Makale

SANAT ESERİNİ AYETLE BEZEMENİN FELSEFESİ - MABED ÖRNEĞİNDE-

SANAT ESERİNİ AYETLE BEZEMENİN FELSEFESİ
-MABED ÖRNEĞİNDE-

Murat SÜLÜN*

Özet:
Müslümanlar ürettikleri bütün sanat eserlerini çeşitli dinî ibarelerle süslemişlerdir. Bu uygulamaya, yazı yazılmaya elverişli bütün mekânlarda, yani okul, kütüphane, çeşme, daruşşifa, saray gibi resmî ve ev, konak gibi sivil yapılarda rastlanır. Müslümanlara özgü olduğu anlaşılan bu farklı uygulama süslemenin ötesinde bir anlam taşımaktadır. İşbu muazzam geleneğin felsefesi elinizdeki makalede anahatları ile özetlenmekte ve mabed çerçevesinde daha müşahhas hale getirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kur’an, Sanat, Hat, Mabed, Süsleme, İletişim, Mesaj

The Theory of Decorating Artworks With Qur’anic Verses
–A special focus within the framework of Mosques–
Abstract:
Muslims have decorated all of their works of art with a range of different religious texts. These decorations of religious texts can be seen in almost every venue where such works of art can be appliedie. On the walls of schools, libraries, fountains, hospitals, palaces, and on the walls of civil buildings such as homes and kiosks. These applications which are seen as unique to Muslims have a meaning beyond just mere decoration. The theory of the wisdom of this grand tradition has been summarized in this article with a special focus within the framework of mosques.
Key Words: Qur'an, Art, Calligraphy, Mosque, Decoration, Telecommunication, Message.

