Makale

Karşıtların ittifakı

Karşıtların ittifakı

Prof. Dr. Muhammet Şevki Aydın
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi
msaydin@diyanet.gov.tr

Batı’da aydınlanmayla birlikte her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yeni yeni felsefi düşünce ve bilimsel bilgiler üretildi; yeni teoriler geliştirildi. Bu teoriler, insan hakkında yapılan bilimsel araştırmalarla insanı tanıyıp eğitimini yaratılış özelliklerine uygun, onun ihtiyaç ve beklentilerini karşılayacak biçimde düzenlemeyi öngörüyordu. Bir başka ifadeyle, “Kime, neyi, niçin, ne zaman, nerede, ne kadar ve nasıl öğretelim?” sorularının sorulup bilimsel cevaplarının verilmesi suretiyle eğitim faaliyetlerinin düzenlenmesi gerektiğini dile getiriyordu.
Bu çerçevede din eğitimi faaliyetlerinin de, aynı şekilde bilimsel veriler doğrultusunda düzenlenerek daha etkin, yapıcı ve verimli hâle getirilmesi düşüncesi ortaya atılınca farklı kaygılarla buna karşı çıkanlar oldu. Bir kısmı din eğitimi faaliyetlerinin, bilimsel bir yaklaşımla düzenlenip gerçekleştirildiğinde bireyin dünyasında ve onun üzerinden toplumsal hayatta din adına nasıl olumlu gelişmelerin olacağını, dindarlık kalitesinin nasıl yükseleceğini bildikleri ve ister istemez bundan rahatsız oldukları için karşı çıkıyorlardı.
Buna karşılık ikinciler, kutsal metinlere ve daha ziyade geleneksel yapıya ve tarihe bağlılık hissiyle din adına din eğitiminin bilimsel yaklaşımla düzenlenmesine karşı çıkıyorlardı. Çünkü bunlar, din eğitiminin amaçlarından konularının ve muhtevasının ne olacağına, metotlarına, araç gereçlerine kadar her şeyinin dinin kaynaklarına göre olması gerektiğini ileri sürüyor ve bilimsel yaklaşımın bunu engelleyeceğine, dinin aleyhine sonuçlar doğuracağına inanıyorlardı. Bu, aynı zamanda dinle bilim arasında bağ kurulamayacağı anlamına gelmektedir. Bunlar, hem dinden, dindarlığın gelişmesinden yanalar hem de hiç farkında olmadan din eğitiminin kalitesinin yükseltilerek toplumda etkin hâle gelmesine karşı çıkıyorlar. Din eğitiminin bilimselleşmesine birinciler dinden kaygılandıkları için karşı çıkarken ikinciler dindarlıklarının gereği olarak din adına kaygılandıkları için karşı çıkıyorlar. Gerekçeleri farklı ama eylemleri aynı.
Batı’daki bu zıtların bir benzeri, Tanzimat sonrasında bizim dünyamızda da görünür oldu. Bu konuda bizim Batı’yı aynen taklit ettiğimiz söylenebilir. Zira dinî ve kültürel şartlarımız çok farklı olmasına rağmen, arada birebir örtüşme gözleniyor.
Yaptığı rasathaneyi yıkacak kadar eğitim anlayış ve uygulamalarında gerileyen medrese, Kâtip Çelebi gibi düşünürlerin ve âlimlerin bütün uyarılarına rağmen kendini yenile(ye)medi. Cumhuriyet’in ilanına doğru bunu kabullense de iş işten geçmişti. (Bk. Aydın, 1987.)
Cumhuriyet Dönemi’nde aydın sayılan ve seçkinlerden belli bir kesim, eğitim sistemi içinde din eğitimine yer verilmesini istemedi. Bunlar, din eğitiminin varlığına karşı çıkmakla kalmadı, aynı zamanda kalitesiz, etkisiz, verimsiz, olmasını arzuladılar. Sayıca azınlıkta kalan bu kesimin gayretleriyle öylesine bir toplumsal atmosfer oluştu ki, ülkemizde genel eğitimin kalitesini yükseltmek için yapılan çalışmalar, bilimsel çabalar, din eğitimini kapsam dışında bıraktı. Bu ülkede din eğitimi olgusu, adeta yok sayıldı; en azından sosyolojik bir gerçeklik olarak bile görülmez oldu. Söz gelimi, oldukça hacimli bir “Eğitim Sosyolojisi” kitabında bile, sosyolojik bir olgu olarak da olsa din eğitimine yer verilmediğini görüyoruz. Dinle ilim arasında bağ kurulamayacağını düşünenler de, bu konuda onlarla bütünleştiler. Dinle, din eğitimiyle ilgilenmenin, âdeta bilimle, bilim adamlığıyla bağdaşmayacağı kanaati hâkim oldu. Son yıllarda görülen istisnai adımlar hesaba katılmazsa, eğitimbilimciler, din eğitimiyle ilgilenmedi; din eğitimi olgusunu bilimsel çalışmalara konu etmediler.
