Makale

KUR’AN VE ŞÎFRE

KUR’AN VE ŞÎFRE

Abdulhakim YÜCE*

Özet:

Son İlahî vahiy olan Kur’an-ı Kerim üzerinde yapılan çalışmalar her zaman dikkat çekmekte ve hızlı bir şekilde ilim ehlinin ve halkın gündemine girmektedir. Ancak yapılan her çalışmanın müspet olduğu iddia edilemez. Bazı çalışmalar, maalesef Kur’an’a yakışmayan, onu karalayan veya sıradan bîr kitap seviyesine düşüren türdendir. Bunlara gereğine uygun cevapların verilmesi ve kamuoyunun aydınlatılması gerekir.

Bir süreden beri basında sıkça gündeme gelen Kur’an-ı Kerim’in Şifresi adlı çalışma da bu türden bir çalışmadır. Yazımızda sözü edilen eserde geçen iddiaların yanlışlığını tespit etmeye çalıştık. Zira Kur’an-ı Kerim, isteyen herkesin anlayabileceği, ehlinin hüküm çıkarıp daha geniş anlamlar tespit edebileceği İlahî bir kitaptır. Şifre ve benzeri kapalılıklar­dan da münezzehtir.

Anahtar Kelimeler: Kur’an-ı Kerim, Şifre, Gelecekten Haber Verme, Ayet Numarası, Takvim, Bilimsel Tesbitler.

Abstract:

The Holy Qur’an and Its Code

Studies on Quran, the last Holy Book, have always raised great attention in general public minds and taken place in and people’s agenda immediately. But, it is not possible to claim that all of these studies are acceptable in Islamic perspective. Furthermore, some of them are clearly away from Quran’s teachings and some others even calumniate it or approach it as an ordinary book. So this type of studies must be answered suitably in a timely manner.

For example, a recently published book,. “The Code of The Holy Quran" which has popularity in the media, is one of them. In our article we try to show their false claims includ­ed in that particular book. As a matter of fact, everyone can easily understand The Holy Quran and the scholars can take jurisdictions and some wider meanings from it. Also, the Holy Quran is far from such codes or encryptions and mysteries as claimed.

Key Words: Holy Quran, code, presage, verse number, calendar, scientific facts.

İslam’ın zuhuruyla birlikte Kur’an-ı Kerim insanlığın gündemine girdi ve hala en çok konuşulan, hakkında eserler yazılan ve araştırmalar yapılan kitap ol­ma özelliğim korumaktadır. Gidişat, kıyamete kadar keyfiyetin böyle devam ede­ceğini gösteriyor. Ezelden gelip ebede giden bu İlahî kitap, her kişi ve gurubun ya fikrine istikamet vermek veya desteklemek için müracaat ettiği temel kaynak olagelmiştir.

Örneğin değişik iç ve dış tesirlerle oluşan İslâmî fırkalar, Kur’an’ı enine bo­yuna incelemeye başlaymca, insan tabiatının ve yetiştiği ortamın gereği olarak farklı bakış açılarıyla kaleme alınan tefsirler meydana geldi. Bu arada batınî ve hurûfî akımlara benzer Kur’an okyanusunu bulandırmaya çalışan akımlar da oluştu, ancak çok ciddi etkiler bırakmadan marjinalleştiler.

Günümüzde de Kur’an’ı anlama gayretleri sürmektedir. Belki bu gayretler manzumesinden sayılmaz, ancak son zamanlarda basında sıkça konuşulan Kur’an-ı Kerim’in Şifresi adlı kitap, bazı kesimlerin Kur’an hakkında uygun ol­mayan yorum ve inançlar içerisine girmesine neden olacak gibi görünüyor. Biz de bir yanlışa düşülmemesi için, konuyla ilgili bazı düşüncelerimizi, daha önce basma yansıyanları tekrardan kaçınarak, belirtmek istiyoruz.

İddianın Zemini

İddia genel hatlanyia ayet ve sûre numaralan ile tarih/takvim üzerine otur­maktadır. Bu arada bazı bilimsel tesbitler de kullanılmıştır. Öncelikle şunu ifade etmek gerekir: Kur’an gibi Allah kelamı olan bir vahyin tartışmalı, şüpheli, insan içtihadına dayalı hatta bazen keyfî davranışlara ve tesbitlere dayanan, zamanla değişebilen öğelere bina edilmesi düşünülemez. Ne demek istediğimizi bir iki ör­nekle açmak istiyoruz.

