Makale

Türk Din Musikisi'nde Muharrem

Türk Din Musikisi‘nde Muharrem
Doç. Dr. Ahmet Hakkı Turabi

T ürk Din Musikisi formlarını belirleyen en önemli etken, dinî gün ve aylardır. Ramazan ayına mahsus olarak “temcit” ve “ramazan ilahileri”, miraç gecesine mahsus “miraciye”, Hz. Peygamber’in dünyayı teşriflerine mahsus “mevlit” vb. formların yanı sıra muharrem ayına mahsus olarak “mersiye”, “nefes” ve “muharrem ilahileri” şeklinde isimlendirilen formlar icra edilmeye başlamış; zamanla bu formların şekilleri ve kuralları tespit edilmiştir. Başta Bektaşi geleneği olmak üzere hemen tüm tariklerde işlenen muharrem ayında yaşanan olayların Türk Din Musikisi’nde ortaya çıkardığı formlar mersiye, nefes ve ilahilerdir.

Mersiye

Türk Edebiyatı’nda Kerbela hadisesini anlatan “Mersiye”ler ve bu mersiyelerin besteli hallerine genel olarak “Muharremiyye” denilmektedir. (Mustafa Uzun, “Muharremiyye”, DİA, İstanbul, 2006, XXXI, s. 8.) Bu eserlerin yazılma nedeni, Kerbela’da şehit edilen ehlibeyt hakkında duyulan üzüntü ve ehlibeyt muhabbetini kalplere yerleştirme çabasıdır. Aynı zamanda genel olarak ehlibeyt mensupları için yazılmış manzum eserler de tevşih ve ilahi formunda bestelenmiş ve bunlara “muharrem ilahileri” veya genel olarak “muharremiyye” adı verilmiştir.

Yaklaşık XV. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlayan bu manzum türler içerisinde bilinen en eski ve en meşhur manzume, Yazıcıoğlu Mehmed’in (ö. 855/1451) “Muhammediyye”sindeki elli dört beyitlik “Vefâtü’l-Hasan ve’l-Hüseyin” başlıklı manzumedir. (Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediyye (haz. Âmil Çelebioğlu), Tercüman 1001 Temel Eser, c. I, s. 18; Sadeddin Nüzhet Ergun, age, c. I, s. 13; Sezikli, agt; Mustafa Uzun, agm, s.586.) XVI. yüzyılda Fuzuli’nin Hadikatü’s-Süeda adlı eserinde yer alan mersiyeler, muharremiyyelerin en klasik örneklerindedir. Sinan Paşa’nın Tazarruname’sindeki “Na’t-ı emirü’l-müminîn Hüseyin radıyallahu anh” başlıklı mensur mersiye, halk arasında Yunus Emre’ye nispet edilmekle birlikte Âşık Yunus’a ait olan “Şehitlerin serçeşmesi / Enbiyanın bağrı başı / Evliyanın gözü yaşı / Hasan ile Hüseyin’dir” şeklinde başlayan dokuz kıtalık manzume de en önemli mersiyelerdendir. Müstakil risaleler halinde basılan Kerbela mersiyeler içinde en şöhretli olanı, Kâzım Paşa’nın “Makalid-i Aşk”ı ile Osman Şems Efendi’nin “Mersiye-i Cenab-ı Seyyidü’ş-şüheda”sıdır. (Mehmet Yalçın , Türk Din Musikisinde Mersiyeler ve Mersiyehanlar, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2006, s.41.) Kerbela olayı halk ve aşık edebiyatında da yaygın şekilde yer almıştır. Özellikle Alevi ve Bektaşi çevrelerde bu hususa dair birçok manzume yazılmıştır. Bunların en çok şöhret kazananları Dedemoğlu (XVII. yüzyıl), Kalbî, Noksânî Baba (XVII. yüzyıl), Deli Boran, Mir’âtî (XIX. yüzyıl), Yozgatlı Hüznî, Hilâlî, Fakîrî, Sefil Ali, Döne Sultan, Seyyah Dede, Rızâ, Ârif Abdal, Derviş Kemâl, Hüseyin Çırakman (XX. yüzyıl)’dır.

Türk Din Musikisi’nin en önemli formlarından biri olan “Mersiye”, aynı zamanda Bektaşi musikisinin de en yaygın türlerinden ve en önemli unsurlarındandır. Hz. Hüseyin ve diğer ehlibeyt mensuplarının 10. Muharrem. 61 (10 Ekim 680) tarihinde Emeviler tarafından şehit edilmesinin yıl dönümlerinde düzenlenen matem törenlerinde bu olaydan duyulan üzüntüyü dile getiren Arapça, Farsça, Türkçe manzumelerin “mersiyehan” ve “nevhahan” denilen sanatkârlar tarafından besteli veya irticali olarak okunması, dini Türk musikisinde “mersiye” adı verilen bir icra tarzının doğmasına neden olmuştur. (Nuri Özcan, “Mersiye”, DİA, Ankara 2006, c.XXIX, s.219.) Hatip-zakirî Hasan Efendi tarafından nühüft makamında bestelenen “Rivayette gelir bir gün Rasulüllah olup dil-şad” mısraıyla başlayan mersiyesi, Türk dinî musikisinde en çok rağbet edilen mersiyelerden biri sayılmaktadır. (Mustafa Uzun, s. 586.)

