POPÜLER DÎNİ KÜLTÜRDE HZ. PEYGAMBER -VESÎLETÜ’N-NECÂT ÖRNEĞİ *
Bilal KEMİKLİ**
Özet:
Hz. Peygamberin insanlığa sunduğu mesaj, ömek kişiliği, sosyal, siyasi ve ahlaki yaklaşımları ve şekli görüntüsü gibi hususiyetleri Türk Edebiyatı’nda farklı açılardan ele alınarak manzum eserler kaleme alınmıştır. Bu konuda en önemli örneklerden biri, Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât isimli eseridir. Bu makalede, popüler dini kültür içerisinde önemli bir yere sahip olan Vesîletü’n-Necât’lan yola çıkılarak popüler dîn? kültürde Hz. Peyamber imajı tahlil edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Peygamber, Popüler kültür
Abstract:
The Prophet Muhammad In the Popular Culture -The Case of Wasilat’ul-Najat
There are Turkish literatures explaining the Prophet; his personality, physical appearances and his social, political an ethical attitudes.
One of the interesting treatises in this field is Suleyman Qelebi’s Wasilat’ul-Najat. In this article, examining Wasilat’ul-Najat as an example, the image of the Prophet in the popular culture will be analyzed.
Key Words: Prophet, Popular culture
Metne Yaklaşım
Bu makalede, popüler dînî kültürde peygamber tasavvurunun oluşumunu sağlayan önemli eserlerden birini ele alacağız. Günümüzde de okunan bu metin, esasen gerek biçim ve gerekse anlatım şekilleri itibariyle yüksek kültürden beslenilerek kaleme alınmıştır. Kusursuz bir vezin, söz ve mana sanatlarıyla nükteli bir üslup ve sade dil kullanımıyla öne çıkan bu eser, hem daha sonra gelen şâirleri etkileyerek edebî gelenek İçerisinde yeni bir türün inşasına imkân vermiş, hem de çeşitli vesilelerle tertiplenen dînî içerikli ihtifallerde okunduğundan yazıldığı dönemden itibaren popüler hale gelmiştir. Böylece halkın Peygamber tasavvurunun teşekkülünde önemli bir fonksiyon icrâ etmiştir. Dolayısıyla bir yandan klasik şiir dünyâsının peygamber İmgesini beslerken, öte yandan da sözlü gelenekten beslenen aşıklık geleneğinin temsilcilerinin teşbih ve mecaz dünyâsına önemli malzemeler sunmuştur. Kültür ve edebiyat tarihimizin bu önemli eseri, günümüzde, tarihte icrâ ettiği bu işlevselliğe paralel olmamakla beraber hala popülaritesini muhâfaza etmektedir.
Burada genel çerçevesiyle takdim etmeye çalıştığımız eser, çoğumuzun bir şekilde bilgi sahibi olduğu, Süleyman Çelebi (ö. 825/1422)’nin halk arasında Mevlid İsmiyle anılan Vesîletü ’n-Necât1 isimli manzÛm eseridir. Ancak günümüzde dînî ritüel gibi algılanan mevlid okuma ve okutma geleneği dolayısıyla, yer yer eleştirilen ve bu bakımdan da hafife alınan eser, esasen manzûm ve muhtasar bir siyer olarak nitelendirilebilir. Mevlid okuma ve okutma geleneği üzerinde durmak İstemiyorum; hâli hazırda câri olan bu gelenek üzerinde çeşitli disiplinler açısından araştırmalar yapılarak bir kısım tartışma başlıkları tespit edilebilir. Ancak yüksek bir kültür ürünü olan Vesîletü ’n-Necât metninin, mevlit geleneğinden bağımsız olarak ele alınıp, sanat ve estetik değer açısından tahlilinin yapılması, kaynaklarının ortaya konulması, kültür tarihimize etkilerinin tespit edilmesi gerekir.
