Makale

VİKAYETÜ'R-RİVÂYE'NİN TÜRKÇE TERCÜMELERİ VE ŞEMSİ PAŞA'NIN MANZUM TERCÜMESİ

VİKÂYETÜ’R-RİVÂYE’NİN TÜRKÇE TERCÜMELERİ VE ŞEMSİ PAŞA’NIN MANZUM TERCÜMESİ

Muhittin ELİAÇIK*

Özet:
İslam dünyasında manzum biçimde dinî eser kaleme alınması, hediye geleneği içinde değerlendirilmiş ve yüzlerce eserin yazılmasına vesile olmuş bir uygulamadır. Eskiden kalem ustaları birer el kitabı hâline gelmiş dinî eserleri kısaltma, özetleme veya nazmetme yoluyla okuyucu için hazırlamayı bir dua kazanma vesilesi olarak görmüşler ve hazırladıkları pratik eserlere hediye, hidâye, tuhfe gibi adlar vermişlerdir. Manzum bir eser yazarak hediye sunmak bu uygulamanın bilhassa Osmanlı döneminde en çok görülen şekli olmuş ve adeta bir yarış içine girilip pek çok eser ortaya konulmuştur. Osmanlı Devleti’nin dünyada zirvede bulunduğu Kanuni, II. Selim ve III. Murat devirlerinde beylerbeyi ve musahip olmuş Şemsi Paşa’nın, Vikâyetü’r-rivâye adlı fıkhî eserden yaptığı manzum tercüme de bu yarışın bir örneğidir. Vikâyetü’r-rivâye Osmanlı Devleti’nde çok okunan ve defalarca Türkçe’ye tercüme edilen bir eserdir. Şemsi Paşa’nın 450 beyitlik küçük tercümesinde okuyucuya en gerekli görülen yedi bölüm seçilip nazmedilmiş, serbest ve şerhe kayıcı bir yol izlenmiştir. Kendisini, dedeleri Kızıl Ahmed İsfandiyaroğulları Beyliği’nin son beyi olarak görmüş ve Şemsî mahlasıyla yazdığı şiirleri bir divanda toplanmış olan Şemsi Paşa Arapça fıkhî eserleri çok okuyan, tercüme ve şerhler yazabilen bir devlet adamıdır. Bu manzum tercümenin başında, Şeyhülislam Ebussuûd Efendi’nin de imzasını taşıyan ve Şemsi Paşa’nın soyunun Halid bin Velid’e dayandığının iddia edildiği 50 beyitlik bir silsilename vardır. Şeyhülislam Ebussuûd Efendi bu manzum tercüme üzerinde birtakım tashihler yapmıştır.


Anahtar Kelimeler: Fıkıh, Nazm, Tercüme, Şemsi Paşa, Vikâyetü’r-rivâye, Burhânüşşerîa.
The Translations of Vikâyetü’r-rivâye and Shemsi Pasha’s verse Translatıon
Abstract:
In the Islamic world, religious works written in verse form, have been evaluated in the tradition of gifts and hundreds of works to write an application that was for the occasion. In history one time pen masters set out to compress religious works which hadbecome handbooks in order to prepare readers for the information contained by abbreviating or summarizing these works as a way of gaining good deeds and blessings from God.These practical works were given names such as gift, hidâye, and tuhfe. To provide a gift by writing a work in verse in particular was a common practice especially during the Ottoman period when authors competed against one another where a lot of special works have been produced. Shemsi Pasha who served as grand seigneur and musahip in the peak period of the Ottoman Empire translated some parts of Vikâyetü’r-rivâye in a verse formwhich is an example of the race during the time to produce great works. Vikâyetü’r-rivâye is a work widely read and repeatedly translated into Turkish during the Ottoman Empire. In this verse translation the most necessary seven sections from Vikâyetü’r-rivâye were selected and from those sections, mesnevi was versified where 450 couplets were translated into free-form. Shemsi Pasha wrote poems with the nickname of Şemsî and collected his poems in a divan. He saw himself as the last seignior of the Seigniory of the Red Ahmed İsfandiyarsons. Shemsi Pasha was a statesman that read many arabic religious works, and was able to translate them into Turksih and explain them. At the beginning of this translation there is the signature of Şeyhülislam Ebussuûd Efendi, where 50 couplets exist as the silsilename where Shemsi Pasha’s progeny is claimed to extend all the way to Halid bin Velid. Sheikhulislam Ebussuud Efendi has made some corrections on this verse translation.


Key Words: Canon Law, Verse, Translation, Shamsi Pahsa, Wiqayah al-riwayah, Burhan al-shari’ah.




































GİRİŞ
islam dünyasında hicrî 2-3.yüzyıla gelindiğinde hayli zengin bir malzemeye sahip bulunan ilmî literatürün tedris ve tefhiminde pratik ve kolaylaştırıcı yollar bir ihtiyaç hâline gelmiş ve ihtisar, icmal, telhis, şerh, hâşiye gibi metotlar en uygun yollar olarak öne çıkmıştır. Bu metotlara müteakip asırlarda bir ezberleme ve kolay öğrenme biçimi olarak manzum hâlde kaleme alma biçimi de dâhil olmuş ve bir gelenek halinde yakın tarihimize kadar devam etmiştir. islam dünyasında tefsir, hadis, fıkıh, akâid, kırâat gibi konularda manzum biçimde birçok eser kaleme alınmış olup, Selçuklu-Osmanlı sahasında ise siyer, mevlid, mirâciye, esmâ-i hüsnâ vb. konuların da eklenmesiyle “dinî edebiyat “ denilebilecek bir şube oluşmuştur. Manzum biçim çok sevilip benimsenmiş ve bu eserlerin isimlerinde genellikle hediye kelimesi bulunmuştur. Yani bu biçim, hediye olabilecek kadar değerli bir vasıta olarak telakki edilmiştir. Dinî konuların manzum biçimde yazılma sebebleri “nâzımın şâir oluşu veya bu sahada eser verme arzusu, tercüme eserlerde aslının da manzum oluşu, talimî konularda manzum yazma geleneğinin mevcûdiyeti, nazire yazma geleneği, kolay okuma ve ezberleme” şeklinde sıralanmaktadır (Çelebioğlu, 1998:350). ilk dönemlerde sırf ezberleme ve akılda tutma metodu olarak genellikle fıkıh ve akâid eserlerinde kullanılan bu biçim, daha sonra bilhassa Selçuklu-Osmanlı sahasında dinî-şer’î ve dinî-tasavvufî olarak iki geniş çerçeve içerisinde, edebî sanatların da yer aldığı ayet ve hadis çevirisi, tefsir, fıkıh, kelâm, akâid, kırâat, ilmihal, mevlid, siyer, şemâil, hilye, mirâciye, esmâ-i hüsnâ, kırk, yüz ve bin hadis, tasavvuf, mucize, kerâmet, tabâkat, kısas-ı enbiyâ, menâkıb-ı evliyâ, mersiye, maktel, terceme-i kaside-i bürde ve bür’e, nasihatnâme gibi birçok edebî tür ve şeklin oluşmasını ve zengin bir dinî edebiyatın ortaya çıkmasını sağlamıştır (Levend, 1972:35-80). Manzum biçimde yazılmış kaynak niteliğindeki dinî eserler, Ferâiz-i Sirâciyye örneğinde de olduğu gibi genellikle şerh, haşiye ve manzum tercümelerle açıklanmıştır. Buna Hanefî mezhebinin el kitaplarından olup Osmanlı hukuk sistemi içinde özel bir yeri bulunan Vikâyetü’r-rivâye’yi de dâhil edebiliriz. Dinî eserlerin nazmen yazılmasındaki asıl hedef, daha açık ve kolay anlatmaktan ziyade, ezberleme ve hatırda tutmak olmuş, bu da anlatımın yetersiz kalmasına, dolayısıyla da izah mahiyetinde zincirleme eserlerin yazılmasına yol açabilmiştir. Böyle pratik eserlerin isimlerinde genellikle hediyye, hidâye, tuhfe, yâdigâr gibi sıfatların bulunması ve sebeb-i telif bölümlerinde halktan hayır dua alınmak ve bir ahiret azığı hazırlanmak istenildiğinin belirtilmesi, yapılan işin ne derece mühim bir hizmet olarak görüldüğüne işaret etmektedir. Söz ve mana sanatlarının fazla kullanılmadığı bu eserlerde konular ayrıntıya girilmeden nazmen özetlenmiş ve böylece okuyucunun elinden ve dilinden düşürmediği el kitapları olmuşlardır. Mesela Hanefî fakihlerinden imam Mergınanî el-Bidâye adlı kendi fıkhî eserine el-Hidâye adıyla daha kolay ve pratik bir haşiye yazmış, Burhanüşşerîa Mahmud onun daha pratiği olan Vikâyetü’r-rivâye’yi yazmış, bu eser de halk için defalarca nazmen veya ihtisaren tercüme edilmiştir. Bu makalemizde incelediğimiz fiemsi Paşa’nın manzum tercümesi de bunlardan birisi olup Anadolu sahasında bu eserin daha başka Türkçe tercümeleri de yapılmıştır. Biz asıl konumuza girmeden önce, islam dünyasında manzum biçimde yazılmış dinî eserlere bir göz atmayı faydalı buluyoruz. islam dünyasında çeşitli dönemlerde ve konularda manzum halde yazılmış dinî eserlere baktığımızda mühim bir sayıya ulaştıklarını görürüz. Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:
Sarf-nahiv üstadı olan ibni Hâcib (ö.1174)’in el-Kâfiye’si Muhammed Bahşî (ö.1687) tarafından eş-fiâfiye fî-nazmi’l-Kâfiye adıyla nazmedilmiştir. ibni Mâlik Muhammed bin Abdullah (ö.1273) nahivde 1000 beyitlik Elfiyye ve 3000 beyitlik el-Kâfiyetü’ş-fiâfiye’yi yazmıştır. ibni Arabşah (ö.1451) meânî ve beyânda 2000 beyitlik Mir’âtü’lâdâb´ı yazmıştır. fiemseddin Ukaylî (ö.1259) çok okuttuğu Câmiu’s-sagîr´i nazmetmiştir. Devletoğlu Yusuf (ö.1250) Vikâyetü’r-rivâye´yi 6960 beyitle Türkçe’ye çevirmiştir. Divrikli Fahreddin Muhammed Efendi (ö.1323) bir nahiv manzumesi yazmıştır. ibrahim ibni Süleyman Radıyüddin (ö.1380) fıkhî bir manzume yazmıştır. Karahisarlı Hattab Haydar ibni Ebilkâsım (ö.1414) fierh-i Manzûme-i Nesefî´yi yazmıştır. Amasyalı Dede Cengî Efendi (ö.1567) Vehbâniyye adlı fıkhî bir manzume yazmıştır. Sirozlu Hüseyin (ö.1591) manzum Cezerî fierhi olan Dürr-i Meknûn´u yazmıştır. Nahivde Kâfiye ve Elfiyye kitaplarına birçok manzum şerh ve hâşiye yazılmıştır. Germiyanlı Hüsamzâde ibrahim Efendi (ö.1607) Fıkh-ı Ekber ve fiâfiye´yi, Abdülkadir Feyyumî (ö.1613) beyan üzerine Ferâidü’l-Belâga´yı, Hıbrî Ali Efendi (ö.1669) Türkçe bir akâid olarak Zuhru’l-Masîr´i, ishak Hocası Ahmed Efendi (ö.1708) Akâid´i, Ayn-ı Ekber Muhammed Efendi (ö.1722) Türkçe fiemâil-i fierîf´i, Abdürrahim Efendi akâid, ferâiz, tecvîd ve nahiv konularını, Abdürrahim Efendi (ö.1885) Kasîde-i Nûniyye, Kasîde-i Tâiyye ve fierh-i fiâfiye´yi, Elbistanlı Hayatî Ahmed Efendi de Kasîde-i Nûniyye’yi manzum biçimde yazmıştır. Endülüslü Kasım-ı fiâtıbî (ö.1194)’nin Kaside-i Lâmiyye, Hırzü’l-emânî ve Vechü’t-tehânî adlı manzum eserleri medreselerde ezberlenmiştir. Kırâat âlimi ibnü’l-Cezerî (öl.1429)’nin Kitabü’n-neşr fi’l-kırâati’l-aşr adlı eseri manzum hale getirilmiştir. Hızır Bey Çelebi’nin (ö.1458) Kasîde-i Nûniyye (Cevâhiru’l-akâîd)’si ezberlenmiş ve hâşiye ve şerhleri yazılmıştır. Sirâceddin Ali Ûşî (ö.1180)’nin ehl-i sünnet akâidi üzerine yazdığı Emâlî Kasidesi şerhedilip ezberlenmiştir. Hadiste ibni Ferah manzumesi medreselerde okutulan başlıca eserlerden olmuştur (Ergün 1996:2; http://egitim.aku.edu.tr/moders.htm). Ebû Hafs en-Nesefî (ö.1142)’nin Manzûmetü’n-Nesefî fi’l-hilâf adlı eseri fıkıh sahasında ilk manzum eser olma özelliğini taşımış, Ebü’l-berekât en-Nesefî (ö.1310)’nin, mütûn-ı erbaadan olan eseri Kenzu’d-dekâyık ibnü’l-Fasîh tarafından Nazmu’l-Kenz adıyla manzum hâle getirilmiştir (Cici, 1999:231, 233). Akâid ve ilmihal üzerine yazılmış manzum eserlere Rızâî ishak bin Hasan Tôkâdî (ö. 1688)’nin Nazmu’l-ulûm ve Nazmu’l-leâlî, Kadızâde Mehmed Efendi (ö. 1759)’nin Nazmu’l-akâid ve fiemsi Paşa’nın da itikâdnâme adlı eserleri de eklenebilir. Fıkhın ana konularından ferâiz ilminde de birçok manzum eser yazılmış ve bunlar genellikle Secâvendî (ö.1200)´nin manzum el-Ferâizü’s-Sirâciyye ve fiafiî fakihi ibnü’l-Mütefennine’nin el-Ferâizü’r-Rahbiyye adlı eserlerine dayanmışlardır. Bu sahada büyük kısmı Ferâiz-i Sirâciyye’ye dayalı olarak Abdülmuhsin Kayseri (ö.1354)’nin Manzûmetü’l-Ferâiz’i (Arapça), Muhammed bin Mes’ûd el-Kayserî (ö.1354)’nin Nazmü’s-Sirâciyye’si (Arapça), Abdurrahman Câmî (ö.1492)’nin Manzûme-i Ferâiz-i Sirâciyye’si (Farsça), Dursunzâde Abdullah Feyzî (ö.1610)’nin Manzûme-i Sirâciyye’si (Türkçe), Abdülmelik bin Abdülvehhab el-Fettenî’nin Hulâsatü’l-Ferâiz’i (Arapça), Muvakkıt’ın el-Levâmiü’z-Ziyâiyye fî-nazmi’s-Sirâciyye’si (Arapça), Mollacık-zâde Mehmed Râif’in Manzûme-i Ferâiz-i Sirâciyye’si (Türkçe), Hâcibzâde Muhammed bin Mustafa el-istanbulî’nin Ferâiz-i Vâfiye’si (Türkçe), Filibeli Ahmed Hulusi Efendi’nin Sirâciyye Tercümesi (Türkçe), Hasan bin Nasûh el-Bosnevî’nin Tercümetü’1-Ferâizi’s-Sirâciyye’si (Türkçe), Ebû Bekir Sıdkı Hafız’ın Sirâciyye Tercümesi (Türkçe), Denizlili Köralizade Esad Efendi’nin de Mir’ât-ı Ferâiz’i (Türkçe) dikkati çeken eserlerdir.
Yukarıdaki eserlere, dinî çerçeveye de giren dil-edebiyatla ilgili eserler de eklenebilir. imam Busayrî (ö.1295)’nin Kaside-i Bürde’si ezberlenen ve nazmen çevrilen eserlerden olmuştur. Arapça ve Farsça lügatler manzum olarak yazılmış, Fatih devri alimi Muhammed ibni Velî manzum lügatini, Kanunî devri âlimlerinden Abdülcelil ibni Yusuf Sekr-i Sâfî ve Seb’atü Ebhur´u, Muhammet Ali Dede Gevher-i Manzûm´u, Abdürrahim Efendi Lügat-ı Arabiyye´yi, Sünbülzâde Vehbi (ö.1809) de Farsça öğretmek için Tuhfe-i Vehbi’yi, Arapça öğretmek için de Nuhbe-i Vehbi’yi manzum biçimde yazmıştır.

