Makale

YAZI DİLİ VE YAZILI İLETİŞİM BAĞLAMINDA GAZÂLÎ'NİN ÜSLUBU

YAZI DİLİ VE YAZILI İLETİŞİM BAĞLAMINDA GAZÂLÎ’NİN ÜSLUBU

Suat CEBECİ*

Özet:
İletişim; insanların bilgileri, duyguları ve anlamları çeşitli yollarla paylaşmalarını sağlayan bir süreci ifade eder. Bunun için kullanılan yegâne araç dildir. Dili kullanırken sosyal mutabakatla oluşan müşterek kodlara ve bunların ilişkiler düzenine riayet etme zarureti vardır. İletişimin başarısı bu konudaki beceriye bağlıdır. Yazılı iletişimde ayrıca yazının konusu, hitap ettiği kitle ve alanın kavram ve deyimleri, kullanılan dilin üslup özelliğini belirleyecektir. Metnin herkes tarafından rahatlıkla okunabilir ve anlaşılabilir olması için uygun üslupla birlikte yazının iletişimdeki imkân ve sınırlılıklarının özenle gözetilmesi gerekir. Bu bağlamda Gazâlî’nin “İhyâ-u Ulum’id-Din”, “El-Munkızu min’ed-dalâl” ve “Kavaid’ül-akaid” adlı üç önemli eseri dil ve üslup yönünden incelenerek bu eserlerin hemen herkes tarafından kolayca okunabilmesini sağlayan dil özelliklerine dair tespitler yapılmıştır. Gazâlî’nin bu eserlerinde ana hatlarıyla; (a) herkesin rahatlıkla anlayabileceği sade ve akıcı bir dil kullandığı, (b) kısa cümlelere ağırlık verdiği ve uzun cümleleri dimağı yormayacak bir ahenk ve düzen içinde kaleme aldığı, (c) muhatabı konunun içine çeken, ilgi ve dikkatini canlı tutan çok yönlü bir konuşma üslubu takip ettiği, (d) teşbih ve temsillere sıkça başvurduğu, konu üzerinde zihinsel çabayı zenginleştiren, bu yönüyle ve ilaveten konuşma üslubu ile Kur’an’ın anlatım tarzına benzer bir yol takip ettiği görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Yazı dili, yazılı iletişim, Gazâlî’nin üslubu.

The Stylistic Feature of al-Ghazzali
In the Context of Written Language and Written Communication Al-Ghazzali
Abstract:
Communication refers to a process which allows a variety of ways to share people's information, feelings and meanings. Unique tools used for this is language. The use of language has to comply with common codes of social consensus and their order of relationships. Success of communication depends on the skill in this topic. The stylistic feature of the language used in written communication will also be determined by the subject of the article, address to the mass and concepts and expressions of the field. For the text to be easily readable and understandable by anyone, attention must be paidto the communication facility and limits of writing with the appropriate style. In this context, al-Ghazzali's three major works :Ihya Ulum al-Din, al-Munqidh min al-Dalal and Qawa’id al-Aqa’id are analyzed in terms of language and style. Evaluations on these works have been made regarding the language properties that can be easily read by almost everyone. al-Ghazzali in his works outlines ; (a) The use of simple and fluent language that everyone can easily understand, (b) gives weight to short sentences and writes long sentences in the harmony and order which does not tire the mind, (c) follows a sophisticated style of speech which attracts the audience to the issue, keeping alive interest and attention, (d) resorts to similes and narratives frequently, enriches the mental effort on the subject, in this respect follows a similar method of the style of speaking and the Qur’anic style.
Key Words: Written language, written communication, al-Ghazzali's style.

Giriş
Yazı, bilginin korunmasını, biriktirilmesini ve taşınmasını sağlamada hayati bir görev yapmaktadır. Yazının sabitliğine karşılık kullanılan dilin zaman içindeki değişkenliği, bilginin intikali hususunda çelişik bir durum ortaya çıkarmaktadır. Bu çelişik durumdan dolayı geriye doğru gidildikçe uzun yıllar öncesine dair metinleri anlamada ve çözmede zorluk çekilir. Ancak bazen öyle metinler ortaya çıkar ki zamana meydan okurcasına asırlar sonra da zevkle okunabilme ve kolayca anlaşılabilme özelliklerini kaybetmezler. Öyle de metinler olur ki daha yazıldığı anda “anlayana aşk olsun” dedirtir. Bu bir yazılı iletişim sorunudur, diğer bir ifadeyle yazıda dili kullanma becerisi ile ilgili bir meseledir. Zamanın eskitemediği, her devirde ilgiyle ve rahatlıkla okunabilen metinler oluşturmak, başarılı bir yazı dili kullanmaya bağlıdır. Bilgi birikimimizi, kültürümüzü, duygularımızı ve düşüncelerimizi gelecek kuşaklara aktarmada yazı dilini kullanmadan başka şansımız olmadığına göre bunu en iyi şekilde nasıl başarabiliriz sorusu kalıcı metin yazanlar için oldukça önemlidir. Bu sebeple yazı dilini kullanmada ileri düzeyde başarı göstermiş üstatların eserlerini bu gözle incelemek ve onlardan yararlanılabilir sonuçlar çıkarmak gerekir. Bu üstatlardan biri de hiç şüphe yok ki asırlardır eserleri elden düşmeyen Muhammed. b. Muhammed El-Gazâlî’dir.
