Makale

“Gazi Hüdavendigâr Yani Şehit Murad Han Gazi Camii”

“Gazi Hüdavendigâr
Yani Şehit Murad Han Gazi Camii”

Cevat Akkanat

Bursa’da zengin çağrışımlara kapı aralayan bir kelime vardır: Hüdavendigâr… “Bey”, “Hükümdar” anlamına gelen bu kelime, kuruluş ve ilk atılım çağı Osmanlı Sultanı I. Murad’a (1326-1389), onun aziz hatırasını taşıyan bir külliyeye ve daha genel bir anlam yüklenerek, “şol gümüş kubbeli” şehrin merkez olduğu Bursa vilayetine ad yahut sıfat olmuştur. Birbirini tamamlayan dolayısıyla birbirinden ayrılması düşünülemeyen bu üç ana unsur, sanki Hüdavendigâr kelimesine sihirli bir telaffuz kabiliyeti kazandırmıştır. Bu sihirden ötürüdür ki, Hüdavendigâr denildiğinde, Bursa semalarından kâinata kuşatıcı bir nida yayılır.

Şu halde hemen belirtelim, biz bir cami ile ilgili yazıyı kaleme almaya niyetlenmiş olsak da, satırlarımızın arasında Hüdavendigâr lafzının çok katmanlı anlamlarıyla karşılaşabilirsiniz.

Rumeli ve Balkanlar’da yaptığı fetihlerle ve Anadolu’da kazandığı başarılarla Osmanlı Devleti’nin sınırlarını genişleten Murad Hüdavendigâr, 27 yıllık hükümdarlığı boyunca (1362-1389) elde ettiği idari ve askerî zaferlerini bilim, kültür, sanat, mimari dallarında, kısacası medeniyet inşası alanında da göstermiştir. Bu inşanın kapsadığı en önemli unsurlardan birisi olarak, Sırp Sındığı Savaşı’nın (1363) zaferle sonuçlanmasından sonra, Hüdavendigâr’ın, validesi Nilüfer Hatun’ın gönlünü hoşça tutmak ve Allah’a şükrünü ifa etmek kaygısıyla Bursa’ya yaptırdığı külliye oldukça önemlidir. O dönemde şehir merkezinin dışında olan batıdaki Çekirge beldesinde, ovaya hâkim bir alanda inşa edilen külliye, Bursa’nın Orhan Külliyesi’nden sonraki ikinci sosyal yapılar topluluğudur. Tarihî süreç içerisinde farklı adlarla anılmış olan külliye için Bursa İmareti yahut Çekirge İmareti adlarının yanı sıra, bu bölge kaplıcaları ile meşhur olduğundan Kaplıca İmareti ve 1389’da Kosova’da şehit olan I. Murad’ın hatırasını taşıdığı için de Hüdavendigâr Külliyesi adlarıyla anılmıştır.

Hüdavendigâr Külliyesi’nin yapım tarihi kayıtlarda 1366 olarak gösterilmekte olup, bünyesinde cami, medrese, imaret, hamam, türbe ve çeşme bulunmaktadır.
Bünyesinde Medrese Var…

Külliyenin ana unsuru olan ve dönemi itibarıyla ikinci selatin camii hüviyetini taşıyan Hüdavendigâr Camii, daha önce Orhan Camii’nde de uygulanmış olan üç eyvanlı (Bursa tipi, tabhaneli, kanatlı, ters T tipi, zaviyeli adları da verilen) plan şemasına göre yapılmıştır. Fakat burada bir ayrıntıya dikkat çekmek lazımdır. Söz konusu plan, caminin alt katı için geçerlidir. Caminin üst katı medrese olarak düzenlenmiştir. Bursa camileri arasında, üzerinde medrese bulunan tek cami olması Hüdavendigâr Camii’ne ayrı bir özellik vermektedir.

Hüdavendigâr Camii’nin yapımında kesme taş ve tuğla kullanılmış, bazı kısımlarında Bizans döneminden kalma devşirme malzemeye yer verilmiştir. Özellikle son cemaat yerinin iki tarafındaki kemerleri taşıyan sütun ve başlıklar ile üst katta medrese avlusundaki (terastaki) kemerleri taşıyan sütun ve başlıklar, diğer Bursa yapılarında görülmeyen özellikler taşımaktadır.

