Makale

“Emrolunduğun Gibi Dosdoğru Ol” DOĞRULUK-DÜRÜSTLÜK

“Emrolunduğun Gibi Dosdoğru Ol”
DOĞRULUK-DÜRÜSTLÜK
Medet Coşkun
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

İslâm ahlâkının temel değerlerinden biri olan doğruluk; insanın içi ile dışının, özü ile sözünün bir olması, söyledikleriyle yaptıklarının (söz-fiil) birbirine uyması demektir. İnsanın söyledikleriyle yaptıklarının birbirine uymaması, niyeti başka olduğu hâlde dıştan başka şekilde söylemesi ve davranması, doğruluğun zıddı olan yalancılıktır. Yalancılık ise, İslâm dininde yasaklanmış ve büyük günahlardan biri sayılmıştır. (Hac, 30; Buharî, Şehadet, 10; Müslim, İman, 143)

Doğrulukta karşıdaki insana güven vermek, onun haklarına riayet etmek söz konusu iken yalancılıkta karşıdaki insanı aldatmak, kandırmak ve o insanın güven duygusunu boşa çıkarmak vardır. Bu ise, İslâmî ilkelerle bağdaşmayan, ahlâk dışı ve karşısındaki insanı yanıltmaya yönelik çok çirkin bir davranıştır. Oysaki Allah, insanı en güzel bir şekilde yaratmış ve ondan hayatını doğruluktan ayrılmadan sürdürmesini istemiştir. Toplumdan güven duygusunun kalkması, huzursuzluk ve mutsuzluğun yaygınlaşması, insanların ilâhî ölçülerden ayrılmalarından, iç dünyalarında yalan ve haksızlığa yönelerek doğruluk ve dürüstlükten uzaklaşmalarından kaynaklanmaktadır. Sözünde durmamak ve yalan söylemek, insanları doğruluk ve dürüstlükten ayırmış, tutunmaları gereken dinî hakikatlerden de kopararak sadece menfaatini düşünen, ilkesiz ve kural tanımaz bir hâle getirmiştir. Halbuki yalandan uzak durmak ve doğruluk üzere bulunmak, Müslümanın en başta gelen dinî ve ahlâkî yükümlülüklerinden biridir. Doğruluk şeref, izzet, yücelik; yalancılık ise zillettir. Zillet de Müslümanın düşeceği bir durum değildir. Müslümana doğruluktan ayrılmak, verdiği sözün gereklerini yerine getirmemek ve yalan konuşmak yakışmayacağı gibi bu tür ahlâk dışı davranışlar, imanın temelinde bulunan sadakat ve dürüstlük kavramlarıyla da çelişmektedir. Müslümanın yalan söylemesi şöyle dursun, yalan ihtimali bulunan tüm söz ve davranışlardan da uzak durması, inanmış olmasının tabiî bir sonucudur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.), şüpheli olan şeylerden kaçınılması konusunda şöyle buyurmaktadır: "Sana kuşku, şüphe vereni bırak, kuşku vermeyene sarıl, zira doğruluk kalp huzuru, yalan ise şüphedir." (Tirmizî, Kıyâmet 61, (2520); Nesâî, Eşribe 50, (8, 327, 328)