GİRİŞ
İslam medeniyetinin büyük bir meydan okuyuşla karşı karşıya olduğu çağımızda, ‘biz’i dünyaya tanıtmada en büyük rolü mimarî sanat eserlerimiz üstlenmektedir. Kavram ve duyguları ileten sanat; masal, mesel, mit gibi konuları resimleyip duygu ve düşünceleri tasvir eden imgeler hâlinde iletişim sağlar. Sanat eserlerinin -din, tarih, mitoloji, ekonomi vb. sâiklerle biçimlenen- kubbe, kapı, kürsü, avlu, kolon, kemer, tonoz, pandantif, avlu, mihrap, minber, mahfel vb. elemanları başlı başına birer iletişim aracıdır. Yalnız, mimarî ve sanatın dildeki sözcükler yerine biçim, renk, ışık-gölge, doku, ölçü, oran vb. kullanan kendine özgü bir dili vardır. Böylece, mimarî ve sanat, dil gibi birer iletişim aracı olmuş ve çağlar boyunca kavram, fikir ve duyguları iletmiştir . Bu bakımdan, sanat eserlerine uygulanan dinî ibareler incelenerek neyin, nereye, niçin yazılmış olabileceği üzerinde ciddiyetle durulmalı; bu gelenek devam ettirilmeye çalışılmalıdır.
1. SANAT ESERLERiNi BEZEMENiN SAiKLERi
1.1. GENEL OLARAK
Nesir geleneğimizde, anlatılmak istenen şeyi hem daha güçlü hem de daha kısa ve özlü olarak ifade etmek amacıyla, ibarelerin arasına birtakım vecizeler serpiştirilirdi. Bedî bir sanat sayılan bu tarza iktibas, irsâl-i mesel, istişhâd ve istidlâl isimleri verilir. İlk dönem Arap edebiyatçıları ayet-i kerîme ya da hadîs-i şeriflerin kâlâ’llâhu te’âlâ ya da kâle rasûlû’llâh [Allah Teâlâ -ya da- Hz. Peygamber şöyle buyuruyor] demeksizin şiirde yahut nesirde kullanılmasına tazmin derlerken, sonrakiler iktibas terimini kullanmışlardır . Bu işleme neden iktibas denmektedir? Çünkü iktibas, şu’le (kor) anlamındaki kabes kökünden gelmektedir; böylece, iktibas edilen ayet vb. sözlerin diğer cümleler arasında tıpkı kor gibi parladığı belirtilmiş olmaktadır. Kur’an-ı Kerim’den iktibaslara, daha ziyade dinî bir edebî tür olan naatlarda rastlanıyor ise de farklı kökenlerden gelen Müslümanların ürettikleri edebiyatlarda Kur’anî bir ifade veya mazmunun doğrudan veya dolaylı olarak yer almadığı bir nesir veya nazım nev’ine rastlamak neredeyse imkânsızdır . İşte, -edebiyatta olduğu gibi- toplumun ve tarihin fotoğrafını çeken sanat eserlerinde de ayet, hadis ve kelâm-ı kibar iktibas edilirken, bu kelime ve cümlelerin yapının üzerinde bir mücevher gibi parlayıp o eseri aydınlattığı, yapıya sanatkârane bir nitelik kazandırıp değer kattığı düşünülmektedir.
İktibas için seçilen ayetlerin temel özelliği, kuşak yazıları bir tarafa bırakılırsa, kısa, özlü ve net olmaları, yüce Allah’ı veciz ve sahih bir şekilde tasvir etmenin ötesinde, Kur’an’ın özeti oluşları ve İslam’ın temel inançlarını özlü biçimde yansıtmalarıdır. Ayet tercihinde etkili olan bir başka faktör de yazı yazılacak mahallin darlığı-genişliğidir. Kur’an’ın kalbi olmasına rağmen, Yâsîn’e, -altı sayfalık uzunca bir sure olması dolayısıyla- fazla rastlanmaması bununla ilgilidir. Hat sanatında önemli yeri bulunan aynalı (müsennâ) ve istif edilmiş yazı geleneğinin, belli genişlikteki yazıların kubbe, kuşak vb. yerlere sığdırılma mecburiyeti karşısında geliştiği aşikârdır . Bu, birtakım mesajların kitlelere hem de sürekli bir şekilde iletilmesini sağlamakta; Arap yazısının çeşitli istiflerle sıkıştırılabilmeye uygun olması da uzun ibarelerin dar alanlara sığdırılabilmesine imkân vermektedir .
Başta selâtîn camileri olmak üzere, bazı ayetler üzerinde ittifak hâsıl olması, bazı harf ve kelimelerin daha güzel istif edilebilmesi, bâninin belli bir ayet ve sureyi özellikle istemesi , ayetlerin istiflerinin, şablonlarının hazır olması da ayet tercihinde önemli etkenlerdir. Bursa Ulu Camî sütunlarındaki -vav’ları ile güzel bir kombinezon yapılan- ayetiyle 91/Şems suresi, ‘sin’leriyle güzel bir istif oluşturan 114/Nâs suresi ile tek bir harfin birkaç harf fonksiyonu icra edecek şekilde yazıldığı ve ibarelerinde bu aşikârdır.
Ayet ve surelerin temaları, her şeyden önce, yazıldıkları mekânla bir şekilde irtibatlıdır. Zaten belâğat de “muktezâ-yı hâle göre, yani durumun gerektirdiği şekilde konuşmak” değil midir? İşte sanat eserlerinde ya da yapıların çeşitli yerlerinde o eserle ya da o yerle bir açıdan irtibatlı ayet ve sureler seçilmek suretiyle belagate riayet edilmiş olmaktadır.
Öte yandan, herhangi bir ayetle (i) yapının veya yapıdaki herhangi bir birimin fonksiyonu ve (ii) yapının bânisi veya orada medfûn kişi arasında hoş bağlantıların kurulduğu iktibas sanatında, ayetlerin asıl mânalarında alınma şartı yoktur. Bu gelenekte, ayetlere farklı çağrışımlar yaptırılabileceği gibi, yeni anlamlar da yüklenebilir. Sözgelimi insanlara şifa dağıtan hastahane ve dârüşşifâlara yazılan ayetlerden biri olan ifadesinin asıl konusu, arıların çiçeklerden, çardaklardan ürettiği balda insanoğlu için şifa bulunduğu olmakla birlikte, o binada da şifa dağıtıldığına telmîhan yazılabilmekte; yine, ifadesi , Peygamberin okuyacağı sahifelerde yer alan yazılar anlamında olmasına rağmen, “içeride değerli kitaplar vardır” manasında iktibas edilmektedir. Böylece, lâfız anlamdan soyutlanmış/koparılmış olur; ancak iktibas yapılırken, -metnin başına kâlâ’llâhu te’âlâ [Yüce Allah buyurur ki] vb. bir ibare yazılmamışsa- ilgili ayetten esinlense de ‘ayet olarak’ değil, ayetten esinlenen şahsî bir ifade olarak yazılmış olabilir.
1.2. EĞİTİM-ÖĞRETİM (MESAJ İLETME/YÖNLENDİRME)
Hat hemen her devirde İslam kültür ve sanatının baş tacı olmuştur; yazının sahip olduğu bu geniş imtiyazın başka hiçbir kültürde görülemeyeceğini söylemek abartı sayılmaz. İletişimi en dolaysız biçimde gerçekleştiren yazı, sözden farklı olarak aynı zamanda kalıcıdır. Üstelik sanat eserleri yazının minyatür gibi kitap sayfalarında kalmasını önlemiştir .
Türk mimarîsinde yapının gerçek karakterini, kimliğini ortaya çıkaran unsurların başında hat gelir . Sözgelimi Osmanlı mimarîsinde yazı, mimarî ile birlikte kullanımının en güzel ölçüsünü bulmuş ve gelişiminin son aşamasına varmıştır. Böylece yazı, mimarîyi tanımlayan, taştan inşa edilen yapıya ruh ve anlam veren, hatta o olmadan yapıda eksik bir şeyler varmış hissini verdirecek kadar mimarî tasarımda önemli rol oynamış, adeta yapı ve malzeme gibi önem kazanmıştır .
Farklı karakterleri ve sanatkârane istifleri ile hatlar, yapıyı güzelleştirmekle kalmamakta, içerdiği güzel ve manalı sözlerle ona anlam da katmaktadır. Anıtlar üzerindeki yazılar, dekorasyondan öte bir şeydir; bunun, İslam’a özgü bir buluş olduğunu söylemek yanlış olmaz . TV, radyo, Internet, gazete gibi iletişim araçları bulunmayan bir toplum açısından, yapıları -Kur’an’dan olup olmadığına bakılmaksızın- çeşitli yazılarla dekore etmenin, ne kadar önemli olduğu açıktır: Okulundan kışlasına, camiinden çeşmesine kadar hemen her yapı bir medya/araç vazifesi görmekte, mahyalar da hesaba katılırsa günümüz ışıklı tabelalarının, reklam panoları vs.’nin yerini tutmaktadır.
Esâsen;
Bir kitâbullâh-ı âzamdır serâser kâinât
Hangi harfi yoklasan mânâsı hep Allah çıkar.
ve
Olsa isti’dâd-ı ârif kâbil-i idrâk-i vahy
Emr-i hakk irsâline her zerredir bir Cebrail
beyitlerinde de vurgulandığı gibi, ilahî mesajlar, kâinat kitabı dediğimiz ‘tabiat ve olaylar’ aracılığıyla bizlere her an iletilmektedir. Bu beyitler, “Yeryüzündeki bütün ağaçlar kâlem ; denizler de mürekkep olsa ve yedi deniz daha bunların imdadına yetişse, Allah’ın kelimeleri yine de tükenmez” ; ayrıca ve / kalıplarındaki ayetlerin bir tür tefsiridir. Kur’an-ı Kerim hayatın değişmez kuralları olduğunu belirterek insanı bu sırları anlamaya çağırır. Allah’ın oluş âlemine yerleştirdiği tabiat kanunlarına ilk Arap toplumunun anlayacağı kadarıyla işaret eder. Her şeyi insanoğlunun istifadesine sunduğuna dikkat çeker ve işaret etmekle yetindiği bu kanunları keşfetmeyi ona bırakır . İşte, sanat eserleri de birtakım mesajlar taşımaktadır; ancak onlar bu mesajları hem lisân-ı hâlleriyle (biçim, renk vb.) hem de üzerlerindeki güzel yazılarla doğrudan ve açıkça iletmektedir.
Peki, süsleme elemanı olarak sanat değerine sahip nice veciz söz (kelâm-ı kibar) dururken, niçin ağırlıklı olarak ayetlere yer verilmiş ve niçin özellikle belli ayetler seçilmiş olabilir?
Müslümanın her hareketi ve düşüncesi dinî bir münasebet veya mahiyet taşıdığı için, Allah kelâmının mümkün olan her dekoratif çevrede, göze ve kulağa hitap eden her çalışmada yer alması arzu edilen bir amaç olmuştur . Bu sebeple, Kur’an ayetleri sanatın en çok hürmet gösterilen kısmını oluşturur. Dünyadaki hiçbir estetik gelenekte tek bir kitap ya da güzel yazı sanatı bu kadar belirleyici bir rol oynamamıştır . Hattın bu gelişimi Müslümanların estetik hassasiyeti ve tavrı üzerindeki asıl Kur’anî etkinin başka bir boyutu olarak görülebilir. Müslüman için sanatın gayesi, yüce Allah’ın vekilleri olarak, insanları O’nu düşünmeye ve hatırlamaya yöneltmektir. Bu gayeye doğru Kur’an-ı Kerim’in ilham verici ayetlerinden daha uygun bir şey bulunamazdı. Allah’ın tamamen farklı bir ontolojik düzeyde olmasına ve ifade edilemezliğine rağmen, Hz. Peygamber’e vahyettiği kelimeler O’nun aşkınlığını zedelemiş olmaksızın okuyucuya, dinleyiciye O’nu hatırlatmaktadır . Özellikle, camilerde Allah kelâmına yer verilmesi bu kutsal yerlerin beytullâh (Tanrı evi) sayılması ile irtibatlıdır. Böylece, Tanrı evinde Tanrı sözü okunup dinlendiği gibi, yazıldığı da olmuştur.
2. MABED ÖRNEĞİNDE…
2.1. CAMİ VE MABED MEFHUMU
Cami; “toplayan, bir araya getiren” anlamındaki kelimesinden gelmektedir. Esasen, Arap dilinde mabed daha çok kelimesiyle ifade edilir. Örneği: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa. Cami kelimesi ise, nispeten büyük yapılar için kullanılan şeklinde sıfat tamlaması içinde yer alır. Mabed mefhumu Türkçeye telâffuzu daha kolay olan cami kelimesiyle aktarılmıştır. Mabed ise “ibadet edilen mekân” anlamındaki kelimesinden gelmektedir. Mabed İslam mabedi anlamında kullanılabileceği gibi, Yahudi havrası, Hıristiyan kilisesi hatta putperest tapınağı için bile kullanılabilecek daha kapsamlı bir kelimedir. Ancak cami, fonksiyonları açısından mabedden daha kapsamlıdır; çünkü cami sadece ibadete ayrılan bir mekân değildir. Şöyle ki; ilk dönemler mescit (cami); komşu ülkelere yönelik en ciddi ve en mahrem kararların alındığı siyasî ve askerî bir karargâh olmanın ötesinde, bir başkanlık sarayı ve bir Kur’an eğitim-öğretim merkezi idi. Camiler, mabed işlevi de görmekle birlikte, dünyevî (ilmî, askerî, tıbbî, siyasî…) fonksiyonları daha baskındı.
Camiler, medeniyetimizin mühürleridir. Caminin olmadığı bir toprak hâlâ tam olarak vatanlaştırılmamış demektir. Camiler; İslam medeniyetinin kendisini kamu âleme gösterdiği alanlardır. Selçuklular ve Timurlular siyasî güçlerini ve sanatta ulaştıkları mertebeyi daha çok eğitim-öğretim kurumlarında yansıtırlarken, Osmanlı devlet-i aliyyesi; medeniyet, güç ve zenginlikte ulaştığı dereceyi camilerde göstermiştir.
