Makale

Dünün Kazancı Bugünün Bereketi Yarının Umududur

Dünün Kazancı Bugünün Bereketi Yarının Umududur

Mukadder Ârif Yüksel
Çorum Bayat Müftüsü

Günün birinde bir padişah, bahar mevsiminde tebdil-i kıyafetle çevreyi dolaşırken, yaşlı bir çiftçinin bahçesinde meyve fidanı diktiğini görür. Selam verir ve sorar:
- Sen bu fidanları dikiyorsun ama meyvelerini yiyebilecek misin?
Yaşlı çiftçi bilge gibi cevap verir:
- Efendim, dedelerimiz ve babalarımız dikti biz yedik, biz de dikelim ki çocuklarımız yesin. Bu cevap padişahın çok hoşuna gider ve yaverine:
- Şuna bir kese altın verin, der. Altını alan çiftçi padişaha:
- Efendim, gördünüz mü, herkesin diktiği meyve fidanları yıllar sonra ürün verir, benimkisi hemen verdi, der. Bu cevabı da çok beğenen padişah, şuna bir kese altın daha verin, der. Bir anda iki kese altın sahibi olan çiftçi kıvrak zekâsı ve aynı bilgeliği ile cevap verir:
-Efendim, herkesin meyvesi yılda bir ürün verirken, bakın benim meyvelerim peş peşe iki ürün verdi, der. Padişah, şu adama bir kese altın daha verin, biz de hemen buradan uzaklaşalım, ihtiyara cevap yetişmiyor, bu gidişle hazineyi boşaltacak, der.
Bazıları, ileri görüşlü böylesi ataları sayesinde hayat yolculuğuna emsallerinden birkaç kilometre önde başlarlar, bazıları hayat yolculuğuna sıfır kilometreden başlar, bazıları da atalarının borç yükü sebebiyle hayata eksiden başlamak zorunda kalırlar.
Kâmil bir mümin, doğuştan önünde hazır bulduğu nimetleri Allah’ın lütfu bilir ve onları şükür vesilesi sayar. Zaruri ihtiyaçların eksik ya da yetersiz oluşu, bazılarını zorlu bir hayat mücadelesine sevk eder. Mal, mülk, servet, hayat yolculuğunda kullanılan aracın yakıtı hükmündedir. Eldeki yakıtın yerli yerince kullanılması, tüketmek bir yana artırılması serveti kullananın basiretine bağlıdır. Her hâlükârda servetin, bir ailenin elinde en fazla dört yüz yıl kaldığı, zamanla el değiştirdiği tecrübe edilmiştir.
Çoğunlukla bir ailenin malvarlığının ana sermayesi, büyüklerinden devraldığı mirastır. Ölüm hak, miras helaldir. Devraldığı mirasın üzerine yeni kazançlar ilave edemeyenler hazırı tüketip sıkıntıya düşerler, geleceğe de hiçbir katkı sağlamazlar. Dünyada tabii ve beşerî kaynaklar tasarruflu kullanılması hâlinde herkese yetecek miktarda olsa da sınırsız değildir. Tüketilen malın yerine yenisi konulmadığında bir süre sonra kıtlık baş gösterecektir. Bunun için bir atasözümüzde, “Hazıra dağ dayanmaz.” denilmiştir.
Kimseye muhtaç olmamak için çalışıp kazanmak ve hayati ihtiyaçları kâfi miktarda karşılamak, dünyevi faaliyetlerimizin temelini teşkil eder. Allah Teala Rezzak sıfatı ile herkese yetecek miktarda rızık ve bu rızkı elde etmeye yarayacak imkânlar yaratmıştır:
"Orada hem sizin için hem de rızıkları size ait olmayanlar için (gerekli) geçim vasıtaları yarattık." (Hicr, 15/20.) O hâlde "Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların helal ve temiz (tayyib) olanlarından yiyin." (Bakara, 2/172.)
“(Dünyalık olarak) size her ne verilmişse, bu dünya hayatının geçimliğidir. Allah’ın yanında bulunanlar ise daha hayırlı ve kalıcıdır.” (Şura, 42/36.)
İnfak, her türlü meşru harcamayı ifade eder. Kişinin ilahî nimetleri, kendisi ve ailesinin temel ihtiyaçları (beslenme-giyim-barınma) için harcaması da infak kapsamındadır ve her türlü maddi tasarruf meşru yollarda kullanıldığı ve israfa kaçılmadığı sürece Allah yolunda yapılmış harcama hükmündedir.