HANEFÎ MEZHEBİ LİTERATÜRÜ VE OSMANLI HUKUK SİSTEMİNİ ETKİLEYEN ESERLER

Manzum hâlde kaleme alınmış dinî eserler arasında fıkhî konulular, bunlar arasında da Hanefî fıkhıyla ilgili olanlar öne çıktığından, burada Hanefî mezhebi literatürüne ve başta el-Hidâye ve Vikâyetü’r-rivâye olmak üzere Osmanlı hukuk sistemini etkileyen eserlere değinmemiz yerinde olacaktır.
Numan bin Sâbit Ebû Hanife (699-767) ve öğrencilerinin içtihatlarına dayanan Hanefî mezhebi literatüründe imâm-ı A’zam ve öğrencilerinin tevâtür yolla gelen görüşleri zâhirü’r-rivâye, âhad yolla gelen rivayetleri de nâdiru’r-rivâye diye anılmıştır. Bu mezhebin literatüründe Tahavî (ö.933)’nin el-Muhtasar’ı, Mervezî (ö.945)’nin el-Kâfî’si, Serahsî (ö.1090)’nin el-Mebsût’u, Kudûrî (ö.1037)’nin el-Muhtasar’ı en meşhur ve muteber kitaplar arasında sayılmış, binlerce fıkhî meselenin kısa ve öz olarak anlatıldığı Kudûrî’nin el-Muhtasar’ı yıllarca medreselerde ders kitabı olarak okutulup otuza yakın şerhi yazılmış, bunların da en meşhuru Burhaneddin el-Mergınanî (ö.1197)’nin el-Hidâye’si olmuştur. Bu eser de Hanefî uleması arasında en çok rağbet gören eserlerden olmuş ve altmış civarında şerh ve haşiyesi yazılmıştır. Hanefî uleması arasında Mavsilî (ö.1284)’nin el-Muhtâr’ı, ibnussââtî (ö.1295)’nin Mecmau’l-Bahreyn’i, en-Nesefî (ö.1310)’nin Kenzu’d-dekâyık’ı, Burhânüşşerîa Mahmud (1274)’un Vikâyetü’r-rivaye’si mütûn-ı erbaa olarak anılmış (Özel, 1997:21-22), Vikâye ve Kenz ile Kudûrî’nin Muhtasar’ı mutûn-ı selâseyi, el-Hidâye’nin de eklenmesiyle hepsi birden mütûn-ı sitteyi oluşturmuşlardır. Mütûn-ı erbaa kanun gibi sayılmış, bunların hilafına fetva vermek neredeyse caiz sayılmamıştır (Uzunçarşılı, 1984:63). Burhaneddin el-Mergınânî’nin, imam Muhammed’in el-Câmiu’s-Sagîr’iyle Kudûrî’nin el-Muhtasar’ındaki meseleleri toplayarak yazdığı Bidâyetü’l-Mübtedî adlı kendi eserine yazdığı hâşiyenin adı olan el-Hidâye yüzyıllarca Osmanlı medreselerinin baş kitabı olmuş, ingilizce ve Rusçaya da çevrilmiştir. Bu eserde Câmiu’s-Sagîr’deki tertip esas alınmışsa da, okuyucunun kitabı daha iyi anlaması için bazı bölümler bölünüp, bölüm sayısı 40’tan 56’ya çıkarılmıştır (Kallek, 1998:471,473). Burhânüşşerîa Mahmud (ö.1274), torunu Sadrüşşerîa için el-Hidâye’den seçtiği bölümlerle, mütûn-ı erbaadan olan Vikayetu’r-rivaye fî-mesâili’l-Hidâye’yi yazmış, torun da bu kitabı Nikâye adıyla şerhetmiştir. Bu şerh, Sadrüşşerîa fierhi adıyla meşhur olmuş ve yüzyıllarca medreselerde orta seviyede bir fıkıh kitabı olarak okutulmuştur. Bunun meşhur hâşiyeleri arasında Ahi Çelebi, Hasan Çelebi, Bayramzâde Zekeriya Efendi ve imam Birgivî hâşiyeleri meşhur olmuş, ama özellikle Molla Sinaneddin Yusuf’un yazdığı hâşiye talebeler arasında çok tutulmuştur (Ergün, 1996:2; http://egitim.aku.edu.tr/moders.htm). Osmanlı’da şeyhülislam ve kadılar fetvası istenen meseleleri, Hanefî mezhebinde mütûn-ı erbaa denilen el-Muhtâr, Kenzü’d-dekâyık, Vikâyetü’r-rivâye, Mecmau’l-bahreyn ile Mutasarü’l-Kudûrî ve bunların şerhlerine bakarak cevaplamışlardır.
Osmanlı hukuk sistemini usûl, fürû, ilmihal, ferâiz, fetva gibi alanlarda birinci dereceden etkileyen yirmi beş civarında Arapça eser olup, bunların tesir derecesi “teliflerde esas alınmak, şerh, haşiye, talik, muhtasar, risale, reddiye ve tercümelerin konusu olmak, medreselerde ders kitabı olarak okutulmak, eserlere referans olmak, şer’iye sicillerinin tereke kayıtlarına geçmek” gibi hususlar dikkate alınarak belirlenmektedir (Cici, 1999:216). Osmanlı fakîhleri Osmanlı’nın kuruluş ve yükseliş dönemlerinde bu kaynaklar üzerinde şerh, haşiye, ta’lik, muhtasar, risale, reddiye ve tercüme türlerinde birçok eser yazmışlardır. ilk üç asırlık zaman diliminde furû ile ilgili yapılmış 385 çalışmadan 107’sinin telif, diğerlerinin ise başka eserler üzerinde yapılmış çalışmalar olduğuna bakılarak Osmanlı fakihlerinin usûlden ziyade furûda ve teliften ziyade şerh, haşiye, ta’lik, muhtasar, risale, tercüme ve reddiye türlerinde çalışmalar yaptıkları anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere islam hukukuyla ilgili çalışmalar genel olarak usûl ve furû diye gruplandırılmakta, fürû çalışmaları da ibâdât, muamelât ve ukûbât gibi kısımları kapsamaktadır. Fürû eserlerin de ibadetler bölümü ilmihal, miras hukuku konuları ise ferâiz adı altında ele alınmaktadır. Osmanlı hukuk sistemini etkilemede usûle dair kaynakların dah az olduğu ve asıl yoğunluğun fürû konularında olduğu görülmektedir. Bu sistemi usûlde etkileyen başlıca kaynaklar Pezdevî (ö.1089)’nin Usûl’ü, Gazâlî (ö.1111)’nin el-Mustasfâ’sı, ibni Hâcib(ö.1249)’in Muhtasar’ı, Habbâzî (ö.1292)’nin el-Muğnî’si, Nesefî’nin Menâr’ı, Sadrüşşerîa (ö.1346)’nın Tenkîh-Tavzîh’i ve Taftâzânî (ö.1390)’nin Telvîh’i olmuştur. Fürûda etkileyen kaynakların başında da mütûn-ı erbaa diye bilinen Burhânüşşerîa (ö.1274)’nın Vikâye, el-Mavsılî (ö.1284)’nin Muhtar, ibnu’s-Sâatî (ö.1285)’nin Mecma ve en-Nesefî (ö.1310)’nin Kenz adlı eserleriyle Kudûrî (ö.1037)’nin el-Muhtasar’ı, Ebû Hafs en-Nesefî (ö.1142)’nin Manzûmetü’n-Nesefî’si, Burhaneddin el-Mergınanî (ö.1197)’nin el-Hidâye’si ve Babertî (ö.1384)’nin inâye’si bulunmuştur (Cici, 1999:217-224). Ayrıca, ilmihalde Ebü’l-Leys Semerkandî (ö.983)’nin Mukaddimetü fi’s-salât’ı ile Ebû Abdullah el-Kaşgarî (ö.1305)’nin Münyetü’l-musallî’si, ferâizde Sirâcuddîn es-Secâvendî (ö.1200)’nin el-Ferâizu’s-Sirâciyye’si, fetvada da Fahrüddin Hasan el-Fergânî (ö.1196)’nin Kâdîhân’ı ile el-Bezzâzî (ö.1423)’nin Bezzâziyye’si etki yapmış eserlerdir (Cici, 1999:236-240).
Osmanlı fakihleri üzerinde usûlde en etkili kaynak Sadruşşerîa’nın Tenkîh’i, fürûda ise mütûn-i erbaa, mütûn-i selâse ve Hidâye’den oluşan altı eser olup, bunların da en etkilisi Vikâye ve Hidâye olmuş, Vikâye ve şerhi üzerinde 54, Hidâye ve şerhi üzerinde de 35 çalışma yapılmıştır. Bu altı esere birbirlerine kaynak olma bakımından bakıldığında ise önce Muhtasar, sonra Hidâye gelmekte, Muhtasar büyük ölçüde ana kaynak olmakta, diğerleri de birbirlerinin tamamlayıcısı niteliğinde görünmektedir. Bazı bölümleri üzerinde yapılan mukayeselerde Osmanlı’nın yazılı hukuk kodu sayılan Mecelle-i ahkâm-ı adliyye’nin de büyük ölçüde bu altı esere dayandığı, bir bakıma onların maddeleştirilmiş şekli olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı fakihleri üzerinde doğrudan en çok tesiri olan müellif, usûlda ve furûda eserleri bulunan Sadruşşerîa ile Nesefî olmakta, onları sırasıyla Mergınânî, Taftâzânî, Burhânuşşerîa, Secâvendî, ibni Hâcib, Seyyid fierif Cürcânî, ibnü’s-Sâatî, Pezdevî ve Semerkandî izlemektedir. Osmanlı fakîhlerinin, Gazâlî vasıtasıyla fiâfiî, ibni Hâcib yoluyla da Mâlikî hukuk okulundan yararlandıkları görülmekte ve mezhebin ilk fakihlerince yazılmış ilk el eserlere değil de, aynı ırk ve kültürden oldukları müelliflerin bu eserlere müsteniden yazdıkları ikinci, üçüncü el eserlere yöneldikleri gözlenmektedir (Cici, 1999: 241-243).

