Makale

Merhamet Ekseninde Allah, Aile ve Toplum

Merhamet Ekseninde
Allah, Aile ve Toplum

Doç. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Allah: Sonsuz Merhamet Sahibi
Varlığın temeli sevgi, merhamet ve şefkate dayanmaktadır. Aksi takdirde eşyanın ve canlıların var olması ve varlıklarını sürdürmesi mümkün olamazdı. Nitekim İslam inancında Yüce yaratıcının varlıkla olan ilişkisinde sevgi ve merhamet en temel ilkelerden biridir. Bu anlamda ilahî rahmet insanla da sınırlı değildir. Çünkü onun dışında bütün eşya ve canlılar da bu sayede varlıklarını sürdürmektedir. Onun müminlere ve salih kullarına olan merhameti elbette ki diğerlerinden farklıdır. Ancak O, kâfir, günahkâr bütün insanlara merhamet ve şefkatiyle muamele etmektedir. Bu anlamda Allah’ın merhameti insanın inanç ve eylemleri ile bağımlı kalmamaktadır. Dolayısıyla o insanın yapıp ettikleri ile ilişkili olsa da, sadece onun bir karşılığı olarak tecelli etmemektedir.
Allah’ın zatını, O’nun merhamet sıfatını dikkate almadan düşünemeyiz. Çünkü merhameti kendisine zorunlu kıldığını beyan eder. (En’âm, 12; 54) Kur’an’da, bu anlamda bir başka ilahî sıfatın zorunlu kılınmasından bahsedilmez. O, suçlu birisini cezalandırmaktan vazgeçebilir ve onu bağışlayabilir. Ancak merhametiyle insanlara tecelli etmekten vazgeçmesi söz konusu değildir. Dolayısıyla O’nun merhameti inanan-inanmayan, itaat eden-etmeyen, canlı-cansız bütün varlıkları kapsamaktadır. Çünkü merhamet etmeyi özel olarak kendi üzerine almıştır. “Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım, rahmetim her şeyi kapsamıştır.” (A’râf, 156)
Aile ve Anne: Merhametin Sembolleri
Bütün varlıklar içerisinde Allah’ın rahmetinin esas muhatabı insandır. Bu sebeple diğer varlıklara insandan dolayı merhamet etmektedir. Çünkü varlık insanla anlam kazanmakta ve amacına ulaşmaktadır. Diğer taraftan insanın, ailenin bir bireyi olup olmamasına göre de ilahi rahmetin tecellisi değişmektedir. Nitekim konuyla ilgili olarak Kur’an’da mealen şu ifadeler geçmektedir: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir.” (Rum, 21)
Ayette geçen “mevedde/sevgi” ve “rahmet/şefkat” kelimeleri aynı zamanda Allah’ın Rahman, Rahim ve Vedud sıfatlarının türediği kelimelerdir. Buradan hareketle biz, ailenin insanlık dünyasında ilahî sevgi ve şefkatin temel tecelli yeri olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla aileler, toplumların sevgi ve şefkat damarlarıdır. Sevgi ve şefkat en yoğun bir şekil orada önce karı-koca tarafından yaşanır. Nitekim ayette ilgili kavramlar bu bağlamda zikredilmektedir. Oradan çocuklara ve topluma yayılır. Bazen bu sevgi, çocuklardan anne babaya doğru bir yön de kazanabilmektedir. Çocukların dünyaya gelmesi ile karı koca arasındaki sevgi bağları yeni boyutlar kazanmakta aile bireyleri birbirleri ile daha sağlamca kenetlenmektedir. Böylece başta anne baba olmak üzere aile bireyleri âdeta kendisi için yaşayan bireyler olmaktan çıkmakta, tam bir fedakârlık timsali olarak başkaları için yaşayan kimseler haline gelmektedir.
Ancak belirtmek gerekir ki kadın, tabiatı ve psikolojisi itibariyle bu atmosferin oluşmasında ayrı bir yere sahiptir. Çünkü onun sevgi ve duygu dünyası bütün aile bireylerini sarıp sarmalayacak kadar geniş ve zengindir. Dolayısıyla varlık dünyasında aile ilahî sevgi ve şefkatin odağını oluşturuyorsa, kadın anne kimliği ile ifade yerinde ise bu odağın odağında bulunmaktadır. O güçlü psikolojik donanımı ve manevî yapısı ile çözülmeye başlayan aile bağlarını onarır, yaydığı pozitif enerji ile erkeğin aksadığı yerlerde birlik ve bütünlüğü tahkim eder. Nitekim ailede kadının bu rolüyle ilgili olarak ünlü Doktor Mazhar Osman şöyle der: “Babaların taşkınlıkları ve çocukların usandırıcı hırçınlıklarını eritecek fazilet cevheri anne kalbidir.” Bu anlamda kadının ailede âdeta bir sevgi ve şefkat abidesi ve saadet kaynağı olduğunu söyleyebiliriz. Bundan dolayı annenin ölmesi, ailenin harabeye dönmesi demektir. Nitekim ailede kadının konumuyla ilgili atasözlerimiz vardır. Mesela “Kadın erkeğin eşi, evin güneşidir.”