Cami, üzerinde bir başka binayı (medreseyi) taşıdığından 2.50, hatta mihrap kısmında 3.50 m kalınlıktaki duvarlara sahiptir.

Bazı oryantalistler (Reinhold Lubenau, Miss Pardoe, Vitali Cuinet, Taxier ve H. Wilde gibi) devşirme malzeme kullanımı ve bazı mimari özelliklerinden ötürü caminin eski bir Bizans kilisesinden veya sarayından dönüştürüldüğünü iddia etmişlerse de onların bu görüşleri suizandan ibaret kalmıştır. Zira yapının, kiliselerde olduğu gibi doğuya doğru değil de Kâbe’ye (güney doğuya) dönük inşa edilmiş olması, daha en baştan cami olarak inşa edildiği gerçeğine büyük delildir.
Bu arada caminin erken dönem arşivleri elde olmadığından mimarı tespit edilememiştir. Birtakım kaynaklarda Hristo Velos adı zikredilmekteyse de, bu kesin değildir. Fakat yukarıda da işaret edilen hususlardan yola çıkılarak, mimarının bir Rum olması ihtimali üzerinde durulabilir.

Bahçesiz, Fakat Kapalı Avlu Geleneneği…
Bahçesi olmayan caminin son cemaat yeri beş kubbeyi taşıyan kemerle birbirine bağlı altı yığma ayaktan meydana gelmiştir. Bu ayaklar oldukça kalın olup, kubbelerle birlikte üst kattaki medrese avlusunu (terası) da taşımaktadır. Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi son cemaat yerinin kubbeleri medrese terasının tabanına gömülmüş haldedir.

Hüdavendigâr Camii’nin üç kapısı bulunmakla birlikte, bunlardan doğu ve batıdakiler kapalı tutulmaktadır. Bugün camiye giriş yapabilmek için, son cemaat yerini ortalayan ve sade bir mermerle çerçevelenmiş olan taç kapıyı kullanmaktan başka tercihimiz yoktur. Taç kapıdan giriş yapınca, bizi basık tonozla örtülü bir sofa beklemektedir. Girişteki bu sofanın sağında ve solunda karşılıklı iki kapı bulunmakta olup buralardan üst kattaki medreseye çıkılan merdiven dairelerine girilmektedir. Bunlardan soldaki kapının açıldığı merdiven dairesi aynı zamanda imam odası olarak kullanılmaktadır.

Girişteki sofadan caminin harimine geçmek için taç kapının benzeri bir iç kapıyı adımlamamız gerekmektedir. Bulunduğumuz nokta, üzeri hünkâr mahfili olan ve giriş sofasıyla aynı genişlikteki iç sofadır.
Bu sofanın hemen önünde, caminin tek kubbeli merkezî mekânı (hazırlık mekânı, orta mekân) bulunmaktadır. Bu merkezî mekânı örten tek kubbe içeriden pandantifler, dışarıdan ise on altıgen kasnak üzerine oturur. Kubbenin merkezinde bir aydınlık feneri bulunmaktadır. Aydınlık fenerinin tam altına gelecek şekilde yerleştirilen şadırvan 19. yüzyılda inşa edilmiş olup, bununla, Türk mimarisinde önemli yer tutan kapalı avlu geleneği vurgulanmış olmalıdır.

Orta mekânının doğu ve batısında beşik tonozla örtülü iki eyvan bulunmaktadır. Bu kısımlar merkezî mekâna göre 60 cm’lik yükseklikte olup buraya birkaç basamaklık merdivenle çıkılır. Batı taraftaki eyvanın mihrabı gören bir noktasında müezzin mahfili yer almaktadır. Her iki eyvan kuzey ve güney yönlerinden ikişer odayla komşudur. Bunlardan kuzey taraftaki odalarla eyvanlar arasında geçişi sağlayan kapı aralıkları yer almaktadır. Eyvanların, güneylerinde yer alan odalarla ise bağlantıları yoktur. Kuzey ve güneydeki toplam dört oda, merkezî mekânla aynı zemin seviyesinde olup onunla irtibatı sağlayan kemerli geçiş aralıklarına sahiptirler. Bu arada, caminin bugün işlevsiz hale getirilen doğu ve batı kapıları eyvanların kuzey yönlerinde bulunan odaların dış cephelerindedir.