Edebî bir metne, bir edebiyat bilimci, iki şekilde bakar; edebiyat tenkitçisi ve edebiyat tarihçisi olarak. Edebiyat bilimci, tenkitçi gözle metne baktığında, kendi yaşadığı dönemin değerleriyle metne yaklaşır. Bu yaklaşımla metni okur, ne çıkarıyorsa onu takdim eder. Şimdi buradan bakınca “siyer metni” olarak takdim ettiğimiz Vesîletü ’n-Necât, tarihçiliğin ve hadis İlmînin geldiği bu noktada, kaynakları ve olayları takdimi bakımından eleştirilebilir. Şâirin, şiir dilinin imkânlarından da yararlanarak, mecaz ve istiarelerle, olağan üstü ve erişilmez bir “peygamber imajı” yarattığı ileri sürülebilir. Oluşturulan bu peygamber imajının, dînî kimliğin oluşmasındaki etkileri tahlil edilebilir. Sonra bu dînî kimliğin mahiyeti üzerinde bir kısım değerlendirmeler yapılabilir. Bu bir yaklaşım biçimidir.
Edebiyat bilimci ikinci bir gözlüğü ile, metne edebiyat tarihçisi olarak bakar. Bu gözle bakınca, metni oluşturan her kelimeye, kelimenin dönemindeki anlamı çerçevesinde yaklaşmak durumundadır. Diğer bir İfadeyle metni yazıldığı dönemin kontekst içerisinde ele almak gerekir. Bu da dönemin dil özellikleri, bilgi anlayışı, tarih yazımcıhğı, dünyâ tasavvuru gibi temel umdeleri göz önünde bulundurmaktır. Metne bu bağlam içerisinde yaklaşıldığında, zihinsel olarak metnin kaleme alındığı dönemin kültürel atmosferine sıçrayıp oradan bakmak durumunda kalınır. O zamân Vesîletü ’n-Necât ’m dönemi İçerisinde yüksek kültür ürünü olduğunu, ama zamân içerisinde şifâhî kültür alanında varlık göstererek halk kültürü içerisinde de belirli bir etkiyi yarattığını görüyoruz.
Popüler Dini Kültür
Öncelikle popüler dînî kültür kavramından ne anlıyoruz? Malum olduğu gibi popüler kelimesi, halkça, halkın anlayışına ve zevkine uygun, halk tarafından benimsenen ve tutulan gibi anlamlara gelir. Popüler dînî kültür deyince, en genel anlamıyla, halkça benimsenen dînî kültürü kastetmekteyiz2. Diğer bir İfadeyle bu kavramla, halkın gelenek, görenek ve töreleri, sözlü ve yazılı olarak nesilden ne- sile aktarılan dînî, manevi ve ahlaki içerikli kültür kalıntılarına işaret etmekteyiz. Bu bakımdan halkın zihinsel donanımının tümüne işâret etmiş oluyoruz3. Bu kültürel alan, kaynağını şifâhî gelenekten temin etmektedir. Bu şifâhî geleneği oluşturan ve aktarımını sağlayan, sohbet meclislerine, belirli bir kitabı okuyarak takip etme usûlü olan oda ve câmi derslerine ve çeşitli vesilelerle tertip edilen tören ve âyinlere işâret etmekte yarar vardır. Bu meclisler, Vesîletü ’n-Necât örneğinde olduğu gibi, yazılı eserlerin zamân içerisinde sözlü geleneğe intikâlini sağlamıştır. Buralarda okunan her kitap halk kitabı haline dönüşerek şifâhî kültürü beslemiş midir? Buna kesin bir cevap veremiyoruz. Ancak halkın, muhayyilesini ve dimağını zenginleştirecek metinlere öncelik verdiği bilinen bir gerçektir. Halk bilhassa, sâde ve anlaşılır bir anlatım tekniğine ve dile ehemmiyet verir. Doğrudan doğruya telkin edici, didaktik üslup ile yazılan metinlerin popülarite kazanması bundandır. Halk, böylesi metinlerle, adeta bir empati oluşturur, onunla aynıleşerek kişiliğini inşâ eden bir unsur olarak anlamlı kılar.
Vesîletii ’n-Necât, Hz. Peygamber’in doğumu vesile edilerek yazılan, bu sebepten de Mevlid Kandili dolayısıyla tertip edilen ihtifâllerde okunan bir kitaptır. Bununla birlikte eseri, baştan sona analitik çerçevede incelediğimizde, muhtasar ve manzûm siyer-i nebî türü içerisinde değerlendirmemiz mümkündür. Bu me- yanda popüler dînî kültür içerisinde aynı paralelde değerlendirebileceğimiz Ah- mediyye ve Muhamnıediyye gibi eserleri de burada zikretmek mümkündür. Ah- mediyye ve Muhammediye, konaklarda ve evlerde bir okuma kitabı olarak takrir edilmekteydi. Oysa Vesîletii ’n-Necât, bir vesileye binaen tertip edilen meclislerde, adeta bir âyin havası içerisinde tegannî ile okunmaktadır. Bu okuyuş biçimi, mevlidhanlık olarak ifade edilen yeni bir meslekî oluşumu da beraberinde getirmiştir.