Camiler sosyal dokunun kalbi olarak toplumsal hayatın sürdüğü mekânlar olagelmiştir. Çeşitli kamusal işlevler bir biçimde cami ile bağlantılıdır; bu hizmetler camiler ve etraflarına kurulan binalar yardımı ile yürütülür. Yangın, deprem vb. afetlerde camiler sığınak olarak kullanılır. XVIII. yüzyılda sıbyan mekteplerinin İstanbul’dan başlayarak yaygınlaşmasına kadar camiler birer eğitim merkezi idi; bugün de özellikle yaz aylarında böyle bir fonksiyon görmektedir.
“Her kim Allah rızası için bir cami yaptırırsa, Allah da onun için Cennette bir mesken inşa eder” şeklindeki Peygamber müjdesinin etkisiyle olsa gerek, cami yaptırma milletimizin geleneksel bir özelliği olagelmiştir.
2.2. SANAT VE MESAJ
İnsanları yetiştirmek, yönlendirmek, değiştirmek ve yetkinleştirmek sanatın başlıca işlevleri arasındadır. Fertleri ve kitleleri bilinçlendiren sanat önemli bir toplumsallaştırma işlevi görmektedir. Sanatla yaşam iç içedir. Her sanat eserinde öyle ya da böyle yaşamın belli yönleri yansıtılır. En güçlü sanat eseri toplumsal yaşamı en doğru biçimde, zaman ve mekân boyutlarına yansıtabilen eserdir. Sanat eseri, geçmişi ve geleceği birbirine bağlayan bir köprüdür .
Sanatçı, kendi toplumsal katmanının sorunlarını dile getirmeye çalışacağı gibi, kendisine ısmarlanan -sözgelimi mimarî bir- eserde, mensup olduğu inanç ve kültürü, hatta yer yer gününün hâkim ideolojisini de yansıtmaya çalışacaktır. Bu bakımdan, bir sanat eserinin vermek istediği mesaj sanat tarihçisi, toplumbilimci, tarihçi, ruhbilimci ile birlikte diğer bilim dallarından da yararlanılarak toplumsal-tarihsel bağlamları içinde değerlendirilmeli ; sanat eserinin mesajını alabilmek için, o dönemin yapısı az çok bilinmelidir .
2.3. CAMİDEKİ MİMARÎ ELEMANLAR VE UYGULANAN HATLAR
2.3.1. GİRİZGÂH
İslam sanatının kahramanları binalardır. Bu sayısız binaları süsleme arzusu mücerret sanatı ilerletmiştir . Mabedlerin süslenip süslenemeyeceği tartışma konusu edilmiş ise de, manevî bir varlık olarak insanın “doğru”, “gerçek” ve “iyi” kadar, “güzel”in de peşinde olduğu bir gerçektir. İnna’llâhe cemîlün yuhibbü’l-cemîl [Allah güzeldir, güzeli (güzelliği ) sever] ; zeyyinü’l-Kur’ane bi-asvâtiküm [Kur’an’ı seslerinizle güzelleştirin] vb. telkinler de güzellik duygusunun ne kadar fıtrî ve ilahî olduğuna ve bu yönünün en az dinî, ahlâkî ve beşerî yönü kadar önemli olduğuna işaret eder. İnsanın bu istidadı olmasaydı, Kur’an-ı Kerim’in o eşsiz belagati, şiiriyet ve müzikalitesi hiç de bu kadar dikkat çekmeyecekti.
Manevî dünyamızın ayrılmaz bir parçası olan güzellik duygusundan ise sanat doğmuştur . Kur’an-ı Kerim, “Sanatkârların en güzeli” olarak tanıttığı yüce Allah’ın, başta insanoğlu olmak üzere, yarattığı her şeyi en güzel biçimde: sağlam ve kaliteli yaptığını vurgular; Allah’ın, “yaptığını en güzel bir şekilde yapma”yı (ihsan) emrettiğini, böyle yapanları (muhsinîn) sevdiğini ve bunlarla birlikte olduğunu belirtir.
Caminin unsurlarına ve bunlara uygulanan hatlara geçmeden evvel, belirtmiş olalım ki; mimarîde Kur’an iktibas örnekleri camilerde yoğunlaşmıştır. Avlu ve harim girişlerinden pencerelere, mihraplardan kubbelere, sütunlardan mahfillere kadar caminin hemen her yerine ayet yazılabilmiştir. Ancak Türk mabedleri iç mimarî itibarı ile hem ibadet edenler hem de ziyaretçiler için manası değişmeyen açık birtakım fikirler ifade eder; anlaşılmasında problem görülen mahrem ve esrarengiz tarafları yoktur .
Cami dekorasyonunda süslenip yazı yazılan yerler diğer yerlere göre şüphesiz daha önemlidir ve zaman zaman kesin ikonografik anlamlar verilebilecek (zafer, şeref, cennet imgeleri vb.) temalar bulunur . Yine, aşağıda ve göze yakın yerlerdeki dekorasyon ve yazılar daha sık tertiplendiği halde uzaklığa göre unsurların araları açılır ve büyüyüp genişler. Bu sebeple birbirinden uzakta olan şekiller aynı ölçüde imiş gibi algılanır. Bu hal, mimarî, konstrüksiyon ve dekorasyon unsurlarının hepsinde nazar-ı dikkate alınmıştır. Aynı zamanda mütenazır olarak hiçbir eleman diğerinin ne renk ne de şekil itibarıyla aynıdır; bu da detaydaki serbestî dolayısıyla insan ruhu üzerinde huzur yaratmaktadır .
2.3.2. MİHRAP
İbadet esnasında kıbleye dönüş esas olduğu için, mabedin en önemli elemanı söz konusu yönü gösteren mihraptır. Mihrâb kelimesi harbe (mızrak) ya da mikrâb (mabed) kelimelerinden türetilmiş gözükmekte ise de bu kesin değildir. Mihrabın bir savaş âleti olan harbe -yani mızrak- ile irtibatlandırılması, ilgili mekânın “şeytanî/nefsanî duygu ve düşüncelerle savaşma yeri” kabul edilmesinden ileri gelmekte ise de bu uzak bir ihtimaldir. Mihrabın harbe ile bağlantısı, Hz. Peygamber’in sahrada namaz kılarken önüne mızrak benzeri bir sütre dikmesi ile daha güçlü bir şekilde temellendirilebilirdi. Ancak mihraba mihrap denmesi -Ezherî’nin de belirttiği gibi- namaz kıldıran şahsın mihrapta diğer insanlardan ayrı ve uzak olmasından ileri gelmektedir. Nitekim iki kişi arasında uzaklık/ayrılık bulunduğu zaman, deniyor. Dolayısıyla, harbe kökünden değil, uzaklık/ayrılık ifade eden h-r-b kökünden gelmesi daha güçlü bir ihtimaldir. Kaldı ki harbe tam olarak mızrak sayılmaz .
Mihrap; İslamiyetten önce “mabed”, “mabedin özel dua bölmesi” ve “taht odası” anlamlarında kullanılmakta idi. Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriya ve Meryem Validemiz ile ilgili Kur’an kıssalarında da bu anlamlarda kullanılmıştır .
“Mescit, ev ve namazgâhların en şerefli/değerli kısmı” anlamına gelen mihrap; bugün, “namaz kılarken dönülecek yönü göstermek üzere cami kıble duvarının ortasına yerleştirilen girintili kısmı” ifade etmektedir. Hz. Peygamberin, namazgâhta ya da yolculuk esnasında namaz kılarken önüne mızrak vb. bir sütre diktiği bilinmekle birlikte, Medine’de mescitlere girinti vb. işaretler koydurduğu kat’î değildir; aksine, bu tip ayrıcalıklı yerleri hoş karşılamadığına dair rivayetler vardır.
Camilerde başlangıçta mihrap bulunmadığı kesin olmakla birlikte, ilk mihrabın hangi devirde yapıldığı ihtilâflıdır. Bu hususta Emevî hükümdarlarından Velîd b. Abdülmelik’in adı öne çıkmaktadır .
Türk mabedlerinin anlaşılmasında güçlük çekilen mahrem ve esrarengiz tarafları yoktur . Tümüyle dinsel ve hatta mistik bir açıklama içinde ele alınabilecek ilk ve belki de tek simgesel İslam formu mihraptır . Mahallî zevklere göre çeşitli şekiller alan mihraplar cami tezyinatının en yoğun olduğu mimarî unsurlar olagelmiştir. Mihraplar devirlerine göre yüksek bir şekil almış, taçları, istalaktitli girintileri, yan sütunları fevkalâde sanatkârane surette çinilerle bezenmiş, alçı kabartma süslemeli yahut mermerden ve bazen ahşap oyma süslemeli olarak yapılmıştır .
Beyazıt, İzmit Pertev Paşa ve Konya Selimiye camileri, mihrabında -sadece ayet değil- yazı namına hiçbir şey bulunmayan nadir örneklerdir. Selçuklu ve Beylikler dönemi Anadolu mihraplarının yanı sıra, Orta Asya ve İran mihraplarının alınlık, kavsara ve bordürleri yazı ile dekore edilirdi. Dekorasyon için, genelde, 112/İhlâs suresi, ayete’l-kürsî (Bakara 2/255), Âl-i İmrân 3/18-19, İsrâ 17/78, Tevbe 9/18, Haşr 59/20-23, Âl-i İmrân 3/26 ayetleri tercih edilir ve bunlar kâh teker teker kâh birlikte yazılırdı. Çoğu, Allah’ı konu alan bu ayetlerin, mabedin herkesin yöneldiği en fazla dikkat çeken odak elemanına yazılış amaçlarından biri, şüphesiz, cemaate Allah’ın divanına / huzuruna durduğu bilincini kazandırmaktır. Günümüzde mihrap bordürlerinde, yüce Allah’ı veciz bir şekilde tanımlayan ayete’l-kürsînin tercih edilmesi de bununla ilgili olmalıdır.
Bursa’daki Ulu Cami, Yeşil Cami, Yeşil Türbe, Yıldırım, Edirne Muradiye ve Ürgüp Damsaköy Camii mihraplarında olduğu gibi mihrabı, diğer tezyînât arasında adeta kaybolan nispeten uzun ve zor okunur yazılarla dekore etme geleneği, zamanla terk edilmiş; klâsik Osmanlı mihraplarında ayetler teke indirilmiş, uzaktan herkesin fark edebileceği kadar büyük yazılmıştır. Osmanlı mihraplarında en sık rastlanan ayet [Zekeriya, onun mabeddeki bölmesine (mihraba) her girişinde] (Âl-i İmrân 3/37) cümlesidir. Cümle, bu şekliyle yarım kaldığı için bazı yerlerde bu ifadenin anlam bütünlüğü ifade edecek şekilde yazıldığı görülmektedir (Örn. Gebze Çoban Mustafa Paşa Camii mihrabı).
Yazılış sıklığı bakımından; [Mihrapta durup bu duayı ettiği sırada melekler ona (yani Hz. Zekeriya’ya) seslenmişti] (Âl-i İmrân 3/39) ayeti ikinci sırada gelir. Bu iki ayet bazan bir arada da yazılabilir.
[Mescitler sadece Allah’a aittir; o halde Allah’la beraber bir başkasına kulluk etmeyin] (Cinn 72/18) ayeti, yazılış sıklığı bakımından bunları takip eder (Bilhassa Ankara mihrapları).
Mescid-i Nebevî ve bazı Kahire mihraplarında yazılı ...[Biz senin, bir haber bekleyerek yüzünü semaya çevirip durduğunu görüyorduk. Seni hoşnut kalacağın bir kıbleye elbette döndürecektik...] ayeti, klâsik Osmanlı mihraplarında görülmemekle birlikte, bu ayetin en vurucu kısmı olan [Haydi, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir] cümlesi, Eyüp Sultan Camii mihrap alınlığındaki nin üstünde yazılıdır.
2.3.3. MİNBER
Camide mihrabın hemen sağında bulunan, Cuma ve bayram namazlarında hutbe irat edilen yüksekçe kısmı ifade eden minber kelimesinin, “yüksek olmak” anlamındaki n-b-r- kökünden mi yoksa Habeşçe bir kelimeden mi türediği üzerinde ittifak bulunmamaktadır.
Mihrabın aksine, minber daha Hz. Peygamber zamanından itibaren mescitte yerini almıştır. Hz. Peygamber'in Medine'de inşa ettirdiği Mescid-i Nebevî'de, önceleri böyle özel bir mimarî eleman bulunmuyordu. Hz. Peygamber bir hurma kütüğüne yaslanarak konuşuyordu. Bu anlamda ilk minber, hicrî 7’de, cemaatin çoğalmasına paralel olarak Hz. Peygamber'in yorulmaması ve irat ettiği nutukların herkesçe duyulabilmesi amacıyla yapıldı. İki basamak ve üst tarafında bir oturma yerinden ibaret olan bu minber ahşaptı ve ılgın ağacından yapılmıştı. Minber duvara yakın bir yerde olup duvarla minberin arasındaki mesafe ancak bir koyunun geçebileceği kadardı.
Minber; nutuk irat edilmesine yaradığı gibi, siyasî bir mahiyet de taşıyordu; bir tür tahttı .
Alınan önemli kararlar Peygamber tarafından minberden iletiliyordu. Hicrî 49’a kadar hizmet veren bu basit minber, söz konusu siyasî mahiyeti sebebiyledir ki, siyasî gücünü daha da artırmak isteyen Emevî hükümdarı Muaviye b. Ebu Süfyan tarafından başkent Şam'a nakledilmek istenmiş; ancak bunda başarılı olunamamıştı. Bu iş için görevlendirilen Medine valisi cemaatin iyice arttığı gerekçesiyle, minberin basamak sayısını dokuza çıkardı (Mescid-i Nebevî'nin şu anki muhteşem minberi Sultan III. Murad tarafından yaptırılmıştır).
