Makale

Sanat, Sanatçı ve Toplumsal Değerler

Sanat, Sanatçı ve Toplumsal Değerler

Yrd. Doç. Dr. Osman Mutluel
AİBÜ İlahiyat Fakültesi

Sanat kelimesi kök itibarıyla “sanaa” kelimesinden türetilmiş olup, İngilizce “art” kelimesinin karşılığıdır. Sanatı “belli bir yetkinliğe eriştirilmiş olma”, “bir şeyi kendi iç yasalarına göre özgürce biçimlendirme yeteneği” (Akarsu, Bedia (Trz), Felsefi terimler Sözlüğü, İnkılap Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 155.) olarak tanımlamak mümkündür.
Ayrıca sanat, “insanların gördükleri, işittikleri, his ve tasavvur ettikleri olayları ve güzellikleri, insanlarda estetik bir heyecan uyandıracak tarzda ifade etmeleri.” (Çam, Nusret (1997), İslam’da Sanat, Sanatta İslam, Akçağ Yayınları, Ankara, 2.) olarak da tanımlanabilir.
Sanatsal duygular, her insanda potansiyel olarak doğuştan verilen bir özellik olup, insanın yaşamı süresince gelişerek varlığını sürdürür. Bu duygu, insanın ailesinden gelen terbiye, aldığı sanat eğitimi ve aynı zamanda yaşadığı toplumun sahip olduğu kültür, inanç, örf ve âdetleri sayesinde şekillenir. Bu açıdan sanatın insan üzerindeki etkisini tam olarak anlatabilmek ve sanatsal duyguları tam olarak ifade edebilmek oldukça güçtür. Çünkü sanatsal duygular her insanda farklı boyuttadır. Bu durum, insanın sahip olduğu kültür derinliği ile alakalıdır. Ancak sanatsal duyguların sanatçılarda en üst seviyede idrak edildiği bir gerçektir. Bu açıdan sanatçı, içinde yaşadığı toplumun bir parçası olarak ortaya çıkan ve diğer insanlardan farklı duygular taşıyan kişidir. Pek çok insanın gördüğü ancak fark edemediği şeylerin, sanatçı tarafından görülmesinin nedeni, sanatçının bakış açısının farklı olmasındandır. Bu açıdan bakıldığında sanatçı, toplum vicdanının sesidir. Ayrıca sanatçı, verdiği sanatsal ürünlerle, toplumdaki diğer insanlar üzerinde, olaylara karşı farklı bir bakış açısı oluşturur. Örneğin her insan evlerdeki balkonlardan söz edebilir. Ama Sezai Karakoç’un “Balkon” şiirini okuduğunda, evlerin balkonları ile tabut arasında kurulan benzerlik karşısında, balkonlara ayrı bir duygu ile bakar. Yine her insan kaldırımlar üzerinde dolaşır ve yürür ama Necip Fazıl Kısakürek’in “Kaldırımlar” şiirini okuduğunda, kaldırımların da bir ruhu olduğunun, orada başka bir âlemin varlığının farkına varırken, kaldırımlarla yalnızlık duygusu arasındaki ilişkiyi fark eder. Bu açıdan sanatçı, verdiği sanat ürünleri ile insanların her gün sıradan görerek yaptıkları şeylerin sıradan olmadıklarının, her şeyin bir ruhunun ve hafızasının olduğunun bilincindedir. İşte toplumdaki bu farkındalık, sadece sanatçı bakışı ile oluşturulabilir. Böylece toplum, hayata ve olaylara karşı daha duyarlı hâle gelir.
Sanatçı, kendi dünyasında oluşturduğu bakış açısını, içinde yaşadığı toplumun örf, âdet, inanç ve kültürü ile oluşturduğu zaman, toplum içinde yaşayan insanlarla birlik, beraberlik ve bütünlük içinde sanatını icra eder. Çünkü insan, hangi toplum içinde doğup büyümüş ise, o toplumun kültürü, inançları ve sosyal değerleri ile yetişir. Bu değerler içinde sanat, insanların ruhlarındaki güzellik duygularını tatmin etme açısından son derece önemli bir etkiye sahiptir. Ortak sanatsal değerler, toplum içinde bulunan farklı inanç ve kültüre sahip insan topluluklarının birbirlerine karşı daha toleranslı bir bakış açısına sahip olmasını sağlar ve birlikte yaşama kültürü oluşturur.