1. Kur’an’m Ayet ve Sûreleri

Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber (sas)’e belli bir düzen ve 23 yılık bir süre içerisinde nazil olmuş ve hemen yazıya geçirilmiştir. Yazının yanı sıra, inen kı­sım, hüküm içeriyorsa, hem uygulanıyor, hem de başta namazlarda olmak üzere sürekli okunuyordu. Bunlara ek olarak Hz. Cebrail her yıl ramazan aymda Hz. Peygamber’e (sas) o güne kadar nazil olan ayetleri sırasıyla okuyordu. Mukabe­le geleneği de buradan kalmıştır. Bu uygulamalar bütünüyle düşünüldüğünde hem ayetlerin hem de sûrelerin bugün elimizde olan Hz. Osman’ın tertip ettiği düzene göre olduğu anlaşılmaktadır. Zira hem yukarıda anlatılanlar biliniyordu, hem de ashabm bu konuda söz birliği vardı. Hz. AH gibi iniş sırasına göre Mus­haf tertip edenlerin davranışı buna zıt değildir. Adı üzerinde iniş sırası gözetil- miştir ve o da ayn bir zenginliktir. Zaten onlar da elimizdeki tertibe karşı çıkma­mışlardır.

Ancak sürelerin sayısı sabit olmakla birlikte (114) ayetlerin sayısı üzerinde söz birliği edilmiş değildir. Örneğin Şafiî alimleri besmeleyi her sürenin başında ayn bir ayet olarak kabul ederken, Hanefî alimleri sadece Fatiha süresinin başın­daki ayeti o süreden saymakta, diğer sürelerin başına teberinken ve süreleri ayır­mak için yazıldığını ifade etmektedirler. Dolayısıyla, iki görüş arasında 112 ay et­lik bir fark ortaya çıkmaktadır. Bunun dışında da alimler arasında bazı ayetlerin bitiş noktası konusunda tartışmalar olmuştur. Elbette bu tartışmalar ayetlerin yer­lerini değiştirmeye neden olmadığı gibi Kur’an’da bir eksikliğe de neden olma­maktadır. Zira, sadece bir ayetin nerede bittiği noktasında bir tartışmadır. Besme­le ise zaten bir ayettir, tekrarı anlam bakımından bir şey değiştirmemektedir.

Fakat anlattığımız konu Kur’an Şifresi iddiası açısından ciddi bir problem­dir. Çünkü iddia ayet numaralan üzerine bina edilmiştir. Örneğin falan sürenin dokuzuncu, on dördüncü ve ellinci ayeti toplanmakta ve bir konuya işaret edildi­ği iddia edilmektedir. Oysa bu numaralar kesin değildir, dokuzuncu ayet, sekizin­ci ayet olabilir. Söz sıralaması değişmemekle birlikte, ayetin bitiş noktası tartış­mak olabilir. Kesin olmayan bu durum insanlık hayatında önem arz eden bir şe­yi veya olayı gizleyecek bir şifre olamaz, zira İlahî kelâm kesindir.

2. Tarih ve Takvim

İnsanın yeryüzü hayatının ne zaman başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Bu bilinmeyen, ancak uzun bir zaman olduğu tahmin edilen süre içerisinde insa­noğlunun işlerini kolaylaştırmak için icat ettiği şeylerden birisi de tarihin başlan­gıcım tayin ve takvimlerdir. Bu işte kolaylık olsun diye Allah (cc), güneş ve ay gibi belli bir yörüngede seyreden ve belli bir düzene sahip mekanizmalar yarat­mış ve insanlığın hizmetine sunmuştur. Ancak, hiç bir tarih veya takvim başlan­gıcının vahye dayalı, İlahî kaynaklı olduğu söylenemez. Örneğin hicri takvim Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vefatından çok sonra ashabın yaptığı bir toplantıda, değişik görüşler tartışılarak tesbit edilmiştir. Miladi takvim için de aynı durum söz konu­sudur. Kaldı ki, bu iki takvim dışında dünyada şu anda bile kullanılan değişik başlangıçlara sahip takvimler vardır.