Daha önceki bir çalışmamızda Gazâlî’nin “İhyâ-u Ulum’id-Din” adlı ünlü eserinde kullandığı dil yapısını yine yazılı dini iletişim bağlamında incelemiştik. fiimdi ise İmam Gazâlî’nin el- Munkizu min’ed-dalâl ve Kavaid’ül-Akaid adlı eserleri ele alınarak “İhyâ”nın diline dair söz konusu çalışmada elde edilen sonuçlarla birleştirilip bu büyük üstadın genel üslup özelliklerine dair tespitler yapılacaktır.
Dil ve İletişim
İletişim insanların bilgileri, duyguları ve anlamları paylaşmalarını sağlayan bir süreci ifade eder. Bunun için kullanılan yegâne araç dildir. Dil bir iletişim aracı olarak aynı dili kullanan insanların ortak anlaşma zeminini oluşturur. Bir kültür içinde ortak dil kullanan insanların, anlamları aynı kelime ve kelime grupları ile sembolleştirip kolektif hafızada kodlamaları, aralarında itirazı mümkün olmayan bir anlaşmaya dayanır. Bu anlaşmanın sonucu olarak içinde yaşadığımız dünya bütün duygu ve düşünce yapısı ile toplumun dil alışkanlıkları üzerine inşa edilir . Dil üzerindeki bu sosyal uzlaşı ve zımni mutabakat sebebiyle müşterek sembollerdeki kodlamalarda çelişkiler görülmez.
Bu bağlamda sözcüklerin farklı anlamları barındırmaları veya bir anlamı farklı sözcüklerin taşıyor olması bir çelişki değildir, bu durum iletişimde bir sorun da oluşturmaz . Bir kelimenin taşıdığı iki anlamdan hangisinin kast edildiği cümle içindeki ön ve son bağlantılarından (siyak-sebak) kolaylıkla anlaşılır. Örneğin “yüz” kelimesi herkes tarafından hem insan suratı hem de bir sayı anlamlarına kullanılır. “Sana karşı yüzüm kalmadı” dediğimizde yüz sayısını kast etmediğimiz açıktır. Dolayısı ile kelimelerin bu şekilde kullanılmasında bir anlaşmazlık sorunu yaşanmaz. Anlaşılmazlık sorunu kodlamalardan veya sözcüklerin dil sistematiği içinde kabul görmüş ilişkilerinden değil, dili kullanmada ortaya çıkan farklı üsluplardan, özel ve özgün davranma eğilimlerinden kaynaklanır. Kişinin dili kullanma becerisi, kolektif hafızadaki kodlara uymada ne ölçüde başarılı ise iletişim o oranda başarılı olur . Örneğin “Bu sonuç kendisini tartan insanların başarısıdır” dendiğinde “kendini tartma”nın “kendini ağıra satmak” mı yoksa “kendini denetlemek” mi veya başka bir anlamda mı kullanıldığını söz sahibinden başkası bilemez. Bu tür özentilerle bir yazı kaleme alınmış ise onun sorunsuz bir şekilde anlaşılması beklenemez.
Dildeki başarı, müşterek kodlar konusunda ısrarcı olmaya bağlıdır. Çünkü kelimeler anlamlarını sadece ısrarla kullanıldıkları gerçek yaşam ortamından alırlar ve bu ortamdaki ısrarlı kullanımlarla rollerini sürdürürler. Böylece toplumlar kullandıkları dil ile evreni ve olayları nasıl algıladıklarını belirlemiş olurlar . Dilde özgün olmak adına ortaya konulan sosyal hafızaya yabancı ifade tarzı, kişinin iletişim amacına hizmet etmez. Elbette dili kullanmada herkesin kendine özgü bir tarzı, özgün üslup ve ifade biçimi olacaktır, ancak anlatımın özgünlüğü yeni senaryolar uydurmak, yeni kalıplar, terimler ihdas etmek olmamalı, özgünlüğün değişmez ölçüsü, anlatım süresince dinleyiciyle veya okuyucuyla canlı ve etkin bir iletişim bağı kurabilmek olmalıdır.
