Makale

Şehirleşme Sürecinde Komşuluk İlişkileri vi İslâm

ŞEHİRLEŞME SÜRECİNDE KOMŞULUK İLİŞKİLERİ VE İSLÂM

Ali AKDOĞAN*

Özet:
Şehirleşme, sosyal bir olgudur. Tarih boyunca dünyanın hemen her yerinde irili ufaklı şehirler kurulmuştur. Son yüzyıla kadar insanlığın büyük çoğunluğu köy ve kırsal alanda ve tarıma bağlı olarak hayatını devam ettirmiştir. Ancak Batı dünyasında özellikle Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte sanayileşme ve şehirleşme hız kazanmıştır. Bu süreç Batı toplumları üzerinde etkili olduğu gibi, dünyanın diğer ülkeleri üzerinde de artan bir hızla etkili olmaktadır.
Şehirleşme süreci komşuluk ilişkileri üzerinde de etkili olarak, komşuların birbirlerinden habersiz bir şekilde yaşamalarına neden olmaktadır. Bu durum bütünüyle böyledir demek, aşırı bir genelleme anlamına gelmektedir. Ancak yaşanan ve tecrübe edilen sosyal gerçeklik, şehirleşme sürecinde komşuluk ilişkilerinin önemli ölçüde zayıfladığıdır.
Komşuların birbirleriyle yakınlaşma ve dayanışmalarında İslam dininin ortaya koyduğu öğretiler ve Hz. Peygamber’in uygulamaları anlamlı ve manidar gözükmektedir. Bizzat Kur’an-ı Kerim’de yakın ve uzak komşu tanımlaması yapılarak onlara iyilikte bulunulması tavsiye edilmektedir. Hz. Peygamber de, gerek söz gerekse uygulamalarıyla komşuluk ilişkilerine büyük önem vermiştir. O’nun ortaya koyduğu komşuluk örneği bugün de anlamlılığını ve geçerliliğini sürdürmektedir. Hatta komşuluk ilişkilerinin sağlam bir temele oturması anlamında O’nun söz, fiil ve takrirlerine büyük ihtiyaç bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Şehirleşme, Komşuluk ve İslam.

The Relationship of Neighborhood and Islam in The Urbanization Process
Abstract:
Urbanization is a social fact. There have been established many towns throughout the world during the history. The majority of mankind led life, relating themselves with the villages and countryside, depending on agriculture. But with the renaissance and reformation eras, industrialization and urbanization won great gravity. This process has been gradually affecting on the Western societies as well as on the other societies in the world.
The Urbanization process, influencing on the relationships in the neighborhood, has caused the neighbors to live their lives without recognizing of their next doors and without knowing each other. To say that “this happens in this way as a whole” has hinted an hasty generalization about that. Nevertheless, the social reality lived and experienced is the fact that the relationship of the neighborhood has been getting weakened during the urbanization process.
The teachings of Islam especially the practices of the Holy Prophet on the matters of being closer and collaboration- affairs amongst the neighbors seem to be meaningful and significant. There in the Holy Qur’an itself, it is advised to be good towards them, defining the close and far-away neighbors. The Prophet, either in his speeches or in his practices, has given great significance to the relationship of the neighbors. His unique sample about the neighborhood has been leading its meaningfulness and validity through centuries even at this age. Furthermore there is a great necessity to have His speeches, actions and approvals in the context of fixing up the relationship of the neighborhood.
Key Words: Urbanization, The Neighborhood and Islam.

Giriş:
Sosyal bir olgu olarak şehirleşme süreci bütün dünyada hızlı bir şekilde yayılmaktadır. Bu süreç geriye döndürülemez bir boyutta devam etmektedir. Özellikle sanayileşme çabaları bu süreci daha da artırmaktadır. Çünkü tarım ürünleri ve toprağa bağlı yaşamak artık artan nüfusa yeterli gelmemektedir. Bundan dolayı insanlar, yeni iş imkanları bulabilmek için sanayi bölgelerine ve şehirlere yönelmektedirler. Zira sanayi bölgelerinde ve şehirlerde iş imkanı köylere ve kırsal alanlara göre daha fazladır.
İnsanların şehirlere yönelmelerinin başka sebepleri de bulunmaktadır. Sağlık, eğitim ve daha konforlu bir hayat yaşayabilmek için şehirler tercih edilmektedir. Gerçekten de şehirlerin sunduğu imkanlar köylere göre daha fazladır. Şehir hayatı aslında yeni bir yaşam tarzı olarak insanları cezb etmektedir. Bütün bunlar şehir hayatını cazip ve çekici kılmaktadır. Şehir hayatında insanların yakaladıkları imkanlar köydekilerle aynı ölçüde değildir. İnsanlar arasında sosyal, kültürel, ekonomik ve diğer açılardan farklılıklar bulunmaktadır. Bu anlamda herkes kendi imkanlarına göre bir hayat yaşamaktadır. Ama insanların genel hedefi şehrin sunduğu imkanlardan en üst düzeyde faydalanabilmektir.
Şehir hayatında insanlar mekansal anlamda birbirlerine yakın olsalar da sosyal ve kültürel anlamda o derece yakın bir hayat yaşamamaktadırlar. En genel anlamda şehir hayatında ben duygusu, köy hayatında ise biz duygusu sosyal hayata yön vermektedir. Ben duygusunun geçerli olduğu bir ortamda insanların birbirlerine yakın olmaları düşünülmemektedir. Çünkü insanlar genelde kendi bireysel menfaatleri çerçevesinde tutum ve davranışlarda bulunmaktadırlar. Dolayısıyla böyle bir ortamda paylaşma, yardımlaşma ve dayanışma duyguları zayıf kalmaktadır. Halbuki biz duygusunun etkili olduğu sosyal ortamlarda insanlar paylaşmaya, dayanışmaya ve yardımlaşmaya daha açık bir yapıda bulunmaktadırlar.
Oysaki sosyal hayatta aile içi etkileşimden sonra en önemli etkileşim ve iletişim komşularla olmaktadır. İnsan açısından hayat aile, komşular ve toplumun diğer fertleriyle kurulacak iyi ilişkilerle anlamlı olmaktadır. Bundan dolayı hayatın anlamlılığında iyi komşuluk ilişkileri büyük önem taşımaktadır.
Şehirleşme süreciyle toplumun diğer bireyleriyle olduğu gibi komşularla da ilişkiler önemli ölçüde zayıflamakta ve azalmaktadır. Halbuki şehrin bunaltıcı sosyal ortamında aileler arasında kurulacak sıcak ve samimi ilişkiler, söz konusu sosyal ortamın genişlemesine ve açılmasına imkan sağlamaktadır. Bir başka ifadeyle daralan ve sıkışan sosyal ortam, komşuluk ilişkileriyle yeni bir canlılık ve ivme kazanmaktadır. Zaten aileler, apartman ve site yaşamlarında kendi dairelerine kapanmış, içeriye açık, dışarıya kapalı bir ortamda yaşamaktadırlar. Komşuluk ilişkilerinin zayıf olması bu daralmayı daha da artırmaktadır. Ama komşular arasında kurulan bir yakınlaşma ve sıcaklık, ailelere bir nefes alma, hayatı paylaşma ve rahatlık sağlamaktadır. Bu bağlamda şehir hayatında gecekondu mahallelerinde yaşayanlar, apartman hayatına geçtiklerinde belli bir zorluğu yaşamaktadırlar. Çünkü onlar gecekondu yaşamının sosyal ortamına alışık olduklarından apartman ve site yaşamı onları sıkmaktadır.
İnsanlar ve komşular arası yaşanan ilgisizliğin ve iletişimsizliğin aşılması açısından sosyal, kültürel, milli ve manevi değerlere büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Her şeyden önce insan, diğer insanlarla insan olma anlamında hangi ırktan, hangi milletten ve hangi dinden olursa olsun tanışmaya ve kaynaşmaya muhtaç bir varlıktır. Bu çerçevede İslam dininin insana ve komşuya verdiği değer ve önem büyük anlam ifade etmektedir.
a. Şehirleşme
Şehir ve şehirleşme, tarihi olarak çok eski dönemlere kadar uzanmaktadır. Bir arada yaşama ve diğer insanlarla karşılıklı etkileşim halinde bulunma insanın doğasında mevcuttur. Bu duygu ve sosyal şartlar insanların bir arada yaşamalarını dolayısıyla şehirleşmelerini de beraberinde getirmektedir.
Şehrin çok çeşitli tanımları yapılmaktadır. Şehir, “meslek sahiplerinin çoğunluğunun tarımsal faaliyetlerin dışındaki işlerle meşgul olduğu her yerleşim birimi; sınırlı bir toprak parçasına yoğunca yerleşmiş büyük, heterojen nüfus kütleleri”1 olarak tanımlanmaktadır. M. Weber’e göre ise şehir, “çoğu kere, büyük bir kalabalığın yoğun bir şekilde yerleştiği ve sakinlerinin birbirleriyle karşılıklı kişisel tanışıklıklarının olmadığı kadar geniş bir koloni oluşturdukları bir alan olarak düşünülür.” 2
Şehirleşme, sosyal bir gerçeklik olarak tarihin başlangıcından günümüze artarak devam etmektedir.3 Sanayileşme öncesi dönemlerde kırsal kesimde yaşayanların oranı, şehirde yaşayanların oranından daha fazladır. Zira sanayileşme öncesi dönemlerde şehir hayatı bugünkü gibi imkanlara sahip olmamakla beraber, o dönemlerde de şehirli olmak bir ayrıcalık ve farklılık olarak algılanmaktadır. Ancak şartlar insanı toprağa ve onun gelirine daha fazla bağladığından nüfus yoğunluğu kırsalda artmıştır.