Sorgulayıcı düşünmenin önünü açan (Haşr, 59/21; Muhammed, 47/24; Nisa, 4/82.), aklı öne çıkarıp ona çok geniş bir alan bırakan (Enfal, 8/22.), mutlak ilim ve hikmetin sürekli peşinden koşmayı (Zümer, 39/9; Kenzü’l-Ummal, 16/112; 10/138.) ve yaptığı her işi ihsan üzere (iyi ve güzel) yapmayı (Nahl, 16/90; İbn Hibban, Sahih, Zebaih, 13/200, H. No: 5884.) Müslümana görev olarak yükleyen İslam adına din eğitiminin bilimselleştirilmesinden kaygıya kapılmak anlamsızdır. Din eğitimi faaliyetlerinin bilimsel yaklaşımla düzenlenmesi, gerçekte din eğitiminin Kur’an ve sünnetle bağını kesmek veya zayıflatmak değil; bilakis onların açılımını sağlayarak tamamen onlara göre hareket etmektir. Kur’an, bir ontoloji, bir biyoloji, bir eğitim, bir psikoloji, bir sosyoloji kitabı değildir; bu alanlara ilişkin hazır bilgi ve fikir paketleri sunmaz; ama genel işaretleri, ilkeleri vermektedir. Bunların açılımını sağlayıp ayrıntılandırarak onları hayatla bütünleştirmek, uygulanabilir bilgilere dönüştürmek insana bırakılmıştır. Bütün bunlar, ilgili alanlarda kesintisiz sürdürülecek bilimsel araştırmalarla olabilecektir.
Bilimsel verilerden yararlanmadan, mesela “hikmetle davet”, “mevıze-i hasene”, “en güzel mücadele/tartışma” (Nahl, 16/125), “tezkîr” (Zariyat, 51/55), “tebliğ” gibi eğitim-öğretimle doğrudan ilgili temel Kur’ani kavramların içeriğini bile netleştiremez, gereği gibi uygulamaya yansıtamayız. Peygamber Efendimiz’in eğitime ilişkin tavsiyelerini, söz ve uygulamalarını iyi anlayamaz, analiz edemez, dolayısıyla onları güncelleyemeyiz. Mesela çocuğun fıtri potansiyeli, gelişimi, öğrenmesi, yaşadığı hayat/çevre hakkında bilimsel bilgilere sahip olmayan biri, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, “Kimin çocuğu varsa, onun için çocuklaşsın.” (Kenz, 16/457.) hadisini bugün çözümleyemez, anla(mlandıra)maz, uygulamaya koyamaz. Çocuğun insani bir potansiyeli olduğundan habersiz, onu istediği gibi dolduracağı boş bardak, boş bant vb. olarak gören birinin, bunun üstesinden gelmesi mümkün değildir. Bu nedenle, İslami bir eğitimin teorisini geliştirip uygulamaya koyabilmek için Müslümanların bu alanlarda sürekli bilimsel araştırmalar yapmaları, dindarlıklarının gereğidir. Din eğitimi faaliyetlerini, bilimsel veriler doğrultusunda düzenlemek, Müslüman eğitimcinin temel sorumluluğudur.
İlahiyatçı akademisyenler başta olmak üzere din eğitimcilerinin, alan bilgilerini geliştirmek için bilimsel verilerden şu veya bu ölçüde yararlanmaya çalışmaları, bunları kime, nerede, ne kadar, ne ile nasıl öğretecekleri konusunda bilimsel bir çaba içinde olmaları gerekmektedir. Ülkemizde din eğitimi öğretmen merkezlidir, takrir yöntemi ağırlıklıdır, hazır bilgi kalıplarını öğrencilere ezberletmeyi nihai amaç saymaktadır. Bireyin potansiyelini keşfedip gelişmesini sağlayamayan, onun anlam arayışını sürdürerek kendi dindarlığını inşa etmesine kılavuzluk edemeyen, üstelik din adına muhatapta sempati yerine antipati uyandırabilen ezberci din eğitimi, İslam adına ciddi bir sorundur. (Bk. Aydın, 2011.) Daha vahimi ise, Müslüman eğitimcinin bunu fark etmemesidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 2005 yılında Kur’an kursları ve Eğitim merkezlerinde uygulamaya konulan yeni din eğitimi paradigması, işte bu sorunu çözmeyi amaçlamaktadır.

Kaynaklar
• Aydın, Muhammet Şevki, "Medreselerin Gerileyiş Nedenleri Üzerine", Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 4, Kayseri, 1987.
• Aydın, Muhammet Şevki, Açık Toplumda Din Eğitimi/Yeni Paradigma İhtiyacı, Nobel Yayınları, 2011.