VİKÂYETÜ’R-RİVÂYE VE TÜRKÇE TERCÜMELERİ

Mutûn-ı erbaanın birincisi sayılan Vikâyetü’r-rivâye, Osmanlı hukukçularını etkileyen kaynakların başında gelmiş, telif çalışmalarında esas alınmasının yanında şerh, ta’lik, tercüme ve reddiyeye de konu olmuştur. Vikâyetü’r-rivâye’ye şerh ve haşiye yazanlar genellikle bu çalışmalarını müderrislikleri sırasında yaptıklarından, kendilerinden sonra gelenler de bu eseri takip etmişler ve böylece bu eser Osmanlı medreselerinde her dönemde değişmez bir ders kitabı olmuştur. Yukarıda da belirtildiği üzere, Vikâyetü’r-rivâye’nin dayandığı eser olan Burhaneddin el-Mergınânî’nin el-Hidâye’si, müderris adaylarının mülakatlarında başvuru kaynağı olmuş ve Osmanlı fakîhleri için vazgeçilemez bir kaynak durumuna gelmiştir. Onun daha da ikmal edilmişi olan Vikâyetü’r-rivâye ise en az onun kadar tutulup beğenilmiştir. Telif eserlerinde Vikâyetü’r-rivâye’yi esas alan fakîhlerin başında Letâifu’l-işârât’ıyla Bedreddin Simâvî, Müştemilü’l-ahkâm’ıyla Fahreddin Rûmî, Kitabu’l-hudûd ve’l-ahkâm’ıyla Musannifek ve Mülteka’l-ebhur’uyla da ibrahim Halebî gelmektedir (Cici, 1999:226). Başta ibni Melek ve oğlu ibni Melekzâde, Alaaddin Esved, Seyyid Hasan bin Seyyid Ali, Hüsameddin Tokâdî, Musannifek olmak üzere, ibni Melekzâde, Kirmastizâde, Acemzâde, fieyhzâde Muhyiddin Kocavî, Kasım bin Süleyman en-Niğdevî, Kara Sinân Yûsuf, Kara Kemal, Yunus bin Ahmed Sofyavî vd. Vikâye’ye şerh; Hüsâm-zâde Mustafâ bin Hüseyin, Bâlî Paşa, Yakup Paşa bin Hızır Bey, Ahi Çelebi, Hayâlî fiemseddîn Ahmed, Sa’dî Çelebi, Muhyiddîn Mehmed, Abdülvâcid bin Muhammed, Arab Çelebî vd. de haşiye yazmışlardır. ilk dönemlerde yazılan 22 şerhin 8’i Vikâye, 5’i Hidâye, 2’si Mecma, 2’si Kenz ve l’i Muhtar üzerine olmuş ve böylece mütûn-ı erbaa, şerhlerin yarısından fazlasını oluşturmuştur (Cici, 1999:226; 1995:324). Vikâyetü’r-rivâye şerhlerinin en meşhuru torun Sadruşşerîa’nın şerhi olmuştur. ibni Melekzâde, Vikâyetü’r-rivâye’nin gizli noktalarını açıklayıp faydalarını gösteren, eksiklerini ayırdeden bir şerh yapılmaması sebebiyle babasının bu esere şerh yazdığını belirtmiş; Seyyid Ali Komenâtî (ö1436), şerhinin önsözünde Vikâye’nin delillerden uzak ve lafızlarının çok kısa olduğunu, ama bu eksiklerini gideren bir şerhin de bulunmadığını söylemiş; Vikâye’yi tüm tepkileri göze alarak Türkçe’ye kazandıran Devletoğlu Yusuf, şer’î hükümleri bilmenin herkese farz olduğunu, özellikle bu konuyu iyi bilmesi gereken kadıların bu Türkçe eserden yararlanabileceklerini, zaten bu tercümeyi ilm-i furû öğrenilsin diye yaptığını belirtmiş, fieyhülislam ibni Kemal (ö.1534) de el-Islâh ve’l-izâh adlı eserinde Vikâye’nin basiret sahipleri nezdinde küçük ama kıymetli bir eser olduğunu söyleyip eserde bazı tashihler yaparak bu kitabı tamamlamak istediğini belirtmiştir (Cici, 1999:227). Bu eserin tercümelerinden ziyade Arapça şerh, haşiye ve izahları yapılmıştır. Kütüphanelerde bulunan yüzlerce yazma nüshası bu eserin çok okunduğuna işaret etmektedir. Biz burada bu eserin Osmanlı döneminde yapılmış Türkçe tercümeleri üzerinde duracağız. Osmanlı Devleti’nin ilmî ve idarî yapısında mühim bir yer tutan bu eser büyük ölçüde tertip tarzı ve kullanım kolaylığından dolayı müreccah tutulmuştur. 56 bölümüyle tüm fıkhî konuları özlü biçimde anlatan eser, devlet dairelerinde ve medreselerde adeta bir islam hukuku el kitabı hâline gelmiştir. Yazılış sebebi de hediye amacına dayanan bu eser, bu yüzden güzel ve beğenilir bir tarzda düzenlenmiştir. Osmanlı Devleti’nde müftü, kadı ve diğer bürokratların kitap koleksiyonlarında bu eserin baş sıralarda yer alması sürekli elde tutulup okunduğuna işaret etmektedir. Bir beylerbeyi ve musahip olan fiemsi Paşa da bu eseri çok okuduğunu ve bir hediye olmak üzere Türkçe’ye nazmen çevirdiğini belirtmiştir. fiemsi Paşa’nın manzum tercümesi, bu eserin Anadolu sahasındaki tercümelerinden birisi olup, bu sahada daha başka Türkçe tercümeler de bulunmaktadır.