Caminin asıl ibadet mekânı sayılan bölümü öndeki ‘mihraplı mekân’dır. Kayıtlarda ‘mescit mekânı’ olarak da anılan bu kısım eyvanlarla aynı zemin seviyesindedir. Bu yüzden merkezî mekândan mescit mekânına geçmek için birkaç basamak çıkmak gerekecektir. Üzeri tonozla örtülü olan bu bölümün en dikkat çekici unsuru alçı mihraptır. Hayli geniş olan mihrap, içeriden bir niş yahut ufak bir eyvan şeklinde olup dışarıdan beş köşeli ve dışa çıkıntılıdır.
Üst Kata, Medreseye Çıkalım…

Caminin üst katına çıkmak için girişteki sofanın sağında ve solunda bulunan kapıları kullanabileceğimizi daha önce belirtmiştik. Kapıların açıldığı dairelerinden başlayarak merdivenleri adımladığımızda, üst kattaki medresenin koridorlarına ulaşılır. Bu koridorlar caminin merkezî mekânını örten kubbenin etrafını kapsayacak şekilde olup “U” biçiminde düzenlenmiştir. Hatta, koridorların sonundaki dar bir dehliz, bütün mihrap üstü mekânı dolanmaktadır. Bu ayrıntıyı bir tarafa bırakarak, koridorun doğu ve batı kısımlarında altışar, kuzey kısmında dört olmak üzere üst kattaki medresede toplam 16 adet oda bulunduğunu belirtelim. Odaların birer penceresi vardır. Üstleri ise tonozludur. Kuzeydeki dört hücrenin dış cephesinde medresenin revak kısmı (sundurma, teras) yer alır. Burası, alt kattaki son cemaat yerinin hemen üstüdür ve orada uygulanan mimarî özellik neredeyse aynen uygulanmıştır. Tek fark, altı yığma ayağa ilave olarak aralara devşirme sütunların yerleştirilmiş olmasıdır. Bu ayak ve sütunlar sivri ikiz kemerlerin taşıdığı kubbeleri tartmaktadır.

Bu arada, caminin tuğladan örülmüş tek şerefeli minaresi ikinci kattaki revakta, sol kısımda yükselmeye başlamaktadır.

Hüdavendigâr Medresesi’yle ilgili ayrıntıları şu notla bitirelim: Bu kurum, Osmanlı eğitim tarihi içinde önemli bir mevkî kazanmıştır. Nitekim, Molla Gürânî, Zenbilli Ali Efendi, Tacizade Cafer Çelebi gibi, şeyhülislamlık da yapmış pek çok âlimin burada müderrislik vazifesinde bulunduğu kaydedilmektedir.

“Seyri Vâcib Güzel Bir Cami”

Yazımızın başlığını kendisinden emanet aldığımız Evliya Çelebi’nin “Yapılış şekli hiçbir camie benzemez. Gayet sanatlıdır.” ve akabinde “Görmeye değer, seyri vacib güzel bir camidir.” dediği Hüdavendigâr Camii’nin dikkate değer bir diğer yönü, çiçek demetleri, çelenk motifleri, perdeler, kurdelalar şeklinde uygulanan kalem işi bezemeleridir. Bunlar, barok nitelikte bezemeler olup, Osmanlı Devleti’nin Batı’ya açıldığı 18-19. yüzyıl özelliklerini gösterir.

Hüdavendigâr Camii’nde serbest fırça tekniği uygulanarak yapılan bu bezemeler, yapının çeşitli bölümlerinde farklılıklar gösterir. Sözgelimi, mihrap nişinde altın varak bezeme ile yapılmış bir kandil motifi ve mihrap kavsarasının köşe yüzeylerinde sarmal dallar ve rumiler görülmektedir. Caminin mihraplı kısmı tonozunda ise baklava şeklinde bezeme örnekleri vardır. Tonozun kenar duvar yüzeylerini bitki bordürü kaplar. Bu bordür merkezî mekânda da devam eder. Mihraplı mekânın pencereleri üzerindeki duvarların yüzeyinde ise palmet ve rumilerden müteşekkil kandil motifleri bulunmaktadır. Caminin merkezî mekânını örten kubbede kandil, madalyon ve palmetlerle oluşturulmuş bezemeler yer alır. Kubbe kasnağında da kıvrık dallardan oluşan palmet motifleri vardır. Benzeri süslemeler doğu ve batı eyvanlarında da göze çarpar. Her iki eyvanın tonozlarının ortasında palmet motifli kompozisyonlar dikkat çekmektedir. Son olarak, son cemaat yerinin orta kubbesi yüzeyinde de rumi ve palmetlerden oluşan bezemeler bulunduğu belirtelim.

