Makale

Başkalarının derdiyle dertlenmek

Başkalarının derdiyle dertlenmek

Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı


Dünya hayatı iniş ve çıkışlarla, düz ve yokuşlarla, dert ve sevinçlerle dolu. İnsan için her zorluğun bir kolaylığı, her bolluğun bir darlığı, ölüm hariç her derdin bir çaresi var. Hayat tekdüze değil. Bu durum, dünyanın Allah’ın cemal ve celal sıfatlarının mazharı olmasının tabii bir gereği. Camiu’l-ezdad olan Allah’ın cemal sıfatlarından hayır, güzellik, gündüz, iman, iyilik ve cennet; celal sıfatlarından şer, çirkinlik, gece, küfür, kötülük ve cehennem zahir olmakta. Gece ile gündüzün birbirini izlemesi gibi cemal ile celal de sürekli birbirini izlemektedir. Nitekim Niyazi Mısri bunu ne güzel ifade etmiş:
Cemâli zâhir olsa, tiz celâli yakalar ânı
Bu âlemde gül açılsa yanında hâr olur peydâ.
Cemal ve celalin zuhuru ferdî, içtimai ve ekonomik hayatın her safhası ve her alanı için geçerlidir. Burada önemli olan her celal içre bir cemal ve her cemal içre de bir celal bulunduğunun farkında olabilmek; her zorluk ve sıkıntı ile kolaylık ve mutluluğun arka planını görmek, bunlardan ders almaya çalışmak, çekilen sıkıntı ve dertleri manevi bir terbiye unsuru olarak değerlendirmektir.
Diğer yandan insanoğlu sosyal bir varlık olduğundan duygu ve düşüncelerini; sevinç ve tasalarını paylaşmak ister. “Sevinçler paylaşıldıkça büyür, sıkıntılar paylaşıldıkça küçülür.” anlayışı bunun halkça ifadesidir. İnsanların sevinçlerini paylaşmak kolaydır; sıkıntılarını, zorluklarını paylaşmak ve çareler aramak ise ancak dertli gönüllere nasip bir erdemdir. İnsanların sıkıntılarını hissetmek, yıkık gönüllerin acısını paylaşmak, kimsesiz ve muhtaçları görebilmek onların dertleriyle dertlenmekle mümkündür. İnsanın gönül gündemine alacağı bu özellik, iç dinamiklerinin ateşleyicisidir.
Dertli olmak, kasvetten uzak kalplerin vasfıdır. Kasvetli ve katılaşmış kalpler, taştan daha beter kabul edilir. Çünkü kayalardan öyleleri vardır ki içinden su fışkırır, yine öyle kayalar vardır ki Allah korkusuyla dağlardan yuvarlanır. (Bkz. Bakara, 2/74.) Ama taşlaşmış kalplerden asla merhamet eseri zuhura gelmez. O yüzden önce merhamet eğitimi gerekir ki insan başkalarının derdiyle dertlenebilsin.
Allah ikbal günleriyle idbar günlerini insanlar arasında nöbetleşe evirip çevirir. Bolluk yıllarını kıtlık seneleri, kıtlık dönemlerini bolluk devirleri takip eder. İnsanların her döneme hazırlıklı olması; düşenin yanında, yakınında ve yardımında bulunması gerekir. Nitekim asr-ı saadette hicretteki kardeşlik anlayışı ile yokluk zamanlarındaki dayanışma, bunun en güzel örneğidir. Kur’an, imani bir gaye ile hicrette vatandan, evlattan ayrılıp başka bir yurda göçenlere kucak açan ve onlarla evlerini, yuvalarını, gönüllerini ve imkânlarını paylaşan ensarı “isar” vasfı ile sena etmektedir. (Haşr, 59/9.)
İsar, “ihtiyacına rağmen, kardeşini kendine tercih etmek” anlamında ahlaki bir erdemdir. Ancak isar, Allah inancı ve ahiret beklentisi olanlara has yüce bir fazilet ve vasıftır. Çünkü ahiret endişesi insanları, başkalarını yüreğinde taşımaya sevk etmektedir. Başkalarının yüklerine talip olmayan ve onları yüreğinde taşıyamayan insanlar ne bu dünyada, ne öbür âlemde yüz aklığına kavuşabilir. Dertli ve ihtiyaç sahibi insanları gören ve onların dertleriyle dertlenenler, onlara yararlı olmaya çalışır. Onlar da bu sayede hayata tutunur.
Başkalarının derdiyle dertlenen yürek fedakârdır, diğerkâmdır. Çünkü diğerkâmlık hodkâmlığın zıddıdır. Hodkâmlık kendini düşünmek, nefsini öne çıkarmak, bencil davranmaktır. Diğerkâmlık kendini değil kardeşini düşünmek, kardeşinin ihtiyaçlarını görmeyi kendi ihtiyacından daha önemli saymaktır. Nebevi ifadesiyle “kendisi için istediğini kardeşi için de istemek, kendisi için istemediğini onun için de istememek”tir. (Buhari, İman, 7; Müslim, İman, 71-72.) Şair insan yüreğinde bulunan başkalarının dertleriyle dertlenme derdine ne güzel vurgu yapmaktadır:
Gündüz bir derd, gece bir derd
Bilemedim nice bir derd
Sol böğrümde ince bir derd
Batar Yunus Yunus diye.