Camilerin dinî ve siyasî faaliyetin merkezi olma özellikleri bilhassa minberde tecelli ediyordu. Minbere çıkmak, aynı zamanda Hz. Peygamber’in makamına çıkmak anlamına geliyordu. İnsanlar halifeye minberde biat ediyorlardı. Minberde hutbe/nutuk irat etmek namaz kıldırmaktan daha mühimdi. Hükümdarın tahttan indirilmesi de minberde veya minber yanında gerçekleşirdi. Çünkü cami salt tapınak değil, bir nevî parlâmento hüviyeti taşımaktaydı; toplumun/cemaatin bilgilendirilip öyle ya da böyle rızasının alınması gerekiyordu. Halifenin başkentte camilere karşı durumu neyse, valilerin de eyaletlerde camilere karşı durumu oydu. Halife gibi vali de minbere çıkıp nutuk irat ederek vazifesine başlardı. Halifenin siyasî gücü zayıfladığında bile, civar bölgelerdeki siyasî otoriteler, halifenin Müslüman hükümdarı sıfatıyla sahip olduğu ve kendilerine tevdi ettiği gücü kullanmaktaydı. Tabii, bu nutukları irat etmek için Cuma namazı hutbelerini beklemeye gerek yoktu; siyasî otorite, gerektiği her an cemaati camide toplanmaya çağırıp hutbe irat edebilirdi.
Hz. Peygamber zamanındaki önemi dolayısıyla, minbere zamanla daha özel bir anlam atfedildi ve camideki kutsallık mihrapla birlikte minberin etrafında toplandı: Artık minberler, bereketlerinden istifade için sıvazlanmakta, yeminlerin minber üzerinde veya yanı başında yapılması tercih edilmekte idi. Kâbe’nin üstü örtüldüğü gibi minberler de örtülmeye başlandı .
Minberler bugün anladığımız manada duvara sabitlenmiş olmayıp portatifti; gerektiğinde sultan onu bir başka yere götürebiliyordu. -Nitekim Kâbe’nin bugünkü minberi de basit, portatif bir minberdir.-
Zamanla, mabedin büyüklüğüne göre yükselip abidevî bir şekil alan minberler camide tezyinatın yoğunlaştığı ikinci mimarî unsur olagelmiştir. Bilhassa Selçuklularda sanatkârane örnekleri görülen ahşap minberlerde dekoratif eleman olarak yazıya büyük önem atfedildiği, minberlerin baştan aşağıya dinî ibarelerle donatıldığı görülür (Örneği: Konya Alaeddin, Kayseri Hunad ve Ulu Cami minberleri). -Tabii minber kapı alınlığı, yazının en fazla kullanıldığı alandır.- Ancak, yazının minberin büyük kısmını kaplayan bir süsleme unsuru oluşuna zamanla son verilmiştir. Kısa ve vurgulu yazılar genelde kapılara, nadiren de minber âlemlerine yazılmıştır.
Siyasî otorite (sultan-halîfe) adına hutbe irat edilen minberler siyasî bir niteliğe sahip olduğu için minber kapılarına devletin akidesini yansıtan [Allah’tan başka ilâh yoktur. Muhammed Allah’ın elçisidir] ibaresinin (Kelime-i Tevhit ) yazılması gelenekselleşmiştir.
Bazı minberlerde Cuma namazının farziyetini bildiren Cuma 62/9 ayeti ile hutbelerin en sonunda okunan Nahl 16/90 ayeti yazılıdır ki minberle alâkaları aşikârdır. Yine, Allah’ın ve meleklerin Peygamber’e salâtüselâm ettiğini belirterek müminlerin de böyle davranmalarını emreden Ahzâb 33/56 ayetinin, -hutbe sırasında Hz. Peygamber’e salâtüselâm edildiği düşünülürse- minberler için oldukça uygun olduğu görülür. Fatih Camii minber geçişindeki [Biz seni sırf âlemlere rahmet olasın diye gönderdik] ayeti belki de bu tema ile bağlantılı olarak yazılmıştır. Sultan III. Ahmed’e ait TSM 24/2088 envanter no.lu minber örtüsünde -Ahzâb 33/45’e ek olarak- Cuma 62/9-11 yazılı olup, ayetlerin cuma namazıyla, minberin de cuma hutbesiyle alâkası düşünülürse gayet uygun düştüğü anlaşılır.
Bazı minberlere, irat edilen hutbelerin can kulağıyla dinlenmesini sağlamak için birtakım ibareler yazıldığı görülmektedir: Örneği: (i) Yıldız Hamidiye ve Şam Emeviye Camii minberlerindeki; izâ sa’ide’l-hatîbu’l-minbera fe-lâ salâte ve lâ kelâm [Hatip minbere çıktığı zaman, artık ne konuşulur ne de namaz kılınır] (ii) Manisa Hafsa Sultan Camii minber kapısındaki; kâle’n-nebiyyü ‘aleyhi’s-selâm: istimâ’u’l-hutbe farîzatün ke-mâ enne salâte’l-cumu’ati farîzatün [Hz. Peygamber der ki: Cuma namazı nasıl farz ise, hutbeyi dinlemek de farzdır] ve (iii) yine aynı cami minberinin kıble duvarına bitişik kapısındaki; lâ salâte ve lâ kelâm ‘inde’l-hutbe; yahzuru’l-melâiketü ‘inde’l-hutbe [Hutbe esnasında ne konuşulur ne de namaz kılınır; hutbe sırasında melâike-i kirâm oradadır] ibareleri.
2.3.4. KUBBE
Diğer unsurlar gibi, kubbeler de çeşitli bölgelerdeki farklı temayüllere göre farklı şekiller almıştır (Timurlu, Moğol, Selçuklu, Safevî, Memlük kubbeleri).
İran’daki Büyük Selçuklu camilerinden başlayarak klâsik Osmanlı devrinin sonunda aldığı şekle gelinceye dek mimarîde daima bir merkezîleşme arzusu ve kare plânlı bina yapma temayülü sezilir. Bu temayül cemaatin yekvücut olarak tek bir hacim içinde toplanmasını sağlama arzusundan doğmuş ve bunu ancak vahdetin kudretine inanan Türkler başarmıştır . İlk devir Osmanlı eserlerinde camilerin istiap hadlerini artırmak amacıyla arka duvar kenarlarına kurulan mahfillerin klâsik Osmanlı eserlerinde mümkün olduğunca azaltılmış veya büsbütün kaldırılmış olmasının sebebi bu iç bütünlüğü bozmama düşüncesidir .
Selimiye Camii 31,5 m çapındaki muazzam kubbesi ve sekizgen gövdeyi çeviren dört minaresiyle geniş mekân anlayışının en önemli örneği olup klâsik Osmanlı mimarî eserlerinin zirvesi sayılır. Selimiye’de mimarlık tarihinin en saf kubbeli yapı tarzı doğmuştur. Böylece kubbe abidevî yapıyı biçimlendirmede ana yaratıcı unsur hâlini almıştır. Kubbe daha önce de kullanılmıştır, ama hiçbir mimarîde Sinan’ın eserlerinde olduğu gibi çevresinde bütün unsurları toplayan bir nitelik taşımaz .
Kubbeler, yapıların mihraptan sonra en fazla sıklıkta dinî ibare yazılan kısımları olmakla birlikte, bazı -ünlü- camilerin kubbesinde sadece ayet değil yazı namına hiçbir şey yoktur .
Cami kubbeleri gök kubbeye benzetilerek bu kısımlara Allah’ı ve O’nun gök kubbe ile alâkalı bazı fiillerini konu alan ayetler yazıldığı görülmektedir:
Allah’ı tanımlayan en veciz ayetler olan ayete’l-kürsî ve 112/İhlâs suresi, hem Allah’ı tanımlayan hem de Kur’an’ı özetleyen 1/Fâtiha suresi bu alanda ilk akla gelen pasajlardır. TSM/Harem Hünkâr Salonu’nun kubbesindeki el-hamdü li’llâhi’l-kerîm er-rahîmi’l-kadîm el-hakîmi’l-‘azîm Allâhi’l-azîzi’l-cebbâr [Mutlak hikmet sahibi, azametli, merhametli, kadîm, cömert Allah’a hamdolsun! İstediği her şeyi yaptırabilen, mutlak izzet sahibi Allah’a] ve Yıldız Hamidiye Camii kubbe eteğindeki el-hamdü li’llâhi ‘alâ ni’meti’l-İslam [Müslümanlık nimetini bizlere bahşeden Allah’a hamdolsun] hamdüsenaları da bu çerçevede anılabilir.
Osmanlı cami kubbelerinde en sık rastlanan ayetler Fâtır 35/41 ve Nûr 24/35’tir. Ra’d 13/2, Yûnus 10/3, Gâfir 40/64, Furkan 25/2, TâHâ 20/1-6, Hadîd 57/4, İsrâ 17/1’e ise nadiren rastlanır.
Yüce Allah’ın son derece yakın olduğu bilincini kazandırmak amacıyla kubbelere çeşitli yakarışlar nakşedildiği de görülmektedir:
Yâ Kâdıye’l-hâcât yâ Sâmi’a’l-asvât yâ Mücîbe’d-de’avât yâ Rafî’a’d-deracât [Ey ihtiyaçları karşılayan! Ey sesleri işiten, ey dualara karşılık veren, ey dereceleri yükselten]. Gebze Çoban Mustafa Paşa Camii kubbesinde gördüğümüz bu yakarış, -yâ Sâmi’a’l-asvât kısmı hâriç- Beylerbeyi Hamîd-i Evvel Camii kubbesinde de mevcuttur.
Yâ Allah er-Rahmân yâ Allah er-Rahîm yâ Allah el-kerîm yâ Allah el-Mübdî yâ Allah el-Berr yâ Allah el-Hayy yâ Allah el-Hakîm yâ Allah el-Kaviyy [Ey Rahmân Allah! Ey merhametli Allah! Ey cömert Allah! Ey başlatan Allah! Ey lütufkâr Allah! Ey mutlak hayat sahibi Allah! Ey mutlak hikmet sahibi Allah! Ey güçlü Allah!] nidaları Üsküdar Mihrimah Sultan Camii kubbesinde yer almakta; ayrıca, …el-Mübdî’ye kadarki kısım bu caminin çeyrek kubbelerinde tekrarlanmaktadır.
Yâ Kâfiye’l-umûr yâ şâfiye’s-sudûr yâ halîmen lâ ya’cel yâ kerîmen lâ yebhal yâ nûra’n-nûr yâ âlimen bi-mâ fi’s-sudûr yâ mücîran beyne’n-nuhûr yâ bâkî ‘alâ kerri’d-dühûr [Ey işleri üstlenen, ey gönüllere şifâ veren, ey acele etmeyen ağırbaşlı, ey cimrilik etmeyen cömert, ey nurlar nûru, ey akıldan geçenleri bile bilen, ey kurbanlıklar arasından kurtaran, ey -geçse de zaman yine de- bâkî kalan] nidaları ise Edirne Selîmiye Camii’nin kubbe yazısını (112/İhlâs suresi) çevreleyen rozetleri oluşturmaktadır.
2.3.5. MİNARE
Minareler bir yerleşim biriminin İslam’a bağlılığını gösteren en bariz semboldür. Camilerin en belirgin unsuru sayabileceğimiz minarelerde “ezan” okunarak insanlar camiye çağrılmakta ve bir Müslüman vefat ettiğinde “salâ” verilmektedir. Gördüğü bu dinî fonksiyon hemen her yerde aynı olmakla birlikte, minareler çeşitli bölgelerde farklı şekil ve tiplerde inşa edilegelmiştir.
Minarelerin ne zaman ortaya çıktığı kesin değildir. İlk mescitler son derece basit yapılar olup hâliyle minareleri de yoktu. Bilâl-i Habeşî’nin, ilk ezanı Mescid-i Nebevî yakınındaki yüksekçe bir evin damında okuduğu; Mekke fethedildiğinde de ezan okumak için yine Kâbe’nin damına çıktığı biliniyor.
Minareye verilen adlar ona gördürülen fonksiyona göre değişmektedir: minare için, “ezan okunan yer” anlamında me’zene (Mısır) ve “riyazat ehlinin oturduğu kule” anlamına gelen savma’a (Fas) kelimelerinin de kullanıldığı görülüyor. Ancak bu unsur, daha çok menâre kelimesiyle ifade edilmektedir. Menâre; “ateş, fener vs. konularak aydınlatılan kule” demek olmakla birlikte, “sınır taşı”, “dikili taş”, “yol işareti” ve “nöbet kulesi” gibi anlamlarda da kullanılmıştır. Minarelerin kandil, fener vs. ile aydınlatıldıkları düşünülürse, bu kulelere benzetilerek menâre adını aldıkları anlaşılır. Minarenin ilk ortaya çıktığı Emevî devri Müslümanlarının, iç içe yaşadıkları Hıristiyanların kiliselerindeki kulelerden etkilendikleri de aşikârdır. Hülâsa; İslam âlemindeki minarelerin tamamen aynı şekle sahip olmadığına bakılırsa, minarelerin ayrı ayrı kaynaklardan çıkmış olabileceği söylenebilir .
İslam coğrafyasında tek bir camide farklı sayılarda minareye rastlanmaktadır: Osmanlı minareleri genelde tek olmakla birlikte, bilhassa selâtin camilerinde bu sayının en az iki olduğu gözlemlenmekte; minarelerde farklı sayıda şerefeye rastlanmakta, bu şerefelerin birtakım olguları remzettiği bilinmektedir (Süleymaniye Camii’ndeki 10 şerefenin, Kanuni’nin 10. Osmanlı hakanı oluşunu sembolize etmesi gibi…) 4’er minareli Süleymaniye ve Selimiye ile 6 minareli Sultanahmet camileri bu açıdan önde gelen şaheser örneklerdir.
İran ve Orta Asya’daki minarelerde yoğun bir çini tezyinat görülmekte, dekoratif eleman olarak yazıya sıkça yer verilmektedir. Aşağıdaki örnekler minarenin fonksiyonlarını ilgilendiren müstesna iktibaslardır:
Herat Mescid-i Şah minaresindeki [Allah’a davet edip salih bir amel sergileyen ve ‘Ben kayıtsız-şartsız teslimiyet gösterenlerdenim!’ diyen birinden daha güzel sözlü kim olabilir?] Yine, Gevherşâd Medresesi ve Isfahan Ziar Mescidi minarelerindeki Ahzâb 33/56 ayeti de minarenin bir fonksiyonu olan salâ ile bağlantılıdır. Herat Musallâsı’nın ayakta kalan beş minaresinden birinin şerefeye yakın kısmında, ezanla ilgili birkaç sarih ayetten biri olan Cum’a 62/9 ayeti yazılıdır ki minareler için son derece uygundur.
