Makale

Yaşlılar ve Engelliler

Yaşlılar ve
Engelliler

Her toplumda, ayrı bir ilgi ve özen gösterilmesi gereken kesimler arasında yaşlılar ve engelliler başta gelir. Bu yazıda, dinimizin bu iki kesime nasıl baktığı özet olarak sunulmayaçalışılmıştır.

Yaşlılık
Gençlik de, yaşlılık da Allah’tandır. Nitekim bir ayette: “Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah’tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir” (Rum, 54) buyurulmuştur.

Ömürleri takdir eden, yaşatıp öldüren de Yüce Allah’tır: “Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bunlar, Allah’a kolaydır.” (Fatır, 11) Şu halde, O’nun takdiriyle ortaya çıkan duruma rıza göstermekgerekir.

İnsan yaşlanınca eski gücünü kaybeder, bedeninin bazı fonksiyonları azalır veya kaybolur. Yaşlı insan, sanki çocukluk dönemine geri dönmüş gibidir. Nitekim bir ayette: “Kime uzun ömür verirsek, Biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?” (Yasin, 68) diye buyurulmuştur.

İnsan, beden ve ruhtan meydana gelmiştir. Beden yaşlanır ama ruh da ima genç kalır. Bu bakımdan yaşlıları küçümsemek asla doğru değildir.

Yaşlı insanın gençlikteki yeteneklerinin bir kısmı zayıflar, eski gücü azalır; fakat bunun karşılığında bilgelik ve ağır başlılık artar, mantıklı ve doğru düşünme daha sağlıklıdır; muhakeme güçlüdür. Bilgi birikimi ve tecrübe, olgun kişilikle birleşince mutlu ihtiyarlar ortaya çıkar: Onlar daha tutarlı, hoşgörülü ve sabırlı olurlar. (Nevzat Tarhan, "’Yaşlılar ve inanç”, Kur’an Mesajı Dergisi, sayı: 6, s. 43)
“İhtiyar, ihtiraslarından kurtulmuş insandır. İhtiyarlıkta maddî kuvvet isteyen işler yapılamayabilir; ama manevî kuvvetle, akıl, fikir ve tecrübe ile yapılabilecek pek çok iş vardır. Kendini işe veren, çalışan insan, ihtiyarlığın ne vakit geldiğini duymaz, birden çöküvermez. Gençlik zevklerinden mahrum kalmak, kötü kusurlardan uzaklaşmak demektir; çünkü doymak bilmez aşırı arzular, insanın başına belalar açar. Öyle zevkler vardır ki, ihtiyarlar bunu duymaz denilebilir; ama unutulmamalıdır ki onlar bu zevklerin yokluğunu da duymazlar; yokluğu duyulmayan şeyin üzüntüsü de duyulmaz. Genç uzun yaşamayı ümit eder, ihtiyar ise uzun müddet yaşamıştır. Zaten insan hayatında uzun süren ne vardır ki!” (Cicero, İhtiyarlık, çev: Ayşe Sarıgül, (cümleler, muhtelif sayfalarından derlenmiştir), İstanbul 1989, MEB yayınları)

Yaşlılar, toplumun saygı gösterilmeye en layık olan insanlarıdır. Ömürlerinin büyük bölümünü toplumuna hizmet etmekle tüketmiş bu insanların değerini bilmek, onlara gereken ilgi ve saygıyı göstermek dinî ve insanî bir görevdir. Hele bu yaşlılar, insanın anne ve babası olursa, onları incitmek bir yana, “öf!”demek bile haram kılınmıştır: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin birşekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “of!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçak gönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de Sen onlara (öyle) rahmet et!’ diyerek dua et.” (İsra, 23-24)

Peygamberimiz ve yaşlılar
Enes bin Malik’in bildirdiğine göre, Rasûlüllah (s.a.s.)’i görmek isteyen yaşlı bir adam geldi ve cemaat ona yer açmayı geciktirdi. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Küçüklerimize merhamet etmeyen ve büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir” (Tirmizi, Birr, 15; Ebu Davud, Edeb, 58) buyurdu. Abdullah bin Abbas ve Abdullah bin Amr da buna benzer hadis rivayet etmişlerdir.

Peygamberimizin bildirdiğine göre: “Yaşlılara saygı gösterip ikramda bulunmak, Allah’a saygıdandır.” (Ebu Davud, Edeb, 20,23)

Unutulmamalıdır ki bugünün gençleri de yarının yaşlıları olacaktır. İnsan, ektiğini biçer; iyilik eden iyilik bulur, kötülük eden de kötülük bulur. Peygamberimiz: “Bir genç, yaşından dolayı bir ihtiyara hürmet ederse, Yüce Allah, o gence yaşlandığı vakit ikram edecek, hürmet edecek kimseleri mutlaka bahşeder” (Tirmizi, Birr, 75) buyurmuştur.

