Makale

Din eğitiminde sevgi ve kabul dili

Din eğitiminde sevgi ve kabul dili

Prof. Dr. Ahmet Koç
Marmara Üniv. İlahiyat Fak.

Sevdiğimiz kişilerden etkilenir, sevdiğimiz kişilerin değer verdikleri şeylere değer veririz. Sevdiğimiz kişilerle özdeşim kurarak onlar gibi olma, onların tutum ve davranışlarını benimseme eğilimi gösteririz.
Bu açıdan bakıldığında din eğitimcisinin, hedef kitlesi tarafından sevilen biri olması son derece önemlidir. Çünkü anne, baba, öğretmen ve din görevlisi gibi kişilerin, dini öğretirken kendilerini muhataplarına sevdirmeleri, öğretim konusu edecekleri şeyleri de sevdirmeleri anlamına gelmektedir. Çocuklar anne babalarını, öğrenciler öğretmenlerini, cemaat din görevlilerini severse verdikleri mesajları önemserler ve bu mesajlara uygun tutum ve davranış geliştirmeye gayret ederler.
Din eğitimcisinin muhatabı tarafından sevilmesi önemlidir ama sevilmek için de sevmek gerekir. Sevmek, sevilene ilgi göstermek, ona değer vermektir. Sevilenin ihtiyaçlarına duyarlı olmak ve onları karşılamaya hazır olmaktır. Hz. Ali’nin bildirdiğine göre Hz. Peygamber, birlikte olduğu kimselerin seviyelerine göre davranır, her biriyle yakından ilgilenirdi. Çevresindekilere öylesine candan davranırdı ki, onunla bir arada bulunan kimselerin hepsi de, onun yanında en değerli kişinin kendisi olduğunu düşünür, onu yakın bir dost olarak görürdü.
Her insan, beşer olarak diğer bütün insanlarla birtakım ortak özelliklere sahip olduğu gibi birey olarak da duyguları, yetenekleri, zaafları, ihtirasları, idealleri, beklentileri vb. yönünden yegânedir, kendine özgüdür. Bu yüzden bireyin yansıttığı kişiliği ‘kabul dili’ ile karşılamak etkili iletişimin ön şartıdır.
Kabul dili, karşımızdaki kişiyi olduğu gibi görmeye, tanımaya ve anlamaya çalışmak ve ona olumlu duygularla yaklaşmak anlamına gelir. Birini içten gelerek kabul edip bu durumu ona hissettirdiğimizde, yardımcı olma duygularımız harekete geçecektir. Olduğu gibi kabul edildiğini hisseden kişi de, bulunduğu noktadan hareket ederek nasıl değişeceğini ve gelişebileceğini düşünmeye başlayacaktır. Böylece ‘kabul dili’ insanları iletişime açacak, hislerini ve düşüncelerini rahatça paylaşmalarını sağlayacaktır.
Allah, Hz. Peygamber’den insanların kusurlarını güzellikle ve olgunlukla karşılamasını, yumuşak ve hoşgörülü davranmasını ve inananlara kol kanat germesini istemektedir. Din eğitiminde hedefimiz, imkânsızı mümkün, mümkünü kolay, kolayı da zarif ve zevkli yapmanın yollarını aramak olmalıdır. Bunun için kırmadan, incitmeden, soğutmadan sevgi ve merhametle muhataplarımıza doğru dinî bilgiler ve doğru davranışlar kazandırmak durumundayız. Böylesine zor ve meşakkatli bir görevi yerine getirirken insanların eziyetlerine tahammül göstermek, olumsuzluklar karşısında dengeyi kaybetmemek, yumuşak ve zarif olabilmek kolay değildir. Bu, ancak Allah’ın rahmetiyle mümkündür. “Ve (Ey Peygamber) senin onlara yumuşak davranman, Allah’ın rahmetinin bir eseriydi. Zira eğer onlara karşı kırıcı ve sert olsaydın, doğrusu senden koparlardı, çevrenden dağılıp giderlerdi. Artık onları bağışla ve affedilmeleri için dua et...” (Âl-i İmran, 3/159.)
Din eğitimcileri bu hususu daima hatırda tutmalıdır. Şu hadisler de konunun önemine dikkat çekmektedir: “Yumuşak davranamayan kimse, bütün hayırlardan mahrum kalır.” (Müslim, Birr, 74.) Eğitimde olumsuzu değil olumluyu, yanlışı değil doğruyu, çirkini değil güzeli görmek ve pekiştirmek esas olmalıdır. Muhatabımızın beğenmediğimiz ve eleştirdiğimiz yönleri olabilir. Bunu ona kabul ettirmenin ve onda değişiklik meydana getirmenin yolu, o kişinin olumlu özelliklerini fark etmek ve bu özellikleri öne çıkararak ona yaklaşmaktır.
Din eğitiminde sabır, hoşgörü, güven, paylaşma ve rehberlik edici denetime dayalı sevgi merkezli yaklaşımlar ve kabul dili önemsenmelidir. Sürekli ceza vermeye alışan kişiler, çocuğun olumlu davranışlarını gözden kaçırırlar. Bu durumda da çocuğun kendini algılama biçimi değişir. Sürekli başarısızlıkları üzerinde durulan ve olumlu davranışlarına dikkat edilmeyen çocuk kendine güveni ve saygıyı yitirmeye başlar. Ayrıca ceza, bir davranışın yanlış olduğunu gösterse de onun doğrusunun ne olduğunu öğretmez. Neyin yanlış olduğunu gösteren ama doğru davranışa işaret etmeyen uygulamaların da eğitimsel değeri düşüktür.
Sonuç olarak, tamamen denetimden uzak aşırı serbest tutumlar kadar, aşırı müdahaleci, baskıcı, korku ve kaygı verici ya da aşırı korumacı tutumlardan da kaçınılmalıdır. Bilhassa çocuk sevdiği, saygı duyduğu hiçbir varlıkla korkutulmamalı, dinî motifler, bir korku unsuru olarak kullanılmamalıdır. Doğru olan; güven verici müsamahakâr tutumlardır. Böyle bir tutumda kabul edilen ve edilmeyen davranışların sınırları bellidir ve bu sınırlar içerisinde çocuğun kendini ifade etme ve söz hakkı vardır, sevgi ve teşvik görür.