Anadolu’daki Selçuklu ve Beylikler dönemi minarelerinde çini tezyinat ve bilhassa yazı iyice azalmış ise de bu unsurlardan tamamen vazgeçilmediği görülmektedir. Örneği: Mardin Ulu Camii minare kaidesindeki [İşbu fânus da öyle ev(mescid)lerdedir ki Allah, buralarda kendi adının yükseltilip saygıyla anılması gerektiğini bildirmiştir. Oralarda O’nu sabah-akşam (… ) tesbih etmektedirler] ayetinde, şüphesiz, “Allah’ın adının yükseltilmesi” kavramıyla minarenin fonksiyonu arasında bağlantı kurulmaktadır. Bu bağlantının, Hasankeyf (Hısnıkeyfâ) Rızık Camii ve Diyarbakır Parlı (Safa) Camii minaresinin kaideden gövdeye geçiş kısımlarında müezzin ve minare mefhumuyla alâkalı “ezan” ile aynı kökten gelen fiili ile tevhit esasının yanı sıra, Allah’ın isminin anılmasını konu alan Hacc 22/26-30. ayetleri ile ifade edilmiş olduğunu görmek şaşırtıcı değildir.
Diyarbakır’da Akkoyunlular devrine ait bir minaredeki (Ulu Cami) [Ve: ‘Evlât edinmeyen, mülkünde ortağı olmayan, -düşkünlükten kaynaklanan- bir dostu da olmayan Allah’a hamd olsun!’ diyerek O’nu tekbîr ettikçe tekbîr et] ayetleri, Allâhu ekber! nidaları ile günde beş vakit Allah’ın büyüklüğünün haykırıldığı bir mekân için ne kadar münasiptir.
Karamanoğlu İbrahim Bey İmareti minaresinde yazılı İsrâ 17/110. ayeti Cenab-ı Hakk’a nasıl dua edileceği hakkında önemli bilgiler vermekle kalmamakta, minareden duyrulan “Allah” ism-i şerîfi ile ilgili bir tema da içermektedir.
Devlet-i Aliyye’ye gelince, Osmanlı mimarî geleneğinde şerefe altlarındaki sarkıtlar ve birkaç cami minaresindeki renkler dışında minare süslemesine pek rastlanmadığı gibi, yazı yazıldığına da ender rastlanır (Kelime-i Tevhit ve Besmele). “Şerefelere çıkarak ezan okuyan müezzinlerin Kur’an ayetlerini çiğnemiş olacağı” vb. düşünceler bunda etkili olmuş olabilir. Bunun belki de tek istisnası Beyazıt Camii’nin her iki minare kaidesindeki satrançlı kûfî İhlâs suresi ve el-hamdü li’llâh ayetidir.
2.3.6. KÜRSÜ
Vaiz efendilerin cemaate vaaz ve nasihat ettikleri ahşap ya da mermerden mamul oturma mekânını ifade eden kürsü; iskemle/oturak anlamındaki kelimesinden gelmektedir. Kürsî, kişinin ayaklarını koyup arkaya yaslanabildiği bir oturaktır. Araplar tahtlara kürsî derlerdi. Ayete’l-kürsî’de de yüce Allah’ın mutlak hükümranlık tahtı anlamında geçmektedir. Yukarıda minberin de taht anlamında kullanıldığına temas etmiştik. Dolayısıyla, kürsünün minberle bir bakıma aynı fonksiyonu icra ettiği söylenebilir. Nitekim Hz. Peygamber devrinde kürsünün işlevini minber görmekteydi. Camilerde tek bir minber olmasına karşılık birden fazla kürsü bulunduğuna dikkat edilirse, minberin siyasî özelliği ağır basarken, kürsüde eğitim özelliğinin öne çıktığı söylenebilir. Üniversitelerdeki anabilim dallarının yakın zamana kadar kürsü olarak adlandırılması da bu kanaati pekiştirir.
Kürsülerin vaiz efendinin arka üst kısmına gelen yerlerine Besmele, Kelime-i Tevhit vb. ibarelerin yanı sıra, celî Yâsîn kelimesinin de yazıldığına rastlanmaktadır. Ancak sadece Azepkapı Sokollu Camii kürsüsünün üst kısmındaki [Ey Rabbimiz! ‘Rabbinize iman edin.’ diye imana davet eden bir dâvetçi işittik] ayeti , kürsünün işlevine gayet uygun düşmektedir.
Üsküdar Selimiye Camii’nin kürsüsüne de [Kulları arasında, Allah’tan ancak bilginler korkar] ayeti yazılarak, aynı zamanda alim olan vaiz efendilerin şerefli makamlarına dikkat çekilmekte ve kürsüde ön yargılarından sıyrılarak, Allah bilinciyle konuşmaları gerektiği hatırlatılmaktadır.
[Rabbinin yoluna, hikmetle ve güzel öğütle davet et] ayeti de kürsü ve fonksiyonuyla doğrudan bağlantılı bir ayettir.
2.3.7. AVLU VE CÜMLE GİRİŞLERİ
‘Bir mimarî birimle hakkında ayet bulunan bir nesne arasında irtibat kuruluşunun en güzel örnekleri, çeşitli mekânların cennete benzetilerek harim ve avlu girişlerine cennetliklere hitaben söylenen selâm ifadelerinin yazılmasıdır. Muhtemelen, İzâ merartüm bi-riyâdi’l-cenneti fa’rte’ [Cennet bahçelerine uğrarsanız, hemen yayılın (yararlanmaya bakın)] hadisi gibi âmillerin etkisiyle, camiler, Müslüman zihni için cenneti temsil eder hâle gelmiş; cennetliklere hitaben söyleneceği belirtilen ve gibi ifadelerin kapılara yazılması âdet olmuştur. Küçük Ayasofya Camiinin sol yan girişindeki kitâbede yazılı A’dettü li-‘ibâdiye’s-sâlihîn mâ lâ ‘aynün raet ve lâ üzünün semi’at ve lâ hatara ‘alâ kalbi beşer [Ben, salih kullarıma öyle bir cennet hazırlamış bulunuyorum ki böylesini hiçbir göz görmemiş, hiçbir kulak işitmemiş; hiç kimsenin aklından geçmemiştir] kutsi hadisi cami ile cennet arasında kurulan irtibatın bir başka göstergesidir.
Bazı camilerin girişlerinde rastladığımız [Namazlarını sürekli kılanlar; bunlardır cennetlerde cömertçe ağırlanacaklar] ayetinde, hem namaz hem de cennet temalarının birlikte zikredilmiş olması dikkat çekicidir.
Yine, avlu ve harim girişlerine [Kapıları kendileri için ardına kadar açılmış Adn cennetleri] yazılması, yapının cennete benzetildiğini göstermekte olup en güzel örnekleri Topkapı Sarayı’nın Bâbüsselâm’ı, Lâleli, Beyazıt camileri ve Sultan Abdülmecîd ve Reşad türbeleridir.
ayeti, Nuruosmaniye Camii harim girişlerinde (içte) hemen öncesindeki [Bu bir öğüttür; muttakilerin hakkıdır elbet, güzelim nihaî dönüş] ayeti ile birlikte yazılmıştır.
Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Vakıf Camii’nin kitabesi de bu bağlamda dikkat çekicidir:
Fahr-i âlemden hadîs-i men benâ sünnet sana
Hem mesâcid içre kıldı bağçe-i cennet sana
İlm ile itmâm olur târîh-i câmi’ âşikâr
Leyse li’l-insâni illâ mâ se’â rahmet sana
[Selamun aleyküm! Gönlünüz hoş olsun! Girin buraya, hiç çıkmamak üzere!]
[Selamun aleyküm! Sabretmenize karşılık… Ne güzel bir sondur bu nihaî yurt!]
[Selamun aleyküm! Yapmış olduğunuz amellere karşılık girin Cennete!]
Bunlar kadar olmasa da zaman zaman, [Merhametli bir Rab tarafından verilen hüküm gereği, tam bir esenlik içindedirler] ayetine de rastlanmaktadır.
Eminönü Yeni Cami, Beyazıt, Eyüp Sultan, Süleymaniye, Üsküdar Selimiye ve Yeni Valide camileri gibi; geniş alanlara bakan, kalabalıklarla iç içe bulunan ulu mabedler, sosyal hayatın hayhuyu içinde mabedin varlığından bile habersiz kitleleri; lisân-ı hâlleriyle olduğu gibi avlu girişlerindeki ifadeleriyle de kendilerine -dolayısıyla cennete- buyur etmekte gibidir.
Kapılara yine bu bağlamda yazılan [Selamun aleyküm! Rabbiniz merhameti ilke edinmiştir kendisine] ifadesine gelince; bunun, “camide, hiç kimseden çekinmeden rahat rahat ibadet edilebileceği” şeklinde anlaşılması daha uygundur; çünkü yukarıdakiler gibi cennetliklerin selâmlanması bağlamında değil, putperestlerin aynı mecliste bulunmayı gururlarına yediremedikleri fakir, köle vb. müminlere yönelik bir teselli ifadesidir.
[Muttakiler cennetlerde, pınar başlarındadır; girin buraya güvenle ve esenlik içinde!] ayetleri bazen birlikte yazılırsa da genelde ifadesi müstakil olarak yazılmaktadır. Cennete güvenle gireceklerin, muttakîler olduğunun belirtilmesi de dikkat çekicidir: Böylece, ayetin yazılı bulunduğu cami, saray vb. kapıdan giren herkesin hareketlerine dikkat etmesi gerektiği hatırlatılıyor gibidir.
Bu iki ayet, devamlarındaki [Kalplerindeki kini çıkarıp atarız da hepsi kanepeler üzerinde karşılıklı kardeş kardeş otururlar. Orada onlara yorgunluk dokunmaz; bir daha da oradan çıkarılmazlar] ayetleriyle birlikte -Topkapı Sarayı’nın Ayasofya yönündeki ana girişi olan- Bâb-ı Hümâyûn’un dış ve iç cephelerine yazılarak, hem Sarayın güzelim avluları cennet bahçelerine benzetilmekte hem de –çeşitli makam ve mevkiler için entrika çevirmeye teşne olanlar başta olmak üzere- üç kıt’aya hükmeden bir devletin sarayına girenler dikkatli ve kardeşçe hareket etmeye çağrılmaktadır.
Söz konusu kardeşlik duygularının, -ancak bu kez [Müminler, ancak kardeştirler. Öyleyse, Allah’tan sakınıp, iki kardeşinizin arasını bulun ki size merhamet edilsin] ayetiyle- hatırlatıldığı bir başka yer, Sarayın Harem dairesindeki görevlilerin kaldığı koğuşlardır.
Gülhane Zeynep Sultan Camii avlu girişi ve Fatih Dülgerzâde Camii girişinde olduğu gibi, bazan hâzihî cennâtü adnin fedhulûhâ hâlidîn [Burası Adn cennetidir; sürekli kalmak üzere girin buraya] ibâresine de rastlanabilmekte ise de bu şekilde bir ayet yoktur; -Zeynep Sultan’dakinin başında kâlâ’llâhu te’âlâ fî kitâbihi’l-kerîm [Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’inde buyurur ki] sonunda da sadaka’llâhu’l’aliyyü’l-‘azîm [Yüce ve Ulu Allah doğru söylemiş] yazılı olmakla birlikte- farklı iki ayetten oluşturulmuş bir ibaredir.
Cami ve avlu girişlerine ‘giriş’ ve ‘hayrat’ mefhumuyla ilgili: [Allah'ın mescitlerinin bakım ve onarım işlerini, ancak Allah’a ve ‘son gün’e iman edip, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başka hiç kimseden korkmayan kimseler üstlenebilir] , [Buraya giren emin olur] , [Onlara her şeyin kapısını açtık] , [Ey Rabbimiz! Bizim mi yoksa kavmimizin mi haklı olduğunu ortaya çıkar, zira gerçeği ortaya çıkaranların en hayırlısı Sensin] , [Ya Rab! Beni bereketli bir yerde konaklat; konaklatanların en hayırlısı Sensin] , [Ya Rabbi! Beni [Mekke’den ayrılarak] gireceğim yere sağlıcakla sok; çıkacağım yerden de sağlıcakla çıkar ve bana, kendi katından, Senin yardımına mazhar bir güç ver] (İsrâ 17/80) ayetlerinin yazıldığı da olur.
[(Resûlüm! Hudeybiye barış antlaşmasının imzasıyla birlikte) senin önünü tamamen açmış olduk] ayeti de “kapı açma” teması ile irtibatlandırılarak zaman zaman kapılara yazılmıştır. Çoban Mustafa Paşa Camii harim girişinin sol yanağındaki satrançlı kûfî bunun güzel bir örneğidir. Bu cami, Kahire üslûbunun İstanbul’daki eşsiz bir örneği olarak, -girişinde aynı ayetin yazılı olduğu- Kahire Sultan Hasan Camii’nden etkilenmiş görünmektedir.
Ancak –Fatih Camii sağ ve sol (yan) harim girişlerinde olduğu gibi– girişlere, sırf selâm lâfzı içerdiği için alâkasız ayetler de yazılabilmektedir:
[Herkes selâm etmektedir şimdi Nûh’a! Biz güzel hareket edenleri işte böyle mükâfatlandırırız] .
[Herkes selâm etmektedir şimdi İlyaslara! Biz güzel hareket edenleri işte böyle mükâfatlandırırız] .
2.3.8. CEMAATE YÖNELİK GENEL MESAJLAR
Yukarıdaki şıklarda cami elemanları söz konusu edilmişti; burada ise herhangi bir özel eleman kastedilmeksizin, caminin çeşitli yerlerinde cemaate iletilen mesajlar sunulacaktır.
[O’dur kendisinden başka ilâh olmayan, asıl hayat sahibi!.. O halde, O’na, şirkten uzak bir şekilde; dini tamamen kendisine ait kılarak kulluk edin. Âlemlerin Rabbi Allah’a aittir zira bütün hamdler] ayetiyle, insanlar katışıksız, halis/saf bir kulluğa çağrılmakta;
[Sen, ey itminan içindeki kişi! O senden sen de O’ndan razı olacak şekilde Rabbine dön de (sadece Bana tapan) kullarımın arasına gir; sen de gir Benim cennetime] ayetleriyle, ancak tevhit üzere kulluk edildiği takdirde cennete girilebileceği vurgulanmakta;
[Ve o sarsılmaz inanç, (ölümle birlikte) sana da gelinceye kadar Rabbine kulluk et] emriyle, ne zamana dek kulluk etmek gerektiği bildirilmekte;
[Sana emrolunduğu gibi dosdoğru ol] emriyle, insanlar dürüstlüğe çağrılmakta;
[Herkesin başında bir gözetmen var] ayetiyle, daima dikkatli hareket edilmesi gerektiği belirtilmekte;
[İman edip salih ameller sergileyenleri, Rableri, imanları sayesinde hidayete erdirir (doğru yolda devam ettirir)] ayetiyle ve

