Makale

Çocuk ve maneviyat eğitimi: Küçük bir canı huzur iklimiyle tanıştırmak

Çocuk ve maneviyat eğitimi: Küçük bir canı huzur iklimiyle tanıştırmak
Yrd. Doç. Dr. Huriye Martı

Sevgili Peygamberimiz bir babayı uyarırken “Çocuğunun senin üzerinde hakkı var!” (Müslim, Sıyâm, 183.) buyurduğunda, acaba sadece karnını doyurup sırtını giydirmeyi kastetmiş olabilir mi? Doğduğu andan itibaren hayatta kalabilmesi için maddi ihtiyaçlarını karşılamak, bir anne babanın çocuklarına karşı tek sorumluluğu olarak düşünülebilir mi? Yoksa anne baba olmak demek, hayata yeni katılmış bu küçük emanetin bedenine olduğu kadar ruhuna da itina göstermek, aklını donatıp gönlünü beslemek, kısacası onun manevi gelişimini üstlenmek demek değil midir? Rasul-i Ekrem (s.a.s.) “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” (Tirmizî, Birr ve Sıla, 33.) buyurduğuna göre, maddi olduğu kadar manevi sorumlulukları da olan anne babanın yavrularına eksiksiz teslim etmeleri gereken hakların başında güzel bir terbiye gelmektedir. İbadet terbiyesi, ruh terbiyesi, gönül terbiyesi ya da kısacası kul olma bilinci diyebileceğimiz bu manevi terbiye sayesinde Rabbi ile sağlıklı bir ilişki kurmayı öğrenen çocuk, O’na kul olmanın huzurunu, zevkini ve heyecanını erkenden tatmış olacak, anne kucağının ve baba ocağının güven veren ortamında kendini keşfetmeye başlayacaktır.

“Yavrum, bak sana ne öğreteceğim: Allah’ı(n hakkını) koru ki, O da seni korusun. Allah’ı(n hakkını) koru ki, O’nu karşında bulasın. Bir şey isteyeceğin zaman Allah’tan iste; yardım dileyeceğin zaman Allah’tan yardım dile. Şunu bilmelisin ki, bütün varlıklar sana bir konuda yardım etmek üzere bir araya gelseler, Allah’ın senin hakkında karar verdiğinden başka yardımda bulunamazlar. Yine sana bir konuda zarar vermek üzere elbirliği etseler, Allah’ın senin için takdir ettiğinden başka bir zarar veremezler. (Kaderi yazan) Kalemler kaldırılmış, sayfalar kurumuştur.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59.) Amcasının küçük oğlu Abdullah b. Abbas’ı bineğinin arkasına bindirmiş yol alırken, bir yandan da onunla sohbet eden Peygamber Efendimiz bunları söylüyordu. Bir çocuğa ancak Rabbi ile kurabileceği o en yüce manevi birlikteliğin ipuçlarını veriyor, kulluğun özünü anlatıyordu. Acısıyla tatlısıyla şartlar ne olursa olsun, hayat onu nereye taşırsa taşısın Allah ile arasındaki bağı koparmamayı öğütlüyordu. Bu bağın sadece Allah’tan istemeye ve beklemeye odaklı yani tek yönlü bir ilişki olmadığını, onun da Rabbine doğru adım atması gerektiğini öğretiyordu. Zaten kulluk bilinci de bu değil miydi?

Peygamber Efendimiz’in, çocukları maneviyatı güçlü bireyler olarak yetiştirmek üzere çizdiği yolun, en geniş anlamda onları kulluk ile tanıştırmaya dayandığını söyleyebiliriz. Rasulüllah’ın (s.a.s.) sünnetinde çocuğu maneviyata dost eylemenin yolu, davranıştan ziyade zihniyete öncelik veren, yani şekli emretmeden önce özü kavratmayı hedefleyen bir üsluba sahiptir. Çocuklara özel tavsiyelerde bulunmayı seven Rahmet Peygamberi’nin, onlarla konuşurken inanca ve ahlâka yönelik öğütlere ağırlık vermesi, namaz, oruç gibi ibadetleri yerine getirmelerine yönelik emir cümleleri kullanmaması ise dikkat çekicidir. Bir diğer ifadeyle, Peygamber Efendimiz, maneviyat eğitimi vermek adına çocukları karşısına alıp ibadetlerini aksatmamaları yönünde tembihte bulunma ihtiyacı hissetmemekte, çünkü onları doğdukları günden itibaren maneviyatla yoğrulmuş bir hayatın içinde büyütmektedir.