Tarihin akışı ve ilerleyen zaman sürecinde özellikle Batı dünyasında yaşanan sanayileşmeyle şehirleşme süreci hızlanmıştır. Bu süreçte tarıma bağlılık ve tarım gelirlerinin oranı her geçen gün azalırken, sanayileşme ve sanayi ürünlerinin geliri ise artış göstermiştir. Zira önceki dönemlerde insanlar tarım alanlarında ürettikleri ürünleri, yetiştirdikleri hayvanları ve küçük çapta ortaya koydukları ticaret mallarını satmak için şehirlere gelmektedirler. Ancak sanayileşme süreciyle birlikte şehirler bir çekim ve cazibe alanı olmuştur. Çünkü üretim tesisleri ve fabrikalar daha çok şehir merkezlerinde kurulmuş veya fabrikaların kurulduğu alanlar insanların yerleşim alanları haline gelmiştir.
Sanayileşme öncesi dönemde insanlar tarım faaliyetlerini daha çok el emeği ve beden gücüyle yapmaktadırlar. Tarım faaliyetlerinin sanayide üretilen modern tekniklerle yapılması insan gücüne olan ihtiyacı da azaltmıştır. Buna nüfus artışı da eklenince kırsal kesim artık bir geçim ve yaşam alanı olma özelliğini yavaş yavaş kaybetmeye başlamıştır.4 Buna paralel olarak sanayinin gelişmesi, yeni şehirlerin kurulmasına ve mevcut şehirlerin ise daha da kalabalıklaşmasına neden olmuştur. Öyle ki şehirleşme 19. ve 20. yüzyıllarda başta Batı olmak üzere dünyanın hemen her yerinde dönüşü olmayan bir sürece girmiştir. Bu anlamda bugün dünyada nüfusu 10 milyonun üzerinde pek çok şehir bulunmaktadır. Ülkemizde de başta İstanbul olmak üzere hızlı bir şehirleşme süreci yaşanmaktadır.
Köy ve şehir ayırımı öteden beri yapılmaktadır. Belki bugün iletişim ve teknoloji çağında bu ayırım çok manidar olmasa da yine de köy ile şehir arasında belli bir farklılık vardır. Bu farklılık önceki dönemlerde daha belirgin bir şekilde yaşanmıştır. Söz konusu farklılık hem maddi hem de manevi açıdan düşünülebilir. Öyle ki köyün imkanları ile şehrin imkanları hiçbir zaman bir ve aynı olmamıştır. Bu, bugün de geçerli bir gerçekliktir. Zira şehrin insana sağladığı maddi imkanlar köye göre daha fazladır. Yaşanan tarihi süreçte de bunun böyle olduğu görülmektedir. Hatta İbn Haldun bedevi toplumlarla hadari toplumlar arasında daima bir çekişmenin olduğunu belirtmektedir. Çünkü bedevi toplumlarda yaşayanlar, hadari toplumda yaşayanlara imrenmekte ve şehirli olmaya çalışmaktadırlar. Her ne kadar bedevi toplumun bir takım özellikleri olsa da özlenen ve elde edilmek istenen şehirli toplum bireyi olmaktır.5
Geçmiş dönemlerle bugün mukayese edildiğinde köy nüfusunun her geçen gün azaldığı ve şehirlerin nüfusunun ise her geçen gün arttığı görülmektedir. Ülkemiz açısından da durum böyledir. Örneğin, “1927’de kent nüfusu % 24, kır nüfusu % 76 iken 1997’de bu oran kentte % 65, kırda % 35 olarak gerçekleşmiştir. Yani, 70 yılda kent nüfusu % 40 oranında artarken, kır nüfusu aynı oranda azalmıştır. Kır nüfusunun doğurganlık oranı kent nüfusundan daha fazla olduğu halde, oran olarak azalması kırdan kentlere doğru göç olgusunun varlığını gösterir. Türkiye’de iç göçler 1950 yılına kadar fazla etkili olmamış ve kır - kent nüfus oranlarında önemli bir değişiklik olmamıştır. İç göçler 1950’den itibaren, ulaşım ağının gelişmesi ve kırsal alanlara kadar ulaşmasına, sanayileşmenin artmasına bağlı olarak artış göstermiştir. Bunun sonucunda, kırsal nüfus oran olarak devamlı azalma, kent nüfusu da devamlı artma göstermiştir.”6
Bugün şehirle bağlantılı yaşamak zorunlu bir hâl almıştır. Geleneksel yaşam koşullarının sürdüğü dönemlerde insanlar bu derece şehre bağlı olmak zorunda değillerdi. Zira o dönemlerde bugünkü gibi uzmanlaşma ve ayrışma söz konusu değildi. Dolayısıyla insanlar daha sade ve tek düze bir yaşama sahiptiler. Ama modernleşme süreciyle birlikte hem uzmanlaşma artmış hem de buna bağlı olarak insanlar birbirlerine daha bağımlı olmak durumunda kalmışlardır. Modernleşme bir yandan uzmanlaşmayı ve farklılaşmayı getirirken diğer yandan da insanları birbirlerine teknik anlamda daha bağımlı hale getirmektedir. Zaten şehirleşme, modernleşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmakta ve gelişmektedir.
Günümüzde şehri cazip ve çekici kılan en önemli faktörlerden birisi de hayatı kazanma yeri olarak görülmesidir. Eğitim-öğretim, sağlık, lüks yaşam ve diğer faktörlerin yanında şehirlerde iş imkanı köylere göre daha fazladır.7 Çünkü sanayi, ticaret ve diğer alanlar şehir merkezlerinde ya da şehre yakın alanlarda gelişmektedir. Dolayısıyla buralarda iş bulma ve hayatı kazanma bir imkan olarak ortaya çıkmaktadır. Hatta ülkemizde bu amaçla 1950’li yıllardan itibaren şehirlere göç hareketinin başladığı görülmektedir.8
Şehirleşme sürecinde bizim asıl üzerinde durmak istediğimiz, insanlar arasında gerçekleşen sosyal ilişkiler ve bunun hayata yansımasıdır. Köy hayatında insanlar arasında biz duygusuna dayalı samimi ilişkiler bulunmaktadır. İnsanlar arasında yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik duyguları güçlüdür. Çünkü insanlar genelde aynı soydan gelmekte ya da yakın akrabalık bağlarına sahiptirler. Böyle ortamlarda sahip olunan kültürel özellikler de benzerlik göstermektedir. Dolayısıyla hem kan hem de kültür bağına dayalı benzerlik köy ortamındaki yaşamı biz duygusu çerçevesinde şekillendirmektedir. Bu benzerlik ve ortak noktalar, insanlar arasında birleşmeyi, bütünleşmeyi ve paylaşmayı artırmaktadır. Bu bağın güçlülüğü, sosyal ilişkileri o oranda geliştirmekte ve kuvvetlendirmektedir. Buna bağlı olarak da insanlar birbirlerine yabancılaşmamakta ve diğerini öteki olarak görmemektedir. Öyle ki mutluluklar ve sıkıntılar ortaklaşa paylaşılmakta ve hayat diğer insanlarla beraber yaşanmaya çalışılmaktadır. Köylerde ortaklaşa iş yapma olarak bilinen imece usulü buna örnek verilebilir. Köyde imece usulüne göre, işler sıraya konularak yapılmaya çalışılır. Böylelikle hiç kimsenin işi geriye kalmamış, hepsi sırasıyla ve elbirliğiyle yapılmış olmaktadır. Bunun sağlanabilmesi için insanların her şeyden önce gönül birliklerinin olması gerekmektedir. Bu gönül birliğini sağlayan da insanlar arasındaki ortak duygu ve düşüncelerdir.