[İman edip salih ameller sergileyenlerin; evet, yaptığını böyle güzel bir şekilde yapanların mükâfatını zayi etmeyiz Biz. Böylelerinin hakkı, aşağısında ırmakların aktığı muhteşem Adn cennetleridir; orada altın bileziklerle süslenip ince ve kalın ipekli kumaşlardan yapılmış yemyeşil kaftanlar giymiş olarak tahtlarına yaslanacaklardır. Ne güzel mükâfat! Ne güzel konak!] ayetleriyle insanlar imana, amel-i salihe ve “yaptığını en güzel bir şekilde yapma”ya yönlendirilmekte;
[(Yalnızca) Bana dua edin ki size icabet edeyim] ayetiyle, fiilî dualara mutlaka karşılık verileceği belirtilerek cemaat duaya teşvik edilmekte;
[Allah, kullarına karşı çok lütufkârdır. Dilediğini rızıklandırır; mutlak güç ve izzet sahibi O’dur] ve [Hiç, Allah kuluna yetmez olur mu?] ayetleriyle Allah’ın lütufkârlığına, gücüne-kuvvetine ve güvenilirliğine dikkat çekilmekte;
[Güç ve şeref tamamen Allah’a, Rasûlüne ve müminlere aittir; münafıklar bilmese de…] ayetiyle, izzetin; şan-şeref ve gücün mümin olmakla elde edilebileceği hatırlatılmakta;
[Allah'ın ipine hep birlikte sımsıkı tutunun; sakın dağılıp ayrışmayın] ayetiyle tefrikaya düşmemek gerektiği ihtar edilmekte;
[Ey iman edenler! Allah’a karşı kendinize çeki düzen verin ve özü-sözü doğru olanlarla beraber olun] ve [Ey iman edenler! Allah’a karşı kendinize çeki düzen verin ve doğru sözler sarf edin] ayetleriyle iman, takva ve doğru konuşma emredilerek, doğrularla birlikte olma gereğinin altı çizilmekte;
[Allah, kendisine karşı dikkatli hareket edenlerle ve yaptıklarını daima en güzel şekilde yapanlarla beraberdir] ayetiyle Allah’ın takva sahibi güzel insanlarla birlikte olduğu hatırlatılmakta;
[Sabredenlere mükâfatları hesapsız olarak verilecektir] ayetiyle hezimet, yangın, göç vb. musibetlere sabır ve metanetle göğüs germenin önemine dikkat çekilmekte;
[Orada, (maddi-manevi) temizlik âşığı ‘er’ler bulunmaktadır; Allah da tertemiz olanları sever] ayetiyle Allah’ın tertemiz olanları sevdiği hatırlatılarak cemaat temizliğe teşvik edilmekte;
[Tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, (cihad veya hicret amacıyla) sefere çıkanlar, rükû edenler, secde edenler, mârufu emredip münkeri engellemeye çalışanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar… Sen bu müminleri müjdele] ayetleriyle ideal bir müminin taşıması gereken sıfatlar gösterilmekte;
[İyilikler kötülükleri giderir. Bu, düşünüp ibret alacaklara verilmiş bir öğüttür] ve [İşte Allah, böylelerinin (yani, imansız bir yaşantıdan tevbe edenlerin) kötülüklerini iyiliklere çevirir] ayetleriyle dönüş yaparak gerçekleştirilen hayırlı, güzel eylem ve davranışların kötülükleri yok edeceği müjdelenmekte;
... [Elif-Lâm-Mîm. Hiçbir kuşkuya yer olmayan şu kitap o muttakilere kılavuzdur ki; gayba iman ederler, namaz kılarlar ve kendilerine nasip ettiğimiz şeylerden (din ve kamu yararına) infak ederler] ayetleriyle ve
[O müminler kesinlikle felâha ermişlerdir ki; huşu içindedirler namazlarında; boş ve faydasız şeylerden uzak dururlar daima; arınma işlemlerini de yaparlar mutlaka ve son derece titizdirler ırz ve namuslarına] ayetleriyle Kur’an kılavuzundan yararlanarak felâha eren müminlerin temel nitelikleri sunulmakta;
[Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. Çünkü O sizi derleyip kendinize getirmiş ve dinde size hiçbir zorluk yüklememiştir. Tıpkı atanız İbrahim’in dininde olduğu gibi... Peygamber size, siz de diğer insanlara model teşkil edesiniz diye, sizi gerek bundan önce gerekse bu Kur’an’da, Müslüman (yani, kayıtsız şartsız teslimiyet gösteren) diye adlandırmıştır. Öyleyse namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O’dur çünkü veliniz] ayetiyle Allah uğrunda canını dişine takmak gerektiği, Müslümanlar olarak sadece O’na sımsıkı sarılmak gerektiği vurgulanmakta;
[İnsanların İbrahim'e en lâyık olanları, ona tâbi olanlarla şu Peygamber ve ona iman edenlerdir. Allah, müminlerin velîsidir] ayetleriyle yüce Allah’a Hz. İbrahim’in yolundan giderek kulluk edilmesi gerektiği hatırlatılmakta;
[Sen affı benimse; cahilleri bırak ve marufu emret] ayetiyle bilhassa tebliğ ve irşat misyonu yüklenenlere insanlara karşı hoşgörülü olmaları telkin edilmekte;
... [Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün gidip gelişinde, vicdan sahipleri için birtakım deliller vardır. Onlar ki; gerek ayakta gerek otururken gerekse bir taraflarına yaslanıp uzanırlarken (sürekli) Allah’ı anarlar ve göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünerek şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmış değilsin! Sen böyle bir şeyden münezzehsindir. O halde, ateş azabından koru bizi. Ey Rabbimiz! Sen, ateşe soktuğun birini rezil etmişsin demektir. Zalimleri hiç kimse kurtaramaz! Ey Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin.’ diye imana davet eden bir davetçi işittik ve iman ettik. Ey Rabbimiz! Günahımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört ve bizi 'iyi'lerle beraber vefat ettir. Ey Rabbimiz! Resullerine va’dettiklerini bize de ver ve kıyamet gününde yüzümüzü kara çıkarma. İnanıyoruz ki Sen asla va’dinden caymazsın] ayetleriyle vicdan sahiplerinin özellik ve dualarına yer verilerek bunlar teşvik edilmektedir.
Yapılarda, elbette Kur’an’da yer almayan birtakım yönlendirmeler de görülmektedir ki tevhit, iman, namaz, ahlâk, cami ve cemaatin önemi ve hayra teşvikle ilgili olanlar bunların başında gelir:
Men kâne âhiru kelâmihî lâ ilâhe illâ’llâh dehale’l-cenneh [(Bilinci yerinde olarak) son söylediği söz ‘Allah’tan başka ilâh yoktur!’ olan biri cennete girer].
Men kâle lâ ilâhe illâ’llâh dehale’l-cenneh [Allah’tan başka ilâh yoktur!’ diyen, cennete girer].
Re’sü’l-hikmeti mahâfetu’llâh [Hikmetin başı Allah korkusudur].
İnneme’l-a’mâlü bi’n-niyyât ve innemâ li-külli’mriin mâ nevâ [Ameller niyetlere göre değer kazanır; herkes, ancak niyetinin karşılığını alır].
er-Râhimûne yerhamuhumu’r-Rahmân irhamû men fi’l-ardi yerhamukum men fi’s-semâ’ [Merhamet sahiplerine Rahmân da merhamet eder; siz yeryüzündekilere acıyın ki gökteki/ler de size acısın].
Men kâne yu’minu bi’llâhi ve’l-yevmi’l-âhir fel-yasıl rahimehû… fel-yekul hayran ev li-yasmut [Allah’a ve o son güne iman eden akrabasıyla sıcak ilişkilerini devam ettirsin. Allah’a ve o son güne iman eden ya hayırlı şeyler konuşsun ya da sussun].
Ekmelü’l-mü’minîne imânen ahsenühüm hulukan [Müminlerin en hayırlısı ahlâkça en güzel olanlarıdır].
Rave’l-Hasen ‘an Ebi’l-Hasen ‘an ceddi’l-Hasen: inne ahsene’l-hüsni el-huluku’l-hasen [Hz. Hasan, Ebu’l-Hasan’dan (yani Hz. Ali’den) o da ceddü’l-Hasan’dan (yani Hz. Peygamber’den) rivayet etti ki: Güzeller güzeli güzel ahlâktır].
Men neffese ‘an mü’minin kürbeten min kürabi’d-dünyâ neffesa’llâhu ‘anhu kürbeten min kürabi yevmi’l-kıyâmeh ve men yessera ‘alâ mu’sirin yessera’llâhu ‘aleyhi fi’d-dünyâ ve’l-âhirah ve men setere müslimen seterahu’llâhu fi’d-dünyâ ve’l-âhirah va’llâhu fî ‘avni’l-abdi mâ kâne’l-abdü fî ‘avni ahîh [Her kim bir müminin herhangi bir dünyevî sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet günü karşılaşacağı bir sıkıntıyı giderir. Her kim zor durumdaki birinin işini kolaylaştırırsa, Allah da hem dünyada hem de ahirette onun işlerini asan eder. Her kim de bir Müslümanın kabahatini örter (görmezden gelir, başkalarına da fâş etmez) ise, Allah da onun kabahatlerini dünyada ve ahirette örter. Hâsılı; kul kendi kardeşinin (hemcinsinin) yardımına koştuğu sürece, Allah da ona yardım edecektir!..]
Eddi ferâida’llâh tekün mutî’an [Allah’ın koyduğu farizaları yerine getir ki itaatkâr olasın].
Son olarak; –iman, İslam ve ihsan kavramlarının anlamlarını veciz bir şekilde ifade eden- ünlü Cibrîl hadisi (muhteva özetle şöyledir): “İman: Allah’a, meleklerine, O’nunla karşılaşacağına ve O’nun elçilerine iman etmen, bilhassa yeniden dirileceğine inanmandır; İslam: Allah’a, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmen, namazı gerektiği biçimde kılman, ödemen gereken zekâtı ödemen ve ramazanda oruç tutmandır. İhsan ise, Allah’a O’nu görüyormuşçasına kulluk etmendir; çünkü sen onu göremiyorsan da O seni görmektedir.”
SONUÇ
Sanat eserlerinin ayet ve hadislerle bezenmesi, temelde tezyinat ve eğitim amaçlı olup Kur’an-ı Kerim’in kutsallık ve bereketinden yararlanma düşüncesiyle öne çıkmaktadır. Kur’an menşe’li dualar, dua maksatlı hıfz ayetleri ile akîdevî mahiyetteki iktibaslar da önemlidir. Yine, fazileti hakkında hadis bulunan Ayete’l-kürsî, Fâtiha, İhlâs, vb. pasajlar hemen her yerde görülebilir. Bezeme için seçilen ayetlerin temel özelliği, yüce Allah’ı veciz ve sahih bir şekilde tasvir etmenin ötesinde, İslam’ın tevhit ve yeniden diriliş gibi temel inançlarını özlü biçimde yansıtmalarıdır. Yazı mahallinin darlığı-genişliği, mesaj, duygu ve düşüncelerin az-öz bir ibareyle net biçimde iletilmesi, istif ve şablonun hazır olması, bazı harf ve kelimelerin istife daha elverişli ve daha estetik olması, banilerin belli bir ayeti özellikle istemesi ayet tercihinde önemli diğer etkenlerdir.
Ayet ve -hadisler yoluyla kitlelere belli mesajlar ve âdab-ı muaşeret niteliğinde nazik uyarılar iletildiği gibi, padişah, valide sultan, şeyhülislam, sadrazam, paşa, kazasker, ağa ve mimarlar inanç, duygu ve düşüncelerini bu pasajlar yardımıyla dışa vururlar. Ayetlerle gerçek olay ve kişiler arasında özel ve hoş bağlantılar kurulur.
Bir şeyi algıla(t)mada, zihne yerleştirmede ve kitlelere mal etmede tekrar ve süreklilik esas olduğundan, Kur’an’ın ana mesaj ve öğütleri mümkün olan her dekoratif çevrede; camide, çeşmede, devlet dairesinde, okulda, hastanede, kışlada, dergâhta, hâsılı; hemen her yerde dikkatlere arz edilir. Her şeyin Kur’an-ı Kerim’le irtibatlandırıldığı, sosyo-kültürel hayatın odağında Kur’an’ın olduğu bir ortamda ilahî mesajı yansıtan ayetler reel hayatın içine sokulur, zihinlere ve gönüllere nakşedilir; toplumun kendini sürekli Allah’ın kontrolünde hissetmesi ve ilahî mesajla iç içe yaşaması hedeflenir.
Edebiyatta olduğu gibi, toplumun ve tarihin fotoğrafını çeken sanat eserlerinde de ayet, hadis veya kelâm-ı kibar iktibas edilirken, bu kelime ve cümlelerin yapıyı şiddetle ışıklandırdığı, bir mücevher gibi parladığı, yapıya sanatkârane bir nitelik kazandırıp değer kattığı düşünülmektedir.
İktibas için seçilen ayetlerin temel özellikleri şunlardır: Kuşak yazılarını bir tarafa bırakırsak kısa, özlü ve net olmaları, yüce Allah’ı veciz ve sahih bir şekilde tasvir etmenin ötesinde, Kur’an’ın özeti oluşları ve İslam’ın temel inançlarını özlü biçimde yansıtmalarıdır. Ayet tercihinde etkili olan bir başka faktör de yazı yazılacak mahallin darlığı-genişliğidir. Bazı ayetler üzerinde ittifak hâsıl olması, bazı harf ve kelimelerin daha güzel istif edilebilmesi, bâninin belli bir ayet ve sureyi özellikle istemesi, ayetlerin istif ve şablonlarının hazır olması da ayet tercihinde etkili olmaktadır.