Vikâyetü’r-rivâye’nin bilinen Türkçe tercümeleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Balıkesirli Devletoğlu Yusuf tercümesi. Hakkında yeterli bilgi bulunmayan yazarın, sadece Balıkesirli olduğu, II.Murad devrinde yaşadığı ve bu eseri onun adına nazmen Türkçe’ye çevirdiği bilinmektedir. 1424’de II.Murad namına yapılan bu manzum tercüme, Vikâye’nin Anadolu sahasında yapılmış en mühim tercümesi olup kütüphanelerde otuza yakın nüshası vardır. Vikâye’nin Arapça aslından 6960 beyit hâlinde çevrilen bu tercümeye Vikâyenâme de denilmiştir. Yarı telif bir eser gibi olup Vikâye dışında başka eserlerden de yararlanıldığı anlaşılmaktadır. 48 bölümden oluşan ve Türkçede ilk manzum fıkıh kitapları arasında yer alan bu tercümede, konular ana metin verilmeden ve sadece başlıklar altında serbest biçimde nazmen tercüme edilmiştir. Dinî-didaktik bir mesnevi mahiyeti de arzeden eser, ibadetle ilgili temel bilgiler vermek, bilhassa kadılara yardımcı olmak ve kolayca ezberlenmek için manzum biçimde kaleme alınmıştır. Ancak, müellif eserin sebeb-i telifinde eserini manzum biçimde çevirme sebebini adeta mazeret bildirir gibi açıklamıştır. Sanat yönüyle değil, eski Anadolu Türkçesi özelliklerini yansıtan bir metin olmasınca öne çıkan bu eser üzerinde birkaç lisans üstü tez yapılmıştır.
2. Kurd Muhammed Efendi tercümesi. fiemsi Paşa’nın çağdaşı olup Kurd Efendi diye de tanınan Muhammed bin Ömer er-Rûmî (1524-1588), Bulgaristan’da Tatarpazarcığı’nda doğmuş, sahn-ı semân medresesinde müderris yardımcısı olmuş, tasavvufa meyledip Sofyalı Bâlî Efendi’nin sohbetine devâm etmiş, Halvetiyye tarikatında ilerleyip Bâlî Efendi tarafından irşâd görevine getirilmiş, Bâlî Efendi 1553’de Sofya’da ölünce de onun halîfesi olarak Sofya’da halka dersler vermeye başlamıştır. Daha sonra istanbul Kadırga ve Fatih’te de bir süre dersler vermiş, Zigetvar’ın fethinden sonra sınırlara çıkıp Budin ve birçok kalelerde derslerine devam etmiştir. Her kesimden büyük saygı ve itibar gören Kurd Efendi, 1588’de hocasının kabrini ziyaret için gittiği Tatarpazarcığı’nda vefat etmiş ve orada babasının yanına defnedilmiştir. Kaynaklarda birçok eserinden bahsedilmekte olup bunların belli başlıları şunlardır: fiir’atü’l-islam kitabının şerhi olan Mürşidü’l-enâm ilâ-dâri’s-selâm, Tercüme-i şerhü’l-Kâfiye, Ta’bîrü’r-rüyâ, Tefsîrü sûreti’l-Mülk, Reyhânü’l-ervâh fî-tercemeti’l-Merâh, fierhü mukaddimeti’l-Cezeriyye, Adâb-ı mülûk risâlesi, ilmihâl, Etvâr-ı seb’a risâlesi, Terceme-i Vikâye, fierhü Neşri’l-Cezerî, Terceme-i Fıkhü’l-Ekber, Tefsîrü’l-Hanefî, Tercümân-ı Bidâye (Kehhale, 1993: 89; ismail Paşa, 1955: 259; Süreyya, 1996: 894; Ayvansarayî, 1281: 197; Mehmet Tahir, 1338: 145). Yurt içi ve dışında birçok nüshası bulunan ve mühim bir tercüme olan Kurd Efendi’nin mensur Vikâye tercümesinde, önce ana metin yazılıp sonra direkt çeviri yapılmış, aralarda gerektiği yerlerde de izahat verilmiştir.
3. Mütercimi belirtilmeyen eksik bir Vikâye tercümesi. Bu tercümenin bulunduğu defterde fevâid türü kayıtlar olup tercüme ise hac bahsine kadar yapılmıştır. Kurd Muhammed Efendi’nin tercümesinin bir kopyası olduğu intibaını vermektedir. Büyük ihtimalle bir alıntı olduğunu düşündüğümüz nüshayı Kurd Efendi’nin tercümesiyle karşılaştırdığımızda noktalamalarda dahi bir fark olmadığını tespit ettik. Fakat eser, Yavuz Sultan Selim zamanında 1519’da tercüme edilmiş gibi gösterilmiştir. Bu tarihte Kurd Efendi daha hayatta bile değildir. Önsözde şöyle denilmiştir: “Bilgil ki tahkîk-i ulûmun eşrefi ve enfaı meşrûâtdur ve buna iştigâl efdal-i tââtdur ve ehem-i mühimmâtdur eyle olsa bu ma’nâyı mülâhaza idüp terâkîb-i arabiyyede kusûrı olan mübtedîlere vüfûr-ı şefekati olan azîzlerden fahrü’l-a’yân câmi-i fezâil-i nev’i’l-insân veliyyü’n-ni’meti aleynâ ve’l-ihsân kemâ-tüstemâ bihi fi’l-a’yân beleğahu’llahu taâlâ gâyetü münâhin ve şekere sa’yihi fî-mâ nevâhin murâd idindiler ki bu ilmde olan muhtasarâtdan bir gâyet latîfi Türkîye terceme olına ammâ kendülerün adem-i ferâğları olduğı sebebden bu fakîre işâret itdiler. Kitâb-ı Vikâyeyi ihtisâr idüben, fakîr dahi sem’an ve tâaten maa-kılleti’l-bıdâa bu işâret mûcîbince mâ-fi’l-vus’ı bezl idüp işbu nemat üzerine terceme itdüm, kaçan kim Hak taâlâ itmâmını müyesser kıldı ise re’y-i sâibleri buna müteallik oldı ki ilm-i ferâizden metn-i Sirâciyye dahi bu üslûb üzerine terceme olınup ana ilhak olına, eyle olsa ol dahi ol vech üzerine ilhak olındı ve Hak taâlâdan umaruz ki mü’minlerün umûr-ı dîniyyesi ve dünyâviyyesi dâimâ intizâm üzerine olup ba’zı mü’minler bunlarun ile munkatı’ olalar Allahümme’c’ali’l-mü’minîn fî-emnin ve emânin ve a’lâ kelimeti’l-îmâni bi-bekâi devletü’s-sultâni’l-a’zam ve’l-hâkâni’l-muazzam….es-sultânü’bni’s-sultân sultân Selîm Han bin Bâyezîd Han… sene hamse ve ışrîne ve tis’a-mie.” Defterde bu tercümeden önceki fevâid türü kaydın tarihi 1110=1698 olup hattı da farklıdır ve defter sonradan birleştirilmiş gibi de gözükmemektedir. Bu durumda bu tercümenin sonradan kaydedildiğini söylemek mümkündür. Ayrıca defteri kaleme alan, defterin hiçbir yerinde kendi adını vermemiştir.
4. Kütüphanelerde yazarları belirtilmeyen daha pek çok Vikâyetü’r-rivâye tercümesi bulunup, bunların çoğunun yukarıdaki örnekte olduğu gibi, Kurd Muhammed Efendi’nin tercümesinin dolaylı veya dolaysız nüshaları olduğu ihtimal dahilindedir. Bunlardan tespit edebildiğimiz nüshaları aşağıda veriyoruz.
ŞEMSİ PAŞA
isfendiyaroğlu beyi Kızıl Ahmedli’nin torunu olan fiemsi Ahmed Paşa (ö.1580), Sultan Selim Han zamanında yıldızı parlayıp Erzurum ve Sivas eyaletlerine bir arada mutasarrıf olan Mirza Paşa’nın oğludur. Enderun’da yetişmiş, avcıbaşı, bölük ağası, müteferrika ve sipahiler ağası olmuştur. Kanuni devrinde sipahiler ağasıyken 1550’de bir anda fiam beylerbeyi olmuş, 1553 iran seferine katılıp yararlı hizmetleriyle sultanın gözüne girmiş, 1554’de önce Anadolu ve sonra Rumeli beylerbeyi olup bu sıfatla kendi kuvvetlerinin başında Zigetvar seferine katılmış, II. Selim tahta çıkınca ona Lala Mustafa Paşa’dan daha yakın olmuş, III. Murad devrinde de emekli olarak Bolu’da otururken üçüncü kez musahipliğe getirilmiştir. Lala Mustafa Paşa 1580’de vezir-i azamlığa getirildiğinde “kendisi fiam beylerbeyi iken onun kendisinin altında Safed sancağı beyi olduğu” gerekçesiyle mansıbını bırakıp emekli olmuş ve aynı yıl da vefat etmiştir. Renkli bir kişiliğe sahip olup iyi bir şair olarak tanınmış, fiehnâme-i Sultan Murad, Dîvân, Cevâhirü’l-kelimât, Manzum Vikâye Tercümesi, itikadnâme ve Tercüme-i fiurût-ı Salât adlı eserleri yazmıştır. Oğulları da babaları gibi çeşitli devlet hizmetinde görev yapmıştır (Sami, 1306:2873; Derin, 1978:41). fiemsi Paşa, Vikâye Tercümesi’nin girişinde yer alan silsilenâmede Hâlid bin Velîd’e dayandığını söylediği soyunu ve kendi hâlini şöyle anlatır: “Ey fiemsî, dünyâda yegâne olsam buna şaşılır mı, çünkü benim yüce ceddim Hâlid ibn-i Velîd’dir. Hâlid’in oğlu şehîd şâh Nureddin, dünyâda biricikti. Nureddin’in oğlu fiemseddin idi. O serverin oğlu, Ya’kûbdu. Sonra Ya’kûb’un oğlu Ali oldu, ondan da Bâyezîd-i Velî olmuştu. Ey dost, onun oglu Kastamonu’da yerleşmiş olan isfendiyâr’dı. isfendiyâr’ın oğlu ibrâhîm olup ona da yüce Kerîm, Kızıl Ahmed adlı bir oğul vermişti ve o da dünyâda muradını almıştı. Ahmed’in oğlu benim babamdır ve benim hünerim onlardan başkadır. Onun temiz adı Muhammed Mirzâ olup cennet içinde şehîdlerin reîsidir. Baba silsileyle Hâlid’e çıktı, anne ise Osmanoğlu’na müntesiptir. Biz, halk arasında başı yüksek iki şerefli oğuluz. Benim adım Ahmed’dir ama fiemsî de denilse şaşılmaz. Birâderimin adı Mustafâ’dır. Devlet, fiâh Süleymân’a erişince bu fakîre çok iyilik etti. Sultân Selîm’den himmetle ansızın başıma devlet geldi. fiâh Süleymân’a ısrâr etti ve bana fiâm’ı alıverdi, orada yıllarca hizmet ettim. Sonra me’mûriyetimi Rûm’a çevirdiler ve doğruluğumu orada ikmâl ettim. Orada sultânın inâyetiyle Anadolu’yu verdiler. Yükseklik makâmında yerimi bulup Rûmeli beylerbeyi oldum. Birçok kovulmuş, hasta ve düşkün cevâbımla düzelip iyileştiler. Hakk’ın işlerini yürütmeyi istedim ve birçok savaş yaptım. Orada askerin başı olup Sigetvar’ı birlikte fethettim. Bu hâl ile yaşarken padişah ansızın cennet bâğının yolunu tuttu. Dünyânın şâhı gelip tahta geçti de kaygılı gönüller şenlendi. Ben kulu gördüler ki pîr olup ömrünün gülü hazânla solmuş. Bize saygı gösterip ihsân ettiler de pîr yerine tâze genç geldi. Sultân Selîm Han’a dua et.
MANZUM VE MUHTASAR VİKÂYE TERCÜMESİ
fiemsi Paşa, Hanefî mezhebinde en muteber birkaç metinden ve Osmanlı hukuk sistemi ve düşüncesinde de en etkili birkaç eserden birisi olan Vikâyetü’r-rivâye’den okuyucu için en gerekli görünen yedi bölümü seçerek 450 beyit halinde aruzun cedîd bahrinin feilâtün (fâilâtün) mefâilün feilün (fa’lün) kalıbıyla ve mesnevi nazım şekliyle serbest biçimde tercüme etmiştir. Eserin giriş ve hatime kısmı hariç asıl metni 305 beyittir. Bilinen nüshaları Konya Bölge ve Edirne Selimiye yazma eser kütüphanelerindedir. Telif tarihi hatime bölümünde şöyle belirtilmiştir:
Aybına nâzır olmayup fuzalâ - ideler sâhibine hayr duâ
Bu beyitte geçen sâhibine hayr ifadesi ebced hesabıyla eserin telif tarihini 976=1568 olarak göstermektedir. Bu tarih, Kanuni’nin ölüp II. Selim’in tahta çıktığı tarihin hemen sonrası olup bu durumda eserin II. Selim’in tahta çıktığı ilk yılda bir ithaf olarak yazıldığı düşünülebilir; ancak, eserin sebeb-i telîfinde böyle bir ifade olmayıp hayır dua almak amacıyla yazıldığı belirtilir. Sebeb-i telif bölümü özetle şöyledir: “Devlette izzet bulmuş ben fakîr ü hakîr fiemsî yıllarca şeriata hizmet ettim. Beylerbeyliği yapar, gazâlarda hizmet ederdim. Bedî ü beyân okur, halka anlatırdım. Fıkhı çok sever, Bidâye’den ve Vikâye’den bölümler okurdum. Halka makbul olan Hidâye, bana uygun olan ise Vikâye’dir. Vikâye gibi bir metin, Hidâye gibi de bir şerh olamaz. Bu bakımdan halk arasında genç-yaşlı herkesin kolayca okuyup anlaması için üzerime bir borç bilip Vikâye’yi Türkçe nazmettim. Amacımın belâgat olduğunu sanma; muradım dua ve rahmettir.”
fiemsi Paşa’nın bu manzum ve muhtasar tercümesi Ebussuûd Efendi’nin takriz mahiyetindeki mensur fetvasıyla başlamakta, 17 beyitlik hamdele salveleden sonra, 23 beyitlik vasf-ı ashâb-ı güzîn, 14 beyitlik sebeb-i te´lîf, 50 beyitlik silsilenâme, 21 beyitlik Kanuni ve 15 beyitlik II. Selîm methiyeleri gelmektedir. Daha sonra ilmin fazileti ve islam’ın esaslarına dair hadis şerhi mahiyetinde toplam 17 beyit tutan dört ayrı manzume gelir. Eserin sonunda da 5 beyitlik hatime vardır. 56 bölümlük Vikâyetü’r-rivâye’den 49 bölüm atlanıp sadece islam’ın temel şartlarından salât (tahâret ve ezân dâhil), zekât, hac, oruçla birlikte av ve hayvan boğazlama bölümleri nazmedilmiştir. Eserde sırayla tahâret (abdest, gusül, teyemmüm, suların mahiyeti) konusu otuz başlıkla 121 beyitte, salât konusu ezânla birlikte 68 beyitte, zekât bölümü 7, hac 9, savm 23, sayd 38, zebh bölümü de 22 beyitte anlatılmıştır. Hanefî fıkhının zincirleme temel eserlerinden Bidâye, Hidâye, Vikâye gibi eserleri çok okuyan ve şairlik yeteneği de bulunan fiemsi Paşa’nın, ömrünün sonlarında hoş bir manzum hediye bırakıp hayır dua almak istediği ve böylece bu eseri kaleme aldığı anlaşılmaktadır.
fiemsi Paşa’nın manzum Vikâye tercümesi Ebussuûd Efendi tarafından incelenerek matla beytinden başlamak üzere 30-40 yerde düzeltmeler yapılıp birtakım tavsiyelerle birlikte nazik bir yazıyla fiemsi Paşa’ya iade edilmiştir.
ESERİN MÜHİM İKİ VİKÂYE TERCÜMESİYLE MUKÂYESESİ
Serbest bir tercüme olarak dikkatimizi çeken fiemsi Paşa’nın manzum Vikâye tercümesi metnin direkt tercümesi olmayıp, asıl metinde olmayan izah amaçlı beyitleri de ihtiva etmektedir. Burada, fiemsi Paşa’nın izlediği yöntemi göstermek için, bu tercümeyle Türkçe tercümelerden mühim ikisi arasında birkaç mukayese yapacağız. Seçtiğimiz iki tercüme, 1424’de yapılan Balıkesirli Devletoğlu Yusuf’un manzum tercümesiyle fiemsi Paşa’nın çağdaşı Kurd Muhammed Efendi (ö.1587)’nin mensur tercümesidir. Kurd Muhammed Efendi’nin tercümesi metnin direkt tercümesi gibi gözükmekle beraber, gerekli yerlerde izahat yapılmıştır. Dolayısıyla içinde şerhe kaymaları da barındırmaktadır. Balıkesirli Devletoğlu Yusuf’un 6960 beyitlik tercümesi ise yarı telif bir eser görünümünde olup başka eserlerden de yararlanıldığı anlaşılmaktadır. Türkçede bilinen ilk manzum fıkıh kitapları arasında yer alan bu eser, serbest bir tercüme olup konular Arapça ana metinleri verilmeden sadece başlıklar altında nazmedilmiştir. Dolayısıyla hangi metnin nerede ve nasıl tercüme edildiğini takip etmek zor olmaktadır. Aşağıda önce Vikâye metninden seçilen birkaç parça verilip, daha sonra sırayla fiemsi Paşa, Devletoğlu ve Kurd Efendi tercümeleri verilmiştir:
Bâbu’t-teyemmümi li-muhdisin ve cünübin ve hâyizin ve nüfesâe lem-yakdirû ale’l-mâi li-bu’dihi mîlen ev ekserü ev li-marazin ev berdin ev adüvvin ev ataşin ev ademi âletin”
fiemsi Paşa tercümesi (Teyemmümün yapılış şeklinin metni alıntılanmamıştır):

