Makale

Dünyada selam ahirette selam

Dünyada selam ahirette selam

Prof. Dr. İbrahim Hilmi Karslı
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
ihkarsli@diyanet.gov.tr

“Bir mümin tarafından bir selamla selamlandığınız zaman, siz ondan daha güzel bir karşılık verin veya aynı ile mukabele edin.” (Nisa, 4/86.)

İnsanlar bir araya geldiklerinde bir iyi dilek temennisi olarak selamlaşırlar. Farklı kelimeler kullanılsa da, bütün kültürlerde ve dinlerde var olan bir durumdur bu. Bu bakımdan ilk bakışta “Bu konunun ele alınmasına ne gerek var?” şeklinde bir soru akla gelebilir. Ancak bir Müslümanın nazarında selamlaşma, birbiriyle karşılaşınca âdet olarak tekrarlanan sıradan kelimeler değildir. Aksine bu, şuurlu olarak yapılması gereken bir nevi ibadet ve duadır.
Selamlaşma, hayata verilen bir anlamı sembolize eder. Eğer selamlaşma hayatımıza esenlik ve barış getirmiyorsa, kullanılan kelimeler, sıradan karşılama ve uğurlama kelimelerine dönüşür. Bu da selamın ruhunu ve hayatiyetini kaybetmesi demektir. Hele bir de selam veren kimse fitne ve fesada sebep oluyorsa, bu, daha da vahim bir durumudur.
Aslında “selam”, bir dünya görüşü ve bir hayat felsefesidir. Her şeyden önce Allah Teala’nın güzel isimlerinden biri “selam”dır. (Haşr, 59/23.) Nitekim namazlarımızın sonunda “Allahım! Selam sensin; selamet de ancak sendendir.” diyerek dua ederiz. Çünkü O, selametin ve esenliğin kaynağıdır. Böylece O, kullarına huzur ve güven verir, onları himaye eder.
Yine Kur’an müminleri “silm”e, yani hayatlarında barışsever ve güven verici olmaya davet eder. Çünkü “Müslüman, başkalarının elinden ve dilinden güven ve selamette olduğu kimsedir.” (Müslim, İman, 65.) Böylece müminler topluluğu, şu ayette belirtildiği gibi, yeryüzünde barış ve esenliğin teminatıdır. “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam’a) girin.” (Bakara, 2/208.)
Müminler, kendilerini selamlayanlara daha güzeliyle ya da en azından aynıyla cevap verirler. “Bir mümin tarafından bir selamla selamlandığınız zaman, siz ondan daha güzel bir karşılık verin veya aynı ile mukabele edin.” (Nisa, 4/86.) Daha güzeliyle cevap vermek, sadece selam cümlesini uzatmaktan ibaret de değildir. Bu, bize yürüyerek gelene bizim koşarak varmamız, bize kapısını aralayana bütün gönlümüzü açmamızı da işaret eder.
Selam, Kur’an’ın dilinde müminler için dünya ve ahirette evrensel bir parola, bir hayat felsefesidir. Peygamber Efendimiz’in dilinde ise toplumsal barışın sağlanmasında pratik bir formüldür. Nitekim o, “Tanıdığınız tanımadığınız herkese selam verin” (Buhari, İman, 6.) buyurur. Bu mübarek sözleriyle insanlar arası iletişimde altın kurallarından birini koymuştur desek mübalağa etmiş olmayız. Yine o, “Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Aranızda selamı yayınız.” (Müslim, İman, 93.) buyurur.
Böylece Peygamber Efendimiz, toplumun birlik ve beraberliği gibi hayati öneme sahip bir konuda kolay fakat iş bitirici bir formül üretir. Bu beyanlarıyla o, cemaat psikolojisine vâkıf, huzurlu ve mutlu bir toplumun oluşmasında geçerli kuralları bilen eşsiz bir terbiyeci olduğunu bir kere daha ortaya koyar. Elbette ki bu durum, onun peygamberi kimliğinin tezahüründen başka bir şey değildir.