----------------------------------
*Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

H. İlter Taşkıran, Yazı ve Mimarî, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1997, s. 14-15, 31, 32, 61.

Kur’an ayetlerinin mabed dışındaki sanat eserlerinde nasıl uygulandığına ve makalede geçen ayetlerin hangi sanat eserlerinde bulunduğuna dair bkz. Murat Sülün, Sanat Eserine Vurulan Kur’an Mührü, İstanbul: Kaynak, 2006; amlf, “Haremeyn’deki Belli Başlı Mabetlerde Yazılı Ayetlere Dair Mülâhazalar - I ve II” MÜ‹FD, İstanbul 2003, XXIV, 107-130; XXIV, 103-125.

Bedreddin ez-Zerkeşî, el-Burhân fî 'ulûmi'l-Kur’an, nşr. Muhammed Ebu'l-Fazl İbrahim, Beyrut: Dâru’l-Cîl, 1988, I, 483.

Naatlarda iktibas edilen ayetler için bkz. Emine Yeniterzi, Divan fiiirinde Na’t, Ankara: TDV, 1993, s. 92-142.

Mustafa Uzun, “Kur’an ve Türk Edebiyatı”, ‹SAV Kur’an ve Tefsir Arafltırmaları–II, İstanbul: Ensar Yayınları, 2002, s. 24.

Tirmizî, “Fedâilü’l-Kur’an”, 7.

Nihat Boydaş, Ta’lik Yazıya Plâstik Değer Açısından Bir Yaklaflım, İstanbul: MEB, 1994. s. 67-69.

Taşkıran, Yazı ve Mimarî, s. 77, 87.

Örneği: II. Selim’in Selîmiye Camii için Fâtiha sûresini özellikle istemesi üzerine mihrap sofasına bu sure de yazılmıştır

Münâfıkûn 63/8.

Hacc 22/27 ve Mülk 67/1.

Nahl 16/69.

Beyyine 98/3.

Boydaş, Ta’lik Yazıya Plâstik Değer Açısından Bir Yaklaflım, s. 67-69.

Taşkıran, Yazı ve Mimarî, s. 77, 87.

Taşkıran, age, s. 90, 91.

Oleg Grabar, ‹slam Sanatının Oluflumu, çev. Nurullah Yavuz, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1988, s. 104.

Lokman 31/26-27. Bir miktar farklılıkla: Kehf 18/109.

Rûm 30/20-25; Şûrâ 42/32 ve Nahl 16/11-13.

Muhammed b. Abdülazîz bin Abdullah, el-Mâu fi’l-Fikri’l-‹slâmî ve’l-Edebi’l-‘Arabî, Fas, 1996, I, 147.

Sözgelimi, Bursa Hümâ Hatun Türbesi’nin mihrabında ve Yeşil Cami giriş kapısının sağ ve solundaki pencerelerde Hz. Ali’den özdeyişler nakşedilmiş; Semerkand Şâh-ı Zinde türbelerinden Şirin Bike Aka Türbesi giriş kapısına da dikey olarak Sokrates’in: el-‹nsânu fi’d-dünyâ mu’azzebun bi-ahvâlihâ… : “İnsanoğlu, dünyada buranın hâlleriyle kıvranır durur…” ifadesi yazılmıştır (Muzaffer Malkoç, fiâh-i Zinde Türbeleri, Marmara Ü. Sosyal Bilimler Ens. YL tezi, İstanbul 1998, s. 173, 175).

İ. Râcî el-Fârûkî - Lâmia el-Fârûkî, ‹slâm Kültür Atlası, çev. Mustafa Okan Kibaroğlu - Zerrin Kibaroğlu, İstanbul: Yeniflafak gazetesi, 1999, s. 198.

İ. Râcî el-Fârûkî - Lâmia el-Fârûkî, age, s. 198.

İ. Râcî el-Fârûkî - Lâmia el-Fârûkî, age, s. 197.

Buhari, Salât 65; Müslim, Mesâcid 1, 24.

İbrahim Armağan, Toplumsal Yapı, Bilim ve Sanat -Sanatın Toplumbilimsel Temelleri Üzerine Bir ‹nceleme-, İzmir: Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları, 1982, s. 189-190.

Taşkıran, Yazı ve Mimarî, s. 16.

Armağan, age, s. 160.

Armağan, age, s. 191.

Emel Esin, Türkistan Seyahatnamesi, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1997, s. 12.

