Makale

Maktel geleneği ve Hadikatü's-Süeda

Maktel geleneği ve Hadikatü‘s-Süeda
Prof. Dr. Şeyma Güngör

H. 10 Muharrem 61 / M. 10 Ekim 680’de Hz. Hüseyin ile Emevi hükümdarı Yezid kuvvetleri arasında cereyan eden Kerbela Savaşı, İslam tarihinin en önemli olaylarından birisidir. Hz. Hüseyin ve taraftarlarının şehadetiyle sonuçlanan bu savaş, ilk günlerden itibaren Müslümanlar arasında derin etki bırakmış, günümüze kadar devam eden bazı dinî ve siyasi olayların başlangıcı olmuştur. Zamanla çeşitli durum ve hadiselerin etkisiyle oluşan inanç ve gelenekler birbirini etkilemiş, bu konuda yazılan tarih kitapları, mersiye, maktel ve taziyelerle bir Kerbela geleneği teşekkül etmiştir.

Önceleri sözlü olarak anlatılan Kerbela olayı sonra ahbar, ensab, tabakat kitaplarında kısa anlatımlar hâlinde kaleme alınırken daha sonra konunun ayrıntılı şekilde işlendiği kitaplar yazılmıştır. Bir kısmı tarihî-edebî nitelik taşıyan bu eserler zamanla maktel-i Hüseyn adıyla sunulmaya başlanmıştır. Bazıları tefsir, hadis âlimi olan maktel yazarları, Kerbela ile ilgili belgelerle beraber Kur’an-ı Kerim’den, tefsir kitaplarından, hadislerden diğer eserlerden, sözlü nakillerle ismi verilen ve verilmeyen anlatılardan da faydalanarak, konuyu çok daha zengin bir içerikle ele almışlardır. Hadisenin siyasi ve sosyal sebeplerle önemi arttıkça, bu tip kitaplara gösterilen ilgi de artmıştır.

İlk maktel yazarları Arap tarihçilerdir. Kaynaklarda adı geçen en eski eser Câbir b. Yezid el-Cu’fî’nin (ö.128/746) Kitabu Maktel el-Huseyn’idir. Günümüze ulaşan ilk maktel metni ise, tarihçi Ebu Mihnef Lut b. Yahyâ el-Ezdî’nin (ö.157/774) Maktel el- Hüseyn’idir. Bu eser daha sonra yazılan maktellerin önemli kısmı için hem içerik hem kompozisyon bakımından kaynak teşkil etmiştir. Yazılı ve sözlü rivayetlerden faydalanılarak meydana getirilen eser, tarihî hakikatin yanında menkabevî bilgiler de ihtiva eder. Ebu Mihnef maktelini, muharremin ilk on günü okunmak üzere, on bölüme ayırmış ve eserine konuya uygun şiirler eklemiştir.

Abbasiler (132/750-656/1258) devrindeki siyasi durum sebebiyle, maktellere olan ilgi artmış, Hz. Hüseyin’in ölümü, maktel-i Hüseyin’lerde işlenirken ayrıca Hz. Ali neslinden öldürülenler hakkında yazılan koleksiyonlarda da yer almıştır. Bu tip eserlerden olan Ebu Ferec el-İsfahanî (ö.356/967?)’nin Esma’u men Kutile min Tâlibiyîn adlı eseri sunuş ve edebî özellikler taşıyan işleyişiyle, pek çok yazara/şaire örnek teşkil etmiştir. Böylece miladi onuncu yüzyıla kadar menkıbevî tarih özelliği gösteren makteller bu asırdan itibaren daha özenle yazılan menkıbevi-edebî tarih anlayışıyla kaleme alınmaya başlanmıştır. Ayrıca söz ettiğimiz bu eserlerle maktel-i Hüseyin türünün özellikleri hemen hemen belirlenmiştir.

İlk olarak Araplar tarafından işlenen Kerbela olayı, zamanla başta Şii İranlılar olmak üzere diğer Müslüman milletlerin edipleri arasında da popüler hâle gelmiş, IV/X. asırdan sonra Arap tarihçilerinden ziyade Arapça yazan edipler tarafından işlenmeye başlanmıştır. Kataloglardan takip ettiğimize göre Arapça makteller XI/XVIII. yüzyıldan itibaren, İran’daki taziye türüne paralel olarak tekrar ele alınmışsa da bu eserlerin yazarlarının çoğu Arap olmayan Müslümanlardır.

