Makale

Ana Ailenin Harsıdır

Ana
Ailenin Harsıdır

Bir toplumun temelini oluşturan ana unsur ailedir. Ailenin temelini oluşturan ana unsur ise kültür ve kültürel değerlerdir. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, kültür (ekin, eski dilde hars) tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde üretilen bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünüdür. Sosyolojik olarak, bir topluma özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü ile birlikte sahip olunan değerler, inançlar, ekonomik ve teknolojik yapı o toplumun kültürüdür, harsıdır, kısacası millî yapının özüdür. İlk olarak sosyolog Z. Gökalp tarafından şekillendirilen hars kavramı millî olmakla eş anlamlıdır.

Aile toplumun temel çekirdeği olarak, medeniyetlerin oluşmasında ve kültürün muhafaza edilmesinde etkilidir. Hars yani kültür, toplumun özü ise, ailenin özü de annelerden müteşekkildir. Nitekim aile olmak anne, baba, çocuk, yaşlı, kadın, erkek gibi aynı zamanda statü ve rol belirleyici bireylerden oluşmaktadır. Toplumsal mirasın gelecek nesillere aktarılmasında, kültürel değer ve normların taşınmasında, ailenin önemli ve temel fonksiyonları yerine getirdiği herkesin bildiği bir hakikattir. Ailenin bu temel değer ve fonksiyonlarının aktarılmasında da özellikle anne başat roldedir. Çünkü hem fıtri özelliği hem de toplumsal konumu nedeniyle ailenin düzenlenmesinde olduğu kadar (yuvayı dişi kuş yapar), çocuğun yetiştirilmesinde ve eğitiminde ilk muhatap olunan birey annedir. Baba sonra gelmektedir. Geleceğin teminatı ve aynı zamanda emanet olarak görülen çocuğun, toplumuna ve kültürüne ait tüm ipuçlarını ilk olarak aldığı birey annesidir.

Aile kurumu diğer toplumsal kurumlar yanında en eski, en temel ve biricikliği nedeniyle evrensel bir kurum olmakla birlikte, bilinen her toplumun kendine özgü bir aile biçimi, aile algısı ve aile değerleri vardır. Her toplumun kendine özgü aile yapısını biçimlendiren unsur, sosyo-kültürel değerler yani gelenek, görenek, örf ve âdetlerdir. Ülkemizin tarihi, coğrafik ve kültürel yapıdan kaynaklanan köklü bir medeniyete beşik olduğu bilinmektedir. Geleneklerin, kültürel değerlerin, normların hakim olduğu bu toplumun anneleştirilerek, “Anadolu” adıyla anılması tevafuk gibi görünse de çok manidardır. Anadolu kelimesi yüzyıllar boyunca çeşitli demlerden süzülerek duygusal ve analarla denk bir tarzda, değeri paha biçilmez bir anlama bürünmüştür. Aslında Anadolu kelimesi etimolojik olarak Yunanca, “güneşin doğduğu yer” anlamına gelen “Anatoli”dan doğmuştur. Romalılar, kendi topraklarına göre doğuda kaldığından buraya doğu toprağı anlamında Thema Anadolia demişlerdir. Anadolu isminin bir bölge adı olması ise, Selçukluların Anadolu’ya gelmesiyle başlamıştır. Anadolu kelimesi uzun dönemler boyunca bir coğrafya adı olarak düşünülmüş ve öyle görülmüştür. Zamanla bir coğrafya adı olmaktan çıkıp, bir kültürün ve vatanın adı olmuştur. Kısacası Anadolu hem anavatan hem de ismiyle müsemma şekliyle, kadınlarımızın analık statüleri ile daima anılacakları bir lütuf olarak da tasavvur edilebilir. Toplumumuzda en temel konular yine “ana” başlığıyla tanımlanmaktadır. Ana olmak kelime anlamıyla aynı zamanda “asıl, esas” gibi anlamlar içermektedir. Anayasa, anayol, anavatan, anadili, anaç vb. kavram ve kelimelerin fenomolojik alt yapısında toplumsal gerçeklikler yatmaktadır. Bunlar sosyo-kültürel değerlerimizde anneliğe verilen kodlamalara ilişkin önemli sonuçlardır.

Ülkemizde kırda ya da kentte kadın her zaman anadır. Anne şefkatin, fedakârlığın, cömertliğin, karşılık beklemeden vermenin ve sevginin sembolüdür. Vericidir. Yapıcıdır. Çocukla baba arasında arabulucudur. İyilik ve merhamet gibi ahlâkî değerlerin timsalidir. Anne toparlayıcıdır. Anne ile çocuk arasında tamamen özel bir ilişki biçimi vardır. Aile içinde var olan anne modeli gelecekteki toplumun bir minyatürüdür. Çünkü toplumsal kültürün taşıyıcısı ve aktarıcısı annedir. Annenin bu özelliği, çocuğun eğitimi ve yetiştirilmesinin ilk sorumlusu ve muhatabı olmasındandır. Kadının toplumdaki rolü ile birlikte annelik kimliğinin toplumsal hayattaki varlığı çok önemlidir. Türk toplumunun ahlâkî değerleri, çocuklardan anaya karşı ayrı bir sevgi, saygı ve hürmet beslemelerini talep eden bir biçimdedir. “Ananın hakkı ödenmez, ana gibi yar olmaz, ana milleti yoğuran mukaddes eldir...” gibi atasözleri de toplumumuzda ananın değerini göstermesi bakımından anlamlıdır.