Mersiyeler, ağıt gibi insanları hüzne ve düşünceye sevk eden melodilerle okunur. Mersiye okumak iyi icra yapanların mersiyehanlıkla şöhret bulacakları kadar değer verilen bir konu idi. Bu mersiyeleri okutmak için mersiyehanlıkla şöhret bulmuş kişiler tercih edilirdi. Bu kişilerin isimlerinin önündeki sıfatları ise, mersiye formu ve ehlibeyt muhabbetinin sadece Bektaşi tarikine ait olmadığını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Bunları; Bayrâmî Yazıcızade (ö. 1451), Sinânî Seyyid Seyfullah (ö. 1699), Gülşenî Sezâyi (ö. 1738), Halvetî Zekâî (ö. 1812), Nakşibendî Selâmî (ö. 1813), Bedevî Kazım Paşa (ö. 1889), Kadirî Osman Şemsi Efendi (ö. 1893) olarak sıralayabiliriz. (Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Mûsikîsi Antolojisi, Rıza Koşkun Matbaası, İst. 1942, c. II, s. 476.)

Nefes
Türk Din Musikisi’nin en önemli formlarından birisi de “nefes”tir. Bektaşi musikisinin en yaygın türlerinden ve en önemli unsurlarından biri olan nefesler melodi karakteri olarak küçük usullerle bestelenmiş ve halk musikisinin etkisinde kalmıştır. Aslında bu etkiyi mersiye, nevruziyye, düvaz gibi diğer türler için de söylemek mümkündür. (Nuri Özcan, “Bektâşî Mûsikîsi”, DİA, İstanbul 1992, c.V, s. 371, 372.) Güfteleri genellikle Bektaşi şairlerin şiirlerinden seçilmiştir. Üslup, ilahilere nispetle daha sade, basit ve halk musikisine daha yakın bir karakter arz etmektedir. Bazı nefeslerin birkaç ezgisi olabildiği gibi, bazı ezgilerin de birkaç nefesi olabilir. Nefeslerin yürük usûllerle söylenenlerine “şahlama” denilir. Şahlamalar “semah nefesi” olarak da bilinir.

Birçok Bektaşi nefesinin şairleri biliniyorsa da bestekârı meçhuldür. Bunda Bektaşi mûsikîşinaslarının adlarını gizlemelerinin (sırretme) rolü büyüktür.

En çok bilinen ve okunan nefeslere örnek: “Zümre-i nâcîleriz bende olup Hayder’e” (Hicaz nefes, beste: Anonim), “Kurretü’l-ayni Habîb-i Kibriyâsın Yâ Huseyn” (Hüzzam nefes, beste: Hacı Arif Bey), “İksir-i a‘zamdır nutk-i ehlullah” (Hüseyni nefes, beste: Anonim), “Alem yüzüne saldı zıyâ âl-i Muhammed” (Neveser nefes, beste: Karaağaç Şeyhi Hüseyin Baba).

Tabiidir ki her tarikatın bir ayini vardır. Özellikle Bektaşilik gibi esas geleneklerini Anadolu köy ve kasaba Aleviliğinden alan bir tarikatın köklü temellere dayanan bir ayininin olması da gayet doğaldır. Zira Bektaşi tarikatı törenlerinde icra edilen musiki Türk din musikisinde Mevlevi musikisinden sonra en zengin musikidir. (Nuri Özcan, agm, 372.)

Muharrem ayı içerisinde yapılan Âyin-i Cem’lerde semah dönülmez. Bu toplantılarda Hz. Hüseyin ve Kerbela üzerine söylenmiş nefesler ve bilhassa mersiyeler okunur. (Ömer Tuğrul İnançer, “Bektaşî Mûsikîsi” Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul 1994,c. II, s. 130.)
Sözleri Şah İsmail Safevî’ye (Hatayi) ait olduğu söylenen Mevlid-i Ali de sazsız okunur. Ancak Süleyman Çelebi Mevlidi’nde olduğu gibi Mevlid-i Ali’de de aralarda nefeslere yer verilir.

Genellikle kalabalık semah ayinlerinde okunan nefeslerde, Batı müziğindeki gibi nakaratları “kanon” tekniği ile tekrarlanan nefeslere “deste”, “takım” veya “erka” nefesi gibi adlar verilmiştir.

