Makale

Mihrapta Bir Kadın: Hz. Meryem

Mihrapta Bir Kadın: Hz. Meryem

Dr. Ülfet Görgülü
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

“Kitap’ta Meryem’i de an.” (Meryem, 19/16.)
Bir kadın…
Yıllardır anne olabilme özlemiyle yanıp tutuşmakta. Yavrularını besleyen anne kuşlara bile imrenip Rabbine tazarru ve niyazda bulunmakta.
Nihayet bir gün dualara icabet olundu. İyilerden bir kimse olan İmran ile iffetli bir kadın olan (Meryem, 19/28.) Hanne, bir evlat sahibi olacaklarını öğrenmenin sevinciyle bayram ediyordu…
Mutluluğu; gözyaşı olup akıyor, şükürler olup dökülüyordu Hanne’nin dilinden: “Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Kabul buyur benden. Şüphesiz hakkıyla işiten ve bilensin sen.” (Al-i İmran, 3/35.)
Ve o doğdu, nur gibi bir kız çocuğu. Oysa bir adaktı beklenen. Mabede sadece erkek çocuklar adanırdı. Hanne sevinsin mi, üzülsün mü bilemedi. “Rabbim! Onu kız doğurdum. Erkek kız gibi değildir.” (Al-i İmran, 3/37.) diyerek dile getirmişti hayretini.
Meryem ismini verdi ona, Meryem olsun diye. Meryem, kendini tamamen Allah’a veren, kullukta, ibadette ileri giden...
Adı güzel, kendi güzel, hâli güzel Meryem! Kerim kitabımızda Rabbi tarafından pek çok kez anılan, ismi bir sureye verilen Meryem! Seçilmiş, âlemlere üstün kılınmış bir soydan gelen Meryem! Seçilmişliğin bir gereği olarak nice ince eleklerden elenen, nice ağır imtihanlarla sınanan Meryem!
Adanmış bir kuldu o, dünya pazarında oyalanmak için değil, Allah yolunda mücadele, mücahede ve hizmet etmek için… Seçilmiş bir kuldu o, “İsa” incisinin istiridyesi olmak için…
Annesinin bu samimi adağına mukabele ediyordu Mevla: “Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu.” (Al-i İmran, 3/37.)
Böylece Meryem’in hicreti başlıyor, ilahî bir izin ile mabede kabul ediliyordu. Kızlar gelin olup çıkardı baba evinden. Meryem Allah’a kurban olmak için çıkıyordu. O artık mabede ekilmiş bir tohum, çiçeği “İsa” olacak bir bitki idi. Bundan sonra kendisine tahsis ve tanzim edilmiş bir odada, mihrapta akacaktı Meryem’in hayat nehri.
Mihrap! Harp edilen yer… Harbe hazırlık gerek. Düşmanın karşısına teçhizatsız çıkılmaz elbet. Mihrapta Meryem, ilahî ilhama ve ikrama mazhar olacaktı. Gelecekte karşılaşacağı tüm zorluklarla baş edebilecek iman, irade, sabır ve cesareti kuşanacaktı. Meryem’in silahı zikirdi, taatti, duaydı. Gözyaşları süsü, ibadeti örtüsüydü…
Mabet, Meryem’in hem evi oldu hem mektebi. Peki mürebbisi, mürşidi, muallimi kim olacaktı? Takdir-i ilahî tecelli etmiş, çekilen kura sonucu Meryem, bir peygamberin, aynı zamanda teyzesinin eşi olan Hz. Zekeriya’nın himayesine verilmişti. (Buhari, Şehadat, 30.) Zekeriya (a.s.) bu ulvi emaneti tüm varlığıyla sahiplenmiş, bu nadide çiçeği muhabbet ve merhametle yetiştirmenin gayretine girmişti. Seçilmiş Meryem, adanmış Meryem, Allah’ın beytinde ve bir peygamberin rahle-i tedrisinde… Ne öğretirdi bir peygamber bu çok özel talebesine? Ne öğretmezdi ki bir peygamber bu çok özel talebesine? Meryem ondan, o Meryem’den öğrenmekteydi, nice hakikatleri ve hikmetleri. Hz. Zekeriya evde itina ile hazırlanmış yiyecekler getiredursun Meryem’e, onun yanında başka yiyecekler bulmaktaydı mihraba her girişinde. Oysa kendisinden başka mihraba giren olmazdı. “Meryem bu sana nerden geldi?” dediğinde aldığı cevap son derece kısa ve netti: “Rabbimin katından” (Al-i İmran, 3/37.) Demek ki Allah sonsuz kerem sahibi idi. İmkânsız görüneni mümkün kılandı. Yeter ki kul ona canıgönülden iltica edebilsin. İşte Zekeriya (a.s.) bu hissiyat ile mihrapta dua edip Allah’tan bir evlat niyaz etmişti de Yahya (a.s.) ile müjdelenmişti. (Al-i İmran, 3/38.)
Şüphesiz Rezzak olan Allah her türlü rızkın hâlıkı ve sahibidir. Sebepleri devreden çıkarırsa insan, ikramı hep Allah’tan bilecektir. Ancak anlaşılıyor ki, Meryem mihrapta maddi rızıkların ötesinde Rabbani nimetlere ve manevi rızıklara da erişmektedir.