Diğer taraftan tarih içinde takvimlere müdahaleler olduğu bilinmektedir. Özellikle artık yıldan1 kaynaklanan farkı düzeltmek için Roma krallarından biri­nin bir günde takvimi on gün ileri aldığı kaynaklarda yazılıdır.2 Ayrıca Kur’an-ı Kerim müşriklerin, özellikle haram ayların yerlerini ve ayların sayısını değiştir­diğini tenkit ederek, bize bildirmektedir. (Tevbe, 9/37) Buna nesi uygulaması de­nir. Bunun gayesi, hac mevsimini sürekli aym zamana denk getirmekti. Ay yılı ile güneş yılım denk getirmek için, yıla bir ay daha ekliyorlardı. Böylece hac 33 yıl boyunca gerçek tarihinin dışında yapılıyor, ancak 34. yılda gerçek Zilhicce­de ifâ ediliyordu. Hz. Peygamber’in veda haccı gerçek Zilhicceye denk gelmişti. Hicri dokuzuncu yıldan beri hac ibâdeti gerçek tarihinde yapılmaktadır.

Bu açıklamalardan şu neticeleri çıkarmak mümkündür: a. Dünyada sadece miladî ve hicri takvimler kullanılmadığından, evrensel olan Kur’an sadece bu iki takvime göre şifreli bilgiler taşımaz, b. Takvimler İlahî kaynaklı olmadığından yanlışlar taşıması veya müdahaleye açık olmaları mümkün olduğundan Kur’an bunlara bina edilemez, c. Öyle ise, “falan tarihte şöyle bir olay olacaktır” şeklin­de kesin bir bilgi elde etmek mümkün değildir, zira kesin olan ayetlerin kesin ol­mayan her hangi bir takvime göre şifre taşıması düşünülemez, d. Kur’an evren­sel olduğundan her millete ve her asra hitap eder. Örneğin Miladî takvime göre bir şifre taşıması durumunda, yine örneğin Çinli’lere göre bir şey ifade etmez. Çünkü onların kullandığı takvim çok farklıdır. Buna benzer değişik yaklaşımla­rın listesini uzatmak mümkündür.

3. Bazı Bilimsel Veriler

Şifre iddialarının bir kısmı enlem, boylam, kromozom sayısı, kütle numara­sı vb. konulara bina edilmektedir. Bunların bir kısmı kesin bilimsel tesbit olsa bi­le bir kısmı içtihadî kabullere yani varsayımlara dayanmaktadır. Örneğin meridyenlerin (boylam) geçiş noktalan ictihadîdir. 1884 yılında Washington’da yapı­lan Uluslararası Meridyen Konferansı’nda oy çoğunluğuyla kabul edilen konvan­siyondan beri 0° meridyenin geçiş noktası Greenwich olarak kabul edilmiştir. Bu­ranın seçilmesi, her hangi bilimsel bir veriye değil, eski bir gözlem evinin bura­da olmasına dayandırılmıştır. Oysa dünyada daha eski bir çok gözlem evi bulun­maktaydı. îngilizlerin dünya hakimiyetleri buranın seçilmesinde etkili bir rol oy­namış olabilir. Zaten oy birliğiyle değil, oy çokluğu ile bu görüş kabul edilmiştir.

Dolayısıyla, Kur’an’m şifre taşıdığım iddia etmek ve sonra da bunu hiç bir bilimsel veriye dayanmayan, tamamıyla keyfi olarak kabul edilen meridyen sayı­sıyla açıklamak tutarlı olamaz. Bundan yola çıkarak, ne 17 Ağustos depreminin 30. meridyen üzerinde olması ne de Ağn Dağı’nm 44. meridyen üzerinde olma­sı onlar hakkında bir Kur’an şifresinin olmasma işaret etmez. Zira başka bir mer­kez (ki bunlar milyonlarca olabilirler, örneğin Ka’be’nin 0° meridyen olması ge­rektiğini söyleyen çok sayıda ilim adamı bulunmaktadır.) seçilmesi durumunda bu iddia havada kalacaktır. Dolayısıyla Ağn Dağı 44. meridyen üzerinde olma­yacaktır. Meridyenlerin şu anda bulundukları yerde olması herhangi bir kanşıklığa neden olmadığından, kabul edilmesinde bir sakınca yoktur, ancak ön kabule dayalı ve her hangi’ bir zamanda değişmesi mümkün olan bir şeye değişmez olan

Kur’an’ı dayandırmak ve şifre taşıdığım söylemek hem tutarsızdır hem de

Kur’an’ı daha sonra tartışma zeminine taşıyacağından sakıncalıdır.

