Makale

Aile içi iletişimde temel değerler VI: Sorumluluk

Aile içi iletişimde temel değerler VI: Sorumluluk
Prof.Dr.Ertuğrul Yaman

Sorumluluk, her bireyde bulunması gereken üstün duygulardan birisidir. Bizler, insan olarak her şeyden önce bizi yoktan var eden Yüce Mevla’ya ve O’nun yoluna, anne babamıza, kendimize, eşimize, çocuklarımıza, akrabalarımıza, dostlarımıza, arkadaşlarımıza ve işimize karşı görev ve sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirmek zorundayız. Bu duygu, insan olmakla özdeş bir duygudur; yani, insan sorumluluk sahibidir ve bu duygunun gereğini yerine getirmekle mükelleftir.

Sorumluluk duygusu, yüce ve yüksek bir bilinç gerektirir. Bu duygunun gereğini yerine getirmek, hem bizi hem de çevremizdekileri rahatlatır. Görev ve sorumluluk bilincine sahip olan kişi, kendi içinde ve başkaları nezdinde kendini rahat hisseder. Mutlu olmanın yollarından birisi de görev ve sorumluluklarımızı zamanında ve en güzel şekilde tamamlamaktan geçer. Bilhassa yönetici konumda olanlar, örnek tutum ve davranışlarıyla sorumlulukları hususunda son derece titiz olmalıdırlar. Anne ve babalar, eşler, arkadaşlar bu konuda son derece hassas olmak zorundadırlar.

Aile içinde huzur ve mutluluğa uzanan yoldaki önemli kilometre taşlarından birisi de aile bireylerinin sorumluluk duygusuna sahip olmaları ve bu duygu mucibince hareket etmeleridir. Bu noktada görev yine öncelikle aile büyüklerine düşmektedir. Aile büyükleri, kendi sorumluluklarını bihakkın yerine getirme konusunda titiz davranmalı; sözden çok özüyle örnek ve model olmalıdırlar. Bir yandan da çocuklarını yetiştirirken sorumluluk duygusunu onlara kazandırabilmek için özel bir gayret sarf etmeleri gerekir.

Aile içinde sorumluluk bilinciyle bir iş bölümü ve paylaşım ortamı oluşturmak, bu duygunun yerleşmesinde iyi bir başlangıç olabilir. Aile; yalnızca toplu barınma mekânı olarak algılanmamalı; aynı zamanda sorumluluk ve yetkilerin de paylaşıldığı bir takım çalışması alanı olarak kabul edilmelidir. Aile bireylerinin her türlü dilek, istek ve sorunları aile meclisinde konuşulduktan sonra gerekli sorumluluk da paylaşılmalıdır. Aile bireylerinin her biri, ailevi konularda gücü, yeteneği ve konumu nispetinde görev ve sorumluluk almalıdır.

Bu duygunun yerleşmesi, aile içi iletişimin niteliğiyle doğrudan ilgilidir. Açık iletişimin gereği olarak sohbet ortamlarında bir araya gelen ailelerde sorunlar daha kolay çözülmekte; kimi zaman da sorunlar daha çıkmadan sezilerek önleyici tedbirler alınabilmektedir. Aile içi iletişimde esas ve doğru olan davranış modeli, bütün aile bireylerinin katıldığı aile meclisidir. Aile meclisi bir paylaşma ve meşveret ortamına dönüştürülebilirse, birçok sorun kendiliğinden engellenmiş olur.

Aile içinde böylesi bir ortamın oluşması, en başta eşler arasındaki uyuma bağlıdır. Eşler kendi içinde uyumlu ve iletişime açık davranırlarsa, çocuklar da bu davranışı özümseyerek bu şekilde davranmayı en güvenilir ve doğal ortamda öğrenmiş olurlar. Özellikle anne ve babalar, çocuklarıyla ortak iş yapma, oyun oynama, konuları birlikte değerlendirme etkinliklerine zemin hazırlamalıdırlar. Böylelikle çocuklar, aile içinde ortak yaşamayı, birlikte konuşmayı ve sorumlulukları paylaşmayı daha çabuk öğrenirler.

Kimi geleneksel aile ortamlarında, örfümüzü, irfanımızı ve kültürümüzü tam olarak kavrayamayan aile büyükleri, -sözde otorite kurmak adına- işlerini, düşüncelerini, dertlerini, sıkıntılarını ve en önemlisi tartışılmaz yetkilerini(!) paylaşmama eğilimindedirler. Böylece hem kendilerine çok çok ağır yükler yüklerken hem de aile bireylerini sorumluluk duygusundan uzaklaştırarak aile içindeki iletişimi de engellemektedirler.