Kaybolmayan Popülarite
Kısaca işâret edildiği gibi Vesîletii ’tı-Necât, her ne kadar şâiri, döneminin İlmî ve edebî anlayışına paralel olarak, üst kültüre hitap edecek bir seviyede yazmış ise de, şehirlerin az çok okumuş, yazmış insânlarma ve onlar aracılığı İle halka da hitap ederek sözlü geleneği besleyen bir esere dönüşmüştür. Mukayeseli edebî incelemelerle tekke ve aşık edebiyatımızdaki Peygamber imajı ve tasavvurunda, bu eserin etkisinin tahlil ve tespitini başlı başına bir çalışma konusu olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak günümüzde İlgi alanlarının, bilgi kaynaklarının ve dînî düşüncenin değişimi ve dönüşümü dolayısıyla genç kuşakların hafızasında pek bulunmasa bile, belirli yaşın üstünde olan pek çok kimsenin Vesîîetü ’n-Necât’tan bazı pasajları ezbere okuduğunu görmekteyiz. Alaylı diye nitelendirdiğimiz mektep ve medrese görmemiş, geleneksel eğitim yöntemlerinden olan sohbet ve takrîrle kendini geliştirmiş bazı halk bilgelerinin, Peygambere ilişkin değerlendirmelerinde temel kaynaklardan biri yine bu eserdir. Bu bakımdan bir manzumenin adeta zamâna karşı direnerek popülaritesini mu- hâfaza etmesi söz konusudur. Bunun sebepleri üzerinde bir iki açıdan durmak istiyorum.
Öncelikle şâirin, Vesîîetü ’n-Necât’ m yazıldığı doneme kadarkİ Peygamber’i ele alan edebî ve ilmî gelenekten yararlandığım söyleyebiliriz. Nitekim bu eser daha nazmedilmeden önce, Aşık Paşa Garib-nâme’yi ve Erzurumlu Darîrî de meşhur S iyeni ’n-Nebevî yi yazmıştı. Dolayısıyla şâir için örnek eserler vardı. Şâir bu kaynaklardan ve örneklerden yararlandı; fakat bu yararlanma, sadece bilgi ve rivâyet iktibâsı şeklinde olmadı, eldeki bilgilere sanatçı kişiliği ile yeniden bir rûh ve şekil verdi. Diğer bir ifadeyle nesnel bilgiyi öznelleştirdi; kültüre dönüştürdü. Sonra bu kültürü edebî bir form ile takdim etti. Edebî metin, ne kadar bilgi ile yüklü olursa olsun, o kadar da kurgusal (fıctive)dır. İlmî bir metinden, edebî metni ayıran husus da zannımca budur. Vesîletü ’n-Necât ilmî olmaktan çok, edebî bir metindir. Kültüre dönüştürülerek özümsenen tarihsel bilgiyi, şâir, öznel dünyâsında fevkalade mâhir bir ustalıkla yeniden kurgulamıştır. İşte onu ölümsüzleştiren özelliklerden birisi budur.