III

Kur’an-ı Kerim’in Açık Oluşu

Kur’an’ı insanlığa bir rahmet olarak gönderen Allah (cc), bunun apaçık bir kitap olduğunu, ayetlerinin tafsil edildiğini, kalbi ve aklı kullanarak anlamaya gayret edilmesi gerektiğini ve dilinin, içlerinde Hz. Peygamber (sas)’in neşet et­tiği toplumun dili olan Arapça olduğunu belirtmektedir. (Fussilet, 41/1-3, Yusuf, 12/2) Ayrıca, “Biz her peygamberi, kendi milletinin lisanıyla gönderdik ki, onla­ra hakikatleri iyice açıklasın” (İbrahim, 14/4) denilerek, isteyen herkesin kendi çapında, şifre vb. hususlara başvurmadan Kur’an’ı anlayabileceği ifade edilmek­tedir. .

Elbette İlahı bir kelam olan Kur’an, en üst seviyede ilim sahibi olmuş kişi­lere de hitap edecek ve onların da kalb ve kafalarını doyurucu anlamlar taşıyacak­tır. Nitekim, insanlık tarihinde yeni çağlar açan büyük filozoflar bile Kur’an karşısında hayranlıklarını gizleyememişleridir. Öyle ise her kişi ilim, tefekkür, tesli­miyet, irfan ve gayretine göre Kur’an’dan daha derin anlamlar çıkarabilecektir.

Bu da Kur’an’ın İlahî, evrensel ve mu’ciz bir söz olduğunu göstermektedir. Baş­ta Pozitivistler olmak üzere, bazılarının dediği gibi, “ilim ve medeniyet ilerledik-

çe insanlığın, Kur’an dahil, dinlere ve kitaplarına ihtiyacı olmayacaktır” şeklin­deki iddiaları geçersizdir; zaten günümüz insanlığının içinde bulunduğu bunalım­lar da bunu göstermektedir.

Tefsir tarihi bize, rivayet ve dirayet gibi değişik tefsir ekollerinin oluştuğu­nu göstermektedir. Bu arada sadece ayetlerin zahirine göre tefsir yapanlar oldu­ğu gibi, daha çok tasavvuf ehlinin üzerinde yoğunlaştığı işarî tefsir de bir ekol olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. Bunlar, ayetin zahirî anlamına, dinin emir ve yasaklama aykırı olmamak ve ayetin sadece bu anlama geldiğini iddia etme­mek şartıyla yapılan ve genel olarak ilhama dayalı açıklamalardır: Ancak burada ne bir şifreden sözedilmekte, ne gaybın bileneceği iddia edilmekte ne de dine ay­kırı bir mesaj çıkarılmaktadır. Daha çok iç aleme ve ahlaka ait inceliklerden sö- zedilmektedir.

Hurufîlik adıyla meşhur olmuş akım mensupları ise, sadece Kur’an’dan de­ğil, her harften kendilerince bir anlam çıkarmış ve bunu başlı başına bir ekol ola­rak sistemleştirmeye çalışmışlardır. Pisagor ve Kabbala dahil, tarih boyunca bazı şahıs ve akımlarda benzeri düşünceler görülmüştür. Ancak bu şahıslar ne İslam aleminde ne de diğer milletlerde genel kabul görmüşlerdir. Kur’an’da şifre oldu­ğu iddiası, bu akımın değişik ve ilkel bir versiyonuna benzetilebilir. Günümüzde kitlelerin gerçeklerden uzaklaşıp şeytana alet olmaları için sıkça öne sürülen ka­dim medeniyetlerde yaşanmış veya tartışılmış sihir ve benzeri hususların oluştur­duğu atmosfere, düşünce ve zamanlama açısından bir uyum da görülmektedir.

Kısacası, İslam tarihi boyunca, başta Kur’an-ı en iyi anlayan Hz. Peygamber (sas) olmak üzere, hiç bir alim ne açıkça ne de dolaylı / işareten Kur’an’da bir şif­re olduğunu söylemişlerdir. Sadece bazı alimler, tek tek harflerden oluşan mukat- ta’a harflerinin Allah ile Peygamber’i arasında bir şifre olabileceğini söylemişler­dir ki, o da genel bir kabul görmemiştir*. Herkesin üzerinde ittifak ettiği ve onlarca ayette belirtilen şey, Kur’an’uı apaçık bir kitap olduğudur. Şifrelenmiş bilgilerin ol­ması durumunda Kur’an kendisi ile çelişmiş olacaktır ki, bu mümkün değildir.

