Makale

İsmail R. Farûkî, Tevhid Türkçe Ter., Dilaver yardım-Latif Boyacı (Kitap tanıtım)

İsmail R. Farûkî,
Tevhid, Türkçe Ter.,
Dilaver Yardım- Latif Boyacı,
İnsan Yayınları, Dördüncü Baskısı,
İstanbul 2006, 224s.

Dr. Kıyasettin Koçoğlu

Fizikî yapısı
224 sahifeden oluşan eser, İçindekiler, Önsöz, Dini Tecrübenin Özü, İslâm’ın Özü, Tarih İlkesi, Bilgi İlkesi, Metafizik İlkesi, Ahlâk İlkesi, Toplumsal Düzen İlkesi, Ümmet İlkesi, Aile İlkesi, Siyasal Düzen İlkesi, Ekonomik Düzen İlkesi, Dünya Düzeni İlkesi, Estetik İlkesi ana başlıklarından oluşmaktadır.

Genel değerlendirme
Yazar, kitabının temel sistemini üzerine kurduğu üç varsayımın okuyucu tarafından anlaşılmasını beklemektedir:
1. Varsayım: İslâm dünyası sayı, toprak ve kaynaklar açısından çok ciddi imkânlara sahip olmasına rağmen modern çağda inkâr edilemez mutsuzluğu mevcuttur.
2. Varsayım: Reform çalışmalarındaki başarısızlığın en önemli nedeni, “Onlar kendilerini değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez” (Ra’d, 11) ayetinde açıklanmaktadır.
3. Varsayım: Varoluş nedenini on dört asır önce ortaya koyan, çağlar boyunca karakterini ve kaderini çizen İslâm inancı olmadan yeniden dirilemeyeceği Müslümanların topyekûn fikrine dayanmasıdır.

Yazar, klâsik kelâm kitaplarından oldukça farklı tarzda tevhidi ele almaktadır. İslâm’ın temel unsuru, âlemin ve insanın kısaca makro ve mikro düzeydeki varlık ve onlarda var olan düzenin anlamlı olabilmesi için tevhidin hayatın her alanında gerçekleştirilmesi gereğin üzerinde durmaktadır. Tevhidin hayata yansımalarını yukarıda da bahsedilen ilkeler bazında ele almaktadır. Herhangi bir ilkesinin gerçekleştirilmemesini tevhidi noksan kılacağını belirtirken klâsik anlamdaki iman-amel gibi tartışmalara girmeden konuyu izah etmektedir.

Farûkî’nin tevhit akidesinin bir dini tecrübe ve bir dünya görüşü olarak düşünce ve hayata yansımasını incelediği bu eser, bir ıslah ve yeniden inşa ihtiyacını dile getirmektedir. Toplumsal düzenden ekonomiye, dünya barışından estetiğe birçok alanda Tevhid’in nasıl bir düzenleyici olarak anlaşılması gerektiğini ortaya koyan Farûkî’ye göre “Müslüman’ın yeniden inşası Batı’daki gibi bir meydan okuma ve fetih hareketi değil sadıkane bir teslim olma hareketidir. Böylece Müslüman üçlü bir engellemeyle karşı karşıyadır: Doğadan faydalanırken kendi iktidarına karşı, başarırsa gücüyle gururlanmasına karşı, ve başarısızlığa uğrarsa çaresizlik ve yeis stratejisine karşı.”

Yazara göre tevhit, Müslümana ait, her yerde, her hareket ve düşüncelerinde Allah’ın merkezi işgal ettiği anlamına gelir. (s.11) Bu Allah anlayışı, felsefecilerin sebepler ilkesinden hareketle dünyadaki nizam ve intizam dairesinde her şeyin hareket etmesi anlayışıyla atıl tanrı inancına götürmektedir. Kelâmcılar bu problemi vesilecilik anlayışı ile aşmaya çalışmışlardır. Ulaşılan bu Allah anlayışı itibariyle, Allah sadece mutlak, nihaî ilk sebep ya da mebde değil, ayrıca kural koyuculuğun da özü olduğu gerçeği vardır.

İnancımıza göre Allah ahirdir. Yani her dileğin nihaî hedefi, her zincirin ulaşacağı son noktadır. Ona ulaşamayan her zincir her hedef eksiktir. Tanrının en büyük nihaî sınır ve değer- kuramsal zemin olması anlayışından O’nun tek olması gerektiği ortaya çıkar. Tek olmak, zincirin mutlak sebebinin tabiat olduğu gibi, nihaî sonun da asıl niteliğidir. Mutlakiyet, mutlak olanın diğerine bağımlılık olasılığını engeller. İslâm’da Allah başkasına muhtaç değildir; ama bu başkasına muhtaç olmayış, insanın yükümlülüklerini fark edeceği bir dünyayı yaratmasını engellemez. Bu nedenle, İslâmî yaşantının özünde, insanların yaşamı için zorunlu ve yol gösterici olan tek Allah vardır. (s. 13-15)

Yazara göre İslâm inancına göre tevhidin âlemde uygulayıcısı konumunda insan vardır. İnsan dağların yüklenmediği görevi yüklenmiştir. Ancak emaneti cesaretle yüklenen insan Allah’ın istediğini yapma kadar yerine getirmeme yeteneği de vardır. Varlıklar arasında insan ahlâkî eylemin, yani özgürlüğün ön şartlarını yerine getirir. (s.15-16)

Ahlâkî eylem, özgür bir amil tarafından yapılmak için serbestçe istenmedikçe ve üstüne alınmadıkça ahlâkî bir değildir. İnsanın girişim ve çabasının olmadığı her ahlâkî kıymet ve değer sükût eder. (s. 17-18)