İkinci olarak da ifâde ve anlatış biçimindeki sadeliğe dikkatlerinizi çekmek İsterim, ister tegannî ile isterseniz düz bir şiir olarak okuyun, ses ve ahengin adeta birlikte raks ettiğine tanık olacaksınız. Örneğin Tevhid kısmının şu dizeleri pek çoğumuzun belleğindedir:
A İlâh adın zikredelüm evvela
Vâcib oldur cümle işte her kula
Allâh adın her kim ol evvel ana
Her işi âsân ide Allâh ana
Allâh adi olsa her İşin öni
Hergiz ebter olmaya anun som
Gürül gürül bir şelâle akıyor gibi., işte bu yalın ve doğrudan doğruya hitabı esas alan anlatış biçimi, İnandığını ve yaşadığını söyleyen İnsanın duyduğu huzur ve güveni ihsas ettiriyor. Bu sebepten Vesîletü ’n-Necât bir duyuşun, bir hissin eseridir. Mâmâfih dile dikkatlerinizi çekmek isterim; tamamen öz Türkçe, tamamen sade bir dil. Günümüzde kullanılmayan arkaik kelimeler de var, ama Türkçe. Çok az Arapça ve Farsça kelime var; bunlarda Türk rûhuyla yeniden anlam kazanan kelimeler. Örneğin yaptığı çalışmayı mahviyetkârâne bir edâ İle takdim ettiği ve dua talebinde bulunduğu Özrü ’l-Kitâb kısmında şöyle diyor:
Şâiri gibi bunun eksiigi çok
Olmaya bir beyti kim eksügi yok
Gerçi tâmm ii nâkısı kâmil bilür 1
Kâmil olan cümleyi kâmil bilür
Anlarun kim eksügi çok İşinün
Eksügin gözler olur her kişinin
Bu mısralarda etimolojik olarak Arapça kökenli kelimeler çok ise de, onlar- daki Türk ruhunu ve anlamını da görmek mümkündür. Bu itibarla Vesîletü ’n-Ne- cât, milli bir eserdir. Şunu ifâde etmek istiyorum; Vesîletü ’n-Necât, gerek İfade ve gerek dil Özellikleri bakımından sehl-i mümtenî üslubuna sahiptir. Sehl-i mümteni, en zor, en anlaşılmaz bir konuyu, anlaşılır bir dil ve üslup ile takdim etmektir. Bu tarzın en önemli temsilcisi Yunus Emre’dir. Yunus’u ölümsüzleştiren bu üsiup, Süleyman Çelebİ’yi de ölümsüzleştirmiştir.
Münderecât
Buraya kadar eserin popülerlik kazanmasını ve bu etkiyi sürdürmesini, edebî üslup ve dil özelliklerine atıfta bulunarak izah etmeye çalıştık. Burada biraz da İçeriğine ilişkin bazı bilgiler vererek, eserin bütünlüğünü bozmadan bir bölümünden yola çıkarak düşünce dünyâsına ilişkin değerlendirmeler yapmak istiyorum.
Mesnevî nazım şekli ile kaleme alınmış olan eser, tasnif itibariyle, dînî edebiyatımızın diğer manzûmelerine benzer. Bu kabil eserler bölümlerden, bölümler fasıllardan meydana gelir. İlk bölümde tevhid ve münâca’at olur. Sonra sebeb-i te’lîf ve adeta eserin önsözü niteliğinde, şâirin yapmak istediği ve ne yaptığına dair bir fasıl gelir. Bilahare ele alınan esas konu bir insicâm içerisinde takdim edilir. Bu geleneksel tasnif biçimi Vesilem ’n-Necât ’ta açıkça görülen bir husustur. Eser tevhitle başlar. Şâir, “her işe besmeleyle” başlama geleneğine de uyarak, besmelenin tercümesiyle başladığı bu tevhid bölümünde, lafza-i celâli zikretmenin ehemmiyetine vurgu yaparak rahmet ve mağfiret için iltica eder. Bu bakımdan tevhid, ayıu zamanda içinde münâca’atı da bulundurmaktadır. Tevhitte tasavvur edilen Tann, mistik muhayyilenin öngördüğü çerçevede, isim ve sıfatlarının tecellisi ile hissedilen kudret ve azamet sahibi olarak anlatılmaktadır. Bütün bir mükevvenât. O’nun birliğinin delilidir. Bu tasavvur biçimi, ata sözlerimize, mani ve türkülerimize işlemiştir.
Sebeb-İ te’lîf kısmı olarak addedilmesi mümkün olan fasılda, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, şâir, eseri kaleme almadaki iyi niyetine atıfta bulunarak, buna rağmen eksik ve kusurlarının olabileceğini ifâde etmektedir. Bu kusurlarının affolunmasını ve kendisine dua edilmesini ister. Kitabın ismi lafız olarak burada zikredilmese de, mânâ olarak zikredilir. Malumunuz olduğu vecihle Vesîletü ’n- Necât, kurtuluş vesilesi demektir. Şâir, adeta bir af dilekçesi, bir şefâ’at-nâme niteliğinde eserini kaleme almıştır. Mâmâfih eserin yazılış sebebi, menkîbe niteliğinde bir kısım öyküler anlatıla gelse de esasta budur; af ve şefâ’at temennisi. Eserin İsmi, bu kısımda şerh ediliyor.
