Makale

Mescit Değerleri

Mescit Değerleri

Dr. Ekrem Keleş
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Mescit, secde yeridir. Secde, kulun Allah’a en yakın olduğu andır. Secdede vuslat vardır, aşk vardır. Secde edilen yer, Allah’a yakınlığın en ileri derecede kendini hissettirdiği yerdir. Secdedeki mümin, anne kucağındaki çocuk gibidir. Sevgililer sevgilisi ‘Benim en huzurlu olduğum an, namazda bulunduğum andır.’ (Nesâi, 3939.) buyurmuştur. Fıkıhta namazın kıyam ve rükû gibi rükünlerinin secde için konulmuş olduğunun söylenmesi, secdenin, namazın en önemli rüknü olduğunu anlatmak içindir.
Secde, mümin için özlemle beklenen bir randevudur. Şair bu özlemi ‘Yalnız senin adına, bir kapansam toprağa’ diyerek anlatmıştır. Mümin bu randevuya, ilgili ayet-i kerimeden de anlaşılabileceği gibi maddi ve manevi olarak en güzel bir şekilde hazırlanarak gider. Bu randevu, mümine nice değerler kazandıran bir buluşmadır.
Takva, ihlas ve samimiyet, tertemiz olma tutkusu, nezaket, nezahet, nezafet, kardeşlik, eşitlik, birlik, beraberlik, isar, infak, paylaşma şuuru… Bunlar ‘mescit değerleri’dir. Yalnızca Allah’a secde eden mümin, en başta bu değerleri kazanacaktır. Çünkü mescitler, kalplerin imar edildiği yerlerdir.
Bu değerlerin başında takva vardır. Takva üzerine kurulmayan, başka temeller üzerine oturan bir bina -adı mescit olsa bile- aslında beytullah olamaz. Mescid-i dırar olur. Küfür ve nifak karargâhı hâline gelmiş bir mekân, mescit olabilir mi?
“…İlk günden temeli takva üzerine kurulan mescit, içinde namaz kılmana elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz onları sever.” (Tevbe, 9/108.) ayet-i kerimesi, mescit değerlerinin en önemli temellerini ortaya koymaktadır.
Takva, sakınma anlamınadır. Sevdiği bir insanı kırmaktan sakınır gibi bir sakınmadır bu. Sakınmanın gereği olan saygı, incitmeme, kırmama duyarlılığıdır. İhlal edilmemesi gereken hususları ihlal etmeme hassasiyetidir. Mescide takvayı kuşanmak üzere gidilir.
Mescit, secde edilen yer demektir. Secde sadece Allah için yapılır. Allah’tan başkasına secde yapılmaz. “Şüphesiz mescitler, Allah’ındır. O hâlde, Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin.” (Cin, 72/18.) Bundan dolayı mescitler mecazi olarak ‘Allah’ın evi’ anlamına ‘Beytullah’ olarak isimlendirilmiştir. Kâbe’ye ‘Allah’ın evi’ denilmesi de mecazidir. İçinde yalnızca Allah’a secde edilen camilerin, mecazi olarak ‘Allah’ın evi’ adıyla anılması son derece anlamlıdır.
Bilindiği gibi bizde mescitler ‘Cami’ olarak adlandırılmaktadır. ‘Cami’ kelimesi, aslında ‘Toplayan, bir araya getiren, kapsayıcı mescit’ anlamına ‘el-Mescidü’l-cami’ şeklindeki sıfat tamlamasının, isminin hazfedilerek sıfatının kullanım yaygınlığı kazanmasından doğmuştur. ‘Büyük mescit, herkesi bir araya getiren mescit’ anlamına gelmektedir.
Bu isim, mescitlerin, hiç kimseyi dışarda bırakmayacak şekilde çevresindeki herkesi nasıl bir araya getirmesi gerektiğine dair önemli bir mesaj da vermektedir. ‘Cami’ adı, mescitlerin, -hiç ayırt etmeden- içinde bulunduğu mahalle, köy veya herhangi bir yerleşim biriminin bütün müminlerini bir araya getirici işlevini ifade etmektedir. Dolayısıyla camiler, toplumsal birlikteliğin merkezi konumundadır.
Mescit adabı başlığı altında anlatılan hususlar da daha ziyade bu birliktelikte dikkat edilmesi gereken kurallardan oluşmaktadır. Bunun için mescit adabı, en başta, toplum içine çıkacak, başka insanlarla karşılaşacak Müslümanın o insanlarla ilişkilerinde gözeteceği hususları içine alır. Demek ki ‘Cami adabı’ herşeyden önce insani ilişkiler adabıdır.