Bugün harcadıklarımız, daha önce kazandıklarımızdır. Harcadıklarımızdan arda kalanlar ise yarının umudu ve güvencesidir. Kazanmadan harcayanlar, ya mirasyedi konumundadırlar ya da başkalarının kazancını borçlanarak veya başka yollarla elde ederek tüketirler. Bir yerde üretim tüketimden fazla ise bolluk, bereket ve ucuzluk olur. Eğer üretim tüketimi karşılamıyorsa, kıtlık ve pahalılık olur, enflasyon kaçınılmaz hâle gelir.
İnsanlar, alışveriş yaparken bir yandan ihtiyaçlarını gideriyor olmanın sevincini hissederken, diğer yandan ihtiyaçlarını karşılayabilme imkânına sahip olmanın mutluluğunu yaşarlar. Fakat sermayede meydana gelen azalma, yeni gelirlerle telafi edilmiyorsa alışverişin verdiği haz kısa süre sonra endişeye dönüşür. Yapılan araştırmalarda insanların en çok, alınca değil verince mutlu olduklarını ortaya çıkarmıştır. Çünkü Allah için yapılan infak, hem mala bereket katıyor hem de ruhu, mutluluk için temel şart olan dinginliğe kavuşturuyor.
Babamızın kazancı, belli bir düzeye gelinceye ve bir meslek sahibi olup iş sahibi oluncaya kadar ihtiyacımızı karşılar. En leziz ve en temiz yiyecek, kişinin kendi alın teri ile kazandıklarıdır. Bu meyanda Allah Rasulü de, “Kişi alın teri ile kazandığından daha temiz bir şey yememiştir.” (Buhari, Büyu’, 15.) buyurmuştur.
“Paran kadar konuş” denilen bir zamanda yaşıyoruz. Ne kadar tüketirsen o kadar değerlisin, algısı zihinlere empoze ediliyor. “Siz yeter ki tüketin, nakit sorun değil, kredi kartı ile ödersiniz, limitiniz yetmezse artırırız” gibi söz ve sloganlarla tüketim körükleniyor. “Üzümünü ye bağını sorma” atasözü ile de kaynaksız ya da kaynağı belirsiz tüketim meşru gibi gösteriliyor.
Maddeyi yegâne değer ölçüsü sayıp “Paran kadar konuş.” diyenlere şunu söylemek gerekir: Para her şey değildir, paranla en fazla kendini abat edersin ama eserlerinle insanlığa hizmet eder ve amel defterini açık bırakırsın.
Yazımızın başında anlattığımız hikâyede, hem ecdadın eserlerine ve emeğine karşı bir vefa ve minnet duygusu, hem de bugünde iz bırakarak gelecekte hayırla anılma arzusunun yer aldığı da söylenebilir. Şahıslar, babadan kalma mirası, milletler de atadan kalma maddi ve manevi, tarihî, kültürel değerleri ve üzerinde yaşanılan vatanı miras olarak devralırlar. Şanlı tarihin inşası ve ana gibi vatanın imar ve ıslahı için ecdat, ömürlerini feda etmişler, kâh şehit, kâh gazi olmuşlardır.
Geçmişte eser bırakanlar günümüzde hayırla anılırlar. Tarihte söz sahibi olanın günümüzde de hatırlı bir yeri vardır ve gelecekte de kendinden hayırla söz ettirecektir. Tarihsel başarılar, tarihi inşa edenin onurudur, bu günün insanına ise sadece ilham verir ve yol gösterir. Herkes, kendi emeği ve eseri kadar değerlidir. Kayda değer bir emeği ve eseri olmayanın gelecek nesiller açısından varlığı ile yokluğu müsavidir. Ha olmuş, ha olmamış. Eser bırakanların ise ölümü beşerî bir süreçten ibarettir. Buna göre asırlar sonra eserleriyle insanlığa hizmet eden birinin beşerî yokluğu, öylesine yaşayanların varlığından daha değerlidir.
Hikâyemizde söz konusu olan bilge dedemizin sahip olduğu vefa duygusu, hayata ve geleceğe bakışı, ortalama her insanda olması gereken bilinç düzeyidir. Unutmamak gerekir ki, vatanperver, vatanına en çok hizmet edendir.