Şehirleşme her ne kadar bir takım maddi imkanlar sunsa da bu imkanlardan herkes aynı oranda faydalanamamaktadır. Şehirde yüksek düzeyde maddi imkanlara sahip olanlar, daha lüks ve gelişmiş semtlerde otururlarken, orta düzeyde geliri olanlar, gelirleri ile orantılı bir semtte oturmak durumunda kalmaktadırlar. En alt düzeyde geliri olanlar ise zorunlu olarak kenar mahalleler ve gece kondu semtlerinde yaşamaktadırlar. Bu gecekondu semtlerinde yaşayanlar daha çok şehre sonradan gelmiş, ona tutunmaya ve orada kendisine bir yer edinmeye çalışan insanlardan oluşmaktadır. Bu aslında köyden ya da kırsaldan gelip, bir şekilde şehirli olmak ve onun imkanlarından yararlanmak isteyenlerin oturduğu yerler olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde bunu görmek mümkündür. Bu aynı zamanda zenginlik ve yoksulluk kültürü şeklinde ikili bir yapı da meydana getirmektedir. Böylece toplumda hem fiziki hem de sosyal anlamda bir ikilik oluşmaktadır. Bu süreçte yoksul olanlar, zengin konumuna yükselmeye çalışırken, zengin olanlar da ya daha zengin olmaya ya da en azından mevcut konumlarını muhafaza etmeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla, “zenginlik kültürü şiştikçe, çarpık bir büyüme süreci içine girdikçe, yoksulluk kültürü de o oranda toplumsal kist biçiminde kabuk bağlamaktadır. Her iki oluşum da, hem milli kültürü erozyona uğratmakta, hem de standart kültürden sapmak suretiyle toplumsal bütünleşmeyi zaafa düşürmektedir.”9
Şehirde çok kalabalık bir nüfus yaşamaktadır. Bunların bütünüyle birbirlerini tanımaları oldukça zordur. Ancak sınırlı sayıda insanı tanıma ve onlarla iletişimde bulunma söz konusudur. İnsanlar, tanımadıkları bu insanlarla çok farklı şekil ve boyutlarda ilişki ve etkileşimde bulunabilirler. Bu anlamda özellikle büyük şehir hayatında insanlar birbirlerine yabancıdırlar.
Büyük şehirde yaşayan insan, aynı zamanda bir yalnızlık ve yabancılık hissi de duymaktadır. Çünkü akraba ve tanışıklarının sayısı oldukça sınırlıdır. Dolayısıyla mutlulukları ve üzüntüleri ya kendi başına ya da sınırlı sayıdaki çevresiyle paylaşmak durumundadır. Hâlbuki psiko-sosyal açıdan insan, hayatı diğer insanlarla beraber yaşamak ve paylaşmak ihtiyacı duymaktadır. Aynı zamanda insan akraba, dost ve tanışıklarının yanında hem kendini güvende hissetmekte hem de mutlu olmaktadır. Sözü edilen bu güven ortamı ve mutluluk bugün büyük şehirlerde yaşayan insanların ciddi bir sorunudur. Zaten ülkemizde bile büyük şehirlerde yaşanan, kapkaç, dolandırıcılık ve hırsızlık gibi toplumu tedirgin eden sorunların arka planında büyük ölçüde bu boşluk bulunmaktadır.
Şehir hayatında yaşanan kötü örnekler ve bu örneklerin her geçen gün katlanarak artması da, insanları birbirlerine karşı güvensizliğe sürüklemektedir. Bu gidişatta insanlar, hemen herkese karşı belli bir mesafede durmayı ve kendilerini güvenceye almayı tercih etmektedirler. İşte bu süreçte şehir hayatında tanışmama ve buna bağlı olarak yalnızlaşma ve yabancılaşma ortaya çıkmaktadır.10
Şehir heterojen bir yapıda olduğu için, sosyal doku, F. Tönnies’in de belirttiği üzere, cemaatten cemiyete doğru bir özellik göstermektedir. Cemaat hayatında biz duygusu etkili olurken, cemiyet hayatında ben duygusu etkili olmaktadır. Dolayısıyla cemaatten cemiyete doğru gidildikçe, cemaatin “orijinal nitelikleri kaybolabilir. Bu değişim çoğu kez bireycilik olarak nitelendirilen şeyle en yüksek noktasına ulaşır. Bu gelişmeyle toplumsal hayat bütünüyle ve kendiliğinden ortadan kaybolmaz, fakat cemaatin (Gemeinschaft) toplumsal hayatı zarar görür ve yıpranır ve daha önce birlikte çalışmış olan ve birbiriyle ilişkide ve edimde bulunan kişilerin ihtiyaçlarından, menfaatlerinden, arzularından ve kararlarından yeni bir fenomen baş gösterir. Bu yeni fenomen, ’kapitalistik toplum’, gücünü artırır ve yavaş yavaş üstünlük kazanır.”11
Sosyal anlamda yaşanan sorunlar en az fiziki anlamda yaşanan sorunlar kadar önem taşımaktadır. Apartmanda, sitede, işyerinde, sokakta insanlar diğer insanlara yabancılaşmaktadırlar. Bu yabancılık hem insanlar üzerinde olumsuz etkiler meydana getirmekte hem de sosyal hayatı çekilemez kılmaktadır. Öyle ki bu süreçte sosyal hayat insanların rahatlayacağı ve huzur bulacağı bir ortam olması gerekirken, sıkıldıkları ve bunaldıkları bir hayat olmaktadır. İşte bu bağlamda şehir hayatında yaşanan sorunlardan birisi belki de en önemlisi komşuluk ilişkilerinde görülmektedir.
Şehir hayatının yorucu ve bunaltıcı ortamına bir de olumsuz komşuluk ilişkilileri eklenince hayat daha da çekilemez bir boyut almaktadır. Zira şehir hayatında diğer insanlarla olan ilişkiler bir anlamda gelip-geçici bir durumdadır. Ancak komşularla olan ilişki devamlılık arz etmektedir. Bu ilişkilerin sağlıklı ve sağlıksız olması şehir hayatının katlanılması anlamında önem taşımaktadır. Zaten insanın tanıması, diyalog kurması ve dayanışması gereken en önemli insanlardan birisi belki de en önemlisi komşuları olarak görülmektedir. Çünkü mutluluk ve kederli zamanlarda, insanların mekan anlamında en yakınında bulunan insanlar, aile bireylerinden sonra, komşularıdır. Bundan dolayı komşuluk hem bir zorunluluk hem de bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır. Komşuluk, aynı zamanda bir arada yaşamanın da bir gereğidir. Dolayısıyla komşuluk ilişkileri hayatın devamlılığında büyük bir anlam ve öneme sahiptir.
b. Şehirleşme ve Komşuluk İlişkileri
Şehirleşme süreciyle birlikte azalan ve yok olmaya başlayan ilişkilerden birisi de komşuluk ilişkileridir. Şehirleşme arttıkça komşuluk ilişkilerinde önemli ölçüde azalma dikkat çekmektedir. Hatta aile bireyleri arasında bile ilişkiler azalmaktadır. Sözgelimi şehir hayatında anne, ekonomik ve benzeri nedenlerden dolayı çalışmak durumunda kalmaktadır. Dolayısıyla çocuklarına ve ailesine sınırlı zaman ayırabilmektedir. Bu da ilişkilerin azalması anlamına gelmektedir.
Hayatın devamlılığı açısından komşuluk ilişkileri büyük önem taşımaktadır. Aslında şehir hayatında insanlar komşuluk ilişkilerine daha fazla ihtiyaç duymaktadırlar. Çünkü şehrin bunaltıcı ve yorucu stres atmosferinden kurtulmanın yollarından birisi de komşularla kurulacak olan samimi ilişkilerdir. Öyle ki gün boyu yaşanan iş yoğunluğundan sonra, komşularla geçirilecek mutlu bir zaman, hem dinlenmeye hem de ilişkilerin derinleşmesine imkan sağlamaktadır. Bu aynı zamanda hayatın paylaşılması ve beraberce yaşanması anlamına gelmektedir. Bu bağlamda aileler arasında kurulacak samimi ilişkiler, onları daha fazla birbirlerine yaklaştırır ve kaynaştırır. Karşılıklı yaklaşma ve kaynaşmanın olduğu sosyal ortamlarda da kardeşlik duyguları gelişir ve insanlar birbirlerine daha samimi ve hoşgörülü olurlar. Zaten şehir hayatında en fazla ihtiyaç duyulan da sevgi, saygı ve hoşgörü olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun yolu da insanlar ve aileler arasında kurulacak sağlıklı ilişkilerle sağlanabilir. Ama unutulmamalıdır ki bu ilişkinin kurulmasında öncelikle insanın ilk adımı benim atmam gerekir diye düşünmesi gerekmektedir. Ancak böylelikle şehir hayatında komşular arasında bir yakınlaşma ve dayanışma süreci başlayabilir. Aksi takdirde aileler birbirlerinden her geçen gün uzaklaşır ve birbirlerine yabancılaşırlar.12
Geleneksel toplumlarda daha güçlü olan komşuluk ilişkilerinin modernleşme ve şehirleşme süreciyle zayıfladığı görülmektedir. Yani modernleşme ve şehirleşme ile komşuluk ilişkileri arasında ters orantı bulunmaktadır. Halbuki fiziki anlamda şehirleşme süreciyle aileler daha fazla birbirlerine yaklaşmakta ve yakınlaşmaktadırlar. Öyle ki geleneksel toplumlarda aileler daha çok yan yana evlerde oturmaktadırlar. Buna karşılık şehir hayatında çok katlı yapılaşma sonucu apartmanlarda oturulmaktadır. Dolayısıyla iki daire arasında birkaç metrelik bir mesafe bulunmaktadır. Buna rağmen komşuluk ilişkileri sosyal anlamda uzaklık oluşturmaktadır. Burada ortaya çıkan manzara, fiziki anlamda yakınlaşma, sosyal anlamda uzaklaşma olarak belirmektedir. Bu sorun, bugün şehir yaşamının önemli bir gerçekliğidir.13
Şehir hayatında komşuluk ilişkileri çok farklı nedenlerden dolayı her geçen gün zayıflamaktadır. Bunlar, apartmana, siteye veya mahalleye yeni insanların taşınması ve bunların çok farklı özellikler taşımaları sonucu oluşan yabancılıklar şeklinde olabileceği gibi apartman, site veya mahallede çocuklardan veya otomobil park etme ve benzeri sebeplerden kaynaklanıyor olabilir. Zira çok dar alanlarda birden fazla aile aynı ortamı paylaşmak durumundadır. Sözgelimi alt katta oturan ailenin küçük çocukları yoktur, dolayısıyla fazla gürültü olmamaktadır. Ama üst katta küçük çocuklardan kaynaklanan gürültüler alt katta oturanları rahatsız edebilir. Yine bu çerçevede asansörün biraz fazla meşgul edilmesi, diğer insanın işine geç kalmasına neden olduğu için küçük ama gittikçe derinleşen sorunlara neden olabilir. Bu ve benzeri nedenler de komşuluk ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen faktörlerdir.