Gusl ü abdest lâzım olsa bir er
Su bulınmazsa ol teyemmüm ider

Olsa bir mîl ırakda ger bir su
Yâ kış olsa yâ hasta yâ adû
Yâ kuyu olsa olmasa âlet
it teyemmüm ki geçmeye sâat

Bil teyemmüm ki neydügin beri bak
Yâ kum olsa yâ taş yâhud toprak

iki darb it bular dege elüne
Sür birin yüzüne birin koluna

Böyle anla teyemmümün aslın
Ezber it var Vikâye’den faslın

Çün tahâret bu denlü oldı ayân
Gel kitâb-ı salâtı eyle beyân
Devletoğlu Yusuf tercümesi. (Teyemmüm konusu asıl metin verilmeden, serbest biçimde 105 beyitle tercüme edilmiştir. Aralarda izahlar görülmektedir) ilk 23 beyti alıyoruz:

fiimdi geldük uş teyemmüm hükmine
Dinle bunda hem şerîat hükmi ne

Su yirinedür teyemmümde türâb
Böyle geldi çün bize Hakdan hitâb

Bir kişi ger kâdir olmasa suya
Kim ala a’zâsını andan yuya

Pes sudan ol mîl kadar ayru ola
Yâhûd abdest alıcak sayru ola

Hem ya düşmenden ataşdan korkar ol
Ya’nî kim su almağa bulmaya yol

Bunda abdestsüz cünüb birdür ol an
Bunda vâcib pes teyemmümdür hemân

Bir kişi şarda cünüb olsa eger
Hem dahi katı sovuk olsa meger
Korkar ol sovuk suyıla gusl ide
Kim ana noksân irişür iy dede

Hem ılıcak su bulunmaz iy ahî
Kim anunla gusl ide hem ol dahi

Pes teyemmüm alıcak olur revâ
Hem namâz kılmak ana olmaz hatâ

Lîk abdestsüz olursa ol eger
fiarda bunun gibi özrile meger

Kim teyemmüm eylemek olmaz revâ
Çünki ol şarda mukîmdür iy ağa

Pes müsâfir olsa câyizdür bu hem
Muhdis olsun yâ cünüb olsun ne gam

Bir kişi su bulmasa düşe ümîd
Âhiri vaktda bulam dirse işid

Su ele girürse hoş abdest ala
Ele girmezse teyemmümle kıla

Yoldaşından bir kişi su bulsa ger
Andan ol suyı dilemedin meger

Ol teyemmüm eyledi kıldı namâz
Ol revâ oldı hemân buldı cevâz

Lîk yigrek oldurur kim iy ahî
Yoldaşından suyı isteye dahi

Virmez ise pes teyemmüm idiser
Su ele girmedi yâ pes nidiser

Bir kişinün kim yükinde suyı var
Anı unıtdı meger ol ihtiyâr

Pes teyemmüm aldı ol kıldı namâz
Çün unutdı suyını buldı cevâz

Sonra suyın ansa döndürmez ahî
Gerçi vakt içinde olursa dahi

Lîk ikinci imâm eydür hemân
Ol namâzı döndüriser bî-gümân
Kurd Muhammed Efendi tercümesi (Yukarıdaki asıl metin iki parça halinde çevrilmiştir):
“Bu teyemmüm abdestsiz kişiye ve dahi cünüb olana ve dahi hayz görene ve dahi oğlan toğurana, bunlar ki suya kâdir olmayalar ıraklığından ötri bir mil yer ve mil dahi sülüs fersahdur ya’ni dört bin zirâdur eyle olsa fersah on iki bin zirâdur; yâ hastelikden kâdir olmasalar yâ sovukdan kâdir olmasalar yâ düşmenden yâ susuzlukdan yâ su çıkaracak esbâb olmamakdan”
“ve sünnetühü li’l-mustaykızi gaslü yedeyhi ile’r-resefeyni selâsen kable idhâlihime’l-inâe ve tesmiyetullahi ibtidâen ve’s-sivâkü ve’l-mazmazatü bi-miyâhin ve’l-istinşâku bi-miyâhin ve tahlîlü’l-lihyeti ve’l-esâbii ve teslîsü’l-gasli ve meshü külli’r-re’si merreten ve’l-üzneyni bi-mâihi ve’n-niyyetü ve’t-tertîbü nasse aleyhi ve’l-vilâü”
fiemsi Paşa tercümesi:
Uykudan tursa bir kimesne seher
Sokmasun ellerin inâya ol er

Yusun üç kerre ellerini tamâm
Bile yusun bileklerini müdâm

Evvelâ yu elün di bi’smi’llah
Böyle eylerdi ol Resûl-i llâh

Yüzüni burnunı yu su ile pâk
Ba’dezân it dehânuna misvâk

Başuna gûşuna yiter bu su
Bozma tertîbi olmaya kaygu

Kurımadın birisi a’zânun
Birine dahi su koy erkânun

Mazmaza eyle kıl hem istinşâk
Başkaca su ile ale’l-ıtlâk

Farz bir kez yumak üçer sünnet
Sünnetün birisi dahi niyyet

Eyle barmağıla sakala hılâl
Key sakın eyleme burada cidâl

Bir kere cümle başa mesh eyle
O suyile kulaklarunı bile
Devletoğlu Yusuf tercümesi. (Bâbu’l-vuzû diye bir başlığın altına tahâretün ve abdestün farzın ve sünnetin beyân ider diye bir not eklenmiştir) 39 beyit tutan bu kısmın ilk 13 beytini alıyoruz:

Bir kimesneye ki farz oldı namâz
Diledi kim Hudâya ide niyâz

Hem dahi muhdis ola ger ol zamân
Ya’nî kim abdesti yokdur pes hemân

Kim gerek elbette abdest ala ol
Kim namâz kılmağa andan bula yol

Pes şurû’ itdük anun erkânına
Diyelüm bir bir anun erkânı ne

Evvel ol yüzin yumakdur pes ehem
Kolların dirseklerile dahi hem

Başına mesh iden ayağın yuya
Yumağa topukların bile koya

Başınun rub’ına hem mesh eyleye
Farzı meshün ol kadardur neyleye

Andan eksük ider olursa eger
Meshi anun câyiz olmaz iy piser

Bir kişi bir barmağın başına ger
Mesh içün kosa dahi çekse meger

Gerçi başun rub’ına mesh itse hem
Meshi anun câyiz olmaz iy hakem

iki barmağıyıla dahi tamâm
Ol dahi câyiz degüldür ve’s-selâm

Ya’nî böyle olsa mesh itmek revâ
Zîre ol edük gibidür iy ağa

Bir kişi mesh idicek edügini
Aldı abdestin tamâm geydi anı
Kurd Muhammed Efendi tercümesi (Aşağıda parantez içindeki yerler asıl metinde olmayıp sünnete dair verilen ek bilgilerdir; parantezden sonraki kısım 12 parça hâlinde çevrilmiştir): “abdestün sünneti uykudan uyanan kişiye iki elin yumakdur bileklerine dek ya’nî dirseklerün aşağa ucına varınca üç kez ellerin kaba sokmakdan evvel (ve sünnetün lügat ma’nâsı yoldur ve şer’îsi şol görklü yoldur ki ana gideler dîn-i islamda farz olmazsuzın ve vâcib olmazsuzın ve sünnet dahi iki dürlüdür biri oldur ki terk itmekle kerâhet ve isâet olur az günâhla, lâkin azâb olmaz ana sünen-i hidâyet dirler ve dahi sünnet-i müekkede dirler ve biri dahi oldur ki anı işlemek görklidür ammâ terk olınsa kerâhet ve isâet olmaz ana sünen-i zevâid dirler) ve dahi bismillahi’l-azîm ve’l-hamdü lillahi alâ-dîni’l-islam dimekdür ya’nî besmele itmekdür ne vechle olursa ibtidâda ve dahi sivâkdur ve dahi ağzın yumakdur üç su ile ve dahi burnınun için yumakdur üç su ile ve dahi sakalın hılâllamakdur ya’nî arasına barmakların sokmakdur ve dahi barmakların hılâllamakdur ve dahi her uzvı üç kez yumakdur ve dahi başına kaplayu mesh itmekdür bir kere ve dahi iki kulaklarına mesh itmekdür başına mesh eyledügi su ile ve dahi niyyet itmekdür ve dahi şol Kur’ânda zikr olan tertîbce yumakdur ya’nî evvel yüzin andan ellerin andan sonra başına mesh ve dahi sonra ayaklarını ve dahi vilâdur ya’nî birinün suyı kurumadan birin dahi yumakdur”
“ve nâkızuhu mâ-harace mine’s-sebîleyni ev min gayrihi in-kâne necisen sâle ilâ-mâ-yutahheru ve’l-kay’u demen rakîken in sâve’l-büzâka…”
fiemsi Paşa’nın tercümesi (Metnin alıntılanmayan kısmından da tercüme yapılmıştır):
Yolına toğrı gitmeyenler azar
Zikr olan nesneler vuzûyı bozar

