Makale

İnanç Cevheri Tevhit

İNANÇ CEVHERİ TEVHİT

Prof. Dr. Fahri Kayadibi
İstanbul Üniv. İlâhiyat Fak. Dekanı

İnsan yaratılış itibariyle doğuştan tevhidîdir. Tevhidîlik onun fıtratında vardır. Yaratılışında var olan bu özelliğini bozulmadıkça hayatı boyunca muhafaza edebilir. Ancak sonradan çevresi onun bu özelliğine uygun yaşayışını bozabilir. Ama fıtratında yaratılıştan mevcut olan tevhit akîdesi cevheri içinde asla kaybolmaz. Zaman ve zemin müsait olduğunda içindeki tevhit akidesi cevheri filizlenerek hemen kendisini gösterir. Önemli olan insanın yaratılışında mevcut olan tevhidîlik cevherini, eğitim yoluyla canlandırarak sağlıklı bir şekilde geliştirmektir. Bu inanç cevherini her türlü olumsuz etkilerden koruyabilmektir.

İnsan doğuştan iyidir ve diğer varlıklardan daha üstündür. İnsanın bu durumunu Cenab-ı Allah, “Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tin, 4) diyerek açıkça belirtmiştir. İnsan doğuştan kötü veya günahkâr değildir. Bozulması fıtrî olmayıp sonradandır. İnsanda ifsat ve bozulma olduğunda ise derecesi ve şerefinin düşeceği yine Kur’an’da belirtilmiştir. (Tin, 5)

Fıtrat açısından tevhidîlik
Fıtrat kelime anlamı olarak, “yarmak, ikiye ayırmak; yaratmak, icat etmek” manalarına gelen fatr kökünden gelen isim olup, “yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş” anlamında kullanılır. İlk yaratılış, bir bakıma mutlak yokluğun yarılarak içinden varlığın çıkması şeklinde telâkkî edildiğinden fıtrat kelimesiyle ifade edilmiştir. Buna göre fıtrat ilk yaratılış anında varlık türlerinin temel yapısını, karakterini ve henüz dış tesirlerden etkilenmemiş olan ilk durumlarını belirtir. (İbn Abdülber, XVIII, 57 vd.; Lisânü’l-Arab, “Ftr” md.; İslâm Ansiklopedisi, c. 13, s. 47)

İnsanın tevhidî oluşu kendi fıtratında mevcuttur. Tevhit inancı sonradan bozulmamış şekli olan yaratılışında vardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’deki; “Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona çevir.” (Rûm, 30) mealindeki ayet insanın yaratılıştan tevhidî oluşuna işaret etmektedir. İnsanın fıtrat olarak tevhidî oluşunu Hz. Peygamberin şu hadisi çok açık bir şekilde ifade etmektedir: “Dünyaya gelen her insan fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu Yahudi, Hristiyan, Mecusî (farklı bir rivayete göre hatta müşrik) yapar.” (Buhârî, Cenâiz, 79, 80, 93; Müslim, Kader, 22, 25) Başta selef uleması olmak üzere İslâm âlimlerinin önemli bir kısmı ilgili nasslardaki fıtrat kelimesinin “İslâm” anlamına geldiğini söylemişlerdir. Buna göre, “Dünyaya gelen her insan fıtrat üzere doğar” anlamındaki hadis insanların tabiî, aslî ve fıtrî dinlerinin İslâmiyet olduğunu , daha sonra çevre tesirleriyle farklı dinlere yönelmenin asıl ve fıtrattan sapma olduğunu gösterir. (TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 13, s. 47) Bu görüşe göre anne-babası hangi dinden olursa olsun, doğan çocuk İslâm olarak doğar. İslâm’ın temelinde ise tevhid akîdesi vardır. Yani kişi doğuştan tevhidîdir.

İslâm bilginlerinin fıtrat konusunda odaklandığı görüş, “fıtratın, ilk yaratılış esnasında Allah’ın insan tabiatına bahşettiği yaratanını tanıma eğilimi, ruh temizliği, olumlu yetenek ve yatkınlıkları ifade ettiği” şeklindedir. Nitekim bir kutsî hadisteki, “Ben bütün kullarımı hanîfler olarak yarattım.” (Müslim, Cennet, 63, 64; Müsned, IV, 162) ifadesi, insanların yaratılışta tevhidî olduklarını göstermektedir. Demek ki doğuşta insanın iradesini kullanarak iman-küfür, kabul-ret, hidayet-dalâlet gibi konuları seçme hakkı yoktur. Nasıl yaratılmışsa öyledir. Tevhid akidesi üzerine doğmuşlardır ve ancak sonradan çevrelerinin tesiriyle sapmalarda bulunurlar. Hadisteki, “…Sonra ebeveyni onu Yahudi, Hristiyan veya Mecusî yapar.” ifadesi, çocukların temiz tevhit inancıyla yaratıldıklarını, fakat sonradan çeşitli etkilerle değişebileceklerini vurgulamaktadır.