İddianın Sıradanlığı ve Gizlediği Tehlike

Kur’an’da şifrelerin gizli olduğu iddiasından önce Tevrat’ın şifresinin çözül­düğü iddia edilmişti. Ancak bunun kutsal bir şifre olmadığı, hemen her söz dizimi için aynı şeyin iddia edilebileceği ortaya konunca konu gündemden düştü. Şu pa­sajı beraber okuyalım: “Grant Jeffrey, Tevrat’ın nisbeten kısa bir parçasında 25 ağacm adının EAHD olarak kodlanmasından öylesine etkilenmişti ki, aynı uzun­lukta bir metinde 25 ağacm ismini kodlayabilecek herhangi bir kişiye 1000 dolar vadediyor ve meydan okuyordu. Kısa bir süre sonra Gidon Cohen adlı bir Ingiliz Yahudisi, herhangi bir bilgisayar kullanmaksızın 29 ağaç ismini, hem de daha kı­sa bir metnin içine kodlayarak açıkladı. Aym metni bilgisayarlarla inceleyen uz­manlar Cohen’in kendisinin fark edemediği beş ağaç isminin daha metinde EAHD’lenmiş olduğunu keşfettiler. Cohen’in metni tamamen anlamlı bir metindi. Jeffrey vadettiği parayı ödedi ama Tevrat Şifrelerine inanmaya devam etti.”4

Bu örnek bize her metinden benzeri şifre(!)lerin çıkarılabileceğini göster­mektedir. Herhangi bir kitabın bölüm, paragraf, satır ve harf sayıları arasında ku­rulacak bir sayı sistemi ile, olmuş bir çok olaya işaret eden şifreler bulmak müm­kündür. Ve işte işin vahim taraflarından biri de burada gizlidir. Zira her metinden benzeri şifreler bulma imkanı ortaya çıkınca, Kur’an’m bir insan sözü olduğu ve diğer herhangi bir metinden farkı olmadığı iddiası peşinden gelecektir. Yani Kur’an’m sıradan bir kitap gibi olduğu anlayışı -bilerek veya bilmeyerek- zihin­lere kazınmak istenmektedir.

Gelecekten Haber Verme

Gelecek bilgisi (gayb) İlahî bir sır olarak bırakılmış ve kimseye bildirilme­miştir. Sayılan yüzleri aşan ayette gayb bilgisinin Allah’a ait olduğu belirtilmiştir. Bu konuda ilham, rüya, sezgi, işaret, feraset, cifir, ebcet hesabı vb. yollarla elde edilen bilgiler, açık ve net olmadıkları gibi, kişisel olup genel bağlayıcılıklan ol­mayan ve kısmen tahmin ağırlıklı bilgilerdir. Aynca alimler tarafından istismara açık olduklarına da işaret edilmiştir. Ancak işin erbabı tarafından gereğine uygun yorumlanması durumunda bir ders çıkarılabilir ve kişi isterse onunla amel eder. İşin bu zor, istismara açık ve kapalılığından ötürü, bir çok alim, örneğin rüya ile amel edilmez demişlerdir. Sayılan diğer yollar için de benzeri yorum ve tenkitler yapılmıştır. Bunlar din açısından objektif ve bilimsel değere sahip değillerdir.

Öyle ise, ister ilham, rüya, cifir, ebcet, vb. yollarla olsun, isterse şifre şeklin­de ortaya atilan tahmin ve yorumlarla olsun, gelecekten haber vermeyi dile geti­ren bilgilere bağlanmamak ve hayatı onlara dayanarak düzenlememek gerekir. Zira herkesi bağlayıcı ilmî/şer’î bir kesinlik ifade etmezler. Belki yaygınlaştırma­mak ve kesin hükümler şeklinde sunmamak şartıyla kişisel tahminlere yardımcı, kısmen yol gösterici olarak yararlanılabilir. Şunu da eklemek gerekir ki, bu ölçü­deki bir değer bile ancak erbabının elinde olması şartına bağlıdır. Erbabının te­mel özelliklerinden biri ise kâmil bir mü’min ve arif olmasıdır.

Kur’an’da gelecekle ilgili bilgilerin şifre şeklinde gizlendiği kesin olsaydı - ki bunun olmadığı ve böyle bir iddianın bizzat Kur’an’la çelişeceği açıktır- çö­zülecek şifrelerden elde edilecek bilgiler yine de kişisel ve tahmin seviyesinde kabul edilecekti. Ancak böyle bir şifrelemenin olmadığını tekrarlayarak, gelece­ğe ait bilgi iddiası içeren spekülasyonlara inanılmaması gerektiğini belirtmek is­teriz. Konumuz olan kitapta5 da benzeri iddialar bulunduğundan bu açıdan da ten­kite açıktır.