Nâkızât-ı vuzû’ dir ehl-i edeb
fiol sebîleynden gelenlere hep

Yâ necâset yâ gaz çıka tenden
Bozar abdesti sevdügüm senden

Olsa tenden cerâhati cârî
Ana lâzım vuzûyı tekrârı

Ağzı tolu taâm kusa yâ kan
Ol vuzû’ lâ-cerem bulur noksân

Olsa safrâ yâhûd uyuşmuş kan
Lâ-cerem eyler ol vuzûya ziyân

Ağzı tolu kaçan kusarsa bir er
Balgam olursa eylemez o zarar

Zararı yok o balgamun ey dil
Sâid olsun gerekse ol nâzil
Sâid olan bozar vuzûyı tamâm
Böyle buyurdı aradan bir imâm

Savt-ı a’lâyile demâdem dir
Mu’teber ittihâd-ı meclis dir

Böyle dir Hazret-i Ebî Yûsuf
Bunadur rağbet-i Ebî Yûsuf

Sebeb-i kay’ tutdı biri delîl
Cem’ ider kusduğun kalîl kalîl

Ağzınun tolusı olursa eger
Hâsılı ol hemân vuzûyı bozar

Böyle didi Muhammed-i fieybân
Mağfiret eylesün ana Yezdân
Devletoğlu Yusuf tercümesi. (Yukarıda alıntıladığımız metnin bir kısmını da kapsayan konular “Mes’eletü’l-bi’r” başlığı ve altına yazılmış “Kuyuya düşen cünübün ve dahi anun hükmin beyân ider” başlığı altında 54 beyitte anlatılmıştır.) Yukarıdaki metne uygun düşen 23-37. beyitler:

Lîk meger kusduğı balgam u ola
Ol sımaz abdesti pes nâ-gam ola

Ağzı tolu kusmak oldur iy ahî
Hîç sözi söyleyimez ola dahi

Yâhûd ağzındağı kusduğın tamâm
Ağzı içinde dutamaz iy imâm

Hem dahi bir kimse ağzından meger
Ağzı yarı ile kan çıksa eger

Tükrügi kızılca olsa bî-gümân
Kanı artuk oldu nâkızdur hemân
Lîki sarurak olurısa bu kez
Tükrük artuk oldu abdesti sımaz

Hem dahi ikisi berâber olsa ger
ihtiyâtdur bu dahi sır didiler

Hem dahi bir kişi sümkürse hemân
Mercimek denlüce burnından çıkan

Çıkar olursa key anla iy ahî
Ya’nî abdesti sımaz hem ol dahi

Arkası üstine yatup iy imâm
Yahu bir nesneye söykense tamâm

fiöyle kim söykegü zâil olsa ger
Söykenen kişi hemân ol dem düşer

Üyimek bu hâlile hem nakz ider
Ya’nî abdesti anun kalmaz gider

Lîki bir kimse kıyâmda üyise
Yâ rukû’da yâhûd secdedeyise

Otururken dahi uyursa eger
Nesneye söykenmemiş ola meger

Bunda abdesti anun sınmaz ahî
Pes namâzı câyiz olur hem dahi
Kurd Muhammed Efendi tercümesi (Yukarıdaki metin dört parça halinde çevrilmiştir. Aşağıdaki metin fiemsi Paşa’nın alıntılamadan çevirdiği kısmı da kapsamaktadır):“Bu abdesti bozan şol nesnedür ki çıkar bevl ve gâit yollarından yâ sebîleynün gayrıdan; eger necis olup akup şol guslde yâ abdestde yuması vâcib olan yire çıkarsa; ve dahi sıvık kan kusmak bozar eger tükrüge berâber olursa; yâ safrâ yâ yimek yâ su yâ uyuşmuş kan kusmak, eger bu zikr olanlar ağzı tolusı olursa; hiç balgam sımaz gerek başından gelsün gerek karından çıksun imâm Ebû Hanîfe ile imâm Muhammed katında; karından çıkan sır eger ağzı tolu olursa Ebû Yûsuf katında; Ebû Yûsuf meclis bir olmağa i’tibâr ider ve ammâ imâm Muhammed sebeb bir olmağa i’tibâr ider, şol az az kusduğı nesneyi cem’ itmegiçün. Bu mes’elenün sûreti budur ki bir kimse az az kusduğı her biri ağzı tolusı olmasa mecmûı ağzı tolusı olsa ol kişinün abdesti sınur mı sınmaz mı, Ebû Yûsuf eydür eger mecmûsı bir mekânda bir hâl üzerine iken olsa sınur, zîrâ mecmûı bir gibi olur gerekse mecmûınun sebebi bir olsun ve gerek olmasun, ya’nî gerek bir kez gönli bulanmağla olsun gerek dahi ziyâde ile olsun, ammâ imâm Muhammed eydür eger sebebi bir ise sınur gerek bir meclisde olsun gerek her biri bir meclisde olsun”
“ve halle bi-külli mâ enhere’d-deme ve lev belîtatü ve mirvetü illâ sinnen ve zufren kâyimeyn”
fiemsi Paşa’nın tercümesi (Alıntılanan metinde asıl metne göre eksiklik vardır):
Olsa hayvâna bir kişi kâdir
Olmasa zebh içün nacak hâzır

Gam çeküp akmasun gözinden yaş
Bula keskin kamış yâ keskin taş

Kese hulkûmı akıda kanı
Zebh buldı yerin yi sen anı

Dişüm ile boğazlaram dimeye
Tırnağıyla boğazlayup yimeye
Devletoğlu Yusuf tercümesi (Kitâb-ı zebâyih başlığı altında 35 beyitle çevrilen bu bölüm ana metinle örtüşmemekte, çok serbest bir görüntü vermektedir.) Yukarıda alıntılanan metne en yakın gözüken beyitler:
Bir kişi bir koyunı boğazlasa
Ölümi yâ dirimi bilinmese

Deprenürse yâ kanı çıkarsa ger
Ol halâldur zebhi olur mu’teber
ikisinden birisi olmazsa hem
Ol harâmdur zebhi olmaz muhterem

Dirligi evvel meger ma’lûm ola
Hîç birisi dahi olmazsa n’ola

Ya’nî deprenmezse çıkmazsa kanı
Çünki evvel diri bilürdün anı

Bir kişi bir tavuğı yâ koyunı
Âdet olmışdur boğazlarlar anı

Yunını yâ yününi yolmağıçun
Karnını yarmazdan öndin dahi çün

Anı ıssı suya koyarlar i cân
Kim yolarlar yunını gider hemân

Ba’zılar dimiş yimek olmaz revâ
Lîki ba’zılar dimişdür iy ağa

Kim yimeklik anı câyizdür tamâm
Zîre olmaz necis ol iy imâm

Hem esah budur dimişler bî-gümân
Yaralar karnın yolalar bes hemân
Kurd Muhammed Efendi tercümesi: Alıntılanan metin aslına uygun olup şöyledir: “ve halle bi-kat’in eyyi selâsin minhâ ve bi-külli mâ efra’l-evdâci ve enhere’d-deme ve lev belîtatü ve mirvetü illâ sinnen ve zufren kâyimeyn”
“fiol zikr olan dört tamardan üç tamarı kesmek ile halâl olur ol üç kangı üç olursa olsun; ve dahi halâl olur boğazlamak her nesne ile ki tamar kese kanı akıda, kamış olursa ve kesilen taş olursa da, diş ile tırnak ki bedenden ayrılmamış ola bunlarla halâl olmaz illâ ayrılmış olsalar halâl olur kerâhetle”
ESERİN TERTİP VE MUHTEVASI
Halkın kolayca okuyup ezberlemesi amacıyla seçme ve kısaltmalara dayalı olarak hazırlanmış bir eser olan fiemsi Paşa’nın manzum Vikâye tercümesi ne asıl metnin direkt, ne de metnin dışına çok çıkılmış bir tercümesidir. Nazmedilen metin çok değiştirilmeden ve orijinaline mümkün olduğunca bağlı kalınarak çevrilmiş, bu yapılırken de yer yer şerhlere kayılmıştır. Dolayısıyla bu manzum tercümeye serbest, hatta bir yönden de telifî tercüme demek mümkündür. Eserde önce ana metinden seçilen bölüm verilmiş ve ona en yakın tercümesi yapılmıştır. Devletoğlu’nun tercümesinde olduğu gibi, asıl metnin karşılığını bulmak zor olmamaktadır. Asıl metnin seçiminde ise halka en gerekli görülen kısımların seçildiği, seçilmeyen kısımların ise: “rıdâ’, talâk, ıtâk, hudûd, sirkat, lakît, bey’, sarf, vekâlet, mudârebe, icâre, rehn, diyyât, hünsâ” gibi muâmelât bölümleri olduğu dikkati çekmektedir. Nazmedilen taharet, namaz, oruç, zekat, hac ve zebh bölümlerine av bahsinin de ilave edilmesi, fiemsi Paşa’nın hem avcılık sanatında mahir olan sülalesiyle, hem de ava düşkün iki padişah olan Kanuni ve II. Selim’e musahiplik yapmasıyla ilgili görünmektedir. Tercümede önce asıl metin kırmızı mürekkeple Arapça, birkaç yerde de Türkçe olarak yazılmış, altında da mesnevi nazım şekliyle serbest biçimde tercümesi yapılmıştır.
ESERDEN SEÇMELER
Eserin toplam 157 beyit tutan hamdele, salvele, sebeb-i telif, medhiye, silsilenâme, ilmin fazileti ve hâtime bölümleri hariç asıl kısmı 305 beyittir. Bu bölümden yaptığımız bazı seçmeleri aşağıda veriyoruz:
“Bu makâm abdestün tertîbin ayân ve sünnetlerin beyân eyler inşâallahu taâlâ’l-azîzi’r-Rahmân bi’l-menni ve’l-ihsân. Ve sünnetühü li’l-müsteykızi gaslü yedeyhi ile’r-resefeyn, selâsen kable idhâlihime’l-inâe”
Uykudan tursa bir kimesne seher
Sokmasun ellerin inâya ol er