Apartman ve site yaşamında ortak alanları ve imkanları kullanma zorunluluğu bulunduğundan, bazı insanların apartman ve site kurallarına uymamaları ve diğer insanları görmezlik ve duymazlıktan gelmeleri de komşuluk ilişkilerini olumsuz yönde etkileyen faktörlerdir. Örneğin aidatların zamanında ödenmemesi, tv. ve benzeri araçların seslerinin fazla açılması gibi durumlar komşular arasında tartışmalara hatta kavgalara neden olabilmektedir. Bütün bunlarla beraber, kültürel ve sosyal değerlere olan bağlılıklar da komşuluk ilişkilerini önemli ölçüde olumsuz biçimde etkilemektedir. Şehir hayatında çok farklı kültür ve sosyal ortamlardan insanlar bir arada bulunduklarından, bu insanların, hayata bakış açıları farklılıklar göstermektedir. Bu farklı bakış açıları aileler arasında farklı anlama, farklı algılama tutum ve davranışlarına neden olmaktadır. Dolayısıyla farklı dünya görüşlerine sahip aileler arasında yakınlaşma ve dostluk kurma ilişkileri çok kolay olmamaktadır. Bu farklılıklara bir de şehirde ve ortak mekanlarda yaşamanın kurallarına uymama eklenince, yakınlaşma yerine uzaklaşma ve ayrılık artmaktadır.
Şehir hayatında komşuluk ilişkilerini sınırlayan faktörlerin en önemlilerinden birisi belki de en başta geleni kültür farklılıklarıdır. Kültür farklılığı geniş ve kapsamlı bir anlam ifade etmektedir. Bir insanın dolayısıyla ailenin kültürel boyutu, yaşam alanını belirlemektedir. Zira aileler daha çok kendi kültürleri çerçevesinde bir hayat yaşamayı tercih etmektedirler. Bu bağlamda farklı kültürlere sahip insan ve aileler aynı apartmanda ya da sitede otursalar da, yani mekansal anlamda birbirlerine yakın olsalar bile, zihniyet anlamında farklı dünyaların insanlarıdırlar. Dolayısıyla bu insan ve ailelerin mekansal anlamda birbirlerine yakın olmaları, sosyal ve kültürel anlamda da yakın olmaları anlamına gelmemektedir.
Modernleşme ve buna bağlı gelişen şehirleşme süreciyle insanlar benmerkezci bir düşünceye doğru yönelmektedirler. Bu düşünce her geçen gün arttıkça, insan ve aileleri derinden etkilemektedir. Böylece şehir hayatında insanlar gündüz işlerine, akşam da evlerine çekilerek, çevreye karşı duyarlılıklarını önemli ölçüde yitirmektedirler. Bunun çok farklı nedenleri olmakla beraber, şehir hayatı, yaşamı âdeta tek düze ve monoton bir şekle dönüştürmektedir. Zaten şehir hayatının kendine özgü zorlukları bulunmaktadır. Bunlar da insanları bu tek düze ve kendine yeterli olmaya zorunlu kılmaktadır. Bu zorluklara bir de kültür farklılığı eklenince komşuluk ilişkileri daha çok zayıflamaktadır.14
Şehirleşme sürecinde komşuluk ilişkilerini olumsuz etkileyen faktörlerden birisi de ırk, soy, şehir, bölge ve ülke farklılıklarıdır. İnsanlar doğal olarak kendi soy bağlarına daha fazla ilgi duymaktadırlar. Çünkü aralarında aynı ırktan gelme ve aynı özellikleri taşıma anlamında kan bağı vardır. Benzer şekilde aynı ilden, bölgeden ve ülkeden olma da insanları birbirlerine yaklaştıran ve kaynaştıran özelliklerdir. Bu özelliklere sahip olan insanlar doğal olarak birbirlerinin sosyal, kültürel, ekonomik ve benzeri bütün sorunlarıyla yakından ilgilenmeyi kendilerine sorun edinmektedirler. Burada sosyolojik anlamda grup normu yani biz duygusu ön plana çıkmakta ve diğer faktörler ikinci plana düşmektedir. Biz duygusu da insanları birbirlerine yaklaştıran ve kaynaştıran bir özellik göstermektedir.
Şehir hayatında dil farklılıkları da komşuluk üzerinde önemli bir etki meydana getirmektedir. Özellikle metropol anlamında büyük şehirlerde dil farklılıkları, komşuların birbirlerine yabancı kalmalarına neden olmaktadır. Çünkü iletişimde dil önemli bir etkendir.15 Farklı dilden insanların birbirlerini anlamaları ve ilişki kurmaları sanıldığı kadar kolay olmamaktadır. O nedenle farklı dili konuşan insanların aynı dil çerçevesinde buluşmaları ve birbirlerini anlamaları komşuluğun pekişmesinde zaman almaktadır.

Şehirleşme sürecinde komşuluk ilişkilerini etkileyen faktörlerden birisi de dindir. Zira her insan ve ailenin belli bir dini inancı söz konusudur. Hatta belli bir dine inanmayan insanların da olduğunu belirtmek gerekmektedir. Şehir hayatında çok farklı din ve mezhepten insanlar yaşamaktadır. Komşuluk ilişkilerinde ailelerin bağlı bulunduğu din, iletişim kurmada önemli bir etken olarak görülmektedir. Çünkü din birliği ya da farklılığı insanlar arasındaki sosyal ilişkilerde temel belirleyicilerden birisi olarak düşünülmektedir.
Şehir hayatı yoğun ilişkilerin yaşandığı kompleks bir hayattır. Dolayısıyla iş yoğunluğu, trafik, ekonomik zorluklar ve benzeri faktörler insanlar üzerinde olumsuz etkiler meydana getirerek stres oluşturmaktadır. Öyle ki sabah erkenden kalkarak başlanılan hayata akşam yorgun olarak dönülmektedir. Bu yorgunluk hem fiziki hem de zihinsel olabilir. Böyle bir ortamda insanların diğer insanlara ve komşularına ayırabileceği fazla vakitleri ve imkanları bulunmamaktadır. Özellikle ev hanımlarının da çalışma hayatında olduğu ailelerde bu yoğunluk, yorgunluk ve stres hali daha fazladır. Aileler böyle ortamlarda bırakınız komşulara ve diğer insanlara zaman ayırmayı, onlarla ilişki kurmayı, kendi eşlerine ve çocuklarına bile yeterli zamanı ayıramamaktadırlar. Hatta kendilerine dinlenecek zaman bulamamaktadırlar. Halbuki, yorgunluğun ve stresin en iyi ilacı, aile bireyleriyle, komşularla ve diğer insanlarla karşılıklı iyi ilişkiler kurmak ve sohbet etmektir. Bu da olmayınca şehir hayatının katlanılmaz yoğunluğu ve yorgunluğu daha da artmakta ve insanlar yalnızlaşmakta ve hayata yabancılaşmaktadırlar. Bundan dolayıdır ki şehir hayatında komşuluk ilişkileri daima canlı ve dinamik tutulmak durumundadır.
Şehir hayatında komşuluk ilişkilerinin kurulmasında ve canlı tutulmasında en belirleyici faktör kadınlar olmaktadır. Çünkü aile denilince daha çok kadınlar akla gelmektedir. Hakikaten de kadınlar aile yaşamında temel ve vazgeçilmez bireyler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda apartmanlarda, sitelerde ve mahallelerde kadınlar arasında kurulan ilişkiler komşuluk ilişkilerini de önemli ölçüde etkilemektedir. Kadınlar arasında olumlu ilişkilerin kurulması, komşuluk ilişkilerini olumlu yönde, onlar arasında meydana gelen olumsuz ilişkiler de komşuluk ilişkilerini olumsuz yönde etkilemektedir. Dolayısıyla kadınlar arasında da olumlu ve komşuluk ilişkilerini geliştirici etkileşimlerin sağlanması hem apartman, hem site hem de mahalle açısından olumlu gelişmeler olarak belirmektedir.