Yaratılışın başlangıcında bütün insanlar tek bir milletti. Kur’an bu durumu şöyle ifade eder: “İnsanlar tek bir millet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitaplar da gönderdi. Sonra kendilerine kitap verilenler, sırf aralarındaki kıskançlıktan dolayı bu kitapta şüphe ve ayrılığa düştüler. Allah, kendi izniyle inananlara, ayrılığa düştükleri konuda gerçeği gösterdi. Allah gerçeğe kavuşmak isteyeni doğru yola ulaştırır.” (Bakara, 213) Bu ayetten açıkça anlaşılıyor ki, insan cinsi tevhidî olarak yaratılmış, fakat sonraları çeşitli nedenlerle bozulmalar ve sapmalar olmuş, ancak devamlı olarak onların tevhit akîdesinde kalmaları için peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Bu insanların tevhidîliğini muhafaza etmeleri içindir.

İnsanoğlu yaratılış itibariyle tek bir atadan gelmekte ve onun özelliklerini taşımaktadır. Bu durum Kur’an’da şöyle ifade edilir: “Ey insanlar! Rabbiniz sizi bir tek nefisten yarattı, ondan eşini yarattı da her ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretti.” (Nisa, 1) Elmalılı Hamdi Yazır, bu ayeti tefsir ederken şunları ifade eder: “İnsanların başlangıcı Âdem ile Havva denilen bir çift, yani bir erkekle bir kadına dayanır. Bunların arasında da aslında birlik ifade eden bir nefis ile ilgi vardır. Bu nefis ayrışarak erkeği ve kadını oluşturmuştur. Ancak bu ayrışma olağanüstü bir olaydır. Çünkü bunlar bir anne-babaya bağımlı olmadıkları gibi, birbirlerinden gelmeleri, evlâdın anne-babadan gelmesi gibi değildir. Bu ayrılma, iki ayrı özelliği bir arada taşıyan bir kök ipliğin ayrılması, ileride birbirleriyle birleşmek için cazibe taşıyan ve ortak bir gayeye hizmet edecek olan çeşitli kuvvetlerle yüklü bir yaprakçığın açılması gibidir. Bu olay, topraktan özsunun alınması gibi, Allah’ın yaratışı ile ancak açıklanabilir. Yaratılan her şey birbiriyle bağımlıdır. İlk erkek ve kadının yaratılışını bildiren bu ayet, öyle bir üslûp ile ifade edilmiştir ki, halden geçmişe götüren bir akıl yürütmeyi gerekli kılmaktadır.” (Elmalılı, Nisâ 1’in tefsiri)

İnsanın yaratılış gayesi tevhidî olmasını gerektirir
İslâm’a göre insanın varoluşunun asıl gayesi tek olan Allah’a inanması, O’na kul olarak tevhit akîdesinin gereğini yerine getirmesidir. Yüce Allah: “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyât, 56) buyurarak, insanın bu durumunu açıkça belirtmiştir. Sonra; “Ey iman edenler! Mallarınız ve evlâtlarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın.” (Münafikûn, 9) denilerek de dünyadaki çeşitli gailelerin, insanı tek Allah’ı anmaktan uzaklaştırmaması gereği vurgulanmıştır.

Ruhların tevhidîlik konusunda Allah’a söz verişi
Henüz insanın vücudu yaratılmadan ruhlar yaratılmıştır. Yüce Allah ruhlara hitap ederek, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuş, insanlar da; “Evet, Sen bizim Rabbimizsin.” (A’raf, 72) diyerek, tek Allah’a inandıklarını tasdik etmişlerdir. Yani insanoğlu, tevhidî oluşu konusunda yaratıcısına söz vermiştir. Bu sözleşme gereğince de tevhidî olmaya devam etmesi gereklidir.