Başkalarının derdini hisseden bir anlayışa sahip gönül adamı, kendi malını da kardeşinin malı olarak görür. Bu tür yaklaşım tarzı, özellikle yokluk ve darlık zamanlarında; acıları paylaşıp imkânları bölüşmenin gerekli olduğu dönemlerde ayrı bir önem kazanır.
İnsanoğlunun ölümünden sonra gönüllerde yaşamasını sağlayan en önemli hususiyetlerden birisi tevazu, diğeri cömertliktir. Cömertlik gönlü ve imkânları başkasına açmaktır. Toplumu bir vücut, bir organizma; fertleri de organizmanın organ ve hücreleri gibi gören Allah Rasulü, toplum kesimleri arasında bir uçurumun olmamasına özen gösterirdi. Allah Rasulü fakirlik ve maddi sıkıntıyı en derin biçimde hisseden insanların yüreklerini serinletmek, karınlarını doyurmak ve rahatlatmak üzere daima ashabını onlara karşı cömert ve diğerkâm davranmaya teşvik etmiştir. Nitekim Allah Rasulü ashabına: “İki kişilik yemeği olan üçüncü, dört kişilik yemeği olan beşinci ve altıncı... kişi olarak suffalılardan alıp evine götürsün.” (Buhari, Mevakitü’s-salat, 41; İbn Hanbel, I, 197.) buyururdu. Çünkü en büyük zenginlik sayılan kanaat sayesinde “iki kişiye yetecek yemek dört kişiye de yeterdi.” (Bkz. İbn Hanbel, III, 301; İbn Mace, II, 1084.) Asr-ı saadetteki bu isar ve diğerkâm tavır, manevi yükselişin adı olmuştu.
Günümüz insanı ise gönülleri fethederek manevi âlemde yükselmeyi bir kenara bırakıp fizik âlemde yükselerek uzayı fethe soyunmakta; ama gönlünü insanlara ve sonsuz kudrete kapadığından bir türlü yükselememektedir.
Bugün İslam coğrafyasında yaşanan sıkıntı ve zorluklar ortada. Bu zorluklar televizyon ekranlarına, internet sayfalarına yansıyan görüntüler ve fotoğraf kareleri ile sürekli gündeme gelmektedir. Bu kareler Müslümanların durumuna ilişkin bir fikir veriyor. Onlar televizyon, gazete ve internet sitelerinde boynu bükük ve yıkık halleriyle arz-ı endam ederken acaba bizim aklımız, gönlümüz ve vicdanımız bu derdi ne kadar hissedebiliyor? Âkif’in dediği gibi:
Hiç sıkılmaz mısınız Hazret-i Peygamber’den?
Ki uzaklardaki bir mümini incitse diken,
Kalb-i pâkinde duyarmış o musibetten acı,
Sizden elbette olur rûh-ı Nebî dâvâcı.
Toplumda her zaman yıkık gönüllü insanlar, savrulmuş aileler, sahipsiz çocuklar vardır. İşte bütün bunlar, ilahî rahmetin nüzulüne vesile olan alanlardır. Dünyada fakir, yaşlı ve yetim gibi sokakların insafına, milletin vicdanına terk edilmiş yıkık gönüllü insanları aramak ve onları gönül gündemimize alarak yaralarına merhem olmak içtimai bir görevimizdir. Çünkü Muhammed İkbal’in ifadesiyle: “Dünyanın gidişatından Müslüman sorumludur.”
Ağaç dalları, budakları, yaprakları ve meyveleri ile ağaçtır. İnsan da yaptıkları, kazandıkları ve başkalarına sundukları ile insandır. Dalsız budaksız, yapraksız ve meyvesiz ağaca nasıl kütük denilirse ve ağacın ağaç olma özellikleri yaprakları ve meyveleri ile görülürse insanın da insanlığı ibadet, ahlak ve özellikle maneviyat atmosferinde başkalarının derdini hissetmekle belli olur. Müslüman “beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın” demek lüksünde değildir. Bakmak ve görmek zorundadır. Milli şairimiz Mehmed Âkif ne güzel anlatır:
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.
Başkalarının derdini görmek ve onların farkında olmak ne büyük erdemdir. Bakmakla görmek arasında fark vardır. Bakmaz ve görmezseniz ne fakir var, ne yetim var, ne acı çeken, ne de dertli var. O yüzden bakmak ve görmek gerekiyor. Baktığında yaralıyı, dertliyi, hüzünlüyü görebilmek ve kendisi için O’ndan bir şefkat nasibi elde edebilmek bütün dünyayı yüreğinde taşımaya adım atmaktır. Tamamlamakta olduğumuz ramazan iklimini bu anlayışla değerlendirmek ve bunu hissederek yaşamak terfi-i derecatımıza vesile olacaktır. Çünkü bu gök kubbede hoş bir sada bırakabilmek yıkık bir gönlü yüreğinde taşımaktan, bir gönle girmekten geçmektedir.
Gelin açılan sofralar, yapılan hayırlar ve paylaşılan duygularla bu maneviyat iklimini önce gönüllerimizde, sonra hanelerimizde, sonra ülkemizde ve tüm dünyada soluk soluk yaşayalım. Derdi, acıyı, hüznü ve tasayı paylaşalım, dostluk ve sevgiyi bölüşelim. Çünkü dünyada başkalarının derdiyle dertlenmek dünyada huzur ile içimizdeki stres ateşinin söndürülmesinin ve kıyamette cehennem ateşinden kurtulmanın tek yoludur.