Eserin üçüncü bölümü, âlemin fıtratı başlığı ile, âlemin yaratılışı, tevhid nokta*i nazârından ele alınmaktadır. Bir bakıma tasavvufun kozmogonik yaklaşımı ile kelâmın tekvin anlayışının sentezi niteliğindeki bu kısımda, "ol” (kün) emrinin tecellîsi ve mahlûkâtın Mutlak yaratıcının eseri olması itibariyle yine O’nun emrinde varlık kazandıklarına işâret edilmektedir. Bu kısım şâirin ontolojik yaklaşımını vermesi bakımından önemlidir. Şâir, varlığı tanımlayarak Hz. Peygamberi anlatmaya başlıyor. Çünkü varlık ve tevhîd anlaşılmadan risâlet anlaşılmaz, nübüvvet anlaşılmaz. O bu yaklaşımıyla, her şeyden önce bir beşer olan Hz. Peygamberin varlık âlemindeki yerine işâret ediyor.
Dördüncü bölümden itibâren, sırayla Peygamberin zuhûru, doğumu ve bu esnada görülen olağanüstü haller, na’t, bazı mucizeler, Mi’râc, hicret, hilye, bîr nükte, kötü davranışları terk, risâlet görevi ve vefât-ı nebî kısımları gelmektedir. Bu fasıl başlıklarına bakıldığı zamân, Hz. Peygamber siyâsî ve sosyal tarihsel kişiliğinden ziyâde, bir ahlâk ve fikir önderi olarak öne çıkartılmaktadır. Esasen bu vurgu, eserin popüler hale gelmesini sağlayan hususlardan biridir. Hz. Peygamberi, bireysel hayatında örnek almak İsteyen sıradan bir insanın aradığı temel hu- sûsiyetleri öne çıkartarak anlatmaktadır. Tabi bu yapılırken mucize kavramının verdiği olağanüstülük ve şiir dilinin istiâre ve mecâz İmkânlarından da yararlanılıyor. Şâir, inandıklarım ve hâl itibâriyle duyduklarını yazıyor; bu bakımdan canlı bir metinle karşı karşıyayız. Hz. Peygamberin vefâtı İle alakalı fasıldan kısa bir pasajda bu canlılığı birlikte görelim. Bu bölüm, kendi içerisinde dört fasla ayrılıyor. İlk kısmından okuyalım:
Başlayalum girü bir söz sûzile Od saçılsun sözümüzden sûziie
Dağ ile taşun yiiregin tağlasun -
Ten nedür anan içön can ağlasun
Odlara yaksrn odun için taşın Taşlara dögsün anunçün taş başuı
Sularun gözinden akup kanlu yaş Bağrı pûüdan delinüp ola bâş
Mustafa mevti sözidür ol ’iyân îşidicek ihile eylen figân
Görüldüğü gibi, şâir hem ele aldığı konuyu içselleştiriyor, hem de okuyucuyu ele alman bu konunun atmosferine taşıyor. Konu Peygamberin vefâtı; ama doğrudan doğruya bu hâdiseyi tahlîl ve takdîm etmiyor. Öncelikle ayrılık temasını hüzün ve gözyaşıyla buluşturuyor. Böylece okuyucuyu önce göz yaşıyla buluşturmuş oluyor. Daha sonra da bu elim hâdisenin tasvirini, şiir dilinin imkânlarından da yararlanarak kurgusal bir zeminde tahlîl ediyor.
Eserin son bölümü, “fî-hâtimeti ’ 1 -kitâb” başlığını taşımaktadır. Burada şâir, “işte ben size Mustafa’yı anlattım, siz de onu örnek alın” mesajını vermektedir. Esasen meslekten bir vaiz olan şâirin öğütlerini ihtiva eden bu kısımda özetle şu konulara dikkat çekilmektedir: Dünyâ fânidir; âkibet hepimiz Öleceğiz. Ama ölmeden önce yapılması gereken, Yüce Yaratıcı’nın hakikâtlerini anlamak ve O’na kulluk etmektir. Peygamber, bu yapılması gerekeni öğreten ve bu anlamda örnek olan kişidir, dolayısıyla onun öngördüğü yola girmek, gücümüz yettikçe o yolun gereğini ifa etmek durumundayız. Dua ederek, İlâhî rahmetten yararlanmamızı salık veren şâir, eserinin adım burada zikreder ve 812’de Bursa’da yazdığını söyler. Son sözü şudur:
Tanrı rahmet eyleye ol hân içün Kim duâ kıla buru yazan içün
Cümle Mahlukdan Öndin
Kısaca muhtevasını özetlediğimiz Vesîletü ’n-Necât ’ın, düşünce yapısını takdim etmek için bir bölümün kısaca tahlilini yapmak istiyorum. Takdim etmek
istediğim husus, metinde “fı-Beyâni Fitrati Rûhi Mohammed Aleyhi ’s-Selâm ” başlığı ile anlatılan kısımdan yola çıkarak şâirin “öndin rûh / varlık” kavramıyla tavsif ve tarif ettiği konudur.