Tabii Olaylar

Kainatın ne zaman yaratıldığı ve günümüze kadar ne tür değişim ve felaket­ler yaşadığı kesin olarak bilinmemektedir. Yapılan kazılarda bulunan arkeolojik veriler, bir kaç bin yıl öncesine ait bilgiler bile taşımaz. Uzayın derinliklerine gönderilen araçlar veya radyo dalgalan gibi şeyler, kainatın genişliği ile kıyaslan­dığında burnumuzun ucunu bile göremeyecek kadar kısa ve yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla kainat hakkında bildiklerimiz, bilmediklerimize nazaran denizde damla hükmündedir. Ancak kesin olarak bildiğimiz şeyler de yok değildir. Örne­ğin bu kainatı yaratan ve idare eden, belH bir düzen içinde işlemesini sağlayan an­cak istediği zaman istediği şekilde müdahale gücüne sahip olan bir Yaratıcı var­dır. Bazen elimizdeki bilimsel verilerle açıklayamadığımız olaylara da şahit ol­maktayız. Örneğin basmda 6 Mayıs 2000 yılında bilmem kaç bin yılda bir aym çizgi üzerinde dizilen gezegenlerin oluşturacağı felaketlerden söz edildi. Ancak hiç bir felaket yaşanmadığı gibi kayda değer hiç bir değişiklik de gözlenmedi. Fa­kat insanlığın gündemi günlerce bu olayla meşgul edildi.

Tıpkı bunun gibi, 2006 yılında bir gök cisminin dünyaya çarpacağını iddia etmek de sadece gündemi değiştirmeye ve özellikle kıyametin ne zaman kopaca­ğı bilgisinin sadece Allah’a ait olduğunu bilmeyen kişileri psikolojik bunalımla­ra sürüklemeye yarayacaktır. Bu noktada şunu ifade etmek gerekir ki, Allah ka­inatı tarihin bir döneminde yaratıp sonra kenara çekilmiş değildir. Yaşanan her olayda doğrudan Allah faildir, eşya ve olayların dizgini onun elindedir. Ne bir gök cismi ne de bir atom altı parçacık, onun izni ve iradesi olmadan hareket eder. Dolayısıyla görünüşte dünyamıza çarpacağı varsayılan nice gök cisimleri, tabir yerinde ise son dakika müdahalesi ile .yön değiştirmiş ve Allah’ın büyüklüğüne birer belge olarak kayda geçmiştir. Daha önceleri de bu türden bir çok tahminde bulunulmuş ve hesaplar yapılmış olmasına rağmen, insanlığın hayatım toptan et­kileyecek bir olay yaşanmamıştır. Halley kuyruklu yıldızı ve benzerlerinin seyir tarihini incelemek bu konuda yeterli bilgiler verecektir. Öyle ise her insan ama özellikle her inanan, gelecekte olacağı tahmin edilen tabii olaylar için sadece din, bilim ve aklın verileri ışığında tedbir almalı ancak bunu bir paranoyaya çevirme­den, psikolojik bunalımlara düşmeden normal hayatım sürdürmelidir. 2006 yılın­da büyük bir gök cisminin dünyamıza çarpacağına dair bilgiyi hiç bir bilimsel ve dinî veriye dayandırmamız mümkün değildir. Fakat böyle bir şey kesin bilinseydi bile, yapılabilecek hiç bir şey yoktu, zira ne sığmak ne de başka bir şey bizi bundan kurtarabilirdi.

Bir de son dönemlerde dünya çapında kıyametin falan tarihte kopacağma da­ir bir çok yayın ve söylentinin olduğuna işarete etmek gerekir. Bu konuda da şu açıklamaları yapmak mümkündür:

Dünya hayatının bir gün son bulacağı, evrenin kurulu düzeninin bozulacağı veya bugünkünden farklı bir hal alacağı; kısacası kıyametin kopacağı inancı İla­hî dinlerin yanı sıra İlahî olmayan bazı din ve inançlarda da önemli bir yer tut­maktadır. Dünya üzerinde lokal olarak meydana gelen bir depremin bile ne kadar dehşet verici bir olay olduğuna kıyaslanırsa, bütün kainatı kapsayacak kıyamet gününün nasıl bir şey olacağım düşünmenin veya bir nebze olsun insan akıl ve şuuruna yaklaştırmanın ne kadar imkansız olduğu anlaşılır. İşte kıyametin bu dehşetliliği tarih boyunca insan zihnim meşgul etmiş ve korkutmuştur. Ahiret inancı olmayan veya bu inancına uygun bir hayat sergileyemeyen kişilerde ise, kıyametin dehşetinin yanı sıra yok olma/hiçliğe gömülme veya ağır bir hesap ver­me/azap çekme düşüncesi daha vahim bir korku ve ürperti oluşturmaktadır. Bu korkudan yararlanarak insanları sömürmek veya onları insanlık dışı düşünce ve eylemlere sürüklemek isteyenlere engel olmak için, Yüce Allah hem bu dehşetli günün tarihini, Peygamberler dahil hiç kimseye bildirmemiş hem de ölümün bir yok olma, hiçliğe gömülme olmadığım ifade etmiştir. O Hz. Peygamber (sas)’e hitaben şöyle buyuruyor: “Sana kıyametin ne zaman geleceğini soruyorlar. De ki: “Onun ne zaman geleceğine dair bilgi yalnız Rabb’imin nezdindedir. Vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O kıyamet öyle bir meseledir ki, ne göklerde ve ne de yerde ona tahammül edecek hiç kimse yoktur. O size ansızın gelecektir. Sen sanki onu biliyonnuşsun gibi onu sana soruyorlar. De M: “Ona dair gerçek bilgi yalnız Allah’ın nezdindedir;” ama insanların çoiğu bunu bilmez.” (A’raf, 7/187) “Kıyamet saatinin acele ile gelmesini isteyenler ona inanmayanlardır. Müminler ise onun gerçekten vaki olacağım bilir ve ondan korkarlar. Kıyamet hakkında tar­tışanlar, haktan ve gerçekten çok uzak, derin bir sapıklık içindedirler.” (Şûra, 42/18)

Buna rağmen, İlahî mesajdan uzaklaşan topluluklarda, felsefelerini kıyame­tin yaklaştığı inancına dayandıran ve bu yolla kişileri veya toplulukları sömüren, dünyadan el-etek çekmelerine neden olan ve bazen toplu intiharlara sürükleyen çok sayıda tarikat ve akım bulunmaktadır. Bilimsel hiç bir değeri olmayan ve in­sanlığın dünyadaki serüvenine bakıldığında çok önem arz etmeyecek bazı olayla­ra dayanarak tarihler belirleyen bazı tarikat kurucuları, hem etraflarına insanları toplayabilmekte hem de ciddi facialara neden olmaktadırlar.

Kıyamet inancının özellikle Hıristiyan/Yahudi kutsal metinlerinde yoğun bir şekilde yer alması istenmeyen yanlışların yaşanmasında etkili olmuş olabilir. İşi sömürmeye açık hale getiren temel nokta ise, Kitab-ı Mukaddeste konu ile ilgili baştan sona sembollerle dolu çok sayıda ayet bulunmasıdır.6 Kıyamet, özellikle Kitab-ı Mukaddesin apokaliptik ayetlerinde anlatılmaktadır. Apokalipse kelime­si eski Yunanca bir kelimedir ve ilham/vahiy anlamına gelmektedir. Bu ayetleri yorumlayan rahip Don Perkins gibi kişilerin oluşturduğu dehşet verici atmosfere Şeytanın ve kıyamet gibi temalar işlfeyen 7. İşaret, 5.Element, Şeytanın Avukatı, Tılsım, Armageddon gibi filmler de kitleleri korku ve dehşet içinde bırakmak­tadır. Bu arada 2000 yılında kıyametin kopacağına dair bir çok yorum yapıldı. Daha önce de önemli görülen bazı olaylar kıyametin kopmasına birer işaret sayılarak kitleler dehşete sürüklenmişlerdi. Haçlı seferlerini alevlendiren neden­lerden biri de kısa zamanda kıyametin kopacağı yorumuydu.

Konunun daha vahim bir yönü de, yukarıda verdiğimiz ayetlerde görüldüğü gibi, Kur’ani Kerim’de kıyametin ne zaman kopacağının Allah dışında hiç kim­se tarafından bilinemeyeceği kesin bir dille ifade dilmesine rağmen, İslam ül­kelerinde de kıyametin yalanda kopacağı fikri üzerine kurulan veya bu düşünceyi öğretilerinin unsurlarından sayan kişi ve akımların taraftar bulmasıdır. Örneğin, dünya Kardeşliği Birliği adlı tarikata/yapılanmaya göre 2011’de dünya yeni bir döneme girecek ve 2013’te de kıyamet kopacaktır.7 Oysa, “kıyametin ne zaman kopacağını Allah’tan başka kimse bilemez” denilerek bu tür iddialar ileri süren kişiler düşünceleri ile başbaşa bırakılabilir.