Bu noktada iletişimin etkinliği bakımından dilin farklı yaşam alanlarına göre kısmi değişiklikler gösterdiğine işaret etmekte yarar vardır. Din, siyaset, sanat, tababet vb. alanlarda, o alanlara özgü kelime, terim ve deyimlerle bir özel alan dili oluşur. Bu alanların dışında herkesin ortaklaşa kullandığı dile de günlük dil veya sosyal dil denilmektedir. Toplumun dikey katmanları arasında da dilin farklılaşmasından söz edilebilir. Halk dili, entelektüel dil, akademik dil gibi ayırımlar da dilin kullanımında sosyo-kültürel statü farklılıklarına işaret eder. Konuşurken de yazarken de dilin bu farklı yönlerini yok sayarak davranmak mümkün değildir. Konunun netleşmesi bakımından metin yazımında günlük dil, entelektüel dil, bilimsel dil ve din dili meselesini kısaca açmaya çalışalım.
Günlük dil, kişinin iç yaşamının kendine özgü ritimleri ile iç içe geçer ve onun iç dünyasını şekillendirir . Ancak her konuyu özellikle de yazıda günlük dille anlatmak ne kadar mümkün olabilir? Özel alana mahsus tanımlayıcı, tayin edici ve sınırlayıcı kavramlar günlük dille uzlaştırılabilir mi? Bu sorular anlamlı ve gerekli olmakla birlikte cevapsız da değildir. Belki de kolay okunabilir, akıcı, dimağı yormayan yazı yazabilme becerisinin sırrı bu soruların cevabında yatmaktadır. Bu makale hacmi içerisinde kısaca şunu söylemek mümkündür: Dil zaman içinde değişime uğrasa da günlük (soyal) dilde yazılan metinler yaşamın hiyerarşisi içinde daima canlılığını korumaya devam eder. Yazı, günlük dilden uzaklaştıkça daha üzerinden zaman geçmeden okuyucuyu yormaya, sıkmaya ve yazarla iletişimden koparmaya başlar.
Entelektüel dil, sosyal seviye özentisi ile ortaya çıkan ve bazı metinlerde kalite ölçüsü olarak görülen bu farklılık ne kadar popüler olursa olsun bir süre sonra terk edilip unutulan “moda” gibidir. Entelektüel dilin doğruluk ve düzgünlük iddiası onu oluşturan özentiye dayandığından bu dile dair kalite standartları, ancak o sıradaki entelektüel çevre için bir anlam taşır. Günlük dilin hâkim olduğu çevrede entelektüel dil yeterince anlamlı ve etkileyici bulunmaz, aksine sıkıcı ve bunaltıcı olur. Bu sebeple entelektüel dilin, hâkim olduğu metinler yazının bilgiyi asırlar sonrasına taşıma kabiliyetini zaafa uğratır. Divan edebiyatının derin muhteva ve yüksek sanat gücüne rağmen dilinin entelektüel karakteri sebebiyle bugün o deryadan yeterince istifade edebilme imkânına sahip değiliz.
Bilimsel dil, konuşmada veya yazıda kavramları ve bilgi derinliğini öne çıkararak bilimsellik savıyla anlatıma farklı bir boyut kazandırılmasını yansıtır. Bu yönelişte de yine entelektüel dildeki gibi bir seviye iddiası söz konusudur. Ancak bu iddia biraz da sunulan bilginin karakteri ile yani bilimsel bilgi ve sıradan bilgi ayırımı ile ilgilidir. Her ikisi de aslında kişinin iletişim kuruntusundan ibarettir. Bilgiyi halka anlatabilmeyi halkın seviyesine inmek diye ifade ederek bu kuruntuyu itiraf etmiş oluruz. Aslında ilmi bilgi diye yücelterek halkın anlayış seviyesinin üzerinde tuttuğumuz şey, bilginin kendisi değil onun sunuş biçimidir. Yalın, sade ve kolay anlaşılır bir sunuş bize hep basit gelmiştir. Bu tür anlatım diline sahip eserleri hep küçümsemiş, ilmi eserler listesine almamışızdır. Bu anlayışa göre Gazâlî’nin “İhyâ”sı da “Kimya-i Saadet”i de ilmi eser olma hüviyetine layık görülmez. Halbuki Gazâlî’nin bu eserlerinin “Din İlimlerinin Diriltilmesi”, “Mutluluk İksiri” şeklindeki çok iddialı isimleri önemli hedefleri göstermektedir. Eserler bu hedeflere yönelik önemli hizmetler görmüştür ve görmeye devam etmektedir.
Din dili, müminlerin dini anlayışlarını yöneten ve onların dini tutum ve kanaatlerini yansıtan bir dil yapısıdır. Dini kanaatler gerçekliğin sadece bir yönüne değil, bütününe dair tasavvurlara dayandığından din dili onu kullananın kişiliğini aşan derin kolektif köklere sahiptir . Din dilini sosyal dilden ayıran başat özelliklerden biri kanaate dayalı içselleştirici gücünün olması, diğeri de zaman içinde değişkenliğe fazla açık olmamasıdır. Bu bakımdan sosyal dilin hazmedebildiği dini kavramlara sadık metinler, zaman içinde okunabilme özelliğini yitirmezler.