Toplumun sahip olduğu değerleri birbirinden ayırır ve uzaklaştırırsak, insanların yaşamlarından bir şeyler eksiltmiş oluruz. Bu bağlamda içinde sanatın bulunmadığı bir dinî anlayış veya dinin etkilemediği bir sanat oluşturmaya çalışmak, son derece yanlış bir yaklaşım olacaktır. Bir insan için din ve sanat, hayatın vazgeçilmez iki unsuru olarak algılanmalıdır. Bu anlamda Kur’an okurken sesimizi güzelleştirmemiz gerektiğini söyleyen Hz. Peygamber’in bu hadisi, Kur’an’a hürmet gösterme amaçlı olarak anlaşılabileceği gibi, insanın yaratılışındaki güzellik ve sanat duygusunun da göz ardı edilmediğini gösterir. Yine Kur’an’ın, Hz. İbrahim’in döneminde tapınmak için heykel yapma karşısında “Ne bu tapınıp durduğunuz heykeller?” (Enbiya, 21/52.), ifadesiyle Hz. İbrahim’in ağzından sert ve yasaklayıcı ifade kullanmış olmasına karşın, Hz. Süleyman’ın yaptırdığı çeşitli havuz, kale ve heykellere karşı, “Ona (Süleyman’a) kalelerden, timsallerden, büyük havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan dilediğini yaparlardı." (Sebe, 34/13.), ayetinde olduğu gibi aynı sertlikte ifadeler kullanmamış olması, insanoğlunun sanata olan ihtiyacı açısından son derece önemli bir ayrıntıdır.
İslam dünyasında soyut sanatın ön plana çıkışının ana sebebi olarak, resim ve heykel yasağını göstermek, günümüzde revaç bulmasına karşın, kanaatimizce soyut sanata yönelmenin nedenlerinden biri, İslam’ın insanlara getirdiği Allah inancında yatmaktadır. Çünkü tevhit inancı, her türlü maddi unsurlardan sıyrılarak inanmayı gerektiren bir inanç çeşididir. İnsanları arındıran ve saflaştıran bir inanç sahibi olan Müslüman sanatçının, soyut sanatlara yönelmesi doğal karşılanmalıdır. Bu açıdan tevhit inancına sahip olan bir insanın, ufku ve hayal dünyası öyle genişlemelidir ki, yaptığı ve ortaya koyduğu her türlü sanatsal ürünü, kendi engin dünyasından bir şeyler katarak ortaya koyabilmelidir. Bu açıdan İslam sanatlarını icra ederken, hat, tezhip, ebru, minyatür gibi aslından farklı veya varlık olarak gerçeği bulunmayan çeşitli sanatsal şekillerden oluşan eserlerin ortaya konması, Müslüman sanatçının ufkunun genişliğinin bir göstergesi olarak kabul edilmelidir.
Ayrıca toplumun değerlerine rağmen geliştirilen bir sanat anlayışı, o toplum içinde gelişme ve ilerleme şansına sahip olamaz. Bu açıdan bakıldığında sanat, toplumu birleştiren ve bütünleştiren bir olgu olmaktan çıkmış ve sadece “Sanat, sanat içindir.” anlayışı çerçevesinde sanat ürünleri üreten bir konuma gelmiş olur. Bu durumda toplum ve sanat birbirinden ayrışır ve aralarında uçurum oluşur. Böyle bir ortamda sanatçının ifade ettiği gerçekler, sorunlar, toplumun gerçekleri ve sorunları olmaktan çıkar. Bunun sonucu sanatçı, ya toplumdan kopuk, kendi fildişi kulesinde yaşamaya mahkûm olmuş bir kişi ya da toplum içinde ayrılık tohumları eken, toplumun birlik ve beraberliğini ortadan kaldıran bir insan olarak karşımıza çıkar. Bu durumu, sanatçının diğer insanlar gibi olmadığı, onun farklı olduğu, toplumun sesi ve dile gelişi olduğu şeklinde açıklamak mümkün değildir.
Sonuç olarak sanatçının, toplumu oluşturan diğer insanlardan, duruşu, kendini ifade etmesi, sorunlara yaklaşımı ile farklı ve toplumun problemlerine karşı daha duyarlı olduğu gerçeği elbette göz ardı edilemez. Fakat bu durum, toplumun sahip olduğu ve onu bir arada tutan kültürü, değerleri, ahlakı yok sayma gerekçesi olarak kullanılmamalıdır. Aynı şekilde dini yorumlarken, sanata ve sanatçıya karşı bir tavır içinde olduğunu ifade etmek de yanlış bir yaklaşım olacaktır.