Yaşlıların hem tecrübelerinden hem de dualarından istifade etmek gerekir.
Yaşlılar olgun, ama hassas insanlardır. Onlara işe yaramadıkları, yük oldukları izlenimi vermek nankörlüktür; çünkü bu günlere onlar sayesinde gelindiği göz ardı edilmektedir.

Sababeden Ebû Musa’nın bildirdiğine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Şu hususlar Allah’ı yüceltmenin birer şubesidir: Müslüman yaşlıya ikramda bulunmak, içindekiyle amel hususunda ölçüyü aşmayan ve ondan uzaklaşmayan Kur’an hafızına ikramda bulunmak, adâletle davranan iktidar sahibine ikram.” (Ebû Davud, Edeb, 23)

Buradaki ikram; maddî iyilikte bulunmak yanında, değer vermek, saygı göstermek, iyilik etmek, selâm vermek, güler yüzle hitap etmek, güzel davranmak gibi manalara gelir. Peygamberimiz bunları, Allah’a gösterilen saygının bir parçası olarak değerlendirmiştir. (İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, İstanbul ts, IX, 383)

Konumuzla ilgili şu iki hadis de çok anlamlıdır: “Süt emen bebekler, beli bükülmüş yaşlılar ve otlayan hayvanlar olmasaydı, üzerinize azap sel gibi inerdi.” (Heysemi, Mecmeu’z-Zevaid, X, 227. Zayıf hadis olarak değerlendirilmiştir.) “Siz ancak zayıflarınızın duası sayesinde yardım görür ve rızıklandırılırsınız.” (Buhari’den Tecrid-i Sarih Tercemesi, VIII, 328)

Yaşlıların en uygun barınma yeri, kendi yuvaları veya evladın yanıdır. Onları yanlızlığa terketmemek lazımdır.

İhtiyarlar da kendilerini bırakmamalı, imkanları ölçüsünde çevresindeki insanlara, düşünceleriyle, tecrübeleriyle yardımcı olmaya devam etmeli; gençlerin ve yakınlarının davranışlarını anlayışla karşılamalıdır. Kendi akranlarıyla buluşup görüşerek, ibadet ederek, dua ve zikirde bulunarak, Kur’an okuyarak vakitlerini değerlendirmelidir.

Peygamberimiz: “İnsanların en hayırlısı, ömrü uzun olup amelleri de güzel olandır. İnsanların en fenası ise ömrü uzun olup ameli kötü olan kimsedir.” (Tirmizi, Zühd, 22) buyurmuştur.

Unutulmamalıdır ki, gerçek hayat, ahiret hayatıdır. Dünya fani, ahiret bakidir. Ölüm, Allah’a kavuşmaktır. İhtiyarlığın güçsüzlüğü, ilâhî rahmet ve merhameti celbeder. Geçici dünya zevkleri yerine, kalıcı iman ve ibadet lezzeti daha iyidir. Yaşlılık, sadece güçsüzlük ve zorlukların olduğu bir dönem değil, birçok güzel ve hoş yanların da olduğu insan hayatının bir dönemidir. (Tarhan, aynımakale, s. 46-47)
Bu arada vurgulanması gereken bir husus da, insanın kendisini yaşlılığa hazırlaması; iyi bir yaşlılık dönemi geçirmek için önceden gerekli tedbirleri almasıdır.

Engelli insanlar
Yüce Allah insanlara pek çok nimet vermiştir. Bunları saymakla bitirmek mümkün değildir. Nitekim bir ayette: “Allah’ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız” (Nahl, 18) buyurulmuştur.

İnsan ya doğuştan veya ömrünün daha sonraki yıllarında bazı nimetlerden mahrum kalabilir. Mesela gözleri görmeyebilir, kulakları işitmeyebilir, ayağı veya eli kolu vb. herhangi bir organı sakatlanabilir. Bu gibi durumlarda ona düşen görev, sabredip gerçeği kabullenmek ve sahip olduğu diğer nimetleri en iyi şekilde değerlendirip şükretmek olmalıdır. Unutulmamalıdır ki, insanın bulunduğu durumdan çok daha zor şartlarda yaşayan pek çok insan vardır. Üstelik her nimetin şükrünün gerektiği ve hesabının sorulacağı unutulmamalıdır. Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre göz, kulak, kalp... bunların hepsi sorumludur. (İsra, 36)