Din dili sosyal dil gibi yaşantılardan etkilenmekten çok daha fazla onları etkileme gücüne sahiptir. Bir bakıma din dili, dini tecrübelerin kazanılmasının bir vasıtasıdır . Dolayısıyla din dili, sosyal dilin kendi kültürel seyri içinde gelişen ölçülerine her zaman uymayabilir. Bununla birlikte din dili kaçınılmaz olarak sosyal dille sürekli bir müştereklik içindedir. Hem uyumsuzluk hem de müştereklik olgusunun getirdiği zihinsel karışıklığı önlemede temel sığınak, dinin kendi öğreti mantığı üzerinde oluşan kavramsal çerçevedir. Dini yazıların ilgiyle okunabilmesi ve bunu uzun süre devam ettirebilmesi, din dilinin özelliklerini, kavramsal çerçevesini, sosyal dille müşterekliğini başarılı bir uyumla metne yansıtabilmeye bağlıdır.
Yazı Dilinin Özellikleri
İletişim açısından konuşma ile yazı arasındaki en temel fark konuşmada seslerin ortaya çıktığında kaybolmasına karşılık, yazının ortaya çıktığında var olmasıdır. Bu fark sebebiyle sözlü iletişimde alıcının (dinleyici) algı tekrarına imkan verilmezken yazılı iletişim, alıcının (okuyucu) algı tekrarına olabildiğince açıktır. Yazı bu özelliği ile taşıdığı anlamları sabitleme ve saklama görevi yapmaktadır.
Konuşma, insanların zihni bağlantısını sadece konuşulduğu anda kurarken, yazının kuşaklar arasındaki zihinsel bağlantıyı kurma, bilgiyi sadece o andaki muhataba değil, geniş kitlelere paylaştırma, yıllar ve asrılar sonrasındaki insanlara ulaştırma görevi vardır. Yazının bu rolü sebebiyle konuşulan dilin yazıya dökülmesinden sonra ancak insanlık tarihinde gerçek bir uygarlık dönemi başlayabilmiştir.
Sözlü iletişimde söz ağızdan çıktığında alıcıya ulaşmadan önce onu değiştirme şansı yoktur. Hâlbuki yazıyı muhataba ulaşmadan önce istediğimiz kadar değiştirme imkanına sahibiz. Yazının bu özelliği, yazarın metin üzerinde çalışmasına, mesajı aktarmaya en uygun şekle gelinceye kadar onu düzeltmesine imkan vermektedir. Bu bakımdan okunsun diye yazı yazan kişinin onu anlaşılmaz bir şekilde yazmasının beceriksizlikten başka mazereti olamaz.
Yazının başarılı bir metin oluşturmada belirleyici özelliğinden biri de doğallıktan uzak olmasıdır. İnsan içinden geleni olduğu gibi söyler ama olduğu gibi yazamaz. Çünkü yazı, konuşmanın aksine bilinç dışından kendiliğinden ve kaçınılmaz olarak çıkagelmez, yazıda her kelime, her cümle bilinçli olarak üretilir. Anlatım yazı olarak kurgulandığında doğal söz söyleme ritminden çıkıp kurgulu bir ifade kalıbına bürünmüş olur.
Ayrıca söze canlılık veren konuşanın yüz hatları, ses tonu, bakışları gibi destekleyiciler yazıda olmadığından ortaya soğuk, donuk bir yapı çıkar ve okuyucu konuşanı olmayan cansız bir dile muhatap olur. Konuşmada anlamadığımız bir hususu tekrarlatma veya açıklatma şansı var iken anlamadığımız bir metni tekrar okuduğumuzda yazardan bir yardım beklentimiz olmaksızın tamamen kendi potansiyelimizle baş başa kalırız.
Yazı dilinin zayıf yönlerinden biri de kelimelerde metnin amacı dışında sergilenen bir önyargı sorununun bulunmasıdır. Metindeki dili ve onun arka planındaki duyguları kavrayabilmek için kâğıt üzerine dökülmüş kelime ve cümlelerde sergilenen önyargılardan zihni arındırmak oldukça güçtür. Önyargı kelimelerin lügat anlamlarından ve dilin genel kurallarından kaynaklanır. Çünkü yazarın bütün kelimeleri sözlük anlamlarında kullanması yahut dilin kurallarına yüzde yüz riayet etmesi mümkün değildir. Yazara rağmen yazı dilinin taşıdığı bu önyargılardan kurtulmak, yazarın mesaj kurgusunu çözmekten daha zor bir iştir . Böyle olduğu için ayet ve hadis metinlerindeki kelimelerin taşıdıkları önyargılar (sözlük anlamları) sebebiyle bu metinlerden insanlar farklı anlamlar çıkarmaktadırlar. Yazıdaki önyargılar sebebiyle bu kutsal metinleri anlamadaki çaresizliğimizi çoğunlukla tarihi olaylardan (esbab-ı nüzul/vürûd), günlük hayattan ve uygulamalardan örnekler alarak çözmeye çalışırız.