Şehir hayatında komşuluk ilişkilerini etkileyen bir diğer faktör çalışan kadınlardır. Şehir hayatı sosyal, kültürel, ekonomik ve benzeri faktörlerden dolayı kadının çalışmasını zorunlu kılmaktadır. Kadının çalışmasının pek çok olumlu yönleri bulunmaktadır. Bunun en önemli kazanımlarından birisi de ekonomiktir. Her şeyden önce aile bütçesine olumlu bir katkı sağlamaktadır. Ayrıca sosyal hayatın gelişmesi açısından da bir kazanım olarak düşünülebilir. Ancak bununla beraber, çalışan kadınların bireysel, ailesel ve toplumsal sorunları da bulunmaktadır. Bunlardan birisi de komşuluk ilişkileri üzerinde olmaktadır. Çünkü çalışan kadın tatil günleri hariç gün boyu evde bulunmamaktadır. Evde olduğu süre içerisinde de kendisine, çocuklarına, eşine ve evine zaman ayırmak durumundadır. Dolayısıyla komşularıyla ilişki kurma zamanı çok sınırlıdır. Bu sınırlılık, komşuluk ilişkilerinin gelişmesini de olumsuz yönde etkilemektedir. Yani komşularla daha fazla diyalog kurma imkanı bulunmamaktadır. Halbuki apartman, site ve mahalle hayatında daha yakın komşuluk ilişkilerine ihtiyaç vardır.
Şehir hayatında çalışmayan kadınlar açısından da komşuluk ilişkileri dikkat çekmektedir. Hatta apartman hayatı, eğer sağlıklı bir aile, apartman ve site hayatı da yoksa, kadınların gün boyu evlerine kapanmalarına neden olmaktadır. Hemen her gün evde kalan, komşularıyla ve diğer insanlarla ilişkileri olmayan kadınlar üzerinde apartman hayatı olumsuz etkilere neden olmakta ve psiko-sosyal olumsuzluklar meydana getirmektedir. Bu durum da hem kadını, hem çocukları hem de aileyi derinden etkilemektedir.
Şehir hayatında komşuluk ilişkileri üzerinde etkili olan faktörlerden birisi de güven meselesidir. Çok farklı sosyo-kültürel, ekonomik vb. alanlardan insanların aynı ortamları paylaşmaları birbirlerine mesafeli durmalarına neden olmaktadır. Zira insanların bir dış görünüşleri bir de duygu, düşünce ve davranışları bulunmaktadır. Şehir hayatında duygu, düşünce ve davranışların bilinmesi belli bir zaman aldığından insanlar çok kolay birbirlerine yaklaşamamaktadırlar. Bu durum da ilişkilerin belli bir sınırda kalmasına neden olmaktadır. Halbuki komşuluk ve benzeri ilişkiler belli bir samimiyeti ve diyaloğu gerektirmektedir. Bunun sağlanabilmesi için de frekansların tutmasına ihtiyaç vardır. Yani belli bir yakınlaşmanın ve kaynaşmanın olabilmesi için, ailelerin bir şekilde etkileşimde bulunmaları ve bu etkileşimden olumlu bir sinyalin gerçekleşmesi gerekir. Eğer bu etkileşim olumlu bir sürece girerse, karşılıklı hem yakınlaşma hem de ilişki yoğunluğu olmaktadır.
Şehirleşme döndürülemez bir süreç olduğuna göre, komşuluk ilişkileri ve bu çerçevede yaşanan ilişkiler de her geçen gün zayıflamaktadır. Bu sorun, Batı toplumlarının da önemli bir sorunu olarak gözükmektedir. Onlar yaşanan olumsuzluklardan hareketle olsa gerek, yeni arayışlara girmektedirler. Öyle ki söz konusu toplumlarda komşuluğun canlandırılması konusunda yeni yeni arayışlar görülmektedir.16
Batı dünyasında yaşanan sosyal, kültürel ve teknik anlamdaki gelişmeler insanları maddeci ve menfaatçi bir düşünce ve davranışa doğru yöneltmiştir. Batı dünyası aşırı dünyevileşmenin sonucu, sosyal, kültürel ve dini değerlerini önemli ölçüde ihmal etmiştir. Bu da Batı toplumunu ciddi anlamda tehdit etmektedir. Bunun sonucu olarak Batı insanı, bireysel, ailesel ve toplumsal yaşamında ben duygusu çerçevesinde hareket etmeye başlamıştır. Öyle ki bu duygu, düşünce ve davranışlar bütün Batı dünyasını etkilediği gibi diğer dünya ülkeleri üzerinde de bir şekilde etkisini göstermektedir. Bu aynı zamanda ben duygusunun gelişmesi, biz duygusunun ise körelmesi ya da yok olması anlamına gelmektedir. Zira paylaşmanın ve dayanışmanın olmadığı, insanların sadece kendilerini düşündüğü sosyal ortamlarda diğer ilişkiler zayıfladığı gibi komşuluk ilişkileri de zayıflamaktadır. Bundan dolayı da toplumda insanlar, diğer insanlarla ilişkilerini sadece kendi menfaatleri çerçevesinde kurmakta ve sürdürmektedirler. Böylece toplumda bir dejenerasyon ve yozlaşma meydana gelmektedir. Buna bağlı olarak hırsızlık, gasp, adam öldürme gibi olumsuz davranışlar toplumun korkulu rüyası olmaktadır. Halbuki komşuluk ve benzeri ilişkilerin güçlü olduğu sosyal ortamlarda insanlar kendilerini güvende hissetmektedirler. Bu nedenle Batı dünyası çareyi, komşuluk ilişkilerini geliştirme ve benzeri etkinliklerde bulmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, “komşu gözetim grubu, komşu gözetim haftası, iyi komşu toplulukları, apartman festivalde vb.”17 etkinlik ve kuruluşlarla komşuluk ilişkileri geliştirilmeye ve toplumu tehdit eden sosyal sorunlar azaltılmaya çalışılmaktadır.
Ülkemiz açısından da şehir hayatında komşuluk ilişkileri her geçen gün zayıflamaktadır. Bu durum, insanların, ailelerin ve toplumun ciddi bir sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun aşılması ve komşuluk ilişkilerinin güçlendirilmesi ve hayatın daha kolay ve katlanılabilir bir başka ifadeyle hayatın paylaşılabileceği yeni bir aile, komşu ve mahalle yaşamına geçmeye ya da insan, aile ve toplum hayatımızı, sosyal gerçekliğimize uygun, değerlerimiz çerçevesinde ve ülke insanının birbirlerine sevgi, saygı ve hoşgörü ortamında duygu, düşünce, tutum ve davranışta bulunacağı yeni bir sürece girmeye ihtiyaç bulunmaktadır.
c. Komşuluk İlişkileri ve İslam
İslam dininin ortaya koyduğu öğretiler hayatı bir bütün olarak kapsamaktadır. Hayatın bütünlüğünde düşünülmesi ve bu çerçevede yaşanması, insan, toplum ve evren açısından da son derece önem taşımaktadır. İnsan açısından hayatın anlamı ve değeri, diğer insanlar ve evrenle uyumlu bir tutum ortaya koymakla gerçekleşmektedir. Zira böyle bir düşünceyle ortaya konulan tutum ve davranışlar, insan, toplum ve evren açısından da uyumlu ve dengeli bir yapının ortaya çıkmasına imkan sağlamaktadır.
Hayatın devamlılığı ve sosyal hayat açısından komşularla olan ilişkiler, insan ve toplum hayatında önemli bir yere sahiptir. Özellikle şehir hayatında komşuların birbirleriyle, yakın ilişkileri olmasa da zorunlu ilişkileri bulunmaktadır. Yani komşuluğa dayalı ilişki hayatın kaçınılmaz bir boyutunu oluşturmaktadır. O nedenle insanlar komşularıyla bir şekilde etkileşimde ve ilişkide bulunmak durumundadırlar. Bütün bunlardan dolayıdır ki, kültürümüzde yer alan, “ev alma, komşu al”; “Komşu komşunun külüne muhtaçtır”; “Komşuda pişer, bize de düşer”, ifadeleri komşuluk ilişkilerinin ve hukukunun anlam ve önemini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda İslam dininin de komşuluğa büyük önem verdiği, onlarla yakın ilişkiler kurmayı tavsiye ettiği görülmektedir.
İslam dini bağlamında bakıldığında, her şeyden önce Kur’an-ı Kerim’de, “… ana babaya, akrabaya, öksüzlere, yoksullara, (nesep yahut evce) yakın komşuya, (nesep yahut evce) uzak komşuya… iyilik edin”18 tavsiyesinde bulunulmaktadır. Bu tavsiye komşuluğun anlam ve önemini ortaya koyduğu gibi, onun yakınlığını ve uzaklığını yani sınırlarını da bir anlamda belirlemektedir. Bu anlamda ayetin komşuluğu sınırlayan değil, genişleyen bir boyutta değerlendirdiği görülmektedir. Yine burada dikkat çeken bir husus, yakın ve uzak komşulara iyilik yapılmasıdır. Bir başka ifadeyle komşuluk ilişkilerinin iyilik yapma, yardımcı olma düşünce ve davranışları çerçevesinde sürdürülmesidir. Bu düşünce, aslında komşuluk ilişkilerinde temel bir yaklaşımı da belirlemektedir. Komşuların birbirlerine yardımcı olma düşüncesiyle hareket etmeleri ve ilişkilerini bu düşünce temeline dayandırmaları hem dostluğun ve komşuluğun gelişmesine, hem de var olan sorunların azalmasına imkan sağlamaktadır.