Yine kalabalık semahlarda bulunanlardan bazıları “Yâ Allah”, “Yâ Şâh”, “Hû”, gibi sözlerle nefeslerin karar perdelerinden tekrar ederler ki buna da “dem tutmak” denilir. Bütün tarikatlarda kullanılan “perde kaldırma” tekniği de Bektaşi ayinlerinde kullanılır. (Ömer Tuğrul İnançer, c. II, s. 130.)

Bektaşi musikisi güftelerinin hepsi nefes tarzında olmadığı gibi, şairlerinin bir kısmı da Bektaşi değildir. Bütün Bektaşi tekkelerinin başlıca inanç temellerinden birisi ehlibeyte özellikle Hz. Ali’ye karşı beslenen çok güçlü sevgidir. Bu sevgiyi dile getiren hemen her güfte, Bektaşi nefesi tarzında bestelenip okunmuştur. Bunun en çarpıcı örneği ünlü Mevlevi şair Şeyh Galib’in “ikrârımıza ser veririz ahde kaviyiz” nakaratlı müseddes tarzındaki şiirinin Bektaşi nefesi olarak bestelenip okuna gelmesidir. Tahirü’l Mevlevi’nin (v.1951) “Müncezib zerrat-ı şems-i Hazret-i Peygamberiz /Abd-i hass-ı zâtı zehrâ-yı inâyet perveriz / Bende-i âl-i âbâ hem biz Hüseyni’lerdeniz” güftesi de bu konuda en çok bilinen eserlerdendir. (Ömer Tuğrul İnançer, c. II, s. 130.)

Bektaşi musikisinde “sırrı saklama” veya “Bektaşi sırrı” kaygısı ile pek az kaynağa ulaşılabilir. Bektaşi musikisi ile ilgili nota neşriyatı yok denecek kadar azdır. Bunların en önemlisi Ali Rifat Çağatay, Rauf Yekta, Zekâizade Ahmet Irsoy ve Suphi Ezgi’den oluşan İstanbul Belediye Konservatuarı Tasnif ve Tesbit heyeti tarafından tesbit edilen 88 adet Bektaşi nefesidir.

İlahiler

Türk Din Musikisi’nin en çok kullanılan formu olan “ilahi”; kelime olarak “Allah’a ait” demektir. Türk Edebiyatı’ndaki manzum bir formun adı olan “İlahi”, dinî Türk Musikisi’nde de adı geçen formun besteli hallerine isim olmuştur. Bazı ilahiler -Kadiri, Nakşibendi, Gülşeni, Halveti, Cerrahi vb.- tarikatlere özeldir ve sadece bu dergâhlarda okunur. Bununla birlikte çoğu ilahi de umumidir ve her tarikte okunmaktadır. İlahiler, işledikleri konu açısından hicri aylara göre tasnif edilmiş ve isimlendirilmiştir. Rebiülevvel ilahileri (kutlu doğum), zilkade-zilhicce ilahileri (hac ve kurban), ramazan ilahileri vb. gibi.

Şunu önemle belirtmek gerekir ki yukarıda bahsettiğimiz mersiye formunda yazılan manzumeler, ilahi formu olarak da bestelenmiştir. Bu eserler ilahi üslubu içerisinde olmaları sebebiyle mersiye olarak değil, muharrem ilahileri olarak değerlendirilmektedir.

Hz. Ali, ehlibeyt ve bilhassa İmam Hüseyin hakkında birçok methiyelerin yazıldığı ve Kerbela hadisesi karşısında duyulan üzüntüyü ifade eden eserlerin birçok tekkede okunduğu muhakkaktır. (Sadeddin Nüzhet Ergun, Türk Mûsikîsi Antolojisi, Rıza Koşkun Matbaası, İstanbul 1942, c. II, s. 475.)

Bu duygular Türk Din Musikisi’nde sadece mersiye ve nefes formu içerisine hapsolmamış, ilahi formu olarak farklı manzumeler veya aynı manzumeler farklı makam ve usûl anlayışı içerisinde bestelenmiştir. Bestelenmekle kalmamış, bilhassa muharrem ayında okuna gelmiştir. Muharrem ayı ve bilhassa Kerbela, ehlibeyt ile ilgili ilahilere birkaç örnek verelim: “Zâlimler el vurup hep şimşîr-i can-rübâya” (Hüzzam ilahi, Beste: Hafız Hüseyin Sebilci), “Müncezib zerrât-ı şems-i hazret-i Peygamberiz” (Hüseyni ilahi, Beste: Sadettin Ökten), “Geçeriz Dünyada can ü canandan, Kerbela’da akan kandan geçmeyiz.” (Hicaz ilahi, Beste: M. Hakan Alvan.)