Zeyneddîn Ahmed ez-Zebîdî, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve fierhi, çev. Ahmed Naim, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 1985, II, 389.
Mütercim, ilgili (278 nolu) hadîsi, “Osman (r.a.) Mescid-i Nebevî’yi tevsî’an ve tezyînen tağyîr edip hem çok genişletti hem de duvarını kerpice bedel nakışlı taşlarla ve kireçle binâ etti. Ve direklerini nakışlı taşlardan, sakfını da sac ağacından yaptı.” şeklinde terceme ettikten sonra, şöyle diyor:
“Bid’at-ı mekrûhe, yaldızlardır. İbâdet-i Mevlâ’ya tahsîs edilen mahall-i pâk ve mübârekin müsrifâne büyük masârif ile vücûde getirilmesi zühde, huşû’ ve tezellüle münâfî olduğu gibi, Hakk’ın sevmediği mübâhâta, tefâhura da vesîle olur. Kerâheti bu yüzdendir… İbnü’l-Münîr’in ‘Evini teşyîd ve tezyîn edip yaldıza boğanlar çoğaldıktan sonra mesâcidin zînetten büsbütün mahrûmiyeti iptizal ve istihânete belki bâis olur korkusuyla onları tezyîn ve teşyîd etmek menduptur.’ dediğini şârih Aynî nakleder. Maahâzâ, masârifi beytülmâl-i müslimînden çıkmamak ve bu zînetlerle mesâcide tâzim kast edilmek şartıyla bunu tecvîz eden bazı ulemâ da vardır ki eimme-i Hanefiyye bu cümledendir.” Ayrıca bkz. s. 388’deki 2. dipnotu.

Tirmizî, Birr 61 (İnna’llâhe cemîlün yuhibbü’l-cemâl).

Müslim, İman 147; İbn Mâce, Du’â 10.

Buhari, Tevhid 52; Ebu Davud, Vitr 20. Ayrıca: Hassinü’l-Kur’ane bi-asvâtiküm (Dârimî, Fedâilü’l-Kur’an 34).

Nusret Çam, ‹slâm’da Sanat Sanatta ‹slâm, Akçağ, Ankara 1997, s. 17.

Mü’minûn 23/14.

Teğâbün 64/3; Tîn 95/4-5.

Neml 27/88; Secde 32/7.

Nahl 16/90; Bakara 2/195; Âl-i İmrân 3/139.

Ankebut 29/69; Nahl 16/128

Mahmut Akok, “XIII – XVII. Yüzyıllarda Yapılmış Türk Camilerinin İç Mimarîsi”, Milletler Arası Birinci Türk Sanatları Kongresi (Ankara 19-24 Ekim 1959), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1962, s. 16.

Grabar, ‹slam Sanatının Oluflumu, s. 103.

Grabar, age, s. 102, 103.

Ali Saim Ülgen, “XVI. Yüzyılda Türk mimarîsinin iç dekoru nasıl vücud buldu”, Milletler Arası Birinci Türk Sanatları Kongresi (Ankara 19-24 Ekim 1959), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1962, s. 395.

Bkz. İbn Manzûr, Lisânu’l-‘Arab, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, 1992, “h-r-b” md.

Âl-i İmrân 3/37, 39; Meryem 19/11; Sebe’ 34/13 [İmam Mücahid bu ayetteki mehârîbi “kasrın dûnundaki yapılar” olarak tefsir eder (Buharî, Enbiya 41)]; Sâd 38/21.

Bkz. İbn Manzûr, “h-r-b” md.

Johs. Pedersen, “Mescid”, ‹slam Ansiklopedisi, İstanbul: MEB, 1987, VIII, 36-37’den özetle...

Akok, “XIII – XVII. Yüzyıllarda yapılmış Türk camilerinin iç mimarîsi”, s. 16.

Grabar, ‹slam Sanatının Oluflumu, s. 93.

Tahsin Öz, ‹stanbul Camileri, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1997, I, 10-11.

Ömür Bakırer, XIII ve XIV. Yüzyıllarda Anadolu Mihrapları, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1976, s. 99.

Bakara 2/144.

Nitekim Hz. Peygamberin; âdil yöneticilerin mahşer günü “nurdan tahtlar” üzerinde Cenab-ı Hakk’ın “sağ el”inde (himaye ve misafirliğinde) olacaklarına dair bir müjdesi bulunmaktadır (Müslim, İmâret 18) ki ilgili ifade …‘alâ menâbira min nûr… şeklindedir. Yani, “taht” minber olarak ifade edilmiştir.

Pedersen, “Mescid”, VIII, 31-34, 42-44’ten özetle…

Enbiyâ 21/107.

Hülya Tezcan, Estâru’l-Kâ’beti’l-Müflerrafe, çev. Tahsin Ömer Tahaoğlu, İstanbul: IRCICA, 1996/1417, s. 123.

Markus Hattstein –Peter Delius, Islam: Art and Architecture, Fransa: Könemann, 2000, s. 71’deki fotoğraf (Bu minberin üst kısmında ayete’l-kürsî yazılı olması da dikkat çekicidir).

Bu şekliyle bulamadım, fakat İbn Hanbel’de (I, 93) Ve men tekelleme fe-lâ cum’ate leh : “Her kim konuşursa, onun için cuma söz konusu değildir (cumanın ruhuna aykırı davranmış olur).” şeklinde bir hadis geçmektedir

Ülgen, “XVI. Yüzyılda Türk mimarîsinin iç dekoru nasıl vücut buldu”, s. 383-84.

Akok, “XIII – XVII. Yüzyıllarda Yapılmış Türk Camilerinin İç Mimarîsi”, s. 14.

Mansur Gündüz - Gül Aykon, “Sinan, Mimar (Koca - denir)” md., Meydan Larousse, İstanbul, 1967, XI, 350.

Bursa Ulu Cami, Yeşil Cami (İznik’teki de), Yıldırım, Muradiye, Edirne Eski Cami, Üç Şerefeli, Tophane Nusretiye, Dolmabahçe Bezmiâlem Vâlide, Piyale Paşa, Cihangir, Ortaköy Büyük Mecidiye, Aksaray Murat Paşa, Mescid-i Nebevî yeni kısım). Çok sayıda kubbesi bulunan mabedlerde kubbelere fazileti hakkında hadis varit olmuş ayet ve sûrelerin sığdırılmaya çalışıldığı da görülmektedir (Mescid-i Nebevî’nin Osmanlı devrine ait kısmı ve Kuba Mescidi kubbe etekleri).

Pedersen, “Mescid”, VIII, 25-27’den özetle…

Fussilet 41/33.

‹slâm Ansiklopedisi, İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı, 1987, V/I, 8 nolu fotoğraf..

Metin Sözen, The Evolution of Turkish Art and Architecture, İstanbul: Haşet Kitabevi, ts., s. 41’deki fotoğraf.

“Tesbih etmektedir” fiilinin faili bir sonraki ayette geçmektedir; bu ayetle birlikte meal şöyle olmaktadır: “Oralarda O’nu sabah-akşam öyle adamlar tesbih etmektedir ki: onları Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten ne ticaret ne de alışveriş alıkoyabilir; çünkü kalplerin ve gözlerin, ne yapacağını bilemez bir halde dehşetten irkileceği bir günden çekinmektedirler.”

Nûr 24/36.

M. Oluş Arık, Hasankeyf: Üç Dünyanın Bulufltuğu Kent, İstanbul: Türkiye İş Bankası, 2003, s. 46, 62, 66 ve 68’deki minareye ait fotoğraflar.

Oktay Aslanapa, “Beylikler devri mimarî sanatı”, Bafllang›c›ndan Günümüze Türk Sanat›, Ankara 1993, s. 168’deki fotoğraf.

Meydan Larousse, IX, 720’deki minare fotoğrafı.

İsrâ 17/111.

Aslanapa, agm, s. 172’deki fotoğraf

Âl-i İmrân 3/193.

Fâtır 35/28.

Nahl 16/125.

Tirmizî, Da’avât 82.

Buhari, Bed’ü’l-halk 8.

Ma’âric 70/34-35.

Sâd 38/50.

Sâd 38/50.

Buhari, Salât 65; Müslim, Mesâcid 24.

Necm 53/39.

Bu ifade, Türkçede kullanıldığı anlamıyla salt bir selamlama (tahiyye) gibi anlaşılmamalıdır. Çünkü bu ayetlerde, “Artık her tür korku ve tehlikeden uzaksınız; rahatınıza bakın!” buyrulmakta; o güzide insanların ahiretin bütün şiddet, dehşet, korku ve üzüntüsünden kurtuldukları vurgulanmaktadır. Bu, s-l-m- kökünün Arapçadaki beraet (uzaklık) anlamından kaynaklanmaktadır. Buna göre, müslim “her tür batıl akideden uzaklaşıp, Allah’a teslim olan kişi” demektir; kişinin bu teslimiyeti sayesinde, çevredeki insanlar da onun elinden, dilinden ve belinden salim (uzak) olmaktadırlar. Geniş bilgi için bkz. Murat Sülün, Kur’an-› Kerim Aç›s›ndan ‹man-Amel ‹liflkisi, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2005, s. 437 vd.

Zümer 39/73.

Ra’d 13/24

Nahl 16/32.

Yâsîn 36/58.

En’âm 6/54.

Hicr 15/45-46.

Hicr 15/47-48.

Hucurât 49/10.

Tevbe 9/18.

Âl-i İmrân 3/97.

En’âm 6/44.

A’râf 7/89.

Mü’minûn 23/29.

Fetih 48/1.

Sâffât 37/79-80.

Sâffât 37/130-31.

Bu ayetlerin hangi mabedin hangi kısmında bulunabileceği hususunda bkz. Murat Sülün, Kuran Mührü, EK’teki ayetler tablosu. İkinci olarak; camilerden çeşitli akidevî ve siyasî mesajlar da iletilmektedir. Ancak bunları –İlim Yayma Vakfı Yaz Akademisi programında sunulacak– bir başka çalışmada işlemiş bulunuyorum.

Gâfir 40/65.

Fecr 89/27-30.

Hicr 15/99.

Hûd 11/112.

Târık 86/4.

Yûnus 10/9.

Kehf 18/30-31.

Gâfir 40/60.

Şûrâ 42/19.

Zümer 39/36.

Münâfikun 63/8.

Âl-i İmrân 3/103.

Tevbe 9/119.

Ahzâb 33/70.

Nahl 16/128.

Zümer 39/10.

Tevbe 9/108.

Tevbe 9/112.

Hûd 11/114-15.

Furkan 25/70.

Bakara 2/1-5.

Zekât kelimesinin semantik analizi için bkz. Murat Sülün, “Kur’an’da Arınma Amaçlı Verişlerin Kavramsal Çerçevesi”, Bir Sosyal Güvenlik Kurumu Olarak Kur’an’da Zekât Sempozyumu, İstanbul: Ensar Neşriyat, 2008, s. 46-77.

Mü’minûn 23/1-5.

Hacc 22/73.

Âl-i İmrân 3/68.

A’râf 7/199.

Âl-i İmran 3/190-94.

Buhari, Cenâiz 1.

Buhari, Bed’ü’l-vahy 1; Müslim, İmâret 155.

Ebu Davud, Edeb 58; Tirmizî, Birr 16.

Tirmizî, Birr 16.

Buhari, Edeb” 31; Müslim, İman 74; Tirmizî, Kıyâmet 50.

Ebu Davud, Sünnet 14.

Buhari, Mezâlim 3; Müslim, Birr 59; Tirmizî, Hudûd 3.

Müslim, Zikr 38; Tirmizî, Birr 19.

Buhari, Mezâlim 3; Müslim, Birr 72.

Müslim, Zikr 37-38; Tirmizî, Hudûd 3.

Buhari, İman 37.