Anne kalbi, sadece çocukluk dönemiyle sınırlı değil, bir hayat boyu sevgi ve şefkat kaynağı olmaya, evladı için ağlamaya devam eder. Hiç kimsenin alamadığı hisleri o alır, hiç kimsenin duyamadığı acıları o duyar. Nitekim bu konuda eskiler şöyle dermiş: “Anneler her şeyi görmeseler de kalpleriyle duyarlar.” Böylece insan üzerinde öyle bir tesir bırakır ki, başkalarının acılarını belki unutur o. Ancak anne acısı ölünceye dek devam eder. Anne şefkatinin ne denli önemli olduğu bir başka atasözünde de şöyle dile getirilir: “Ana kucağı, cennet bucağı.”
Bu tespitler, aile yuvasının kurulmasında sevgi ve şefkati ile annenin ne denli önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Kur’an ayetlerinin de bunu doğruladığı anlaşılmaktadır. Nitekim bu bağlamda hem anne hem de babaya iyilikle muamele edilmesi emredilmektedir. Ancak devamındaki ifadelere baktığımızda, babanın değil annenin çocukları üzerindeki emeğinin öne çıkarıldığı dikkat çekmektedir. “İnsana da anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi, onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur…” (Lokmân, 14) Yine bu konuda şu ifadelerin geçtiğini görüyoruz: “Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu…” (Ahkâf, 15) Bu ayetlerin tefsiri mahiyetinde hadislerde şöyle bir olay nakledilir. Hz. Peygamberin huzuruna gelen bir sahabe, “Üzerimde en fazla kimin hakkı vardır” diye sormuş, Allah Rasulü de üç defa “annenin, annenin, annenin” dedikten sonra dördüncü seferinde “babanın” buyurmuşlardır. (Buhârî, “Edeb”, 2; Müslim “Birr”, 1)
Görüldüğü üzere anne, gerek hamilelik sürecinde gerekse ondan sonraki dönemlerde çocukların büyütülmesi aşamalarında eşsiz fedakârlıklarda bulunmaktadır. Bütün bu emeklerin ve özverilerin arka planında şüphesiz ki annenin sevgi ve şefkat konusundaki abidevi kişiliği yatmaktadır. Onun bu özelliği o derece belirgindir ki, Hz. Peygamber bir defasında Allah’ın kullarına olan sınırsız şefkat ve merhametini anlatmak için başkasının değil, annenin çocuğuna karşı olan sevgi ve şefkatini temsil getirir. Olay hadis kitaplarında şöyle nakledilir: Bir defasında Hevazin kabilesi esirleri arasında bulunan emzikli bir anneyi Hz. Peygamber’e getirdiler. Bu kadın ayrı düştüğü çocuğuna duyduğu özlemden dolayı rastladığı her çocuğu kucaklıyor, göğsüne bastırıp emziriyordu. Rasulüllah o kadına işaretle çevresindekilere “Bu kadının çocuğunu ateşe atacağına ihtimal verir misiniz?” diye sorunca “Asla atmaz” dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber “İşte Yüce Allah kullarına bu kadının yavrusuna olan şefkatinden daha merhametlidir” buyurmuştur. (Buhari, Edeb, 18; Müslim, Tevbe, 22) Dolayısıyla varlık dünyasında bir başkası değil, anne olarak kadın Allah’ın sonsuz şefkat ve merhametini sembolize etmektedir.
Merhametin Sembolü Merhametsizleşince
Belirtmek gerekir ki, günümüz dünyasında acımasızlığa ve şiddete yönelen insanların sayısı gittikçe artmaktadır. Acımasızca işlenen cinayetler artık aileyi de kıskacına almıştır; çocuk-yaşlı, kadın-erkek demeden yakın akrabalar birbirlerini hunharca öldürebilmektedir. Hatta şefkat timsali anneler dahi bencil arzu ve zevkleri uğruna küçücük yavrularını katledebilmektedir. Dolayısıyla aile, bireylerin kendileri için değil başkaları için yaşadıkları bir fedakârlık ve özveri yuvası olmaktan çıkmakta, aksine bencillik ve bireysel hesapların tahrik edildiği bir şiddet zemini haline dönüşmektedir.
Acımasızlık ve şiddet, değişik türleriyle insanlık tarihi boyunca hep var olmuştur. Bundan sonra da bu tür aşırılık ve sapmaların bütünüyle ortadan kalktığı, dolayısıyla şiddetten arındırılmış bir dünyayı hayal etmek mümkün olmayacaktır. Fakat şiddet her halde ilk defa bu denli ileri boyutlara varmış, aile ocağına sıçramış, hatta şefkat ve merhamet timsali anneyi dahi kendi kıskacına alabilmiştir. Bu, ihtirasların, bencil arzuların sürekli tahrik edilmesi, bireyselciliğin bir yaşam felsefesi haline getirilmesinden başka bir şey değildir. Yine bu, temel amacı insana yaşamayı değil yaşatmayı, şefkati, merhameti, fedakârlığı öğretmek olan bir medeniyetten uzak kalmanın bir sonucuydu. Her halde bu ve benzeri olaylar, kafamızı ellerimiz arasına alıp nerede hata ettiğimiz konusunda yeniden derin derin düşünmemizi sağlayacaktır.