“Niçin bu durum başıma geldi? Ne yaptım da böyle oldu? Neden ben?” gibi sorular akla gelebilir. Meseleye ceza açısından bakmamak gerekir. Toplumumuzda sakat, engelli, özürlü kelimeleriyle nitelenen milyonlarca insanımız vardır. Bunların çoğu da doğuştan böyledir. İnsan dünyaya suçsuz ve günahsız olarak gelir. Ayrıca her olumsuzluk, ceza olsun diye insanın başına gelmez. Öyle olsaydı, Allah’ın en seçkin ve sevgili kulları olan peygamberlerin başına onca sıkıntı gelir miydi? Peygamber Efendimiz: “Musibetlerin çoğu enbiyaya, sonra evliyaya, daha sonra da derecelerine göre diğer insanlara isabet eder.” (İbn Mace, Fiten, 23) buyurmuştur. Öyleyse başa gelene karşı sabırlı olmalı, bunun bir imtihan olduğu, sabırlı olanın başarıya ulaşacağı bilinmelidir. Yüce Allah’ın şu buyruklarına bakalım:

“Doğrusu güldüren de ağlatan da O’dur. Öldüren de dirilten de O’dur.” (Necm, 43-44)
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. (Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır.” (Hadid, 22-23)
“Andolsun ki sizi, biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (Bakara, 155-157)

Başa gelen bir olumsuzluktan dolayı ümitsizliğe düşmek, isyan etmek insana daha çok zarar verir: “(Rasûlüm!) Söyle: Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının.” (Zümer, 10) isyan ederek, karamsarlığa kapılarak hem dünyamızı hem ahiretimizi karartmaktansa, güzelce sabredip, eldeki nimetlerle yetinmek daha akıllıca olmaz mı?

Kur’an-ı Kerim’in Abese suresinin ilk bölümü, özürlü insanlara İslâm’ın bakış açısını göstermesi bakımından çok önemlidir. İlgili ayetlerde Yüce Allah, bir özürlüye kötü muamele şöyle dursun, ona karşı yüzünü ekşitmeyi bile hoş görmemiş, onlarla ilgilenilmesini emretmiştir. (Surenin bir bölümünün anlamı şöyledir: “(Peygamber), yüzünü ekşitti ve geri döndü. Âmânın kendisine gelmesinden ötürü. Belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek. Kendini (sana) muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun; oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin. Fakat koşarak ve (Allah’tan) korkarak sana gelenle, sen onunla ilgilenmiyorsun. Hayır! Şüphesiz bunlar bir öğüttür, dileyen ondan (Kur’an’dan) öğüt alır.” (Abese, 1-12))

Dinimizde hem yaşlılara hem de engellilere bazı ibadetlerin yerine getirilmesinde ve sosyal ve hukukî bazı konularda kolaylıklar sağlanmıştır. (Msl. bkz: Fetih, 17)
Peygamberimiz ve engelliler
Rasûlüllah, özürlü insanlara öncelikle sabır tavsiye etmiştir.
Peygamberimizin eşi Ümmü Seleme, Allah’ın Elçisinin şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Başına bir musibet gelen Müslüman, Allah’ın emrettiği şekilde (Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler.” (Bakara, 156)): ‘Biz Allah’ınız ve O’na döneceğiz. Allah’ım, başıma gelen bu musibetin ecrini ver, bana bunun arkasından hayırlısını ihsan et’ derse, Allah ona hayırlısını ihsan eder.” (Müslim, Cenaiz, 3; Ebû Davud, Cenaiz, 22)

Enes bin Malik’in bildirdiğine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah: İki gözünü alarak imtihan ettiğim kulum sabrederse, o iki sevgili gözü yerine ona cennetimi veririm, buyurdu.” (Buhari, Merda, 7; Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, III, 144)
Enes b. Malik şöyle demiştir: Peygamberimiz ile birlikte, gözlerinden rahatsız olan Zeyd bin Erkam’a gittik. Peygamberimiz Zeyd’e:
- Gözlerin bu şekilde kalırsa ne yaparsın? diye sordu. Zeyd:
- Sabreder, Allah’ın rızasını dilerim, diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber:
- Eğer böyle bir durumla karşı karşıya gelir de sabreder, Allah’ın rızasını dilersen, ilâhî huzura hiçbir günah taşımayarak varırsın, buyurdu. (İbn Hanbel, III, 155-156)
Peygamberimiz, Tebük gazvesinde yolda giderken şöyle buyurdu:
- Arkamızda Medine’de birtakım insanlar var ki, biz dağ yolunda, vadide yürürken, onlar da bu yürüyüş sevabında bizimle beraberdir. Çünkü özürleri, onları bu yolculuktan alıkoymuştur. (Buhari’den Tecrid-i Sarih Tercemesi, VIII, 299)

Peygamberimiz, engelli Müslümanlara resmî görevler de vermiştir:
Gözleri görmeyen Abdullah bin Mektum, Peygamberimizin müezzini olmuştur. Peygamberimiz yine bu sahabiyi, kendisi Medine dışına çıkacağı zamanlarda yerine vekil olarak bırakmıştır. Bu durum, Peygamberimizin engellilere gösterdiği ilginin açık bir örneğidir.