“Rabbi onu güzel bir şekilde yetiştirdi.” (Al-i İmran, 3/37.) ilahî beyanı ile Kur’an Hz. Meryem’in şahsında, kişisel gelişim ve eğitimde mescidin ehemmiyetine dikkatimizi çekmektedir. Böylece Hz. Meryem hem beden hem ruh sağlığı bakımından en uygun bir muhitte ve en verimli bir şekilde itina ile yetiştirilmiştir. Meryem annenin ne kadar sürdüğünü bilmediğimiz ömrünün en bereketli günleri böylece mescitte geçmiştir.
Mescit mübarektir. Orada geçen vakitler de bereketlenir. Bir anı bir ömre bedel zamanlara şahitlik eder mescidin her köşesi… Mescit emniyettir. Mescit emanettir. Mescit uhuvvettir. Mescit muhabbettir. Mescit kutsiyettir. Mescit safiyettir. Mescit mahviyettir…
Annesi Meryem’i mabede “muharraran/hür olarak” adamış idi. Zira Allah’a tam kul olabilmek için O’ndan gayrısına ünsiyetten tam hür olabilmek gerekir. Allah’a adanmak, cümle kayıttan azade olarak, nefsin bütün tutkularından arınarak, her türlü esaret zincirini kırarak Allah’a kul olabilmektir. Gönlünü dünyaya ve hatta ukbaya değil, Allah’a bağlayabilmektir. “La ilahe illallah” kelime-i tevhidini hâle getirip yaşayabilmektir.
Cemal-i yâre meftun olanın gözü ve gönlü gayra kayabilir mi? Emr-i ilahîye itaatten başka bir kulluğu, rızay-ı Bari’ye erişmekten öte bir arzusu olabilir mi? İşte Hz. Meryem böylesine bir aşk ile iltica etmişti ki Mevla’ya, meleklerin teveccühüne erişerek: “Ey Meryem! Rabbine divan dur. Secde et ve (O’nun huzurunda) rükû edenlerle birlikte rükû et” (Al-i İmran, 3/43.) emrine muhatap oldu.
Bu emir ile Hz. Meryem’e mabette kendisine tahsis edilen bölümün dışına çıkarak, ibadet mahallinde erkeklerle beraber bulunma ve onlarla birlikte namaza katılma izni verilmiş oluyordu.
İkiletmedi Meryem Rabbinin talebini. Bütün kınama, hakaret ve saldırıları göğüsleyerek, asırlardır uygulanagelen mabet kurallarını hiçe sayıp, yıktığı tabuların bedelini başıyla ödemeyi göze alarak can pahasına itaat etmişti ilahî emre vecd ile… Sonraları İsa’sını güven içinde dünyaya getirmek için uzak bir yere çekildiğinde Cebrail (a.s.)’in; “Hurma ağacını kendine doğru silkele ki sana taze hurma dökülsün. Ye, iç, gözün aydın olsun.” (Meryem, 19/26.) emrine uyduğu gibi… Babasız çocuk dünyaya getirmiş olmanın ağır yükünü omuzlayarak döndüğü Kudüs’te hahamların ve halkın linç girişimine karşı emredildiği üzere sükût orucunu tuttuğu gibi…
O Meryem idi.
Saf ve tertemiz idi.
Adanmış ve seçilmişti.
Dünya kadınlarına üstün kılınmıştı.
Asırlar sonra Rahmet Peygamberi tarafından da kadınların en hayırlısı, cennet hanımlarının sultanı olarak tebşir edilecekti Asiye, Hatice ve Fatıma annelerimizle birlikte… (Buhari, Enbiya, 32, 45, 46.)
Hz. Meryem, kendinden sonra gelenlere takip edecekleri silinmez bir iz ve örnek alacakları mümtaz bir hayat armağan etmişti. Kerim Kitabımızda ölümsüzleşen bu hikâyenin gölgesinde ve Sevgili Peygamberimizin himayesinde asrısaadetin ve hane-i risaletin hanımefendileri Mescid-i Nebevi’ye gönülden intisap etmişlerdi. Sabahın erken saatleri ve gecenin karanlığı da dâhil günün her vaktinde, cuma ve bayram namazlarında bu kutlu mescidin iştiyaklı müdavimleriydi onlar. “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder.” (Tevbe, 9/18.) ayetinin ilhamıyla kendilerini mescidin mimarları arasında ve cemaatin ayrılmaz bir parçası gördüklerinde kuşku yoktur. Mescit, onların hem mabedi hem mektebi idi Hz. Meryem misali…
Gün geldi hanımlar, talebesi oldukları mescitlerde muallimlik yaptılar, ilim ve irfan halkaları kurdular. Ecdadımızda olduğu gibi niceleri camiler inşa ettiler, şehirlerin kalbine kubbelerle minarelerle tevhit imzası attılar…
Bugün Allah’ın beğenisine mazhar, sevilen bir kul olabilmek ve O’na kul olmayı her şeyin üstünde tutmak için çaba harcayan hanımefendiler her türlü olumsuzluğa rağmen, Meryem anneleri gibi camilere yönelmeli, gönüllerini mescitlere muhabbetle bağlamalıdırlar. Zira camilerin onlara, onların camilere ihtiyacı vardır. Ve bugün insanlık, yürekleri mescidin manevi ikliminde yeşermiş, çölden kaynayan zemzeme eş ilim ve irfan pınarlarıyla sulanmış münevver annelerin yetiştirdiği İsa ruhlu nesillere her zamankinden daha ziyade muhtaçtır.