İranlıların siyasi, sosyal ve kültürel hayatlarında Kerbela vakasının ayrıca önemi vardır. En değerli ve tanınmış Farsça maktel, Hüseyin Vâiz Kâşifî tarafından, 908/1502-3’de Herat’ta yazılmıştır. Hüseyin Vaiz Kaşifî, olayı yalnız hilafet meselesi olarak ele almamış, maktele âdeta bütün insanlığı ilgilendirecek beşeri anlam katmıştır. Bu amaçla eserine “maktel-i Hüseyin” değil “şehitlerin bahçesi” anlamına gelen Ravzatü’ş-Şüheda başlığını koymuştur. Hz. Âdem’den itibaren bazı peygamberlerin ve diğer İslam büyüklerinin başına gelen belaları dile getirerek “eziyet, afet, üzüntü karşısında sabırlı olun”, “sabır saadetin müjdesidir” mesajını vermek istemiştir. On bölüm ve bir hâtime üzere düzenlenen, mensur-manzum maktel kısa zamanda İslam âleminde tanınmış ve çok beğenilmiştir. Şii ve sünni sanatkârlar üzerinde güçlü etki bırakan eser kısa zamanda bir ekol teşkil etmiş, tercüme ve şerhleri yapılmış, muharrem ayında okunması için kısaltılmış örnekleri hazırlanmıştır. Onun adıyla ilişkili olarak “ravza” denilen matem toplantılarında “ravzahan”lar tarafından ezbere okunan bu kitap, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişinin temsil yoluyla canlandırıldığı taziye merasimlerine de model olmuştur.

Tarihi belli olduğu için bu türün Türk edebiyatında en eski örneği kabul edilen maktel, Yusuf-ı Meddah‘ın Dâstân-ı Maktel-i Hüseyni’dir. 763/1361’de tamamlanan bu eser mesnevî nazım şekliyle kaleme alınmıştır. 940/1530’da vefat eden Nureddin Efendi’nin ve Lâmî’nin (ö.938/1532) eserleri gibi maktellerde, Ebu Mihnef örnek alınırken, XVI. yüzyılın başlarından itibaren Hüseyin Vaiz’in eserini Türkçeye aktaran, onu model alan makteller de yazılmıştır. Gelibolulu Câmi’nin (XVI.yy.) Saadetname’si, Azeri şair Neşatî’nin (ö.945/1538) Şühedaname’si ve Fuzulî’nin Hadikatü’s-Süeda’sı bu tip eserlerdendir.

Fuzulî’nin 954/1547 yılından önce kaleme aldığı Hadikatü’s-Süeda’nın maktel türünde müstesna bir yeri vardır. Hayatı Bağdat, Necef, Kerbela üçgeni içinde geçen Fuzulî, Kerbela olayının şiddetle hissedildiği bir çevrede yaşamıştır. Her sene tekrarlanan muharrem ayinlerinde halkla beraber o muhteşem hüznü hisseden Fuzulî, Hz. Hüseyin’in şehadeti konusunda Türk diliyle kaleme alınmış bir eserin olmadığını düşünerek Türklerin faydalanacağı bir maktel yazmak istemiş ve çok beğendiği Ravzatü’ş-Şüheda’yı Türkçeye aktarmaya karar vermiştir. Şair, Hüseyin Vaiz Kâşifî’nin eserini Klasik Türk edebiyatının serbest tercüme anlayışıyla Türkçeye çevirirken, diğer maktel yazarlarından da faydalanmış, yeri geldikçe ayet, hadis ve İslam büyüklerinin sözlerinden de istifade etmiştir. Kompozisyon ve şekil bakımından da Ravzatü’ş-Şüheda’yı takip eden eser, esas itibarıyla mensur olmakla birlikte manzum kısımlarla zenginleştirilmiştir. Şair, on bir bölüm ve bir hâtimeden meydana gelen makteline “bela saadettir” anlayışıyla, Hadikatü’s-Süeda, “ebedî saadete ulaşanların bahçesi” adını vermiştir. Metnin arasına ilave edilen şiirlerle etki gücü arttırılan eser, Türk edebiyatının en güzel ağıtlarından biri olan ve;

“Mâh-ı Muharrem oldu meserret haramdır
Mâtem bugün şeriate bir ihtirâmdır”
gibi beyitleri dilden düşmeyen “İmam-ı Hüseyin mersiyesi” ile biter.

Fuzulî gibi bir dehanın kaleminden çıkan, coşkun sevgi ve lirizmle yazılan bu maktel, Şii, Sünni, Alevi Müslüman Türkler tarafından, hatta Türk olmayan bazı Müslümanlar tarafından da sevgiyle, hürmetle karşılanmış, okunmuş, dinlenmiş hatta bazı şahıslar tarafından ezberlenmiştir. Çeşitli sıkıntılarla karşılaşan insanlar ıstıraba sabırla karşı koymanın kulları ilahî mükâfata kavuşturacağını bu eserde okumuşlar, peygamberlerin ve ehlibeytin çektikleri belaları dinleyip onların dertleriyle dertlenip kendi dertlerini unutmuşlardır.