Öte yandan, insanları birtakım bedensel kusurları sebebiyle küçümsemek, ayıplamak, hor görmek caiz değildir. Peygamberimiz: “Bir kimsenin mümin kardeşini küçümsemesi, günah olarak ona yeter.” (Müslim, Birr, 32) buyurmuştur. Unutulmamalıdır ki her an herkesin başına böyle bir durum gelebilir.

Peygamberimiz, engelli insanlara iyi davranılmasını emretmiş; onların özürlerinin eğlence konusu yapılmasını yasaklamıştır. Bir örnek olmak üzere, körlere karşı kötü davrananları kınayan bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Âmâyı yolundan saptırana Allah lanet etti.” (İbn Hanbel, I,309)

Yüce Allah, insanları dış görünüşlerine, cinsiyetlerine, ırklarına, makam ve mevkilerine göre değil, iman, ahlâk ve davranışlarına göre değerlendirir. Nitekim bir ayette: “Allah katında sizin en üstün olanınız, en çok takvalı olanınızdır (yani Allah’a karşı gelmekten sakınanınız, O’nun emir ve yasaklarına uyanınızdır.” (Hucurat, 13) buyurulmuştur. Aynı konuya işaret eden Peygamber Efendimiz de “Yüce Allah, sizin şekillerinize, dış görünüşünüze veya mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr, 33-34; İbn Mace, Zühd, 9) buyurmuştur.

Müminler kardeştir. Bu bakımdan Müslümanlar kendi aralarında birlik ve dayanışma içinde olmalı; darda kalmışların, âcizlerin yardımına koşmalıdır. Bu arada engelli Müslümanlara da destek olunmalı, onlara yapabilecekleri işler vererek hem onurları korunmalı, hem de düzenli bir gelire sahip kılarak, mutluluk içinde yaşamalarına yardımcı olunmalıdır. Peygamberimiz: “Kim, mümin kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamette bir sıkıntısını giderir.” (Buhari, Mezalim, 3) buyurmuştur.

Ayrıca onların akıl, zeka, yetenek ve düşüncelerinden de istifade edilmelidir. Engelli çocuklarımızın yetiştirilmesi için gayret gösterilmelidir.

Engelli kimsenin aile bireyleri de, böyle insanlarımıza nasıl davranılacağına dair bilgi edinmeli, engellilerle ilgili derneklerle irtibat kurmalı, onların bilgi ve tecrübelerinden yararlanmalıdır.

Kur’an-ı Kerim’de yer alan bazı ayetlerde manevî körlük ve sağırlıktan bahsedilir. Bu tür ayetleri yanlış değerlendirmemek gerekir. Kur’an’ın kınadığı fiziksel kör, sağır, dilsiz vb. özürlüler değil, manevî açıdan gerçekleri görmeyen, işitmeyen ve söylemeyenlerdir. (Msl. bkz: Bakara, 17-18; Yunus, 42-43; Hacc, 46) Nitekim bir ayette şöyle buyurulmuştur: “Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; Iâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (Hacc, 46)

Konuyu özetlersek; yaşlılar, toplumun en saygın kişileridir. Onlar ömürlerini milleti için harcamış saygı değer insanlardır. Bu bakımdan Peygamberimiz, yaşlılara gereken saygı, sevgi ve ilginin gösterilmesini emretmiştir. Yaşlılar olgun, ama hassas insanlardır. Onlara işe yaramadıkları, yük oldukları izlenimi vermek nankörlüktür. Ayrıca unutulmamalıdır ki, bugünün gençleri de yarının yaşlıları olacaktır. Öte yandan insan, ya doğuştan veya ömrünün daha sonraki yıllarında bazı nimetlerden mahrum kalabilir. Mesela gözleri görmeyebilir, kulakları işitmeyebilir, ayağı veya eli kolu vb. herhangi bir organı sakatlanabilir. Bu gibi durumlarda ona düşen görev, sabredip gerçeği kabullenmek, durumuna şükretmek olmalıdır. Müminler kardeştir; her Müslümana olduğu gibi, engelli insanlarımıza da destek olmalı, onların fiziki ve akli güçlerinden, tecrübelerinden istifade edilmelidir.