Yusun üç kere ellerini tamâm
Bile yusun bileklerini müdâm
“Ve tesmiyetullahi ibtidâen ve’s-sivâkü ve’l-mazmazatu bi-miyâhin ve’l-istinşâku bi-miyâhin ve tahlîlü’l-lihyeti ve’l-esâbii ve teslîsü’l-gasli ve meshü külli’r-re’si merreten ve’l-üzneyni bi-mâihi ve’n-niyyetü ve’t-tertîbü nasse aleyhi ve’l-vilâü.”
Evvelâ yu elün di bismillah
Böyle eylerdi ol Resûl-i llâh
Yüzüni burnunı yu su ile pâk
Ba’dezân it dehânuna misvâk

Başuna gûşuna yiter bu su
Bozma tertîbi olmaya kaygu

Kurımadın birisi a’zânun
Birine dahi su koy erkânun

Mazmaza eyle kıl hem istinşâk
Başkaca su ile ale’l-ıtlâk

Farz bir kez yumak üçer sünnet
Sünnetün birisi dahi niyyet

Eyle barmağıla sakala hılâl
Key sakın eyleme burada cidâl

Bir kere cümle başa mesh eyle
O suyile kulaklarını bile
“Bâbu’t-teyemmümi li-muhdisin ve cünübin ve hâyizin ve nüfesâe lem-yakdirû ale’l-mâi li-bu’dihi mîlen ev ekserü ev li-marazin ev berdin ev adüvvin ev ataşin ev ademi âletin”
Gusl u abdest lâzım olsa bir er
Su bulınmazise ol teyemmüm ider

Olsa bir mîl ırakda ger bir su
Yâ kış olsa yâ hasta yâ adû

Yâ kuyu olsa olmasa âlet
it teyemmüm ki geçmeye sâat

Bil teyemmüm ki neydügin biri bak
Yâ kum olsa yâ taş yâhud toprak

iki darb it bular dege elüne
Sür birin yüzüne birin koluna
Böyle anla teyemmümün aslın
Ezber it var Vikâyeden faslın

Çün tahâret bu denlü oldı ayân
Gel kitâb-ı salâtı eyle beyân
“Bâbu şurûtu’s-salâti hiye tuhru bedeni’l-musallî min-hadesin ve habsin ve sevbihi ve mekânihi ve setrü’l-avretihi ve istikbâlü’l-kıbleti ve’n-niyyetü”
Degdi şart-ı salât çün nevbet
Evvelâ eylemek gerek niyet

Tâhir ola beden libâs u beden
Kalka abdest ide salâta hemân

Setr-i avretde eyleme ihmâl
Ka’be semtine eyle istikbâl

Cümle bunlar-durur şurût-ı-salât
Âhiretde bununladur derecât

Kaftanunda necis ola zâhir
Suyıla yu anı ola tâhir

Ger bunda kalursa dahi eser
Virmez ey hâce ol salâta zarar

Ger bulaşsa görinmese murdâr
Üç kerret yu da sık anı tekrâr

Çıkmağa kâyil olmasa esbâb
Bir büyük halıya dökülse şarâb

Yuyalar anı bir iki üç kat
Her birisinde kat’ ola katarât

Yunmağa kâbil olmasa ey yâr
Bir akarsuda yata leyl ü nehâr
Böyle emr eyledi bize fukahâ
Böyle yazmış kitâbda ulemâ

Ulemâ rûhı üzre leyl ü nehâr
Rahmet-i Hak hezâr bâr hezâr

Umaram ben kulınadur Yezdân
Rahmetinden birez ide ihsân
“Bâbu sıfati’s-salâti farzuhe’t-tahrîmetü ve hiye kavluhu Allahu ekber ve mâ yekûmu makâmuhu ve hüve şartu indinâ li-kavlihi taâlâ ve zikrü’smi rabbehu fe-sallî ve inde’ş-fiâfiî rahimehu rüknün ve emmâ ref´ü´l-yedi fîhi fe-sünnetün ve´l-kıyâmu ve’l-kırâetü ve’r-rükûü ve’s-sücûdü bi’l-cebheti ve’l-enfü bihi uhize”
Nedür ey hâce dinle farz-ı salât
irmedin bil buları sana memât

Eyle tahrîm ü hem rükû u kıyâm
Hem kırâetle secde subh ile şâm

Ellerin eylemek kulağa yakîn
Didi sünnet-durur Resûl-i emîn

Alnını burnını tamâm yire
Lâyık oldur ki cümleten degire

Çünki Allahu ekber olmaz edâ
Diye Allahu a’zam u a’lâ
“ve vâcibühâ kırâetü’l-fâtihati ve zammu sûretin ve riâyetü’t-tertîbi fîmâ tükerrere ve’l-ka’detü’l-ûlâ ve’t-teşehhüdâni ve lafzu’s-selâmi ve kunûtü’l-vitri ve tekbîrâtü’l-îdeyni ve ta’yînü’l-ûleyeyni li’l-kırâeti ve ta’dîlü’l-erkâni ve’l-cehrü ve’l-ihfâü fîmâ yücherü ve yuhfâ”
Vâcibât-ı salâtı dinle dilâ
Ne buyurur Resûl-i her-dü-serâ

Her kaçan kim kişi namâza tura
Okuya fâtihayla bir sûre

Birisi dahi ka’de-i ûlâ
Hem teşehhüd de sünnet oldı dilâ

Vâcibâtun biri de oldı selâm
Burada sanma kim dükendi kelâm

Biri dahi riâyet-i tertîb
Böyle buyurdı ol Resûl-i Habîb

itse tekbîri rûz-ı îd hatîb
Cümle vâcibdür ide bay u garîb

Cehr ü ihfâ mahallerinde dilâ
Okuyup cehr ü idelüm ihfâ

Eyle ta’dîl cümle erkânı
Böyledür böyle emr-i Rabbânî

“fasl. yecherü’l-imâmü fi’l-cum’ati ve’l-îdeyni ve’l-fecri ve ûleyi’l-ışâeyni edâen kazâen lâ-gayru”
Cum’a güni vü hem iki bayram
Cehrile okumak gerekdür imâm

Yatsınun iki evvelini müdâm
Cehrile okı böyle didi imâm

Cehrile okı subhile şâmı
Dâyimâ yap yap okı eyyâmı
“Bâbu salâti’l-marîz. in teazzere’l-kıyâmu li-marazin hadese kable’s-salâti ev fîhâ sallâ kâiden yerkeu ve yescüdü ve in teazzere evmâ bi-re’sihi kâiden ve ceale sücûdehu ahfeza min-rükûihi ve-lâ-yerfeu ileyhi şey’ün li’s-sücûdi ve in-teazzere’l-kuûdu evmâ müstelkıyen ve riclâhu ile’l-kıbleti ev muztacien ve vechuhu ileyhâ ve’l-evvelü evlâ ve in-teazzere’l-îmâü uhhiret ve-lâ-yûmî bi-aynihi ve hâcibeyhi ve kalbihi”
Bir musallî eger olursa alîl
Nice kılsun namâzı ögren bil
Kıl namâzı gezinme âvâre
Kılmayınca halâsa yok çâre

Olduğınca tenünde cân mevcûd
Oturup eyle hem rükû u sücûd

Secdeye dahi olmasan kâdir
Eyle îmâya üşte baş hâzır

Yoğise fer oturmağa cânâ
Yatduğun yerden eyle gel îmâ

itsün îmâyı kişi başıyla
itmesün gözi ile kaşıyla

Bî-mecâl olsa hasta yâhûd pîr
itse câyiz namâzını te’hîr
“Kitâbü’z-zekât. hiye lâ-tecibü illâ fî-nisâbin havliyyin fâzılen an-hâcetihi’l-asliyyeti memlûkün li-milken tâmmen alâ-hurrin mükellefin müslimin”
Anla ey hâce neydügini nisâb
Cümle mâl u menâlün eyle hisâb

irse akçan sekiz yüze ey cân
Bilmiş ol kim nisâba irdi hemân

Mâlı anun nisâba irmiş ola
Akça bir yıl yanında turmış ola

Âkil ü bâliğ olsa olmasa kul
Vâcib olur zekâtını vire ol

Yâ ol akçayı bir kişi ala karz
Sâhibi virmedür zekâtını farz

Olsa dînârun erbaîn ey yâr
Olur anun zekâtı bir dînâr
iki yüz dirhem olsa sîmün hem
Vir içinden zekâtı beş dirhem
“Kitâbü’l-hacc. yecibü alâ hurrin mükellefin müslimin sahîhin basîrin lehu zâdun ve râhiletün fâzılen lâbüdde lehu minhü ve an nafakati ıyâlihi ilâ-hîne avdihi”
Hürr olup âkil olsa bir müslim
Âkil ü bâliğ olsa hem sâlim

Mâlı olmayana degildür farz
Gitmek içün Hicâza alman karz

Rûz merrelikden artık olsun mâl
Çekmesün güç maîşetinde ıyâl

Râhda hem gerekdür emn ü emân
Bulmasun zâd u râhilün noksân

Hacc iden avrat olurise eger
Vâcib olur yâ mahrem ola yâ er

Mâlunı Hak yolında harc eyle
Var edâ eyle farzı hacc eyle

Hâkine sür yüzüni eyle tavâf
Tâ ki âyîne-i dilün ola sâf

Sakla andan lisânunı zemden
Sonra nûş eyle âb-ı zemzemden

Bir kişi dâhil olsa ana hemîn
Eyleye Hak belâdan anı emîn
“Kitâbü’s-savm. hüve terkü’l-ekli ve’ş-şürbi ve’l-vat’i mine’s-subhi ile’l-magribi maa’n-niyyeti”
Savma gel i’tikâdı berk eyle
Ekli vü şürbi vatyi terk eyle

Gün gibi halk içinde oldı ayân
Nass ile sâbit olduğı ramazân

Subhdan tâ varınca ahşama
Savm farz oldı ehl-i islama

Giceden kuşluğa varınca tamâm
Niyyet eylen oruca didi imâm

Farzdur müslime mükellefe hem
Böyle emr itdi server-i âlem

Niyet olmayıcak amel olmaz
Mü’minün kalbi nûr ile tolmaz

Böyle emr itdi bize fahr-i enâm
Bir yere cem’ ola namâz u taâm

Yen taâmı namâzı sonra kılun
Sebebi neydügini sonra bilün
“Kitabü’s-sayd. yahillü saydu külli zî-nâb ve mihleb min kelbin ve bâzin ve nahvihimâ bi-şarti ilmihimâ ve cerhihimâ eyye mevzii minhü ve irsâli müslimin ev kitâbiyyin iyyâhümâ müsemmiyen alâ-mümteniin mütevahhişin yü’kelü ve en-lâ-yüşârike’l-kelbe’l-muallime kelbün lâ-yahillü saydehu”
Olsa bir yırtıcınun azı dişi
Saydı dişiyle tutmak olsa işi

