık anlayışımızı yeniden üretme, onu güncelleştirme sorumluluğumuz var. Bunun için de yeni bir dinî söylem oluşturmak, din dilimizi geliştirmek zorundayız.

Dinî Bilginin Yenilenmesi ve Din Eğitimi
Bunu yapabilmek için de din eğitiminde paradigma değişikliğine ihtiyacımız var. Din eğitiminde böyle bir değişiklik gerçekleştirmeden, dinî bilgiyi güncelleştiremez, bugünün dinî söylemini ve din dilini oluşturamayız. Kapalı toplumun dindarını yetiştirmeye yönelik oluşturulmuş olan din eğitimi anlayış ve uygulamalarıyla, açık/çoğulcu toplumun Müslüman dindarını yetiştiremeyeceğimizi artık fark etmeliyiz.

Bilimsel verilerden yararlanılarak oluşturulacak olan yeni din eğitimi anlayış ve uygulamalarımız, çağdaş Müslüman dindarın ihtiyaç ve beklentilerini karşılayacak biçimde oluşturulacaktır. Bugünkü din eğitimi anlayışımız, konularımızı öncelik ve önem sırasına göre yeniden belirleyecektir. Bugünün ilmihali, sözgelimi, kuyuların temizliği meselesine yer ayırmak ihtiyacı duymayabilecek; kullanılacak suyun temizliğini çağdaş tıp biliminin verilerine göre belirleyecektir. İnsan hak ve özgürlükleri meselesini çağdaş bir İslami söylemle ele alıp geçmiştekine göre daha bir altını çizecektir. Bir arada barış içinde yaşama kültürünü geçmişe göre daha bir öne çıkarma ihtiyacı duyacaktır. Aile içi ilişkiler, görev ve sorumluklar konusuna yönelik İslami değerlerin nasıl somutlaşacağını, hangi yeni tutum ve davranışlarla görünür olabileceğini yeniden belirlemeye ihtiyaç duyacaktır.
Bu yapılmadığı takdirde, sunulan dinî bilgi, dolayısıyla ona göre oluşturulan dindarlık anlayışı, günümüz Müslümanına “Oh be, dünya varmış, hayat varmış!” dedirtmesi öngörülen dindarlık anlayışı (Enfal, 24), bu işlevinden uzaklaşıp aksini gerçekleştirebilir. Bu da bizim dini anlama/kavrama/yorumlama sorumluluğumuzu gereği gibi yerine getirmediğimizi gösterir.

Yukarda genelde Kur’an’ın anlaşılmasından söz edildi. Hemen belirtelim ki, Kur’an’ın ilk ve güvenilir müfessiri olan Hz. Peygamber’in sünnetini göz ardı ederek onu anlamak mümkün değildir. Dolayısıyla, “Kur’an’ı anlamak” ifadesi, sünneti de içermektedir.

Dinî bilginin yenilenmesi, dindarlık anlayışımızın güncelleştirilmesi ve buna yönelik din eğitimi anlayış ve uygulamalarımızın yeniden oluşturulması çalışmalarını yaparken on beş asırlık birikimden/gelenekten” (Enfal, 24) yararlanmak, işimizi kolaylaştıracaktır.

Diyanet İşleri Başkanlığı olarak bugün yürüttüğümüz bütün din eğitimi faaliyetlerine böylesi bir yaklaşım/anlayış yön vermekte; din eğitimi faaliyetlerimiz, sözü edilen işlevleri yerine getirecek biçimde formatlanmaktadır.