Ruhlar Allah’ın varlığını, birliğini ve Rab oluşunu ezelden tasdik etmişlerdir. Yani tevhidîlik insanın fıtratında vardır. Fıtrat bozulmadan kulluk inkâr edilemezdi, edilmedi de. Ancak dünyaya gelip ruhlar bedenlerle buluştuktan sonra, insana iyiyi ve kötüyü seçip yapma yeteneği ve özgürlüğü verildi. Bir taraftan da bu özgürlüğü Allah’ı bilip, O’na kulluk yapma şeklinde kullanılması öğretildi. İnsanları uyarmak, doğru yolu göstermek için peygamberler, kitaplar gönderildi. Bunlar hep yaratılışına uygun tevhidî kalması için oldu. Fakat insanlar, önce kutsal kitapları yanlış yorumladılar, sonra tahrifatta bulundular, daha sonra da Allah’ın buyurmadıklarını O’na mâl ettiler. Bazen tevhit akîdesini getiren peygamberlerini dahi öldürme yanlışlığına düştüler. Oysa ki insan, vahyi geldiği gibi muhafaza etmeli, günahkâr da olsa iman ve ibadetlerine sadık bir kul olarak kalmalıydı. Böylece “ruhlar âlemin”de verdiği söze sadakat göstermeliydi.

İnsan Allah’ın yeryüzündeki halifesidir
İnsan, yeryüzünde Allah’ın halifesi durumundadır. Yeryüzünde Allah’ın temsilcisi olma açısından da tevhidî olma durumundadır. Kur’an-ı Kerim’de; “Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur.” (Fâtır, 39) “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık.” (Sâd, 26. İnsanın halife oluşu konusunda diğer ayetler: Bakara, 30; Enam, 165; A’raf, 69, 74; Neml, 62; Yunus, 14, 73) denilerek, insanın yeryüzünde Allah’ın halifesi olduğu açıkça belirtilmiştir. İnsan, halife oluşuyla da tektir ve tek olan Allah’ın halifesi olma üstünlüğü ile de şereflenmiştir. Bu hâliyle de tevhidî olma durumundadır.

Aslında varlık âlemi, Allah’ın isimleri ve sıfatlarının bir yansımasıdır. Bu açıdan bakıldığında âlemin kendisi de ilâhî varlığın bir tecellisi ve tek oluşun bir simgesidir. Bunun için tasavvufta, “ne varsa O’dur, ne varsa O’ndandır” sözü söylenmiştir.
Kâinatın özü olan insan, yeryüzünde tek Allah inancını simgeleyen en üstün varlıktır.

İnsanın tevhidî oluşunun sürekliliği eğitim ile sağlanabilir
İnsanın fıtrat olarak tevhidî oluşu özelliği dış etkilerle sapma gösterebilir. Aslında sonradan oluşan etkiler, insanın yaratılıştaki özelliğini bozmaz. Bozulma insanın yaratılıştaki özelliğini muhafaza ettiği hâlde, hür iradesiyle kendisinin ortaya koyduğu arızî durumlardır. Yoksa içindeki tevhidîlik cevheri her zaman mevcuttur. Kur’an’da: “Hakka yönelerek, kendini Allah’ın insanlara yaratılışta verdiği dine ver. Allah’ın yaratışında değişme yoktur.” (Rûm, 30) ayeti Allah’ın yaratışında değişme olmadığı, ancak insanın yaratılışta kendisine verilen dine yönelmesi de istenmektedir. Demek ki insanın yaratılışta olan tevhidi durumunu muhafaza etmeye gayret göstermesi lâzımdır. Bu da ancak onun doğru bir şekilde eğitilmesiyle mümkündür. Çevrenin sonradan verdiği bozulmalar, verilecek din eğitimi yoluyla düzeltilebilir.

Din eğitiminin asıl amacı, insandaki aslî fıtratı, yani Allah, insanları hangi fıtrat üzerine yaratmış ise, onu korumak veya o fıtrata çevirmektir. İnsan dine yönelmekle aslî fıtratına yönelmiş olur. İçindeki yaratılış esasıyla buluşmuş olur. Bu buluşmayı da sağlam bir din eğitimi sağlar. Sonradan olan bozulmaları giderip, kişiyi fıtratına uygun bir çizgide tutar. Bu eğitim kişi daha çocukken aileden başlamalıdır. “Çünkü çocuk cevheri icabı, hayır ve şerri kabul edecek istidatta yaratılmıştır.” (Gazalî, İhya, III, 74)

Hz. Peygamber; “Çocuklarınıza önce ‘lâ ilâhe illallah’ cümlesini öğretiniz.” (İbn Mahled, s. 142; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 158) tavsiyesinde bulunmuştur. Çocuklara uygun bir üslupla, Allah’ın varlığı ve birliği öğretilmelidir. Allah sevgisi ve korkusu aşılanmalıdır. İmanla birlikte ibadet ve ahlâk bilgileri de verilmelidir. Bunu yaparken eğitimdeki tedricîlik metodu kullanılmalıdır. Zorlanmamalı ve usandırılmamalıdır. Kolayca ve öğrenmeyi sevdirerek eğitmelidir.