Makale

Ahlak ve tefekkür (Anlam arayışı)

Ahlak ve tefekkür (Anlam arayışı)
Prof. Dr. Muhammet Şevki Aydın

Ahlakın, ahlaki gelişimin mahiyetini hatırlarsak tefekkür ile ahlak arasında organik bir bağ olduğunu rahatlıkla fark edebiliriz. Kötü ahlak/ahlaksızlık ile tefekkür arasında ters orantı varken, güzel ahlak ile tefekkür arasında doğru orantı vardır. Birey, tefekkür düzeyi yükseldiği oranda güzel ahlaklılık düzeyini yükseltebilmektedir.

Bireyin ahlakça gelişmesi, her şeyden önce onun anlam arayışıyla doğrudan ilişkilidir. Başta kendi varlığı olmak üzere varlık dünyasını ve hayatı sorgulayıp anlam(landırm)a çabalarını geliştirerek sürdüren birey, düşünme ve anlam(landırm)a düzeyini yükseltir. Düşünme ve anlam(landırm)a yeteneğini geliştirdiği nispette de kendi içinde tutarlı bütüncül bir dünya görüşü, bir hayat anlayışı(felsefesi) oluşturur.

Birey, ürettiği kuşatıcı dünya görüşü/hayat felsefesi doğrultusunda hayatını düzenlemeye çalışır. Bunun uzantısı olarak ister istemez varlık dünyasıyla ilişkilerini sorun edinir; varlıklarla ve özellikle de insanlarla ilişkilerinin neliği ve nasıllığı üzerine düşünür. Bu ilişkiler ağı içinde tutum ve davranışlarını belirlemesini ve yönlendirmesini kılavuzlayacak değerler oluşturur. Bu değerleri oluştururken onların hayatla irtibatlarını kurduğu gibi, günlük hayatında onların nasıl somutlaşacaklarını, hangi davranış kalıplarıyla görünürlük kazanacaklarını da belirler. Bireyin tamamen iç dünyasında oluşan ve onu varoluşsal bütünlüğe, tutarlılığa ve bilinçliliğe kavuşturan bu değerler, onun gerçek ahlakını oluşturmaktadır. Bireyin tezahür eden ahlaki tutum ve davranışları ise, işte bu içteki ahlakın dışa yansımalarından ibarettir. (bkz. Aydın, Ağustos 2011 ve Ekim, 2011.) Onun ahlaki yaşantısında genelde çelişkiler değil tutarlılık, bölük pörçüklük/rastgelelik değil bütünlük ve denge vardır. Tabii ki, o bireyin varlığı ve hayatı anlamlandırması ne kadar üst düzeyde ise, inşa ettiği değerleri, dolayısıyla ahlakî gelişmişliği de o kadar üst düzeydedir.

Öte yandan, düşünme, sorgulama ve anlamlandırma yeteneği dumura uğratılan bireyin ahlaki gelişim süreci duraksamakta; biyolojik yaşının ilerlemesine rağmen ahlak yaşı âdeta yerinde saymaktadır. Bu birey, varlık dünyasını ve hayatı pek anlam(landıram)adığı ve ahlaki değerlerini oluşturamadığı için kendini yönetme yetkinliğini, ahlaki özgürlüğü kazanamamakta; dürtülerinin/içgüdülerinin ve çevresinin güdümünde yaşamayı sürdürmektedir. Nerede nasıl bir tutum takınacağını, nasıl davranacağını artık kendisi değil, içgüdüleri veya çevreden gelen ödüller, cezalar vb. belirlemektedir. Değerlerin oluşturulamaması, keyfî hayat tarzlarının, her halükârda keyfîliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu durum, öylelerinin bir ahlak sorunuyla birlikte bir kişilik sorunlarının olduğunun göstergesidir.

Ahlakın ve ahlaki gelişim sürecinin mahiyetine dair bu özet değerlendirmeden anlaşılıyor ki, bireyin güzel ahlak sahibi olması veya güzel ahlaktan yoksun kalması (kötü ahlaklı olması), onun tefekkür yeteneğinin, anlama/kavrama sisteminin gelişmiş olup olmamasıyla, bu açıdan gelişmişlik düzeyiyle doğrudan ilişkilidir.

Şöyle ki, ahlaklı olabilmek için öngörülen işlemlerin tümünü, birey ancak anlama kavrama yeteneğini işletip geliştirdiği oranda başarabilecektir. Mesela, ahlaki gelişim sürecinde işe yarayan/besleyici bilgiler, asla ezberlenmiş hazır kalıp bilgiler veya halk deyişiyle kuru bilgiler değil; bilakis işlenmiş/anlamlı rafine bilgilerdir. Edinilen mevcut bilgileri, birey sorgulayarak anlamlandırmakta, zihinsel/bilişsel işlemlerden geçirerek uygulanabilir/kullanılabilir niteliğe kavuşturmaktadır. Bireyin kendine özgü ürünler hâline gelen bu anlamlı bilgiler kullanılarak yeni bilgiler üretilmekte ve bu bilgi keşfetme/üretme süreci böyle sürüp gitmektedir. Ezber bilgi kalıplarının aksine, bu nitelikteki anlamlı bilgiler bireyin varlığının unsurları haline geldikleri için, onun ahlakî tutum ve davranışlarını oluşturucu etkiye sahiptirler. (bkz. Aydın, Kasım, 2010.) Kısacası, kendi ahlaki değerlerini oluşturma çabası içindeki bireyin bilgi karşısındaki tavrı, pasif kabullenici bir tavır değil; tam aksine onlar karşısında bir aktif yaklaşım, tam bir özne duruşudur. Onun gerçekleştirdiği bu işlemlerin tümü, tefekkür dünyasıyla ilişkilidir; anlama/kavrama sisteminin işlevleridir.