Kılık kıyafet bakımından kişinin toplum içine çıkarken en güzel elbiselerini giymesi, uygun olmayan bir kıyafetle başka insanların huzuruna çıkmaması, onların yanına giderken güzel kokular sürünmesi, kendilerini rahatsız edecek birtakım kerih kokularla insanların yanına varmaması, mescit adabındandır. “Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.” (Araf, 7/31.) ayet-i kerimesini hatırlayalım.
“Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ın zikri elbette en büyüktür. Allah yaptıklarınızı biliyor.” (Ankebut, 29/45.) ayet-i kerimesi, ihlas, huşû, takva gibi manevi şartlarına özen göstererek kılınan namazın, insanları, edepsizlik, hayâsızlık ve kötülüklerden koruyacağını ifade etmektedir. Buna göre güzel ahlaki vasıflarla bezenmek, kötü ahlaki vasıflardan uzaklaşmak mescit değerlerindendir.
Mescit adabı, tam olarak mescidin işlevsel hâle gelmesi daha doğrusu mescit adabının aksiyona dönüşmesi ile tam olarak gerçekleşebilir.
Ümmet-i Muhammedin özelliklerinden biri, yeryüzünün onlar için mescit kılınmış olmasıdır. Bu yönüyle bakınca aslında mescit adabı, bir bakıma müminin yeryüzü ile ilişkisini, ona bakışını, yeryüzünün Müslüman nezdindeki değerini de içine alabilecek bir genişliğe sahiptir. Müminin yeryüzüne saygısını da kapsayan çok kapsamlı bir yaklaşımdır bu.
Cami adabı, cemaate eşitlenme bilinci kazandırır. Hiç kimseyi hakir görmeme, başkaları için de kendisi için istediğini, sevdiğini isteyebilme, kendisi için istemediğini başkaları için de istememe şuuru taşımayan cami adabına sahip değil demektir.
Caminin, kendisine gelen hiç kimseyi geri çevirmediği gibi, cami adabına nail olmuş Müslüman da hiç kimseyi kapısından geri çevirmeme duyarlılığına sahiptir.
Cami adabının insani ilişkilere dönük olan yanından başka bir de mescitlerin şiar olması, İslam’ın simgesi olması, dokunulmazlığı gibi yönleri sebebiyle onlara gösterilecek saygı ve onların korunması ve imarı boyutu da vardır. Cami adabının bu yönü şeaire saygı kapsamında değerlendirilebilecek niteliktedir. Bu yönüyle camiler, Beytullahın birer şubesi olarak Beytullaha gösterilmesi gereken hürmeti zımnen hak ettikleri gibi Beytullahın temel vasıflarını da temsil ederler. Sözgelimi “…Oraya kim girerse, güven içinde olur…” (Al-i İmran, 3/97.) ayet-i kerimesinde ifade buyrulan güven alanı olma vasfını taşırlar. Camiler herkes için bir emniyet ve güven alanı olmalıdır. Beytullah olarak Allah’ın kullarının mescidin kapısından geri çevrilmesi uygun olmaz. Kul, mescide giderken evine gider gibi gidebilecek bir hâlet-i ruhiye içinde olmalıdır. Hedef budur. Bütün insanların, can, mal, ırz, namus güvenliğinin sağlandığı korunmuş/masun alanlardır camiler. Müminlerin camilerini bu hâle getirmeleri, cami adabı kapsamında değerlendirilebilir.
‘Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli’ derken büyük şair, aslında camilerin müminler açısından nasıl ırzları ve namusları gibi dokunulmaz ve saygın olduğunu ve diğer bir açıdan da nasıl bir duyarlılıkla korunması gerektiğini en güzel benzetmelerden biri ile anlatmaktadır.
Allah’ın adının anıldığı ve yüceltildiği yerler, insanı insan yapan değerlerin, insani değerlerin öğrenildiği, öğretildiği ve yaşandığı yerlerdir. Bu bakımdan aslında mescit değerleri, insani değerlerdir. Çünkü orada insani değerler öğretilir, öğrenilir ve yaşanır. Yüce Allah, adının anıldığı yerleri kirden pastan olduğu kadar lağvden, oraya layık olmayan söz ve fiillerden arındırmayı da emretmektedir.