İslâm dininin özünü teşkil eden doğruluktan ayrılıp yalana yönelen kimseler ayet ve hadislerde ikaz edilmiş, hatta azapla uyarılmış, doğruluk üzere bulunanlar ise cennetle tebşir edilerek övülmüştür. Azaba muhatap olmaktan kurtulup bu müjdeye ve övgüye hak kazanabilmek ise ancak söz ve davranışlarımızın birbirine uymasıyla; doğru ve dürüst olmakla mümkündür. Yapmayacağımız şeyleri söylememizin doğru olmayıp büyük bir günah olduğunu (Saff, 1-2) belirten Allah (c.c.), sosyal ilişkilerin sağlıklı bir zeminde devam edebilmesi için doğruluk ilkesine vurgu yaparak şöyle buyurmaktadır; “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin ki, Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.” (Ahzab, 70-71), "Rabbımız Allah’tır deyip, sonra da doğrulukta devam edenlere gelince, onların üzerine melekler iner ve derler ki; ’’Korkmayın, üzülmeyin, size vadedilen cennetle sevinin." (Fussılet, 30) Bu ayeti kerimelerde; söz söylerken ve iş yaparken doğru ve dürüst olunması emredilmiş, böyle olunduğu takdirde işlerin düzeleceği ve günahların bağışlanacağı sonuçta da müminler için vadedilen cennete ulaşılacağı belirtilmiştir. Aksi takdirde işlerin düzelmesi, vadedilen cennete kavuşulması şöyle dursun işler, daha da karmaşık hâle gelecek ve toplumda huzursuzluk baş gösterecek, topluma korku ve güvensizlik hakim olacaktır. Güvensizliğin hakim olduğu böyle bir toplumda ise huzur ve başarıdan bahsetmek mümkün değildir. Bu güvensizliğin ortadan kaldırılması ve toplumun huzur içerisinde olması için kişi, kendisi doğru ve dürüst olduğu gibi başkalarının da doğru ve dürüst olması için gayret gösterecek, şayet doğruluk ve dürüstlükten ayrılanlar var ise onlara engel olmak için bütün gücüyle çalışacaktır. Böyle yapmayıp tam tersine davranarak yalan söyleyen kimseye yardımcı olmak ve onlarla beraber hareket etmek, işlenilen günaha ortak olmak demektir. Halbuki Peygamberimiz (s.a.s.); “Sizden biriniz bir kötülük gördüğünde onu eliyle değiştirmeye gücü yeterse eliyle değiştirsin, eğer eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle değiştirsin, eğer buna da gücü yetmezse kalbi ile değiştirsin, bu ise imanın en zayıf durumudur.” (Sünen-i Ebu Davud, H. No: 4340) buyurarak bir kötülük ve yanlışlık karşısında nasıl davranacağımızı ortaya koymuştur. Bunun tersine bir davranış göstererek doğruluktan ayrılanlara destek olmak ve bu haksızlık karşısında susmak dinî bakımdan doğru bir davranış değildir. Zira “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. (Risaletü’l-Kuşeyriyye, I, 298) Müslüman dilsiz şeytan durumuna düşmemek için haksızlığın ve haksızların karşısında susmaz, Allah’ın (c.c.); "Doğrularla beraber olun." (Tevbe, 119) emrini dikkate alarak haktan, hakikatten ayrılmaz ve ayeti kerime gereğince doğrularla beraber olur. Asla yalana ve yalancılara iltifat etmez. Çünkü mümin, acı da olsa gerçeği söyleyen, kendisi, ana-babası ve akrabalarının aleyhine bile olsa doğruluktan ve adaletten ayrılmayan kimsedir. (Nisa, 135)

Doğruluk ve dürüstlük, bir insanda imandan sonra bulunması gereken en önemli haslettir. Çünkü imandaki sadakat duygusu bunu gerektirir. Bu konuya ışık tutan bir rivayet şöyledir; Abdullah oğlu Süfyan (r.a.) şöyle demiştir: Peygamberimize (s.a.s.): “Ey Allah’ın Rasûlü, İslâmiyet hakkında bana öyle bir öğüt ver ki, sizden sonra artık kimseden bir şey sormaya ihtiyacım kalmasın, dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.): Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol.” buyurdu. (Müslim, İman, 13) Hadis-i şerifte dikkati çeken en önemli nokta; İslâmiyetin iki ana bölümüne işaret edilmesidir. Bu bölümlerden biri; Allah’a iman, diğeri de doğruluk, dürüstlüktür. Bu iki ana nokta gerçekleştirildiği takdirde diğer yanlışlıklardan da korunmak mümkün olabilecektir. Aksi takdirde yalan, bundan kurtulmak için ikinci bir yalanı doğuracak bu da kin ve düşmanlığın yaygınlaşmasına ve işlerin daha da kötüye giderek içinden çıkılmaz bir hâl almasına sebep olacaktır. Böylece toplumdan güven ve huzur kalkmış olacak, yalancı bir kimsenin söylediği tüm sözlere ve yaptığı tüm işlere kuşkuyla bakılacaktır. Doğruluk ve dürüstlüğün olmadığı bir evde veya toplumda huzurdan ve karşılıklı güvenden bahsetmek mümkün değildir. Kimsenin kimseye güvenmediği, herkesin birbirine şüpheyle baktığı böyle bir aile veya toplum, dağılmaya ve yıkılmaya mahkumdur. Konuyla ilgili olarak Peygamberimiz (s.a.s.) kurtuluşun reçetesini vererek şöyle buyurmaktadır; "Daima doğruluğu araştırın. Tehlikeyi doğrulukta görseniz de doğruluktan ayrılmayınız. Zira kurtuluş ancak ondadır." (Kenzü’l-Ummal, 3/344)