Sonuç

Adı geçen kitapta ileri sürülen iddialar ne dinî ne de bilimsel bir kritere dayanmaktır. Her örneği tek tek incelemek makale çapını aşacağından yazımızda o yolu seçmedik. Aynca daha önce bazı yazarlar bu türden reddiyeler kaleme al­dılar8. Kısacası anlatılan şekliyle Kur’an-ı Kerim’de herhangi bir şifre bulun­mamaktadır. Ya da her kitaptan hatta her söz dizisinden bu türden şifreler çıkar­mak mümkündür. Bu şahıs tarafından açılan internet sitesinde de benzeri iddialar devam etmektedir. Ancak bunlar üzerinde durmaya değmeyecek keyfî izahlardır. Kur’an’a halel getireceğinden de artniyet taşıdığı veya bazı artniyetlilerin ağına düştüğü şüphesi doğmaktadır.

*Prof. Dr., Y.Y.Ü. İlahiyat Fakültesi

1 Artık yıl, takvim yılının mevsimlerle ve Dünyanın Güneş çevresinde dönme süresiyle uyumlu olması için, fazladan bir gün içeren yıllara denir. Gregoryen takvimde, bu fazladan gün 29 Şubat olarak seçilmiştir. Bu takvimin kurallarına göre bir yılın artık yıl olup olmadığı şöyle belirlenir:

a. Eğer yıl 400’e tam olarak bölünebiliyorsa, yıl artık yıldır.

b. Eğer yıl 4’e tam olarak bölünebiliyor ve 100’e tam olarak bölünemiyorsa, yıl artık yıldır.

c. Bunun dışındaki durumlarda yani yılın 4’e bölünememesi ya da 100’e bölünüp 400’e bölüne- memesi durumunda, yıl artık yıl değildir.

2 Roma İmparatoru Jül Sezar (Julius Ceesar) (M.Ö. 100-44) devrinde yapılan takvim, Sezar’ın ismine izafeten Jülyen Takvimi diye bilinir ve başlangıç tarihi olarak Roma’nın kuruluşu alınır. Miladî takvimin esası bu takvime dayanır. 6. yüzyılda Bodur Deniş adlı rahip tarafından bu takvim Isa (as)’ın doğumu eksen alınarak yeniden düzenlendi ve Hz. Isa’nın doğduğu yıldan önce ve sonra diye ikiye bölündü (Isa’dan Önce ve Isa’dan Sonra). Ancak bu takvim, yılı 365 gün olarak görüyor ve 4 yılda bir şubat ayını 29 gün çektirerek meseleyi hallediyor, bundan öte bir düzeltmeye gitmiyordu. Oysa güneş yılının günleri tam 365 gün 6 saat değil, 365 gün, 5 saat, 48 dakikadır. Bu 12 dakika uzun vadede önemlidir. Örneğin, 10 yılda 2 saat, 100 yıl­da 20 saat, 120 yılda ise takvimin bir gün kaymasına sebebiyet vermektedir. Bu kayma en fazla din adamlarını kızdırmaktadır çünkü kozmik zamana endeksli dinî yortu ve paskalyalar yaklaşık her yüzyılda bir gün öne kaymış ve kaya kaya 1582’ye gelindiğinde aradaki fark tam 10 günü bulmuştur. Bu duruma çözüm arayan 13. Gregor’un imdadına bir Cizvit matematik­çi (Clavius) yetişmiş ve bu hatanın düzeltilmesini şu şekilde teklif etmiştir: Takvimden gün at­mak! Teklif olumlu bulunarak 1582 yılının 5 Ekim’inden 14 Ekim’ine kadarki tarihler Papa’nın emri ile takvimden atıldı ve 5 Ekim’in 15 Ekim olmasına karar verildi, http://www.sozluk.sour- times.org. 27. 08. 2004; http://www.zaman.com.tr, Turkuaz 30. 05. 2004.

3 I. Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Ank. 1976, 148.

4 http://www.aksiyon.com.tr/arsiv/189/pages/dosyalar/dos4.html adresinde yayınlandı.

5 Ömer Çelakıl, Kur’an-ı Kerimin Şifresi, İst. 2002.

6 Örnek olarak bak: Kitab-ı Mukaddes, Vahiy Bölümü.

7 Aksiyon, 30 Mart 2001 s. 382. .

8 Örneğin Bkz: İsmail KARAGÖZ, “Kurian-ı Kerim’in Şifresi Adlı Eser Üzerine" Diyanet İlmi Dergi, c. 39, s. 2, ss. 7-29, Nisan-Haziran, 2003.