Genellikle yazıda sözlü anlatımdan daha uzun cümleler kurulur. Bazen bir cümle üç beş satırı geçer ve okuyucu ilerledikçe cümlenin başladığı noktayı ve cümlenin öznesini unuttuğundan anlatılanı bütün olarak kavrama güçlüğü çeker. Arapça gibi bazı dillerde yüklem cümlenin başında olduğu için uzun cümlelerde anlaşılma güçlüğü daha azdır. Bununla birlikte bir yüklemin insan zihnine taşıyacağı yük sınırlıdır. Hele uzun cümlede sıkça fiilimsi (şibh-i fil) türünden ana yüklemle uyumu zayıf yüklem paydaşları kullanılırsa zihnin dağılmaması mümkün değildir. Kolay okunan ve rahatlıkla anlaşılabilen metinlerde ya cümleler kısadır yahut uzun tutulan cümlelerde fiilimsi paydaşların ana yüklemle ve birbirileriyle ahenkli uyumu söz konusudur. Bu açıklamaların ışığında İmam Gazâlî’nin yazı üslubuna dair değerlendirmelere geçebiliriz.
Gazâlî’de Yazı Üslubu
Gazâlî’nin eserleri asırlardır okunmaya devam edilmekte, yalnız ilmi camiada değil halk arasında da ilgi ve itibar görmektedir. İlmi derinliği olan eserlerin her zaman ilim insanları tarafından ilgi görmesi gayet tabiidir. Ancak bir eser ilim insanları kadar halk tarafından da ilgi görüyor ise o eserin okunabilirliğini sağlayan önemli dil ve üslup özellikleri var demektir. Bu özelliklerin incelenmesi, özellikle de eser vermek isteyenler tarafından dikkatle tetkik edilip ondan dersler çıkarılması gerekir.
Onun incelemesini yaptığımız diğer iki eseri “el- Munkizu min’ed-dalâl” ve “Kavaid’ül-Akaid”, ilmi ağırlığı kadar felsefi yönü de olan eserlerdir. Böyle olmakla birlikte onların bile kolay okunabilme ve çok rahat anlaşılabilme özeliklerine sahip olduklarını söylemek yanlış olmaz.
El-Munkızu mine’d-dalâl, tasavvuf konusunu genişlemesine ele alan bir kitaptır. Eser, kelam ve felsefeye dair kısa bilgilerin verilip karşılaştırmaların yapıldığı giriş kısmından sonra tasavvufa dair çeşitli meselelerin işlendiği dört bölümden ibarettir. İncelediğimiz nüsha, Abdulhâlim Mahmud tarafından tahkiki yapılıp başına Gazâlî’nin hayatı, eserleri, “İhyâ” kitabının tahlili ve metotları hakkında 52 sayfalık geniş bir metin eklenerek 1965 yılında (H. 1385) neşredilmiştir.
Kavaid’ül-akaid, itikat konularının kelami usüllerle işlendiği, bir mukaddime ile dört fasıldan müteşekkil küçük fakat muhtevalı bir eserdir. Üzerinde çalıştığımız nüsha, Musa Muhammed Ali’nin tahkikini yaptığı ve 40 sayfalık bir takdim yazısı ekleyerek 1985 yılında neşrettiği Beyrut baskılı bir kitaptır.
İhyâu ulum’id-din ise itikat, amel, ahlak konularının işlendiği, İbadetler, Adetler, Muhlikat (Helak ediciler), Münciyat (Kurtarıcılar) olmak üzere dört bölümden meydana gelmiş bir ilmihal ve öğüt kitabıdır. İncelemesi yapılan nüsha, 1992 yılı, Kahire, Dar’ül-Hadis basımı 4 ciltlik nüshadır.
Denilebilir ki İhyâ’nın muhtevası halka yönelik bir ilmihal niteliği taşıdığı için onun halk tarafından ilgi görmesi normaldir. Üstelik dünyaca ünlü bir âlimin insanların dini hayatlarının tanzimine yönelik bir eser okunacaktır. Ancak Gazâlî İhyâ’yı halkın istifade edeceği tarzda yazmış olsa da ilmi kaygıyla kaleme almıştır. O İhyâ’yı yazma amacını şöyle açıklamaktadır: “Dini ilimleri diriltmek, muttaki imamların yürüdükleri yolu açmak, peygamberler ve salihler nezdinde faydalı olan ilimleri açıklamak üzere bu eseri telif etmeyi gerekli gördüm” . Eserin adı da bu amacı açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısı ile eserin ilgi çekmesini sağlayan muhtevanın dışında başka özellikleri olmalıdır. Aynı muhtevadaki eserler bu ölçüde ilgi görmemesine karşılık İhyâ’nın ulaştığı şöhret onun dil ve üslup yönünün üstünlüğünü akla getirmektedir.