Kur’an-ı Kerim iyilik yapılması gerekenler arasında komşuları da saymaktadır. Öyle ki, ayette birinci olarak Allah’a ibadet ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayıp ihlas ile ibadet etmek; ikincisi, anaya babaya ihsan ile muamele etmek; üçüncüsü, akrabaya iyilik; dördüncüsü, yetimlere iyilik; beşincisi fakir-fukaraya iyilik; altıncısı, yakın komşuya iyilik ki evi yakın olur veya akrabadan bulunur; yedincisi, uzak komşuya iyilik ki ya evi uzak olur veya akrabadan olmaz veya gayrimüslim bulunur.19 Kur’an-ı Kerim, iyilik yapılacaklar arasında komşuları saymış, ancak komşunun Müslüman ya da gayr-i müslim olması şeklinde bir ayırıma gitmemiştir. Buradan da anlaşılmaktadır ki her halükarda komşuya iyilik yapılması tavsiye edilmektedir. Ancak Hz. Peygamber ’in (s) bildirdiğine göre, komşunun Müslüman, akraba ya da gayrimüslim olmasına göre hakları derecelere ayrılmaktadır. Hadiste ifade edildiğine göre üç türlü komşu vardır: Üç hakkı olan komşu, iki hakkı olan komşu ve bir hakkı olan komşu. Akraba olan Müslüman komşunun, komşuluk hakkı, akrabalık hakkı ve Müslümanlık hakkı olmak üzere üç; akraba olmayan Müslüman komşunun, Müslümanlık hakkı ve komşuluk hakkı olmak üzere iki; gayr-i müslim olan komşunun da komşuluk hakkı olmak üzere bir hakkı vardır.20
Hz. Peygamber’in de komşuluğa büyük önem verdiği ve bu ilişkilerin geliştirilmesi yönünde tavsiyelerde bulunduğu görülmektedir. Cebrail’in de Hz. Peygamber’e bu konuda tavsiyelerde bulunduğunu görüyoruz. Hz. Peygamber (s), “Cebrail durmadan bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye ederdi. Bu sıkı tavsiyeden, komşuyu komşuya mirasçı kılacağını zannettim.” şeklinde buyurmaktadır.21 Yine bu çerçevede Hz. Peygamber, “Komşusu, elinden, dilinden emin olmayan kişi gerçek mü’min değildir.”22 “Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse komşusuna ikramda bulunsun.”23 Yine bu bağlamda Hz. Peygamber, komşuluk ilişkilerinde nasıl davranılacağı konusunda şu hususları belirtmiştir: Hastalandığında ziyaretinde bulunmak; öldüğünde cenazesinin kaldırılmasında bulunmak; borç istediğinde vermek; zor zamanlarında yardımına koşmak; mutlu günlerinde mutluluğunu paylaşmak; başına bir musibet geldiğinde teselli etmek; evi komşunun evinin manzarasını engelleyecek şekilde yapmamak ve pişirdiğini ona belli etmemek, eğer belli olursa pişirdiğinden ona da vermek şeklindedir.24
Ayet ve hadislerde de görüldüğü üzere, İslam düşüncesinde komşuluk ilişkilerine büyük önem verilmektedir. Öyle ki hayatın anlamı ve değeri, diğer insanlarla kurulan sağlıklı ilişkilerle gelişmektedir. Bu ilişkilerin kurulması ve geliştirilebilmesi açısından da, her şeyden önce insanların düşünce anlamında belli bir zihniyete sahip olmaları gerekmektedir. Zira tutum ve davranışları belirleyen, insanların düşünce ve zihniyetleridir. İslam düşüncesinin de insana ve topluma kazandırmak istediği iyi ve güzel tutum ve davranışlardır.25
İnsanlık tarihi boyunca daima bir olgu ve süreç olarak yaşanan komşuluk ilişkileri, toplumların yapılarına göre farklılıklar göstermektedir. Ama bilinen bir husus, iyi komşuluk ilişkilerine dayalı geliştirilen münasebetler, sonuç olarak da huzurlu ve güvenli komşuluk ilişkilerini meydana getirmiştir. İslam düşüncesinin de vermek ve geliştirmek istediği, diğer alanlarda olduğu gibi, komşuluk ilişkileri alanında da yaşanabilir bir sosyal ortamın ortaya çıkması şeklindedir. Zaten Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in ortaya koyduğu temel esaslar da bu düşünce çerçevesindedir. Hz. Peygamber’in hayatı komşuluk ilişkileri bağlamında incelendiğinde, komşularına karşı duyarlı ve ilgili olduğu, onların hal ve durumlarını yakından takip ettiği, mutluluk ve sıkıntılarını paylaşmaya çalıştığı açıkça görülmektedir. Bu anlamda Hz. Peygamber (s), bütün dünya insanlığına örnek olduğu gibi, özellikle Müslümanlar açısından mutlak manada örneklik oluşturmaktadır. Bugün yalnızlaşan ve yabancılaşan insanlığın26, söz konusu yalnızlığının ve yabancılaşmasının aşılmasında O’nun (s) ortaya koyduğu komşuluk ilişkileri ve sözleri bir kurtuluş reçetesi olarak insanlığın önünde durmaktadır.
Hz. Peygamber’in Ebu Zerr’e, “Ey Ebu Zerr! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çoğalt ve komşularını da unutma.”27, tavsiyesi, bugün üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken önemli bir mesaj içermektedir. Hz. Peygamber, komşuluk ilişkilerinde Müslüman olup-olmama şartı da aramamıştır. Bilakis evleri birbirine yakın olan herkesi komşu olarak görmüş ve komşuluk haklarına riayet edilmesini tavsiye etmiştir. Komşuluk hukukuna son derece bağlı olmaya çalışan Hz. Aişe, iki komşusundan hangisine öncelikle hediye vermesi gerektiğini Hz. Peygamber’e sormuş, O (s) da, “Kapısı sana daha yakın olana ver.”28 şeklinde buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber’in, “Komşusu açken tok yatan mü’min değildir.”29 ifadesi, din, dil, ırk vb. farkı gözetmeksizin bütün insanlığı kuşatan bir düşünceyi temel almaktadır. Gerçekten insanların herhangi bir ayırım yapmaksızın komşularını düşünmeleri, onlarla yakından ilgilenmeleri açısından Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri büyük önem taşımaktadır. Bu aynı zamanda hayatın bütün insanlar arasında paylaşmaya, yardımlaşmaya ve dayanışmaya yönelik yaşanması açısından da manidar bir durumdur. Bugün bunalan, yalnız kalan ve soyutlanan insan ve ailelerin bunalımlarının, yalnızlıklarının ve tecrit edilme duygularının aşılması açısından Hz. Peygamber’in örnekliği önemli bir açılım sağlamaktadır. O’nun (s) ortaya koyduğu düşünce ve davranışlar, dışlama yerine kapsama, ayırma yerine bütünleştirme, yoksulluk ve yalnızlık yerine, varlıklı kılma ve birlikte yaşama anlamına gelmektedir.
Hz. Peygamber’in ortaya koyduğu şu tutum da, komşuluk ilişkileri konusunda gösterdiği hassasiyetin bir işaretidir. O (s), “Vallahi iman etmiş olmaz, Vallahi İman etmiş olmaz, Vallahi iman etmiş olmaz.” buyuruyor. Sahabîler, kim iman etmiş olmaz, yâ Rasûlallah, diye soruyorlar. Hz. Peygamber de, “Yapacağı kötülüklerden komşusu emniyette olmayan kimse!”30 şeklinde buyurmuştur. Hadisten de anlaşılacağı üzere, iman etme ile komşuya eziyet etme arasında çok yakın bir ilişki kuruluyor ve komşuya eziyet etme, imana zarar veren bir tutum olarak nitelendiriliyor. Bu da komşuluk ilişkileri konusunda gösterilecek tutum ve davranışlar açısından önemli bir ölçü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Komşuluk ilişkileri konusunda bir örnek olması açısından sahabeden Abdullah bin Amr’ın şu tutumu manidardır. O bir koyun kesmiş ve ailesine, Yahudi komşumuza verdin mi? Yahudi komşumuza verdin mi? diye telaşla soruyor ve ben Hz. Peygamber’den şöyle işittim diyerek, Cebrail’in Hz. Peygamber’e sürekli komşuyu tavsiye ettiği hadisini naklediyor.31 Bugün farklı din, dil, ırk ve kültürden olan insanların aynı mekanlarda birlikte yaşamaları hatta birbirlerinin komşuluk haklarına riayet etmeleri açısından yukarıdaki tutum bir örnek olarak düşünülebilir. Bu aynı zamanda Müslümanların Müslüman olmayanlara karşı tutum ve davranışlarını belirlemelerinde de bir örneklik oluşturmaktadır. Günümüzde diyalog ve farklı kültürlerin birlikte beraberce yaşamaları noktasında yukarıda ortaya konulan sahabe tutumu, Müslümanların, ötekilere karşı nasıl bir duygu ve düşüncede olmalarının da ipuçlarını vermektedir. Bu bağlamda Müslüman, ötekini, ötekileştirmeden var sayarak, ilgi ve komşuluk ilişkilerini sürdürmek ve geliştirmek durumundadır. Söz konusu tutum, İslam düşüncesinin bir tavsiyesi olduğu gibi, günümüz Müslümanlarının da ötekilere örnekliği anlamına gelmektedir. Bu tutum, dinden ödün verme, onlar gibi olma anlamına gelmemektedir. Belki insan olma, birlikte yaşama ve hayatı paylaşma anlamına gelmektedir. Çünkü İslam düşüncesi ötekileri de düşünmeyi, onları kazanmayı ve barış içerisinde yaşamayı öğütlemektedir.