“Öndin rûh / varlık” ilk yaratılan rûh anlamında, felsefenin akl-ı evvel ve logos gibi tabirlerle ifâde ettiği “şey”e işaret eder. Bu kavramla şâir, sûfîlerin, bilhassa vahdet-i vticüd nazariyesini benimseyen felsefî tasavvufun Rûh-ı Muhammedi ve Nûr-ı Muhammedi gibi kavramlarını Tıirkçeleştirmiştir. Bu husûsu çok önemli buluyorum; kavramları Türkçeleştiriyor. Bu onun yüksek bir entelektüel birikime sahip olduğunun işaretidir. “Öndin rûh / varlık” tabiri ve bu tabirle ele aldığı konu, Vesîletii ’n-Necat’ m felsefî alanını ele veren en önemli konulardan birisidir.
Süleyman Çelebi biraz önce de ifâde ettiğimiz gibi, eserine tevhıd bahsiyle giriş yaparak, isim ve sıfâtlarıyla Allâh’ın vahdâniyeti hususunda İslam teolojisinin benimsediği tevhit düşüncesini edebî bir üslupla ele almaktadır. Allah, “cümle âlem yogiken” var olan ve kudreti ile “cümleyi var eyleyen” İlâhî zâttır. Vâci- bü’l-vücûd olan bu ilâhı zâtın varlığı zamândan ve mekândan münezzehtir. O “ins ü melek, arş ü ferş, ay ü gün, nuh felek” varlık sahnesinde rollerine bürünmeden önce de vardı. Bütün bunlan var eden de O’nun “ol” (kün) emridir. Başka bir ifâde ile bütün bunlar onun kudret sıfatının tecellîsinden İbarettir. Dolayısıyla bu varlıklar onun kudretini İzhâr ettiği gibi birliğinin de delilidir (24-29). “Evvelin evveli, âhirin de âhiri” (52) olan İlâhî Zât, yoktan var eylediği âlemden münezzeh olmakla birlikte bu âlemin yegâne hâkimidir, işte bu İlâhî Zât’ın ilk tecellîsi, “cümle mahlûkâtın Öndînî” olan Mustafâ’nın rûhudur (67, 69).
Fâıl-i Mutlak (Kird-gâr) olan Zât-ı İlâhî, “öndin” varlık olarak yarattığı Rûh-ı Muhammedi’yi sevdi ve onu insanın zaman tasavvurunun fevkinde binlerce yıl terbiye etti. Böylece o rûh kemâle erdi. Hak bütün iyi huylar ve güzel âdetlerle o rûhu teçhiz etti. Bu itibarla o yaratılmışların en üstünü, onlar içerisinde Hakk’a en yakın olanıdır. Alem kavramıyla tavsif ettiğimiz arş, ferş, yer ve gökte gizli ve âşikâr ne varsa hepsi bu rûhtan neş’et etmiştir. Bu rûh yer ve göğün, gece ve gündüzün, ay ve yılın sebeb-i hayâtıdır. Zamân ve mekân tasavvurunun illeti olan bu rûh, bu varlıkları anlamlandırarak onlara hayâtiyet bahşeden Adem’in de varlık sebebidir. Eğer o rûh olmasaydı, ne kulak İşitir ne dil söylerdi (69-80). Bu tasvir klasik şiirde gerek telmih gerekse iktibas yoluyla sıkça kullanılan “levlâk” sözü ile alakalıdır. Edebî eserlerde hadis olarak zikredilen bu söz, muhdes varlıkların, bütün bir kâinâtın Hz. Peygamber vesilesiyle yaratıldığı fikrini ihtiva etmektedir.