Güzel ahlak sahibi olabilmek için ön şart olan değerler oluşturma işlemi de, tamamen bireyin idrak sistemiyle ilgilidir. Muhakeme gücü gelişmemiş, belli bir idrak düzeyine erişmemiş birinin ahlaki değer oluşturması mümkün değildir. Varlığı ve hayatı anlamlandırma sürecinde yol almayan, dolayısıyla kendine özgü bir dünya görüşü/hayat anlayışı geliştirme çabası içinde olmayan biri, ahlak üzerine düşünemez, ahlaki tutum ve davranışlarının ölçütü olan değerleri inşa edemez. Kısacası, ahlaki değerler edinme ve onlara göre ahlaki tutum ve davranışlar ortaya koyma, doğrudan tefekkürle ilgilidir, anlama ve kavrama/idrak sisteminin işlevidir. İşte bu yüzden, söz gelimi küçük çocuktan ahlaki tutum takınması beklenmez. O, içgüdülerine veya dışarıdan gelecek ödül ve cezalara göre tutum ve davranışlar sergiler. Çünkü o, ahlaki değer oluşturmak şöyle dursun, kural fikrinden bile yoksundur. Oynadığı oyunu kurallarına göre oynar; ancak o kuralların farkında değildir. Bu farkında olamayışı, onun idrak sisteminin bunları kavrayacak kadar gelişmemiş olmasındandır.

Yine ahlak denilince hemen akla gelen, irade, ihtiyar (seçme), özgürlük ve sorumluluk gibi kavramlar da, bireyin tefekkür ve idrak yeteneği ile doğrudan ilgilidir. İnsan, akıllı/düşünen/idrak eden bir varlık olduğu için bu kavramların belirttiği niteliklere sahiptir. Bu yeteneğe sahip olmayan diğer canlılarda, bu kavramların dile getirdiği özellikler bulunmamaktadır. Ancak, insanda yaratılıştan potansiyel güç olarak mevcut olan bu tefekkür ve idrak yeteneğinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu yeteneği gelişmemiş olan insanda, diğer kavramların belirttikleri özellikler de gelişememektedir.

Görüldüğü gibi güzel ahlak, çok boyutlu, çok derinlikli insani yanımızı teşkil etmektedir. Onunla hayvani hayattan insani hayata yükselme imkânı elde edilmektedir. Dışa vuran güzel ahlaki tutum ve davranışların çok önemli bir zihinsel arka planı bulunmaktadır. Bu demektir ki, bireyin ahlak gelişimi, onun anlama/kavrama yeteneğinin gelişmesiyle at başı yürümektedir. Bu nedenle, tefekkür ve idrak yeteneğini geliştirme yolunda ilerlemeyen bireyin, güzel ahlakı üretme/kazanma yolunda ciddi adımlar atması mümkün değildir. Bütün bu iş ve işlemleri Kur’an ve sünnetten hareketle gerçekleştirmesi gereken Müslüman bireyin elinden tutacak çalışmaların yapılmasına ihtiyaç vardır.

Ahlakın bu gerçekliğine rağmen, İslam ahlakının mahiyeti üzerine yeterince çalışıldığı, felsefi temellendirmelerin yapıldığı, yapılanların yeterince geliştirildiği söylenemez. İslam Ahlakı üzerine yazılan eserlerde, ahlaki görevlerin taksimatını yapmak, türlerini ve vasıflarını belirtmek, ahlaki kuralları saymakla âdeta yetinilmektedir. Bu görevlerin eleştirel yaklaşımla bütüncül ve tutarlı bir değerlendirmesi yapılarak sistemleştiril(e)memiştir, denilebilir. Bu konuda Yaran’ın şu tespitine hak vermemek elde değildir: “Ne var ki, dinî ahlak tarzında yazılmış ahlak kitaplarında, “İslam’da ahlakın şartı kaçtır?” ya da “İslam’da ferdî ahlakla ilgili temel erdemler/faziletler nelerdir?” şeklinde bir soruya verilebilecek ortak, müşterek cevaba, sade bir tasnife rastlanmamaktadır. Ahlaki faziletler ve reziletler listesi yazardan yazara değişmekte ve hatırda tutulması imkânsız pek çok fazilet herhangi bir önem sırasına da koyulmadan arka arkaya sıralanmaktadır. Örneğin, bazen 40’a, 50’ye kadar çıkabilen, ortalama 20-25 fazilet ve 20-25 de rezilet sayılabilmekte ve örneğin bir yazar adalete 8. sırada yer verirken öbürü ferdî erdemler listesinde ona hiç yer vermemekte, yahut cimriliği 2. sırada rezilet sayan bir yazar, adam öldürmeyi 10. sıraya koymakta, ya da fiilleri sözlerine uymamayı 4. sırada ele alan bir başka yazar, fuhuşu 14. sırada ele almaktadır.” (Yaran, 2011: 28) Yaran’a göre, İslam dünyasındaki üç ahlak ekolünden biri olan “Felsefi ahlak ekolü” de bunu başaramamıştır. Mesela dört temel ahlaki erdemle ilgili söylenenler bile, Yunan filozoflarından, özellikle Platon’dan (Eflatun’dan) alınmış fazla sorgulanmadan korunmuş ve savunulmuştur. Nitekim Gazalî gibi bilginler tarafından eleştirilmişlerdir. (Yaran, 20011:37, 38, 41. İlk iki ekol ise, dinî ve tasavvufi ahlak ekolleri. Bu tasnif ve isimlendirmenin yerindeliğini, ayrıca tartışmak gerekir.)