Bu konudaki en önemli rehberimiz aynı zamanda iyi bir aile yöneticisi olan Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. O yüce insanın hayatı iyice incelenirse, eşleriyle ve çocuklarıyla kurduğu harikulade iletişim ortamı ve insanlığa hediye ettiği meşveret yöntemi, sorumluluk duygusunun en önemli örneğidir. Despotik ve sözde otoriter babaların ve annelerin bu anlaşılmaz tavırlarını sevgiye, saygıya, anlayışa, diğergamlığa ve sorumluluk duygusuna tahvil etmeleri en çıkar yoldur.

Sorumsuzluk, fena bir duygu ve davranıştır. Bu duygu ve davranışın sahibi, hem kendini başkaları önünde zelil ve zayıf düşürür hem de özgüvenine büyük zarar verir. Sorumsuzluk, işlerimizi aksatır, zamanımızı israf eder. Bizi, sık sık iletişim kazalarına sürükler. İnsanlarla aramıza gereksiz mesafeler koyar.

Günümüzde yaşanan aile facialarının çoğu sorumsuz davranışlarla ilgilidir. Eşler arasında sorumluluk duygusu yerleşmemişse o ailede huzuru yakalamak, samanlıkta iğne aramak gibidir. Sorumsuzluk duygusu, eşlerle birlikte bütün aile bireylerine de sirayet etmişse, işte o zaman felaket sirenleri –Allah korusun- ailenin kapısına dayanmış demektir. Ailedeki ölçüsüz harcamalar, düşüncesiz söz ve davranışlar, adaletsiz uygulamalar istenmeyen sonuçlar doğurabilir.

Hem bireysel anlamda hem de aile içinde huzurlu ve mutlu olabilmek için, üzerimize düşen sorumlulukların zamanında ve gereğince yerine getirilmesi doğal bir yükümlülüğümüzdür. İşlerimizi zamanında yapmak, kimseye yük olmamak, ailemize katkı sağlamak, insanlara ve topluma faydalı bir insan olmak ve bütün insanlığa hizmet edebilmek iki cihan mutluluğunun da teminatıdır.

HERKESİN İŞİ

Bu hikâye Herkes, Birisi, Herhangi biri, Hiç kimse adlı dört kişi hakkındadır. Yapılacak önemli bir işi vardı ve Herkes’ten, bunu yapmasını istemişti. Herkes, bu işi Birisi’nin yapacağından emindi. Herhangi biri onu yapabilirdi. Fakat Hiçkimse yapmadı. Birisi buna kızdı. Çünkü; bu, Herkes’in işiydi. Herkes bunu Herhangi biri’nin yapabileceğini düşündü. Fakat Hiçkimse, bu işi Herkes’in yapmayacağının farkına varamadı. Sonunda Herhangi biri’nin yapabileceği işi Hiçkimse yapmazken, Herkes, Birisini suçladı.

Aslında hiçbirimiz, sahipsiz ve sorumsuz bir varlık değiliz. Yaptığımız her işten, söylediğimiz her sözden, kısacası her anımızdan sorguya çekileceğimiz bilinciyle her an sorumluluk duygusuyla hareket etmek zorundayız. Yüce Mevla’ya karşı sorumluluk duygusu taşımamız kul ve insan olmamızın gereğidir. İnsanlara karşı sorumluluğumuz ise, hem kendimize saygının hem de toplumsal bilincin ve bir arada yaşama kültürünün doğal bir gereğidir. Zamana karşı sorumluluk duygusu taşımak ise, her ortamdaki başarının ön şartıdır. Zor iş yoktur, zamanında yapılmayan iş vardır. Zor işler, zamanında yapılmayan küçük işlerin toplamıdır.

İnsana düşen en önemli sorumluluk çalışmaktır. Çalışan insan, hem bedeninin ve gücünün şükrünü eda eder hem de rızkına kavuşur. Tembellik ve miskinlik gibi hastalıklardan da korunmuş olur. İtibar da bol rızık da meşru çalışma duygusunun kazanılmasıyla elde edilir. Bu noktada sözü üstad M. Akif Ersoy’a bırakmakta fayda var:

“Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası.”

Hem hayatta hem de iletişim ve insan ilişkilerinde huzurlu, mutlu ve başarılı olmak istiyorsak, işe bu duygu ve davranışımızı en üst noktaya çıkartarak başlayabiliriz. Üstlendiğimiz görev ve sorumluluklarımızı, zamanında ve başarıyla yapmayı alışkanlık hâline getirmek, çok önemli bir başlangıç olabilir. Kendimize, ailemize, çevremize, işimize ve zamana karşı sorumlu olduğumuzu, bu sorumlulukların zincirleme birbirine bağlı olduğunu asla unutmayalım! Aksi takdirde hayatımız, “keşke”lerle dolu pişmanlık hikâyesine dönüşebilir. Kendimizi ve başkalarını suçlamak yerine, sorumluluğumuzu zamanında bilelim ve gereğini yapalım!