Âleme ilk rûh olarak hayat veren Muhammedi rûh, şefâ’atı ile de küfrün zulmetini imân aydınlığına tebdil etmektedir, imân aydınlığı kurtuluşa götürür. Kurtuluş ise gerçek anlamda varlıktır. Oysa küfrün zulmeti ademdir. Bu şefâ’at dolayısıyla Âdem’in tevbesi kabul edildi, Nûh boğulmaktan kurtuldu, Isâ çarmıhtan göğe yol buldu, Musa’nın asâsı ejderha oldu ve İbrahim ateşin ortasında gül bahçesi buldu. Bütün bu adları zikredilen peygamberler, Hz Muhammed’in Öncülleri olmakla birlikte, Rûh-ı Muhammedi’nin dostluğu adına bunca izzete kavuştular, Onlar bununla da kalmayıp Hakk’a Muhammed ümmetinden olmak için çokça yakarışta da bulundular (88, 89). Böylece şâir, Hâtemü’l-Enbiyâ’nın peygamberlerin en efdali olduğu düşüncesini işlemektedir.
Şâir, Hz. Peygamberin “cümle enbiyânın” sultam olduğu fikrini Rûh-ı Muhammedi’nin ele alındığı bölümün ikinci faslında da teyit eder (94, 95). Ona göre Peygamber, âlemin rahmete gark olmasının ve bütün bir kâinatın yaratılmasının müsebbibidir. Dolayısıyla o gerçek doğru yolun göstericisidir. Bu yola ancak onun rehberliği ile ulaşılabilir.
Netice-İ Kelâm
Kısaca ele alındığı çerçevede Süleyman Çelebi’nin Vesîletu ’n-Necat ’ı, yüksek kültüre ait bir eserin, popüler dînî kültürü besleyen bir kaynağa dönüşmesinin önemli Örneklerinden biridir. Ancak eserin ortaya koyduğu Peygamber tasavvurunun, günümüzdeki başta tarih alanında olmak üzere mânevî ilimlerdeki me- todik tekâmülün sunduğu bakış açısıyla anlaşılması, beraberinde bir kısım sorunları da getirecektir. Eser, yazıldığı dönemin İlmî paradigmaları itibariyle, biçimde gelenekçi olsa da metot ve yaklaşımda “yenilikçi” ve kuşatıcı bir çalışmadır. Bu bakımdan bu tebliğde onu, halk arasında bilindiği şekilde, sadece belirli bölümlerinin tegannİ ile okunmasıyla kazandığı isimle, yani Mevlid adıyla ele almadık. Sözü onun mısraları ile tamamlamak’isterim:
Çün sefer kıldı dhândan Mustafâ
Dünyâdan hiç kimse ummasun vefâ
Ol idi cin içre biziim cânumuz
Ol idi her derde hem dermânumuz
Bize ansuz dahi ne dirlik gerek ’
Ba ’dezip bize ölümdür yigirek
Gelünüz ol Mustafâya giddüm
Muştafâsuz bu cihânı ni ’ddüm.
* Bu çalışma, “Vesltetü’n-Necât Örneğinde Popüler Dîni Kültürde Hz Peygamber" başlığı ite SDÛ İlahiyat Fak&tesi’nin hazırlamış olduğu Kutlu Doğum Sempozyumunda (19 Nisan 2004) tebliğ olarak sunulmuştun
** Doç. Dr., SDÖ İlahiyat Fakültesi.
1 -Bu çalışmadaVesiteiti’n-Necifın Necla Pekolcay neşri (Sü teman Çelebi, Mevtid. Haz. Dr. Necla Pekolcay, İkinci Baskı, İstanbul, 1992) esas alınmıştır. Gösterilen rakamlar eserin beyit numaralarına işaret etmektedir.
2 -Son yıllarda popüler dînî kültür ve düşünce kavramları ile halk inançtan ekseninde önemli çalışmalar yapılmaktadır. Bu konuda bkz: llhami Güter, “Osmanlı Popüler Dînî Kültüründe Dünyaya Karşı Mesafe Bilinci", Islamiyal, II (4), 1999, 33-49; Hatice Kelpeten Arpaguş, Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı ve İslam, İstanbul, 2001.
3 -Hikmet Tanyu, "Dînî Folklor veya Dînî-Manevi Halk İnançlarının Çeşit ve Mahiyeti Özerine", AÖİFD, XXI, 123.