Makale

Berceste Beyitler

Berceste Beyitler

Vedat Ali Tok

Sevgili okuyucu, dört yılı aşkın bir zamandır Diyanet Aylık Dergi’de Türk şiirinin berceste beyitlerini sizinle paylaşmaya, özellikle Divan şairlerinden seçtiğimiz berceste beyitleri açıklamaya çalıştık.
İlk yazımıza aşk ile başlamış ve Fuzûlî’nin,
Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak
beytini serlevha yapmıştık. Berceste beyitler köşesindeki son yazımızı da aşk ile bitirelim.

Bir milletin kültürü, edebî eserleri, o milletin kimliğini, zihniyetini, hayat felsefesini, inancını olduğu gibi yansıtan kriterlerdir. Biz her işe aşk ile sarılan bir milletiz. Ateşten bir gömlek olduğunu bile bile, âşık olmasını da iyi biliriz, aşkta sadakatin önemli olduğunu da... Sözü, söz ustalarına bırakalım:
Fermân-ı aşka cân iledir inkıyâdımız
Hükm-i kazaya zerre kadar yok inadımız (Bâkî)

(Aşkın fermanına boyun eğmekliğimiz ta candan ve yürektendir. Bu uğurda alınyazımıza karşı zerre kadar inadımız ve karşı koymamız söz konusu olamaz.)
Aşk, zor bir yüktür. Onun altında kalana Allah kolaylık versin.
Mihnet-i aşk ey dil âsândur diyü çok urma laf
Aşk bir yükdür ki ham bulmuş anun altında kaf (Fuzûlî)

(Ey gönül aşkın sıkıntısı kolaydır diye çok konuşma; zira aşk öyle bir yüktür ki kaf, onun altında bükülüp kalmıştır.)

Aşk, benim diyenlerin kaldıracağı bir yük değildir. Aşk ki…
Bir demir dağı delip boynuna almak gibidir
Her kişi âşık olurdu eğer âsân olsa (Taşlıcalı Yahya)
(Aşk, bir demir dağı delip boynuna asıp gezmek gibidir. Eğer kolay olsaydı herkes âşık olurdu.)
Birbirimizle, hatta kendi mesnevimizin kahramanı ile bile yarıştığımız olur aşk hususunda:

Mende Mecnun’dan füzûn âşıklık isti’dadı var
Âşık-ı sâdık menem, Mecnûn’un ancak adı var (Fuzûlî)

(Bende Mecnun’dan daha fazla âşıklık yeteneği var. Gerçek âşık benim, ama Mecnun’un adı çıkmış bir kere.)

Türk aşkı kaimdir, bakidir, batılılara bu hususta hiç benzemeyiz. Pazara kadar değil, mezara kadar desek de mezardan sonra da hatta kıyamet gününe bile saklanmış sevdamız vardır.

Kemiğimi yapsalar tarak
Yar zülfünün tellerine (Seyrânî)

(Keşke ben öldükten sonra kemiğimden bir tarak yapsalar da onu sevgiliye sunsalar. Böylece hasretiyle can verdiğim zülfün tellerine dokunabilir, kokusunu alabilirim.)

Dest-bûsı ârzûsuyla ölürsem dostlar
Kuze eylen toprağım sunun anınla yâre su (Fuzulî)
(Dostlarım, eğer sevgilinin elini öpme arzusuyla, o ele hasret çeke çeke ölecek olursam; mezarımın toprağından bir kâse yapıp onunla sevgilime su ikram edin.)

Mahşer günü görem derem ol serv-kâmeti
Ger anda görünmese gel gör kıyâmeti (Fuzûlî)
(O servi boylu sevgiliyi mahşer günü göreyim derim. Eğer o günde de görünmese gel de kıyameti gör.)

Hangi işe aşkla sarılırsak o iş mutlaka sağlam demektir, çünkü:
Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş
Kıyamete kadar sökülmez imiş (Seyrânî)
Biz hep hasretle bağrı yanan bir milletiz. Hasret bağrımızı yakan bir ateş, ölümlere eştir bizde. Ölüm ile hasretliği tartarız da hasretin hep ağır geldiğine şahit oluruz. Ve hasretle yanan bağrımızdan bir ah çekecek olsak neler yanar, neler…

Sîneden derd ile bir âh edeyin kim dönsün
Aksine çerh-i felek mihr-i dirahşânı bile (Neşâtî)
(Dert ile bağrımdan öyle ah edeyim ki, gökyüzü, hatta onun parlak güneşi bile tersine dönsün, kıyamet kopsun.)

Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız
Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden (Selimî)
(Biz, ayrılık bahçesinin öyle yanık yanık ve yakıcı öten bülbülüyüz ki sabah rüzgârı gül bahçemizden geçse, ateş kesilir, yanar.)

Allah’a da âşık oluruz, peygambere de… Beşerî aşklarımız da meşhurdur bizim Leyla ile Mecnun, Hüsn ü Aşk, Hüsrev ile Şirin… Bunlar da güzeldir, çünkü o aşklar da ilahi aşk için bir köprüdür, biliriz. Nitekim Leyla Leyla, derken Mevla Mevla, diyen de bizdik. Sevdiğimizi de tabii olarak kıskanırız biz. Sadece canlılardan bile değil, sevgilinin üzerine giydiği güllü elbiselerden bile…

Güllü dibâ giydin amma korkarım âzâr eder
Nazeninim sâye-i hâr-ı Gûl-i diba seni (Nedim)
(Ey sevgili, sen üstünde gül resmi olan ipekten bir elbise giydin. Giydin ama o elbisenin üstündeki gülün dikeninin gölgesi seni incitecek, senin tenine zarar verecek çok korkuyorum...)

Daha nelerden kıskanmayız sevdiğimizi… Bakın bir gönlü yaralı âşık nasıl kıskanıyor sevdiğini:

Havadaki turnalardan
Su içtiğin kurnalardan
Yerdeki karıncalardan
Sakınırım kıskanırım

Seven insan, elbette sevdiğini kıskanır. Kıskanmıyorsa sevgisini gözden geçirmesi gerekir; fakat öyle şairlerimiz var ki bu kıskançlığı hastalık derecesine vardırır, sevdiğini kendisinden, sevdiğinin annesinden bile kıskanır:

Düşmanımdır seni kim
Bulursa cana yakın
Annen bile okşasa
Benim bağrım taş olur (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Biz vatanımıza da aşk derecesinde bağlıyız. Uğruna canımızı feda etmekten çekinmeyiz vatanın; söz konusu vatan olunca diğer aşklarımızı bir yana bırakır ve…

Râyete meylederiz kâmet-i dil-cû yerine
Tûğa dil bağlamışız kâkül-i hoş-bû yerine
Heves-i tîr ü keman çıkmadı dilden aslâ
Nâvek-î gamze-i dil-dûz ile ebru yerine (Gâzî Giray)
(Gönül çeken boy yerine, bayrağa meylederiz; güzel kokulu saç yerine de tuğa gönül bağlamışızdır. / Bir güzelin, gönül delen, oku andıran yan bakışlarıyla kaşlarının sevgisi yerine ok’la yay arzusu gönlümüzden çıkmadı.)

Hepimiz bir gün öleceğiz. Bunu bilmek bize hiçbir korku vermiyor, ama vatandan ayrılmak var ya işte asıl ıstırap bu:
Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lakin vatandan ayrılışın ıstırabı zor (Yahya Kemal Beyatlı)