Yâ şu murgun ki ola minkârı
Her ne sayd itse bunlarun varı

Lîke şartında eyleme ihmâl
Tâ ki sayyâda eti ola halâl

fiart odur ola bunlara ta’lîm
ideler sayd almağı tefhîm

Bâzun oldur muallimi ey yâr
Çıka elden yine gele tekrâr
Sege ta’lîmi böyle-durur avı
Yemeye üç kerret tutup avı

ism-i Hakkıla eylesen irsâl
Bu ikisi ne sayd iderse halâl

fiol muallim olan sege mâdâm
Ecnebî seg karışsa oldı harâm
“fe-in ekele minhü’l-bâzî ekle lâ-in ekele minhü’l-kelbü ve lâ-yetûlu vakafethu ba’de irsâlihi”
Tağda bir saydı ursa bir sayyâd
Remy iderken Hudâyı eylese yâd

fiart odur eglenüp oturmaya
Tâ bulınca o saydı araya

Ger ele girse itmedin ihmâl
Düşmüş ölmüş bulursa yise halâl

Sayda saldukça bâzını sayyâd
itmese ism-i Hakkı ol dem yâd

Alsa şâhîn şikârını ey yâr
Ol boğazlanmasa olur murdâr

Zikr-i Hakda ger itmese ihmâl
Ölse şahbâz elinde yine halâl

Lîk seg boğsa çıkmasa kanı
Ol mubâh olmadı yimek anı

Zahm-ı segden tende ger ola kan
Yisün anı bizim imâma uyan
“ke-saydin rumiye fe-kutia uzvun minhü le’l-uzvu ve in-kutia eslâsen ev ekseruhu maa aczihi ev kat’i nısfi re’sihi ev ekserihi ev kaddihi bi-nısfeyni ekle küllihi”
Çalsa bir saydı tîğile sayyâd
Olsa bir pâre et teninden yâd

Sülüsi olmasa düşen ey yâr
Yemen anı ol et olur murdâr

Yarıdan artık olsa ol düşen et
Yemek içün anı kenâra ilet
“Kitabü’z-zebâyih. harüme zebîhatün lem-tüzekke ve zekâtü’z-zarûreti cerhun in-kâne mine’l-bedeni ve’l-ihtiyâri zebhun fi’l-halki”
Ya’nî bir kişi tutsa hayvânı
Nice boğazlamak gerek anı

Zebhde evvel ide yâd-ı Hak
Besmelesiz harâm olur mutlak

Sana zebhün nedür diyem aslı
iki olmış-durur bunun faslı

Birisi zebh-i ıztırârîdür
Birisi zebh-i ihtiyârîdür

ihtiyârî odur bıçağıla
Kese hulkûmı şâh tamarıyla

Iztırârî olan olur nâdir
Olmasa zebhine kişi kâdir

Zahm urup besmeleyle yaralasun
Sonra kandan dilerse pâralasun
“ve şerata kevnü’z-zâbihi müslimen ev kitâbiyyen zimmiyyen ev harbiyyen ve halle zebîhatühâ ve lev mecnûnen ev imreeten ev sabiyyen ya’kilü lâ zebîhatü vesniyyin ve mecûsiyyin ve mürteddin”
Müslim olmak gerek begüm zâbih
Böyle oldı eimmeye lâyih
Zâbih olursa n’ola harbî hem
Dahi olsun gerek kitâbî hem

Olsa mecnûn u avrat u oğlan
Bunlarun zebhini yesün yârân

Zebhe lâyık degil-durur zâhir
Nâra hakdur diyü tapan kâfir

Hem şu mürted olan seg-i bî-âr
Bunlarun zebhi saydı hep murdâr

Çekmesün tîğı gerden-i ganeme
Hak diyü secde eyleyen saneme

HÂTİME
fiükür Allaha vü Resûle selâm
Âhire irdi bu huceste kelâm

itmesünler hatâlarına nazar
Müctehid de hatâ ider dirler

Kalem-i afvile hatâlarını
Cümle ıslâh ide fakîr ü ganî

Kulun işi hatâ atâ şâhun
Biz günehkâra rahmet Allahun

Aybına nâzır olmayup fuzalâ
ideler sâhibine hayr duâ
Hatimeden sonra iki sayfalık bir boşluk bırakılmış ve fiemsi Paşa’nın bir başka dinî manzumesi olan 102 beyitlik itikadnâme kaydedilmiştir. Manzum Vikâye tercümesiyle aynı vezinde olan itikadnâme’de de kabir, mahşer ahvali, sırat köprüsü vb. konular nasihatname uslubuyla nazmedilmiştir.

KAYNAKÇA
Bağdatlı ismail Paşa (1955), Esmâü’l-müellifîn; c. 2, s. 259, istanbul.
Bursalı Mehmet Tahir (1338), Osmanlı Müellifleri, , c. 1, s.145, istanbul.
Cici, Recep (1995), Kuruluştan Fatih Devrinin Sonuna Kadar Osmanlılarda Fıkıh Çalışmaları (doktora tezi) MÜ SBE.
Cici, Recep (1999), Osmanlı Hukuk Düşüncesini Etkileyen Başlıca Kaynaklar, UÜiFDi S. 8, C. 8, ss. 215-246.
Çelebioğlu, Amil (1998), Türk Edebiyatında Manzum Dinî Eserler, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, MEB Yayınları, ss. 350-360, istanbul.
Ergün, Mustafa (1996), Medreselerde Okutulan Dersler ve Ders Kitapları, A.K.Ü. Anadolu Dil-Tarih ve Kültür Araştırmaları Dergisi, Afyon.
Hâfız Hüseyin Ayvansarayî (1281), Hadîkatü’l-cevâmî, c.1, s.197, istanbul.
__________(1978), Vefâyât-ı Selâtîn ve Meşâhîr-i Ricâl (haz. Fahri Ç. Derin, iÜ Edebiyat Fakültesi Yayını, 207 s., istanbul.
Hızlı, Mefail(2008), Osmanlı Medreselerinde Okutulan Dersler ve Eserler, UÜ ilâhiyat Fakültesi Dergisi c.17, S.1, ss. 25-46.
Kallek, Cengiz (1998), el-Hidâye, DiA, C.17, s. 471istanbul 1998.
Levend, A.Sırrı (1972), Dinî Edebiyatımızın Başlıca Ürünleri, TDK Belleten, ss.35-80.
Mehmet Süreyya (1996), Sicil-i Osmânî, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, c.3, s.894, istanbul.
Ömer Rıza Kehhale (1993), Mucemu’l-Müellifin, c.11, s. 89, Beyrut.
Özel, Ahmet (1997), Hanefî Mezhebi (literatür), DiA C. 16, ss. 21-27.
Subhi Mahmasânî (1985), islam Hukukunun Tedvini, MÜiFD, sy. 3, s. 323, istanbul.
fiemseddin Sami (1306), Kâmûsü’l-a’lâm, 4/2873, istanbul.
fiemsi Paşa, Manzum Vikaye Tercümesi, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, 42 Kon 3553.
Uzunçarşılı, i.Hakkı (1984), Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, Ankara
www.bmder.org.tr, http://www.egitim.aku.edu.tr/moders.htm.

************************

*Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Osmanlı fakihleri fürû çalışmalarını daha ziyade bu eser üzerinde yoğunlaştırmışlar, müsteşrik ve yabancılar da büyük ilgi göstermişlerdir. Çağımız islâm hukukçularından Subhi Mahmasânî de bu eser hakkında "Çünkü muhtasar bir kitaptır; tercümesi diğer hacimli kitaplara göre kolay olmuştur" diyerek ilgi ve yönelişin gerekçesini anlatmıştır (Mahmasânî, 1985:323). Osmanlı medreselerinde asırlarca okutulan furû eseri, müderris adaylarının mülakatlarında başvuru kaynağı ve Osmanlı fakîhlerinin olmazsa olmaz bir kaynağı olmuştur (Cici, 1999:236).
Bu bölümler sırayla şöyledir: tahâret, salât, zekât, hac, savm, nikâh, rıdâ’, talâk, ıtâk, eymân, hudûd, sirkat, cihâd, lakît, lakta, âbik, mefkûd, şirket, vakf, bey’, sarf, kefâlet, havâle, kazâ, kâdî ile´l-kâdî, şehâdet ve’r-rucû’i anhâ, vekâlet, da’vâ, ikrâr, sulh, mudârebe, vedîa, âriyet, hibe, icâre, mekâtib, velâ, ikrâh, hicr, mezûn, gasb, şuf’a, kısmet, müzâraat, müsâkât, zebâyih, udhiye, kerâhiyyet, ihyâü’l-mevt, u emvât, eşribe, sayd, rehn, cinâyât, diyyât, meâkil, vesâyâ, hünsâ.
MK (Milli Kütüphane): 19 Hk1493/1; 21 Hk 1595; 32 Hk 1840/2; 03 Gedik 18348; 45 Hk 7702; 60 Zile 256; 37 Hk 1272; 37 Hk 1182; 06 Hk 288; 06 Hk 4357; 15 Hk 766; 06 Hk 818; 06 Hk 3738; 06 Mil Yz A 4284; 06 Mil Yz A 3924; 06 Mil Yz A 3610/1; 06 Mil Yz A 2926; 06 Mil Yz A 2755; 06 Mil Yz A 2225; 06 Mil Yz A 2460; 06 Mil Yz A 984; 06 Mil Yz A 94; 06 Mil Yz A 8917; 10 Hk 447; 34 Fe 932; 42 Kon 3099.

Bilal Aktan, Devletoğlu Yusuf`un Vikaye Tercümesi, Doktora tezi, Atatürk Üniversitesi SBE 2002; Nimet Altunkaynak, Devletoğlu Yusuf, Vikaye Tercümesi, Y. lisans tezi, Erciyes Üniversitesi SBE, 1992; Mehmet Demir, Devletoğlu Yusuf, Vikaye tercümesi, Doktora tezi, Ege Üniversitesi SBE, 1999.

MK: 45 Hk 8488 ve 655/1; 45 Ak Ze 351; 19 Hk 1469 ve 4597; 06 Hk 1731(a); 37 Hk 2400; 06 Yz A 1722/1 ve 1162; 34 Atf 755; 15 Hk 831 ve 2103; Bosna-Hersek Gazi Hüsrev Kütp. TY 3421; Almanya Milli Kütüphanesi TY Ms.or.oct.2040; izmir Milli Kütp. TY 1694; istanbul Hüseyin Kocabaş Kitaplığı TY S.H.M.H.K.Yaz. 84; Mısır Hidiv Kütp. TY 5614, 5615; Mısır Milli Kütüphanesi TY Mecâmi Türkî Talat 95 Fıkh-ı Hanefi Türkî Talat 39 ve 111, Fıkh-ı Hanefi 9 ve 10; Kayseri Raşit Efendi Kütp. Ek 1348.

MK 06 Hk 4819/2.

Topkapı Sarayı Müzesi TY MK A. 946, Y. 1632, 06 Mil Yz A 3563; MK 43 Ze 182 ve 43 Ze 834. Zeytinoğlu halk kütüphanesinde hepsi de Arapça ve yazarı belirtilmemiş nüshalar: 43 Ze 1010, 43 Ze 1128, 43 Ze 1062, 43 Ze 1129, 43 Ze 1159.
fiemsi Paşa, Manzum Vikaye tercümesi, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, 42 Kon 3553/1, yk. 2a-3a.

Milli Kütüphane, 42 Kon 3553/1; 22 Sel 2130.
fiemsi Paşa, Manzum Vikaye tercümesi, Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, 42 Kon 3553/1, yk. 2a.

Tarih-i Ata, C.4, ss.113-115, istanbul 1293, (eser beş cilt).
Manzûm Vikâye Tercemesi, Milli Kütüphane, 60 Zile 256, yk. 11a-11b.
Terceme-i Vikâyetü’r-rivâye, Milli Kütp., 45 Hk8488, yk. 5a.
Manzûm Vikâye Tercemesi, MK, 60 Zile 256, yk. 14b-15a.
Terceme-i Vikâyetü’r-rivâye, MK, 45 Hk 8488, yk. 2b-3a.
MK 60 Zile 256, yk. 10a.
MK, 45 Hk 8488, yk. 4a.
MK 60 Zile 256, yk. 217b.