Çok Fonksiyonluluk ve Gerekçeleri…

Yapının çok fonksiyonlu oluşu sadece üzerindeki medrese ile sınırlı değildir. Sözgelimi, cami içindeki eyvan ve odaların vaktiyle çeşitli sosyal ve idarî hizmetlerin icrasına ayrılmış olduğu ve bunların başta padişah olmak üzere çeşitli devlet adamları ve kâtiplere tahsis edildiği kaydedilmektedir. Hatta bazı tarihçiler, bizim, genel kanaatlere uyarak medrese olarak değerlendirdiğimiz üst kattaki odaların da devlet dairesi işlevinde kullanıldığını ileri sürmüşlerdir. Her neyse, bu çok işlevlilik farklı şekillerde yorumlanmış, sözgelimi devlet adamları ile halkın iç içe bulunduğuna delil olarak gösterilmiştir. Ayrıca bu tarz yapılar aracılığıyla, yeni fethedilen yerlerde toplumun Türkleşmesini ve Müslümanlaşmasını sağlamak, böylece Osmanlı Beyliği’nin askerî ve politik gücünü sağlamlaştırmak düşünülmüş olabilir.
Külliyenin Diğer Unsurları…

1389’da Kosova Zaferi sonrasında şehit düşen I. Murad’ın türbesi caminin kuzey batısında bulunmaktadır. Oğlu Yıldırım Bayezid tarafından inşa ettirilmiş olan bu türbe kare planlı bir yapıdır.

Külliye unsurları arasında yer alan çeşme, caminin kuzey batı köşesinde son cemaat yerinin bitişiğindedir. Kesme köfeki taşı ve tuğla işçiliğine sahip olan bu çeşme, büyük sivri kemeri, ayna ve teknesi ile erken dönem Osmanlı mimarisinde görülen tipik bir Bursa çeşmesidir.

İmaret, caminin batısındadır. “L” şeklinde inşa edilmiş olup ortasında avlusu vardır. Günümüzde bir sivil toplum kuruluşu tarafından kullanılmaktadır.

Caminin doğusunda yer alan kare planlı ve küçük boyutlu hamam 6 m çapında bir kubbeyle örtülüdür. Bu hamam halk arasında Girçık Hamamı veya Bekâr Hamamı olarak adlandırılmıştır.

Efsane Diyor ki…
Bursa üzerine yaptığı çalışmalarla tanıdığımız Kazım Baykal’ın “Benzeri bulunmayan bir anıt” dediği Hüdavendigâr Camii ve Külliyesi 1520, 1563, 1635, 1675, 1904, 1976 yıllarında tamirat görmüştür. Çeşitli sebeplerle camiin ilk kitabesi kaybolmuştur. Bugün taç kapı üzerinde bulunan kitabe ise 1904’te Sultan Abdülhamid tarafından yaptırılan onarıma aittir.

Son olarak Hüdavendigâr Camii ile ilgili olarak anlatılan bir efsaneye yer verelim: Pek çok kaynakta yer alan efsanemizi Evliya Çelebi şöyle anlatıyor: “Bir gün, Murad Han Hazretlerinin bir doğanı uçup kemer üzerine konmuş. Murad Han her ne kadar bu doğanı çağırmış ise de gelmemiş ve gelmek ihtimali olmadığını anlayınca da kızarak, ‘Kaskatı kal’ demiş. Allah’ın emri ile o doğan, kemer üzerinde taş olup kalmıştır. Hâlâ herkesin gözü önünde durur.”

Bu anlatılan bir efsanedir… Hakikat ise Hüdavendigâr Camii’nde günde beş vakit tekerrür eden davette gizlidir. Bu davete, yani Hüdavendigâr semalarından kâinata yayılan nidaya kulak verenlere selam olsun…