Gazâlî, klasik eserlerde rastlanmadığı şekilde önce İhyâ’yı yazma amacını açıklamış, hangi konular üzerinde duracağını göstermek için eserinin bölümleri, bu bölümler içinde hangi konuların yer alacağı hakkında bilgi vermiştir. Böylece okuyucu ilk başta yazarın amacı ve eserin muhtevası hakkında bilgi sahibi olmaktadır. İhyâ’nın kendine has özelliklerinden biri de her konu işlenirken muhteva ve şekil yönünden standart bir düzenin uygulanmış olmasıdır. Buna göre alt başlıklar bazen değişse de her konu şu dört aşamada ele alınıp hiyerarşik bir düzen içinde işlenmiştir:
a. Konunun takdimi (tanımı, dini hükmü, ittifak ve ihtilaf edilen yönleri)
b. Konunun kısımları ve bunlara dair ayrıntılar
c. Faydaları ve bu faydaları temin etmenin yolları
d. Sakıncaları ve bunlardan korunmanın yolları
Bu sistem, okuyucunun basitten karmaşık olana, genelden ayrıntılara doğru zihinsel bir seyir izleyerek konuyu mantıki bir silsile içinde kavramasını kolaylaştırıcı güzel bir yoldur. İhyâ’nın fonksiyonel okumaya müsait olan bu sistemini kavrayan okuyucu hangi bilginin nerede bulunabileceğine dair fikir sahibi olmakta, dolayısıyla seçici davranmak istediğinde bunu rahatlıkla yapabilmektedir. İbadetlerden adetlere kadar halkı ilgilendiren hemen bütün konuları içine alan bu tür hacimli eserleri hatim sürer gibi baştan başlayıp sonuna kadar okumak herkes için ve her zaman mümkün olacak bir iş değildir. O yüzden eserin istenilen bilgiyi kolay bulmaya, istenilen konuyu seçip okumaya elverişli olması istifade bakımından çok önemli bir özelliktir.
İncelemesini yaptığımız eserlerde takip edilen ve İhyâ’da daha bariz bir şekilde görülen ortak üslup özelliği, öncelikle konuların sunuş tarzında ortaya çıkmaktadır. Konular hiyerarşik düzen içinde sıralanan başlıklarla ayrılarak her konudaki bilgiler şöyle bir sıra içinde sunulmaktadır:
Önce ilgili ayetler arka arkaya sıralanarak bu ayetlerin işaret ettiği hususa dikkat çekilir.
İkinci olarak sıhhat derecesine bakılmaksızın Hz. Peygamberin hadisleri verilerek konuya dair bilgi ve fikirler desteklenir.
Üçüncü olarak bilginlerin ve şöhretli kimselerin konuyla ilgili sözlerine yer verilir
Son olarak da müellifin telif ve değerlendirmeleri yer alır.
Böylece önce konuyla ilgili ayet ve hadisler verilerek okuyucunun konu hakkında Kur’an ve hadis kültürü edinmesi ve konunun dini naslarla temellendirilmesi sağlanmış olmaktadır.
Gazâlî’nin dil ve üslup konusundaki maharetini gösteren diğer bir husus da teşbihler ve temsilleri kullanmasında ortaya çıkmaktadır. Bilindiği üzere yazılı iletişimde örnekleme iki türlü yapılmaktadır. Ya anlam ifade edildikten sonra “tıpkı”, “mesela”, “nitekim” diye başlanarak örnek verilir ya da “nasıl ki” diye başlanarak önce örnek verilerek arkasından kastedilen anlam ifade edilir. Her iki şekildeki örnekleme yerinde ve uygun bir şekilde kullanıldığında anlamın doğru intikaline yardımcı olmaktadır. Ancak bunlardan hangisinin nerede kullanılacağının, dilin özelliği, akıcılık ve üslup bütünlüğü bakımından daha uygun olacağının tayini yazarın mahareti ile ilgili bir husustur. İkinci şekil yani “nasıl ki = kema enne” diye başlayıp örneğin önce verilmesi Arap diline sıkça kullanılan bir tarz olmamakla beraber yerinde kullanılınca bir ifade güzelliği olarak görülür. Gazâlî benzetme ve örneklemeyi olabildiğince kullanarak anlatılanların kolay kavranmasını sağlamış, ara sıra örneğin öne alındığı örnekleme usulünü de uygulayarak üslubuna güzellik katmayı başarmıştır.
“Nasıl ki, yiyecekler yenirken lezzetli ve hoş, çıkarırken kötü ve çirkin ise dünyevi hazlar da yaşanırken hoş ama ölüm anında anlamsız ve sıkıntı vericidir.”
“Nasıl ki, taş demire vurulunca orayı aydınlatan bir ateş çıkarsa aynı şekilde marifet nurunun kıvılcımı da fikirdir. Fikir, demirle taşın birleşmesi gibi iki bilginin birleşmesi demektir.”