O halde çocuğun manevi eğitimi doğduğu an kulağına okunan ezan ile başlamakta, her geçen gün ibadetle beslenmekte ve her adımda güzel ahlakla şekillenmektedir. Böyle bir eğitim sayesinde, büluğ yaşına geldiğinde artık o, bedeninin olduğu kadar ruhunun da ihtiyaçlarını farkına varan, aklına olduğu kadar gönlüne de değer veren, düzenli yerine getirmekle sorumlu olduğu ibadetleri hayatına eklenen bir mecburiyetler zinciri olarak değil, ilk günden itibaren hayatının ayrılmaz birer parçası olarak gören bir Müslüman olacaktır.

Kulluk eğitimini hayata yayan Peygamber Efendimiz, çocukların da bu eğitimden pay alabilmeleri için öncelikle onları yakın çevresinden ayırmamış, hatta tabir caizse çocuklar için bir cazibe merkezi olmuştur. Meclisinde ve mescidinde bulunmalarına izin vererek çocuklara kendisini dinleme, gözlemleme ve örnek alma fırsatı tanımıştır. Öperek, kucaklayarak, koklayarak, okşayarak, dua ederek çocuklara daima sevgi sunumunda bulunmuş, (Buhârî, Büyû’, 49, Edeb, 22; Müslim, Fedâil, 80; Tirmizî, Menâkıb, 30.) şefkat ve merhametini derinden hissetmelerini sağlamış, kendisine getirilen taze meyveyi öncelikle yanında oturan çocuklara ikram etmeyi âdet edinmiştir. (Müslim, Hac, 474.) Hatta O (s.a.s.), çocukların kendisine biat ederek bağlılıklarını ifade etmelerine izin vermiştir. (Müslim, Âdâb, 25.)

Allah Rasulü, dini öğretmek ve ibadet etmek gibi ciddi işlerle meşgulken çocukların bu ciddiyeti bozması endişesini taşımamış, onları maneviyatın öğrenildiği ve yaşandığı ortamların dışında bırakmamıştır. Söz gelimi çocukların farkında olmadan sebep oldukları her türlü olumsuz etkiyi görmezden gelmiş, hataları sebebiyle onları ibadet edilen mekânın dışına çıkarmamıştır. Bir defasında hutbe vermekte iken torunları Hasan ve Hüseyin’in üzerlerinde kırmızı birer gömlekle düşe kalka mescide girdiklerini görünce dayanamamış, minberden inip onları kucağına aldıktan sonra tekrar minbere çıkmış ve çocukları önüne oturtarak şöyle buyurmuştur: “Allah, ‘Mallarınız ve çocuklarınız imtihan vesilesidir’ (Enfâl, 28.) derken ne kadar doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka yürüyüşünü görünce dayanamadım da, sözümü keserek onları kucağıma aldım.” (Tirmizî, Menâkıb, 30; Nesâî, Cuma, 30.)