“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.” (Hûd, 112; Şûrâ, 15 ) ilâhî emrini hatırlatan Peygamberimiz (s.a.s.); doğruluğun önemine işaret ederek Hûd sûresinin özellikle bu sûredeki "dosdoğru ol" emrinin kendisini ihtiyarlattığını, saçlarını ağarttığını belirtmiştir. (Tirmizî, Tefsiru Sûre, 56/6) İstikâmet üzere olmak, dosdoğru olmak gerçekten güç, güç olduğu kadar da onurlu ve Müslümanda bulunması gereken ahlâkî bir davranıştır. Zaten bu önemine binaendir ki peygamberlerde bulunması gerekli sıfatlardan birisi hatta birincisi doğruluk, dürüstlüktür. Çünkü doğruluk ve dürüstlük büyük bir erdem ve kişinin çevresine güven vermesini sağlayan yüce bir niteliktir. Bunun içindir ki, Peygamberimizin İslâmiyete davet ettiğini duyanlar, ilk önce onun doğru, dürüst olup olmadığını sormuşlardır. Peygamberimizin dürüst olduğunu, şimdiye kadar hiç kimseyi aldatmadığını ve yalan konuşmadığını öğrenenler şu değerlendirmeyi yapmışlardır: "İnsanlara karşı dürüst olan bir kimse Allah’a karşı niçin dürüst olmasın." (Buharî, Bedu’l-Vahy, 6) Hz. Peygamber’in “el Emin” güvenilir olmasını temin eden özelliği de onun doğru sözlü, sözünde duran bir yapıya sahip olmasındandır. Hz. Peygamber’in terbiyesinden geçmiş olan ashabı da asla doğruluktan ayrılmazlardı. Herkesin doğruluktan ayrılmadığı, dürüst olduğu böyle bir toplumda şayet onlardan biri doğruluktan ayrılıp yalan söyler ise hemen bilinirdi. Bu kimse kendini düzeltmedikçe, yalan söylemeyi terk etmedikçe ve sözünün eri olmadıkça ona sohbet ve toplantılarında yer vermezler ve iltifat etmezlerdi.

Sonuç olarak Hz. Peygamber’in sünneti ve ashabının davranışları bizlere örnek olmalıdır. Çeşitli maddî kaygı veya beklentilerle doğruluk ve dürüstlükten taviz verildiği takdirde hem sosyal ilişkilerde güvensizlik hakim olacak hem de toplum huzuru yara alacaktır.


“Toplumdan güven duygusunun kalkması, huzursuzluk ve mutsuzluğun yaygınlaşması, insanların ilâhî ölçülerden ayrılmalarından, iç dünyalarında yalan ve haksızlığa yönelerek doğruluk ve dürüstlükten uzaklaşmalarından kaynaklanmaktadır.”


“Doğruluk ve dürüstlüğün
olmadığı bir evde veya toplumda
huzurdan ve karşılıklı güvenden
bahsetmek mümkün değildir.
Kimsenin kimseye güvenmediği,
herkesin birbirine şüpheyle baktığı böyle bir aile veya toplum,
dağılmaya ve yıkılmaya
mahkumdur.”


“Güvensizliğin hakim olduğu
böyle bir toplumda ise huzur ve
başarıdan bahsetmek mümkün
değildir. Bu güvensizliğin ortadan
kaldırılması ve toplumun huzur
içerisinde olması için kişi, kendisi
doğru ve dürüst olduğu gibi
başkalarının da doğru ve dürüst
olması için gayret gösterecek, şayet doğruluk ve dürüstlükten ayrılanlar
var ise onlara engel olmak için bütün gücüyle çalışacaktır.”