Gazâlî”nin bu eserlerinde kullandığı dil ve üslup özelliklerini maddeler halinde kısaca şöyle açıklayabiliriz:
1- Gazâlî eserlerinde sosyal din dili diyebileceğimiz herkesin kolaylıkla anlayabileceği sade, dimağı yormayan, akıcı bir dil kullanmaya özen göstermiştir. Kendisi Arap olmamasına rağmen Arapça olarak kaleme aldığı metin bugün bile rahatlıkla okunabilme ve kolayca anlaşılabilme özelliğini korumaktadır. Bu durum üstadın dile hakimiyetini, bundan da önemlisi etkili bir beyan gücüne sahip olduğunu göstermektedir. Nisabur’un ünlü hatibi Ebu’l-Hasan b. İsmail, Gazâlî’nin ifade gücüne olan hayranlığını şu sözlerle dile getirmiştir: “Gazâlî, İslâm’ın ve Müslümanların hücceti ve din imamlarının imamıdır. Üslupta ve beyanda gözler onun bir eşini görmemiştir.”
2- Gazâlî olabildiğince kısa cümleler kullanmayı tercih etmiş ve cümleler arasında anlamla birlikte nağmeye yansıyan şiirimsi bir ahengi ve akıcılığı sağlamayı başarmıştır. Bazen uzun cümle görüntüsü veren ifadelerinde birbiriyle uyumlu müstakil anlam kümeleri, takibi kolaylaştıran, dimağı yormayan bir düzen içinde sıralanmıştır . Onun, Arapçada söze ahenk katmak için sıklıkla başvurulan atf-ı tefsir kabilinden “israf-ı kelam” a itibar etmeksizin ifadeyi güzelleştirdiği görülmektedir. “Nitekim bir reis birini öldürttüğünde (onu reis öldürdü) de denir (onu cellat öldürdü) de denir. Bir anlamda reis katildir, bir anlamda da cellat katildir. Her ikisinin de katil denmesi yanlış değildir. Çünkü bir anlamda öldüren cellattır, bir anlamda da reistir. Aynı şekilde kulun fiilinin faili bir anlamda kendisi diğer bir anlamda da Allah’tır. Allah’ın fail olması yaratma, kulun fail olması ise icradır.”
3- Gazâlî’nin felsefi ve ilmi derinliği olan eserlerini bile herkesin okuyabileceği ve anlayabileceği bir dille kaleme aldığı görülmektedir. Sadece konuyla ilgili ilim erbabının anlayabileceği bir dil kullanmaktan kaçınmıştır. Bu sebeple açıklamalarında okuyucuya kapalı, muğlak ve müşkül gelecek ifadelere rastlanmaz. Bir meseleyi sunuşundaki “efradını cami ağyarını mani” denebilecek berraklıktaki anlatımı, o mesele hakkında zihinde bir soru kalmasına meydan vermez. Bu bakımdan felsefeciden fıkıhçıya, cami imamından sıradan insana kadar Gazâlî’nin okuyucu profili oldukça geniştir.
4- Gazâlî’nin eserlerinde sade bir dil kullanılmış olmakla birlikte yeri geldikçe ilmi kavramların (felsefi, tasavvufi ve kelami) ihmal edilmediği gözden kaçmamaktadır. Hatta İmam bazı kavramları mecazi anlamda kullanarak zihinlere yeni kapılar aralayıp okuyucunun bakış açısını zenginleştirmektedir. İlmi ve mecazi kavramları kullanması, zihni yoracak ağırlıkta bir anlatım tarzı olarak onun üslubuna yansımamıştır.
5- Gazâlî muhatabı karşısında kabul edip onu diyaloğa davet eden bir yaklaşımla meseleleri etraflı bir şekilde tartışarak sunmayı tercih etmiştir. Okuyucunun ilgisini konu üzerinde sürekli canlı tutan diyalog yöntemini farklı şekillerde kullandığı görülmektedir. Buna dair bazı örnekleri şöyle sıralamak mümkündür:
a) Belli bir mesele üzerinde uzun diyaloglar kurarak “… dediklerinde deriz ki…” şeklinde akla gelebilecek soruları dile getirerek o meseleyi enine boyuna tartışır. Bu konuşma üslubunu monoton hale getirmeksizin “Eğer biz dersek ki … …. diye itiraz edeceklerdir” “Belki de şöyle diyeceklerdir: …”Evet, bunun cevabı da şöyledir:…” şeklindeki değişik ifadelerle renklendirir .