Peygamber Efendimiz’in bu tavrı, onun çocuklar ile kurduğu sevgi ve merhamet dolu ilişkiyi maneviyat eğitiminde de sürdürdüğünü göstermektedir. Çocuk için manevi hayatın şekillendiği ibadet mekânları soğuk, donuk ve ürkütücü olmamalıdır. Yaklaştığında kovulduğu, sesi çıktığında azarlandığı, soru sorduğunda terslendiği bir mescide tazecik bir gönlün ısınması nasıl mümkün olabilir ki? Dolayısıyla çocuğun manevi huzuru tatması, ibadeti sevmesi ve benimsemesi, öncelikle ibadet eden büyüklerle aynı ortamı paylaşması, onları izlemesi, taklit etmesi ve orada bulunduğundan dolayı taltif görmesi ile mümkün olacaktır. Konunun böyle önemli bir noktada düğümlendiğini, Peygamberimizden öğreniyoruz: “Bazen kıraati uzatma niyetiyle namaza başlıyorum da bir sabinin ağlayışını duyunca annesinin ona gösterdiği şefkatten dolayı yaşayacağı tedirginliği düşünerek namazı hafif kıldırıyorum.” (Buhârî, Ezan, 65; Müslim, Salât, 192.)

Sevgili Peygamberimiz’in mescidi gibi hareketli ve kıymetli bir mekânda vakit namazlarında bile bir saf oluşturacak kadar çok çocuk bulunması, (Ebû Dâvûd, Salât, 96.) Allah Rasulü’nün çocuklara yaptığı maneviyat aşısının göstergesidir. Dahası, saf tutup namaza duramayacak kadar küçük olanlar bile mescidin huzur veren manevî havasını solumaktadır. Bizim, kızı Zeyneb’den olan kız torunu Ümame’yi omzunda taşıyarak namaza duran, rükûa varacağı zaman onu indirip, kıyama kalkacağı zaman da tekrar omzuna bindirerek namazını tamamlayan, hatta bu şekilde cemaate imamlık eden bir Peygamberimiz var! (Ebû Dâvûd, Salât, 164, 165; Müslim, Mesâcid ve Mevziu’s Salat, 43.) Bir yavruya namazı sevdirmenin, onu huzur iklimiyle tanıştırmanın daha güzel bir yolu olabilir mi?

Peygamber Efendimizin, namaz konusunda gösterdiği hassasiyetin bir benzerini oruçta da gösterdiğini, çocukların küçük yaştan itibaren oruç ve sabırla tanışmalarını istediğini görüyoruz. Kutlu Peygamber çağının anneleri, küçüklerin oruçla barışık olmaları için onlara yünden oyuncaklar yaparak açlıklarını unutturmaya çalıştıklarını anlatmaktadırlar. (Buhârî, Savm, 47; Müslim, Sıyâm, 136.) Diğer taraftan maneviyatın dorukta yaşandığı tavaf ve say gibi anları yaşamaları için çocukların hac gibi bir izdihama katılmalarına bile müsamaha gösteren Allah Rasulü, kucağındaki bir çocuğu kaldırarak “Buna da hac var mı?” diye soran anneye, “Evet. (Onunla birlikte haccettiğin için) sana da ayrıca ecir var.” (Müslim, Hac, 409; Tirmizî, Hac, 83.) buyurmuştur.

Bir çocuk, anne-babası için mutluluk ve bereket kaynağı olduğu kadar imtihan vesilesidir. Nitekim Yüce Allah “Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihandan ibarettir. Katında büyük mükâfat olan ise, ancak Allah’tır.” (Enfâl, 28.) buyurmaktadır. Çocuk her ne kadar bugün yaşıyorsa da, aslında yüzü geleceğe dönük bir emanettir. Onu şekillendiren ebeveyn, bir bakıma toplumu şekillendiriyor, yarını çiziyor demektir. Allah Rasulü “Her doğan İslam fıtratı üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan ya da Mecusi yapar.” (Buhârî, Tefsîr (Kasas), 2; Müslim, Kader, 22.) buyururken işte bu gerçeğe işaret etmektedir. Elbette küçük insanı Rabbe kul olmak gibi büyük bir sorumluluğa hazırlamak kolay değildir. Ancak hiddetten uzak, sakin ve sevecen bir tavırla verilen maneviyat eğitimi elbette boşa gitmeyecek, emekler yeşerecek, ailede başlayan huzur arayışı bir ömre anlam katacaktır.