Komşuluk ilişkileri bağlamında sahabenin ortaya koyduğu tutum, hem Müslümanlar hem de günümüz insanlığı açısından dikkate değer bir anlam ve boyut taşımaktadır. Bu çerçevede yaşanan şu örnek, sahabenin komşuluk ilişkilerine verdiği önemi ve değeri göstermektedir. Sahabeden birisine bir koyun başı ikram ediliyor, o sahabe de, falan kardeşimiz ve ailesi buna bizden daha fazla muhtaçtır, diyerek ona gönderiyor. Ancak komşusu da, kendisinden daha fazla ihtiyaç içerisinde olduğunu düşündüğü bir başka komşusuna gönderiyor, böylece koyun başı yedi aileye gittikten sonra tekrar, en baştaki aileye geri dönüyor.32 Bu örnek komşuluk ilişkileri ve yardımlaşma konusunda, derin anlamlar içermektedir. Günümüz komşuluk ilişkileri çerçevesinde düşünüldüğünde, söz konusu tutum ve davranışlardan önemli ölçüde uzaklaşıldığı açıkça görülmektedir. Modernleşme ve yeni yaşam biçimleri, insanları birbirlerinden uzaklaştırdığı gibi, yardımlaşma ve paylaşma duygularını da önemli ölçüde zayıflatmıştır. Halbuki İslam düşüncesinde yardımlaşma ve dayanışma, insan ve toplumun temel bir yaklaşımı olarak tavsiye edilmektedir. Bu tutum ve davranıştan farklı bir düşünce ve uygulama ise ciddi anlamda eleştirilmektedir. Hatta yardımlaşma ve dayanışma konusunda en ufak şeyleri bile vermekten çekinenler Kur’an-ı Kerim’de “yazıklar olsun onlara!” şeklinde kınanmaktadır. Öyle ki ayette, “Şu namaz kılanların vay haline. Ki, onlar namazlarından yanılmaktadırlar. Onlar gösteriş için ibadet yaparlar. En ufak bir yardımı esirgerler.”33 şeklinde buyrulmaktadır.
Günümüzde zayıflayan komşuluk ilişkilerinin yeniden güçlendirilmesi açısından Kur’an-ı Kerim’in ortaya koyduğu ayetler ve Hz. Peygamber’in (s) söz, fiil ve takrirleri ile sahabenin bu konudaki uygulamaları anlamlı ve önemli bir boyut taşımaktadır.
Sonuç
Şehirleşme, sosyal bir olgudur. Tarih boyunca dünyanın hemen her yerinde irili ufaklı şehirler kurulmuştur. Son yüzyıla kadar insanlığın büyük çoğunluğu köy ve kırsal alanda ve tarıma bağlı olarak hayatını devam ettirmiştir. Ancak Batı dünyasında özellikle Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte sanayileşme ve şehirleşme hız kazanmıştır. Bu süreç Batı toplumları üzerinde etkili olduğu gibi, dünyanın diğer ülkeleri üzerinde de artar bir hızla etkili olmaktadır.
Şehirleşmenin en önemli sebeplerinden birisi daha iyi imkanlara sahip olma ve daha iyi şartlarda yaşama olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü şehir doğal olarak bir takım imkanları beraberinde getirmektedir. Köy ve kır ortamında ise bu imkanlar şehirler kadar gelişmiş değildir. Hatta köy ortamında belli bir imkanı yakalayanlar şehirde yaşamayı tercih etmektedirler. Köyü ise yaz aylarında tatil yapmak ve oradaki tarım ürünlerini hasat etmek amaçlı kullanmaktadırlar. Bugün sağlık, eğitim ve konfor açısından şehrin sunduğu imkanları köy ve kır ortamlarında bulmak mümkün değildir. Aynı zamanda şehirler sanayi ve ticaret alanları olduğu için, iş bulma ve geçimi sağlama bakımından da daha avantajlı gözükmektedir.
Şehir hayatı maddi açıdan bir takım imkanlar sağlamakla beraber, sosyal ve ahlaki anlamda da bazı sorunları beraberinde getirmektedir. Her şeyden önce şehir hayatı, insanı bireyselliğe ve yalnızlığa götürmektedir. Bireysellik ise aşırı şehirleşmenin kaçınılmaz bir sonucudur. Zira şehir hayatında çok farklı ırktan, kültürden, dinden ve mezhepten insanlar yaşamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da bu insanlar birbirlerini yakından tanımamaktadırlar. Yakından tanımamak ise ilişkilerde belli bir mesafe koymaya neden olmaktadır. Dolayısıyla insanlar şehir hayatında tanımadıkları ve tanışmadıkları insanlarla sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkiler çerçevesinde hayatlarını devam ettirmek durumundadırlar.
İnsanlar arasında ırk, dil, kültür, din vb. faktörler biz duygusunun gelişmesine olumlu katkı sağlamaktadır. Yani insanlar arasında ne kadar ortak duygu, düşünce ve davranışlar bulunursa o oranda kaynaşma ve dayanışma ortaya çıkmaktadır. Bu duygu ve düşüncenin gelişmediği sosyal ortamlarda ise insanlar arasında ben duygusu etkili olmaktadır. Ben duygusunun etkili olduğu sosyal ortamlarda ise, insanlar genelde, bencil, menfaatçi ve kendi geleceğini her şeyin üzerinde gören bir tutumdadırlar. Böyle ortamlarda ise samimi ve dayanışmaya dayalı ilişkiler pek fazla gelişmemektedir. Hayatın anlamlılığı ve katlanılabilirliliği açısından da böyle ortamlar, insanı yalnızlığa ve yabancılığa götürmektedir. Halbuki insan olmak, hayatı diğer insanlarla birlikte ve paylaşıma dayalı bir çerçevede yaşamayı gerektirmektedir.
Şehirleşme süreci komşuluk ilişkileri üzerinde de etkili olarak, komşuların birbirlerinden habersiz bir şekilde yaşamalarına neden olmaktadır. Bu durum bütünüyle böyledir demek, aşırı bir genelleme anlamına gelmektedir. Ancak yaşanan ve tecrübe edilen sosyal gerçeklik, şehirleşme sürecinde komşuluk ilişkilerinin önemli ölçüde zayıfladığıdır. Şehir hayatında kesin bir ayırım olmamakla beraber, aileler genelde kendi sosyal, kültürel ve ekonomik imkanlarına uygun semt ve bölgelerde yaşamaktadırlar. Sosyal ilişkiler de doğal olarak bu çerçevede gelişmektedir.
Şehir hayatındaki apartman ve site yaşantısı insanları ve aileleri bir anlamda soyutlamakta ve kendi dünyalarına hapsetmektedir. Her ne kadar insanlar aynı mekanı paylaşıyor olsalar da sosyal ve kültürel anlamda birbirlerine bir hayli uzakta yaşamaktadırlar. Bu durum, bir tezat olarak ortaya çıkmaktadır. Zira mekan anlamında birbirine yakın insanların, sosyal ve kültürel anlamda da yakın olmaları beklenmektedir. Ne var ki şehir hayatında komşuluk ilişkileri bu çerçevede gelişmemektedir. Özellikle büyük şehirlerde apartman ve sitelerde aileler birbirlerinden habersiz bir şekilde yaşamlarını sürdürmektedirler.