Hadikatü’s-Süeda Bağdat, Necef ve Kerbela’ya uğrayan kervanların, muharrem ayında Hz. Hüseyin’i diğer şehitlerin mezarlarını ziyarete gelenlerin aracılığıyla ve başka sebeplerle kısa zamanda Türklerin bulunduğu hemen hemen bütün bölgelerde tanınmıştır. Bağdatlı Ahdi 971/1563’te bitirdiği tezkiresinde Fuzulî’den söz ederken Hadikatü’s-Süeda’nın hem yüksek tabaka hem halk arasında meşhur olduğunu ifade eder ki bu, eserin yazıldığı yıllardan kısa zaman sonra dahi gördüğü ilginin delilerindendir. Evliya Çelebi XVII. asırda kaleme aldığı seyahatnamesinde, Kerbela olayının yıldönümü dolayısıyla İran’da Dergüzin şehrinde yapılan muharrem ayininde kürsüye çıkan zatın Fatiha okuduktan sonra Fuzulî’nin maktelini kıraat etmeye başladığını anlatır. Hadikatü’s-Süeda’nın sahip olduğu şöhretin delillerinden bir diğeri de onun Türk edebiyatında en çok istinsah edilen eserlerin başlıcalarından olmasıdır. Değişik mesleklerde ve farklı bölgelerde yetişen müstensihler tarafından istinsah edilen Hadikatü’s-Süeda yazmaları arasında çok sade olanlarının yanında tanınmış hattatların elinden çıkan, minyatürlerle süslenen nüshalar, mutevazı köy odalarından saraylara kadar özellikle muharrem ayında her yerde okunmuş ve korunmuştur. Türkiye içi, Türkiye dışı resmi kütüphanelerde bulunan 260’dan fazla yazma, günümüzde dahi mevcut olan Hadikatü’s-Süeda nüshalarının sayısını vermekten uzaktır.

Darendeli Bakaî (XVIII. yy.) Fuzulî’nin eserini Kitâb-ı Kerbelâ başlığı ile kısaltılarak nazma çekmiş; Mahmut Râufî b. Şeyh A’mâ Vaiz (ö.1200/1786) Hadikatü’s-Süeda tarzında bir maktel kaleme almıştır. Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan ve müellifi bilinmeyen yazma, Fuzulî’nin maktelinin özetidir. Eser ayrıca Muhammed Mehdî Nayî tarafından 1294/1877’de Farsçaya tercüme edilmiştir. Ondokuzuncu yüzyılda maktelin 1837’den 1887’ye kadar sekiz defa basılması, geçen asırda da Hadikatü’s-Süeda’ya olan ilginin devam ettiğini göstermektedir. Eser 1955’te Selahaddin Güngör tarafından Saadete Ermişlerin Bahçesi, 1970 yılında Mehmet Faruk Gürtunca tarafından Saadete Erenlerin veya Kerbela Şehitlerinin Bahçesi, 1986’da Servet Bayoğlu tarafından Erenler Bahçesi başlıklarıyla günümüz Türkçesine aktarılmıştır. Bu yazma ve basma nüshalardan başka Hadikatü’s-Süeda’da bulunan şiirlerin bir kısmı da çok beğenilerek, çeşitli sebeplerle istinsah edilmiş ve/veya basılmıştır. Hadikatü’s-Süeda’nin tenkitli neşri ilk defa Şeyma Güngör tarafından 1987’de yapılmış, maktel bu tarihi takip eden yıllarda İran’da da birkaç defa akademik mahiyette yayımlanmıştır.

XVII. yüzyıldan itibaren Türk edebiyatında kaleme alınan maktel sayısı oldukça azalır. Bununla birlikte Tanzimat’tan sonra, hatta günümüzde de edebî veya tarihî amaçla Kerbela olayıyla ilgili eserler yazılmaya devam edilmektedir. Bunların önemli kısmında maktel geleneğinin temel özelliklerinin korunduğunu görmekteyiz. Hasan İpçi’nin Menâkıb-ı Âl-i Resûl (1960); Asım Köksal’nin İslâm Tarihi: Hz.Hüseyin ve Kerbelâ Fâciası (1979), Ziya Şakir’in, Kerbelâ Vakası ve Kerbelâ’nın İntikamı (1981) beğenilen eserlerdendir.