b) Doğrudan muhataba soru sordurarak yahut onun ağzından itiraz ederek yahut faklı bir fikir ileri sürerek meselenin olası itiraz noktalarının aydınlanmasına, o meselede anlaşılmayan bir husus kalmamasına özen gösterir. Bu cümleden olarak sıklıkla anlatımı “Eğer dersen ki:… Derim ki…”, “Sen bana sorarsan ki… Cevap şudur:…”, “Eğer denirse ki… fiöyle deriz:… şeklindeki ifadelerle de sürdürür. Bazen de konuyla ilgili ilim erbabını konuşturur. “İbrahim b. Edhem dedi ki:… O bir defasında da şöyle dedi:…”, “Alkame’ye denildi ki … O şöyle dedi:…” “Sevrî de şöyle dedi:…”
c) Bazen de konuşma havasını kendi kendine konuşma şeklinde sürdürür. “Bu mesele içimden şöyle geçti …”, “Kendi kendime dedim ki …”, “Bana açık (zahir) oldu ki …”, “Ben eğer bilirsem ki …”, “Eğer birisi bunun aksine … derse bildiğimde şüphe etmem, sadece ona şaşırırım”
6- Gazâlî’nin gerek teşbih ve temsil kullanma zenginliği, gerekse diyalog şeklindeki anlatım tarzı bakımından Kur’an üsluna benzer bir yol takip etmiş olduğu görülmektedir. Kur’an-ı Kerim’deki “Hakka nedir bilir misin?”, “Karia nedir bilir misin?”, “sana soruyorlar de ki…”, “onlara … sorduğunda derler ki”, “onlara … i misal ver”, “… nın benzeri, … gibidir”, “Eğer sana şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah’a sığın” şeklindeki anlatım tarzına Gazâlî’de sıkça rastlanmaktadır. Yine klasik eserlerde pek rastlanmayan bir tarz olarak Gazâlî’nin “eyyühelveled” risalesinde çocuğu karşısına alıp ona hitapla nasihatte bulunması, Kur’an-ı Kerim’de Lokman Suresinin ifade şeklini andırmaktadır.
Sonuç olarak; asırlardan beri çok az kişiye nasip olacak ölçüde değişik kesimlerden farklı bilgi düzeyinde insanlar tarafından ilgiyle okunabilen eserler vermiş olan İmam Gazâlî sade, akıcı, anlaşılabilir bir dil kullanmıştır. Onun üslubu okuyucuyu konunun içine çekip anlattığı meselelerde düşünce yolculuğuna çıkarır. Bugün yazı kanalı ile kurulan iletişimlerin başarılı olabilmesinin gerekleri olarak ileri sürülen kuralların onun eserlerinde vukufla kullanıldığını görmek mümkündür. Dokuz asır önce kaleme alınmış olan eserlerin bugün aynı ilgi ve canlılıkla okunabilmesini sağlamış olmak Gazâlî’nin dile hâkimiyetinin yanında dili bir iletişim aracı olarak kullanma başarısını gösterir.

*******************

*Prof. Dr., Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Cebeci, Suat, “Yazılı Dini İletişim ve Gazâlî’nin İhyâsı”, İslâmi Araştırmalar Dergisi, Ankara 2000, c. 13, Sayı: 3-4, ss. 467-472.
Palmer, F. Robert. (2001), Semantik-Yeni Bir Anlambilim Projesi, (Çev.: R. Ertürk), Kitabiyat.
Fiske, J., (1996), İletişim Çalışmalarına Giriş, (Çev.: Süleyman İrvan), Bilim Sanat Yayınları, Ankara.
Condon, J. C., Kelimelerin Büyülü Dünyası - Anlambilim ve İletişim, (Çev.: M. Çetinkaya), İstanbul 1995.
Gökçe, Orhan, İletişim Bilimine Giriş- İnsanlar Arası İlişkileri Sosyolojik Bir Analizi, Turhan Kitabevi, Ankara 2001.
Ong, J. Walter, Sözlü ve Yazılı Kültür, (Çev.: S. P. Banon), Metis Yayınları, İstanbul 1999, s. 105.
Koç, Turan , Din Dili, Rey Yayıncılık, Kayseri 1995.
Ferre, Ferederick , Din Dilinin Anlamı, (Çev.: Z. Özcan), Alfa Yayınları, İstanbul 1999
Ong, J. Walter, Sözlü ve Yazılı Kültür, (Çev.: S. P. Banon), Metis Yayınları, İstanbul 1999, s. 105
Gazâlî, İhyâu ulumi’d-din, Daru’l-Hadis, Kahire ty., c. I, s. 10-11.
İhyâ, c. 3, s. 336
İhyâ, c. 5, s. 9
Mahmud, Abdulhâlim, “Ebhas fi’t-Tasavvuf ve Dirasat an’il-İmam’il- Gazâlî”, el-Münkizu min’ed-dalâl, Tahkik: Abdulhâlim Mahmud, Kahire 1385, s. 63.
Gazâlî, el-Munkızu mine’d-dalâl, (Tahk.: Abdulhalim Mahmud), Kahire 1385, s. 97; Kavaidu’l-aka id, (Tahk.: Musa Muhammed Ali), Beyrut 1985, s. 53, 62-81)
İhyâ, c. 4, s. 390.
Cebeci, Suat, “Yazılı Dini İletişim ve Gazâlî’nin İhyâsı”, İslâmi Araştırmalar Dergisi, c:13, Sayı: 3-4, ss. 467-472, Ankara 2000
el-Munkız, s. 114-119
Bkz. Kavaid s. 269.
el- Munkız, s. 70-73