Peygamber Efendimiz’in bizlere öğrettiği şekliyle “selam”, ümmet olarak bizim ortak dilimiz ve parolamızdır. Selam sayesinde biz, hangi dile mensup olursak olalım, herkesle bir bağ kurarız. Özellikle hacda bu durumu daha sık yaşarız. Bir selam vererek değişik milletlere mensup insanlara, “Ben seninle dost olmaya hazırım, benden endişelenmene gerek yoktur, ben senin kardeşinim, bunu bilmeni isterim.” mesajlarını vermiş oluyoruz.
İçten bir selamlaşma, âdeta ileride kurulacak samimi dostluklara aralanan kapının sihirli bir anahtarıdır. Güler yüzle bütünleşen bir selam, insanlar arası kurulacak sıcak ilişkilerin büyülü bir formülüdür. İbadet şuuruyla gerçekleşen bir selamlaşma, aradaki buzların erimesi, kötü duygu ve düşüncelerden arınmak için yeterlidir. Çünkü selamlaşma ile şeytani vesveselere set çekilir. Kin ve husumet düşünceleri kalplerden silinir.
Genelde iki insan bir araya gelince, ilk tepkinin, ilk selamın karşıdan gelmesi beklenir. Böylece bir iletişimsizlik oluşur. İşte bunun için Hz. Peygamber, ilk selamı verenin daha faziletli olduğunu buyurmuştur. “İnsanların Allah Teala katında en hayırlısı, önce selam verenleridir.” (Ebu Davud, Edeb, 132-133.) Alçakgönüllü davranıp önce selam vermek, aynı zamanda tevazuun da bir göstergesidir.
Selam vermek sünnet, almak ise farzdır. Acaba bu farklılığın sebebi nedir? şeklinde bir soru akla gelebilir. Bunu şu şekilde izah etmek mümkündür: Selamda önce davranmak bir fazilettir. Ancak selamın alınmaması insanlar arasında kırgınlığa ve küskünlüklere sebep olabilir. Şeytani vesveselerin kalplere doluşmasına fırsat verebilir. İşte bu duruma mahal vermemek için, verilen selamın alınması çok daha büyük bir önem ifade etmektedir.
İnsanlar, zaman zaman selam konusunda muhataplar arasında ayrım yapabilirler. Makam mevki, zengin fakir, genç ihtiyar, kadın erkek arasında farklılık gözetebilirler. Dünyevi değer ve kabuller, insanları kategorize ederek onlara yaklaşılmamasına sebep olabilir. Bu durum da, toplumda bulunması gereken uyum ve ahengin zedelenmesine, kardeşlik bağlarının zayıflamasına yol açabilir. Dolayısıyla insana makam ve mevkiinden dolayı değil, sırf insan olması hasebiyle selam verilmelidir. Nitekim Hz. Peygamber’in uygulamasında da bunu görüyoruz. O, çocuk yaşlı, kadın erkek herkese selam verirdi. (Ebu Davud, Edeb, 136-137; Müslim, Selam, 14.)
Müminlerin dünyası sulh ve esenlik olduğu gibi ahiretleri de böyledir. Yaptıklarına karşılık esenlik yurdu olan cennetle (daru’s-selam) mükâfatlandırılırlar. (En’am, 6/127.) Çünkü iyiliğin karşılığı ancak iyiliktir. (Rahman, 55/60.)
Melekler tarafından dünyadan ahirete selam ve esenlik dilekleriyle uğurlanırlar. Zira dünyada daima hayır ve güzellik peşinde olmuşlardır. (Nahl, 16/32.) Yine onlar, dünyada selam ve selamet peşinde olduklarından ahirette de bu şekilde karşılanırlar. Onlar Adn cennetlerinin varisleri olup atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber orada melekler tarafından selamla ağırlanırlar. (Ra’d, 13/23-24.) “Size selam olsun! Tertemiz olarak geldiniz. Haydi, ebedi kalmak üzere cennete girin” denir kendilerine. (Zümer, 39/39.)
Ama bunun da ötesinde onlara verilen esas müjde, merhamet kaynağı olan Allah Teala tarafından bizzat selamlanmalarıdır. (Yasin, 36/36.) “O’na kavuşacakları gün müminlere yönelik esenlik dileği “selam” olacaktır.” (Ahzab, 33/33.) Zaten orada kendi aralarındaki esenlik dileği de “selam”dan başkası olmayacaktır. (Yunus, 10/10.)