Komşuların birbirleriyle yakınlaşma ve dayanışmalarında İslam dininin ortaya koyduğu öğretiler ve Hz. Peygamber’in uygulamaları anlamlı ve manidar gözükmektedir. Bizzat Kur’an-ı Kerim’de yakın ve uzak komşu tanımlaması yapılarak onlara iyilikte bulunulması tavsiye edilmektedir. Bununla beraber Hz. Peygamber de Cebrail’in kendisine devamlı komşuluğu tavsiye ettiğini hatta bu tavsiyeden Hz. Peygamber, komşunun komşuya mirasçı kılınacağını zannettiğini ifade etmektedir. Hz. Peygamber, gerek söz gerekse uygulamalarıyla komşuluk ilişkilerine büyük önem vermiştir. O’nun ortaya koyduğu komşuluk örneği bugün de anlamlılığını ve geçerliliğini sürdürmektedir. Hatta komşuluk ilişkilerinin sağlam bir temele oturması anlamında O’nun söz, fiil ve takrirlerine büyük ihtiyaç bulunmaktadır. Bugün uzaklaşan, yabancılaşan ve yalnızlaşan insan ve aileler için Hz. Peygamber’in komşuluk örneği önemli bir model sunmaktadır. Bu model, komşular arasındaki uzaklaşmayı ve yabancılığı ortadan kaldıracağı gibi onlar arasında kurulacak sevgi, saygı ve hoşgörünün de temellerini oluşturacaktır. Hatta karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmaya sebep olacaktır. Zira Hz. Peygamber, diğer alanlarda olduğu gibi komşuluk ilişkileri bağlamında da insanlığın önünde eskimeyen yeni bir örneklik oluşturmaktadır.
Bugün modern insanın en büyük ihtiyacı sevgidir. İnsan hangi yaşta ve konumda bulunursa bulunsun, sevilmeyi ve takdir edilmeyi arzulamaktadır. O nedenle bugünkü insanın en yoksun olduğu boyut da budur. Zira bu boyut ancak sevgi, saygı ve dostluk ilişkileriyle doldurulabilir. Böylece insan dolayısıyla aileler, yalnızlıklarını ve yabancılıklarını unutarak, birlikte olduklarının farkına varabilirler. Bunun sağlanabilmesi ancak, insanı sevmekle gerçekleşebilir. Bunun yolu da, diğer faktörlerle beraber, İslam dininin ortaya koyduğu insanı, aileyi ve komşuyu dolayısıyla diğer toplum bireylerini sevme ve onlara değer vermekle gerçekleşebilir.
Modern dünyada unutulan insan ve komşuluk ilişkilerinin yeniden canlandırılması ve hayata geçirilmesi bağlamında İslam dininin öğretileri ve tavsiyeleri, bunalan insanlığın yeniden hayat bulması anlamına gelmektedir. İslam dini hayata bir bütün olarak bakmakta ve insan, toplum ve evren arasında dengeye dayalı bir hayat tarzını tavsiye etmektedir. Komşuluk ilişkileri de söz konusu hayatta önemli bir yere karşılık gelmektedir. Ancak modern dünyada bu ilişki büyük oranda zedelenmiş ve zayıflamıştır. Zedelenen ve zayıflayan bu ilişkinin yeniden tesisi ve derinleştirilmesi anlamında, İslam dininin tavsiyeleri hem öğretici hem de kuşatıcı bir boyut taşımaktadır.


KAYNAKÇA
AYDOĞAN, A., Şehir ve Cemiyet, İz Yay., İstanbul 2000.
BUHARİ, Muhammed b. İsmail, Sahihu Buhari, I- VIII, Çağrı Yay., İstanbul, ts.
ÇELİK, Celalettin, Şehirleşme ve Din, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya 2002.
DİE verileri.
ERKAN, Rüstem, Kentleşme ve Sosyal Değişme, Bilim Adamı Yay., Ankara 2002.
ERTOY, Muhammet, Yabancılaşma Kader mi, Tercih mi?, Lotus Yayınevi, Ankara 2007.
el-HAKİM, Muhammed b. Abdullah, el-Müstedrek ale’s-sahihayn, I-IV, Beyrut, 1411/1990.
el-HEYSEMİ, Muruddin Ali b. Ebi Bekr, Mecma’u’z-zeva’id ve Menbeu’l-fevaid, I-X, Beyrut, 1408/ 1988.
http://ivedik.blogcu.com/6930971 (11.02.2008)
İBN-İ HALDUN, Mukaddime, Çev.: H. Kendir, Yeni Şafak Kültür Armağanı, İstanbul 2004.
KAYAALP, İsa, İletişim ve Dil, TDV Yay., Ankara 2006.
MARTİNDALE, Don, “Şehir Kuramı”, Şehir ve Cemiyet, Haz.: A. Aydoğan, İz Yayıncılık, İstanbul 2000.
MERİÇ, Nevin, Değişen Kentte Dini Hayat ve Fetva Soruları, Kapı Yay., İstanbul 2005.
MÜSLİM b. Haccac en-Nisaburî, Sahihu Müslim, I-III, Çağrı Yay., İstanbul, ts.
ÖZDENÖREN, Rasim, Kent İlişkileri, İz Yay., İstanbul 1998.
SEZAL, İhsan, Şehirleşme, Ağaç Yay., İstanbul 1992.
TÖNNİES, F., “Gemeinschaft ve Gesellschaft”, Çev.,: A. Aydoğan, Şehir ve Cemiyet, İz Yay., İstanbul 2000.
TÜRKDOĞAN, Orhan, Aydınlıktakiler ve Karanlıktakiler, Timaş Yay., İstanbul 1996.
TÜRKDOĞAN, Köy Sosyolojisinin Temel Sorunları, Genişletilmiş İkinci Baskı, Dede Korkut Yay., İstanbul 1977.
YÜTER, Ahmet, Günümüzde Komşu Olmak, Papatya Yay., İstanbul 2006.
SIRIM, Veli, “Komşuluk Dünyasına Dönüş (Eğitim Bilim dergisi yazıları-1)”, http://www.velisirim.com/icerik.cfm?icerikId=809663597 (18.08.2008).
WEBER, Max, Şehir, Çev.: M. Ceylan, Bakış Yay., İstanbul 2000.
YAZIR, M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat ve Dağıtım,, Cilt.2, ts.


SPOTLAR

* Doç. Dr., Rize Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
1 Don Martindale, “Şehir Kuramı”, Şehir ve Cemiyet, Haz.: A. Aydoğan, İz yayıncılık, İstanbul 2000, s. 57.
2 Martindale, “Önsöz”, Max Weber, Şehir, Çev.: M. Ceylan, Bakış Yay., İstanbul 2000, s. 54.
3 Bkz.: İhsan Sezal, Şehirleşme, Ağaç Yay., İstanbul 1992.
4 Orhan Türkdoğan, Köy Sosyolojisinin Temel Sorunları, Genişletilmiş İkinci Baskı, Dede Korkut Yay., İstanbul 1977, s. 76.
5 İbn-i Haldun, Mukaddime, Çev.: H. Kendir, Yeni Şafak Kültür Armağanı, İstanbul 2004, s. 161-162.
6 http://ivedik.blogcu.com/6930971 (11.02.2008)
7 Bkz.: Celalettin Çelik, Şehirleşme ve Din, Çizgi Kitabevi Yayınları, Konya 2002, s. 178-179.
8 Bkz.: DİE verileri; Rüstem Erkan, Kentleşme ve Sosyal Değişme, Bilim Adamı Yay., Ankara 2002, s. 84 - 85.
9 Orhan Türkdoğan, Aydınlıktakiler ve Karanlıktakiler, Timaş Yay., İstanbul 1996, s. 108.
10 Bkz.: Muhammet Ertoy, Yabancılaşma Kader mi, Tercih mi?, Lotus Yayınevi, Ankara 2007.
11 F. Tönnies, “Gemeinschaft ve Gesellschaft”, Çev.,: A. Aydoğan, Şehir ve Cemiyet, İz Yay., İstanbul 2000, s. 216.
12 Bkz.: Ahmet Yüter, Günümüzde Komşu Olmak, Papatya Yay., İstanbul 2006.
13 Bkz.: Rasim Özdenören, Kent İlişkileri, İz Yay., İstanbul 1998.
14 Bkz.: Nevin Meriç, Değişen Kentte Dini Hayat ve Fetva Soruları, Kapı Yay., İstanbul 2005, s. 151-159.
15 Bkz.: İsa Kayaalp, İletişim ve Dil, TDV Yay., Ankara 2006.
16 Bkz.: Veli Sırım, “Komşuluk Dünyasına Dönüş (Eğitim Bilim dergisi yazıları-1)”, http://www.velisirim.com/icerik.cfm?icerikId=809663597 (18.08.2008); Ahmet Yüter, Günümüzde Komşu Olmak, Papatya Yay., İstanbul 2006.
17 Sırım, a.g.m., s. 2.
18 Nisa 4 / 36.
19 M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat ve Dağıtım,, Cilt.2, ts., s.1354-1355.
20 Yazır, a.g.e., s. 1355.
21 Buhari, Edeb, 28.
22 Buhari, Edeb, 29.
23 Buhari, Edeb, 31.
24 Ibn Hacer el-Heysemî, Mecma’u’z-zeva’id, VIII, 168-170.
25 Bkz.: Sabri Türkmen, Müslüman ve Komşuları, Esra Yayınları, Konya 1997.
26 Erkan, Kentleşme ve Sosyal Değişme, s. 195.
27 Müslim, İman, 74.
28 Buhari, Edeb, 32.
29 Hâkim, el-Müstedrek II, 15.
30 Buhârî, Edeb, 29.
31 Ebû Dâvûd, Edeb, 122, 123; Tirmizî, Birr, 28.
32 Hâkim, el-Müstedrek II, 526.
33 el-Mâûn, 107 / 4 - 7.