Bazı araştırmacılara göre aile diye bir kurum varsa, kadının “eşlik” değil, “analık” fonksiyonu yüzündendir. Kadın hem bir eş hem de çocuğu doğuran ve doğal olarak üstlenen taraftır. Eğer aileye hukuki bir kurumsallık atfedilmişse, bu durum çocuk ile anne arasındaki yakınlaşmadan, annenin çocuğa gösterdiği şefkat ve ihtimam ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Nitekim annenin temel görevlerinden birini sadece çocuğun yetiştirilmesi değil, toplumsallaştırılması oluşturur. Anne, çocuk için birtakım deneyimler oluşturur. Bu deneyimler içinde çocuk, gereksinmelerini karşılamayı, gerilimlerini yatıştırmayı öğrenir. İçinde yer aldığı çeşitli durumlarda bir anlam elde etmeyi öğrenir ve kendini tanıma fırsatı bulur. Anne, çocuk için henüz istikrarlı olmayan bir dünyada çocuğun güven kaynağı, huzuru, referans merkezi ve tek anlaşılabilir bir durum ya da kişidir. İçinde yaşanılan toplumun kültür ve değerlerini, gelenek ve göreneklerini çocuğa aktaran, ona görev ve sorumluluklarını aşılayan, onun eğitimi ile meşgul olan anadır. Baba bu sürece, annenin bir yardımcısı olarak katılır. Söz konusu durum geleneksel ataerkil yapıda da modern yapıda da hâlen devam etmektedir. Günümüzde aile bağlarında yaşanan çözülme ve gevşemeler, aile odaklı toplumsal sorunlara rağmen, annenin aile içindeki önemi ve değeri yerini korumaktadır.

Annelik duygusu, kadın psikolojisindeki ve kimliğindeki temel duygulardan biridir. Annelik duygusu içinde sevgi, şefkat, iyilik, doğruluk, merhamet gibi çok farklı duygu tabakaları vardır. Annelik, bu duygu katmanlarının hepsini içine alır. Onda bir insanın iyi olmasına yarayacak ve onu mutlu edecek her şeyi bulmak mümkündür. İnsanlar annelik denildiğinde iyi, hoş ve mutlu olacağı bir ortamın varlığını hisseder (N. Tarhan, Kadın Psikolojisi, 2005). O halde sağlıklı nesillerle birlikte gelecek sağlıklı toplumun harcının yükü annededir. Sağlıklı baba modeli de terazinin mutlaka diğer kefesi iken, sağlıklı toplumun oluşmasında kefenin anneden yana ağırlıklı olmasının temelinde ana-babalığa ait görev ve sorumluluklar yer almaktadır.

N. Tarhan’a göre, annelik duygusunun zayıflaması aile bağlarını zayıflatmıştır. Annelik duygusunu zayıflatan da 1960’larda başlayan cinsel özgürlük ve feminizm hareketlerinin yanlış anlaşılmasıdır. Bunun sonucunda da kadına özgürlük! cinsel özgürlük girişimleri aile bağlarını zayıflatarak, günümüze kadar gelişerek önüne geçilemeyen sorunlara (uyuşturucu, değerler erozyonu, şiddet, tek ebeveynli aile, boşanma, yabancılaşma ve kimlik bunalımı, internet vb.) yol açmıştır. Feminizmin önderlerinden Betty Freedman’ın, “bir kadının ideal mutluluğu nedir” diye sorulduğunda, “bir erkekle sadakate dayalı bir birlikteliğidir” demesi, aile kurumunun önemine ve vazgeçilmezliğine işaret etmesi açısından çok dikkat çekicidir. Bizim toplumumuzda aile, günümüzde de önemli bir değerdir. Bu değeri ayakta tutabilmek, sahip çıkabilmek çok önemlidir. Dünyadaki tüm duygular, iyi özellikler, anne kapısından içeri girebiliyorsa anne bağını zayıflatmamak gerekmektedir. Bu yapılabildiği ölçüde aile güçlenecek ve sağlıklı bir toplum oluşacaktır.

Annenin yapıcı ve üretken bir kişiliğe sahip olması, potansiyel gücünü olumlu yönde kanalize edebilmesi, iyi bir sevgi ortamı oluşturacaktır. Sevgi, çocuğun sağlıklı bir gelişme gösterebilmesi için gerekli olan güven ortamının üç ögesinden birini oluşturur. Toplumsal mirası, kültürel ve ahlâkî değerleri aktarmada, çocuğun kişiliğinin temelinin atılmasında anahtar rol üstlenen annenin, zamanın getirdiği değişimlere karşı donanımlı, nitelikli ve bilgili olmasının gereği açıktır. Eğitimin her türünde (örgün, yaygın) genç kız ve kadınların odak alınması ananın, ailenin harsı olması gerçeğine önemli bir katkı olacak ve bu yaklaşım gelecekteki sağlıklı toplumun getirilerini milletçe birlikte yaşamak keyfiyetine dönüşecektir. Okumak, düşünmek, fikirleriyle var olmak, günümüzün kadınlarının temel görevi olmalıdır.

Sonuç olarak, atlanmaması gereken gerçek, ailenin insanlığın en eski ama en vazgeçilmez kurumu olduğudur. Aile kurumu sadece neslin devamını sağlamakla kalmamakta; gerek erkek gerek kadının olgun birer insan olmalarını sağlayan vasatı oluşturmaktadır. Aile kurumunun insanî değerlerin, kardeşliğin, saygının, sevginin ve mutluluğun teminatı gerçeğinden hareketle aile kurumunun korunması ve güçlendirilmesinde, ailenin ve toplumun harsı olan annelere, hak ettikleri kazanımların sağlanmasında tüm kesimler (başta medya olmak üzere) gayret göstermelidir.SS