Kur’an’ın ortaya koymuş olduğu ahlak kavramının muhtevasında tarihî süreç içerisinde giderek bir daralmanın, sığlaşmanın meydana gelmesinde, İslam ahlakını analitik yaklaşımla ele alıp felsefi derinliğiyle ve sistemleştirerek ortaya koyamamanın, güncelleyememenin payı büyüktür. Zamanla, ahlak deyince Müslümanların aklına daha ziyade bazı örf ve âdetlerle giyim-kuşamla, cinsellikle ilgili kimi kuralların gelir olması ve bütün ahlaki kuralların nasslarda sayıldığının ve bu kuralların muhtevalarıyla ilgili söylenmesi gereken her şeyin söylendiğinin zannedilmesi, işte bu daralmanın ve sığlaşmanın eseridir. Bu anlayış, Müslüman insanın, içinde bulunduğu toplumsal şartlarda ahlaken doğru/iyi/güzel olanı görme, fark etme ve doğru değerlendirme kabiliyetini zayıflatmıştır.

Oysa, gerçekte İslam ahlakının teolojik kaynağa sahip olması, akli gerekçelerle temellendirilmesine, nasslardaki ahlaki beyanların felsefi analizlerinin yapılmasına engel değil; aksine bunu gerektiricidir. Yeterince akli temellendirme yapmamak, Rağıb’ın deyişiyle, “Yüce Allah’ın kullarına gönderdiği iki elçi”den birini (aklı) kullanmamak suretiyle diğerinden (Peygamberden) de yararlanma imkânını kaybetmektir. İslam ahlakına ilişkin kuralların, varlık, insan gerçeği ve hayatla ilişkisi kurularak analiz edilip sentezlere varılması gerekmektedir. Devraldığımız ve tüketmeye devam ettiğimiz İslami mirası çok iyi anlamlandırarak ve günümüzde insanlığın bu alandaki bilimsel, felsefi birikiminden de yararlanarak İslam ahlakına dair bu çağın insanının idrakine hitap eden yeni ve özgün bir içerik üretmeye, ahlaki bilinç oluşturmaya mecburuz. Bunu yaparken de, mevcut ahlak felsefesi teorilerinden herhangi birinin kalıplarına sıkışma kompleksine veya onları görmezlikten gelme şeklindeki istiğna hâline düşmemek gerekir. Eleştirel yaklaşımla yeni okumalar yapmadan İslam ahlakına dair yeni bir içerik üretmek, mümkün gözükmemektedir. Okuduğu veya dinlediği muhtevaların pasif kabullenicisi olmaya kalıplanmış, belli bilgi kalıplarını ezberleyip istendiğinde de aynen satmayı/aktarmayı marifet sayan anlayışla bunu gerçekleştirmek, elbette mümkün değildir. Yeni bir İslami ahlak içeriği üretmek, ahlaki/vicdani muhakeme yeteneğini yitirmiş günümüz dünyasında ahlaklı Müslüman bireyi yetiştirebilmenin ön şartıdır. Açık toplumun dindarını yetiştirme amacıyla düzenlenecek ahlak eğitiminde de aynı yaklaşımın benimsenmesi zorunludur. (Bk. Aydın, 2011.)

Kaynak
Aydın, M. Şevki, “Biliyor Ama Yapmıyor “mu?”, Diyanet Aylık Dergi, Kasım, 2010.
----, Açık Toplumda Din Eğitimi/Yeni Paradigma İhtiyacı, Nobel Yayınları, 2011.
----, “İman-Amel İlişkisi Bağlamında Ahlak”, Diyanet Aylık Dergi, Ağustos, 2011.
----, “Ahlak ve Niyet”, Diyanet Aylık Dergi, Ekim, 2011.
Yaran, Cafer Sadık, İslâm Ahlak Felsefesine Giriş, Dem yay.; 2011.