İlâhî iradenin hakim olduğu bir dünyanın kabulünün bir değerinin olması için herkesin özgürce ve üstünde düşünerek verdiği bir karar olması gerekir. (s. 19)

Yazar tevhidin önemini bir başka açıdan şöyle vurgulamaktadır: İslâm medeniyetinin özünü İslâm, İslâm’ın özünü tevhit, tevhidin özünü de Allah’ın birliği, Allah’ı tek mutlak, yüce, Yaratıcı ve her şeyin sahibi ve yöneticisi olarak kabul etmek olduğunda şüphe yoktur. İslâm medeniyetine kimliğini veren, bütün unsurlarını bir araya getirerek onları bir bütün, medeniyet dediğimiz organik vücut haline getiren tevhiddir. İslâm’ın hiçbir emri tevhit olmadan sabit olmaz, tevhit olmadan İslâm olmaz. (s. 27)

Yazar İslâm’ın, tevhidin yansımalarını ilkeler bazında ele alarak irdelemektedir. Biz bunlardan bir kısmına burada değinmeye çalışarak okuyucunun eser hakkında fikir sahibi olmasına katkıda bulunmaya çalışacağız.

Tarih ilkesi
Yazar, tevhidin insanı bir eylem ahlâkına; yani ahlâkî öznenin zaman ve mekân akışına, çevresinde olduğu kadar kendi benliğinde de elde ettiği başarı derecesiyle ölçüldüğü bir ahlâka sevk ettiği görüşündedir. Bu nedenle, zaman-mekân akışını bozmak ya da kâinatı dönüştürmek gerçek bir Müslümandan beklenilir bir şeydir. (s. 45) Tarih Müslüman için bir kominist için olduğu kadar önemlidir. Bir farkla ki, Müslüman tarihten sorumlu olarak mutlak olan Yaratıcıyı değil kendisini sorumlu bilir. Müslüman, toplumsal ve sosyal olduğu kadar kişisel ve bireysel düzeyde de Allah’ın tarihin yazgısını belirlemesinin, tarih içinde kendi hareketlerinin doğrudan neticesi olduğuna emindir. Müslüman için tarih tiyatrodur, malzemedir, tecrübedir, güçtür ve yaratılışın esas amacıdır. Bunun ardın da Müslümanlar varlık bakımından akıllı, mevcudat üzerine teemmüle dalan ve “Ey Rabbimiz! Bunları boşuna yaratmadın” (Al-i İmran, 191) diye haykıran, mümkün olan en yüksek derecede tabiat ve tarih süreçlerine etki eden tehlikeli bir hayat sürdüren ve tarihte elde ettikleri ve kaybettikleriyle yargılanmak isteyen birisi olarak tanımlanır. Böylece tevhit, Müslümanın kendisini tarihin mihveri olarak görmesine imkân verir, çünkü o Allah’ın iradesini tarihte yerine getirebilecek tek halifedir. (s. 47-48)

Bilgi ilkesi
Bilginin ilkesi olarak tevhit Allah’ın gerçek ve tek olduğunun bilinmesidir. Bu her türlü tartışma ve şüphenin O’na havale edildiğini, hiçbir iddianın, sınama ve kesin yargılamanın dışında olmadığını gösterir. Tevhit, hakikatin gerçekten bilinebilir olduğunu ve insanın ona ulaşmaya muktedir bulunduğunu tanımaktır. Bu hakikati inkâr eden şüphecilik, tevhidin zıddıdır. (s. 55) Dolayısıyla İslâm’da iman Hristiyanların inancından farklı olarak insanın safiyetine değil de, aklına verilen bir hakikattir. İmanın doğruları ya da önermeleri eleştirel ve akla uygun şeylerdir. (s. 53-54)

Yazara göre tevhit üç ilkeden müteşekkildir:
1. Gerçeklikle uyum göstermeyen her şeyin reddi: Bu madde, dindeki her şeyi sorgulamaya ve eleştiriye açık tuttuğu için, yalanı ve aldatmayı İslâm’dan hariç tutar. Bu ilke Müslümanları zanna ve yani bilgiyle denenmemiş teyid edilmemiş iddiaya karşı korur.
2. Nihaî anlamdaki çelişmelerin reddi: Nihaî anlamda hiç çelişkinin olmaması onu bir yandan basit bir tezata, diğer yandan paradoksa karşı korur. Bu ilke akılcılığın özüdür.
3. Yeni ve/veya karşı kanıta açık olmak: Bu ilke Müslümanları, harfi harfine tekrarcılığa, taassuba ve durgunluğu meydana getirici muhafazakarlığa karşı korur. (s. 56-58)

Metafizik ilkesi
İslâm’da tabiat, mahlûktur ve Allah’ın hediyesidir. Belli bir gayeye hizmet eder; mükemmeldir, muntazamdır; insanın tasarrufuna sunulmuş masum bir eşyadır. Amacı, insanın iyi olanı yapmasını ve saadet, elde etmesini sağlamaktır (s. 62-63) diyen yazara göre, Allah âlemdeki nizamın sebebidir. Evren bir düzensizlik, kaos değil, gerçekten bir düzendir, düzenliliktir; zira Allah oraya sonsuz yasalarını vaz etmiştir. Bu yasalar Allah’ın insanlara amelleriyle kendilerini ispat etsinler diye bahşettiği bilinebilir yani gözlem ve akılla bilinebililir yetileridir. Tevhit ilkesi, bilime engel oluşturmak bir yana bilimin gereğidir. Müslüman, Allah’ın mutlak sebep ve tek fail olduğuna her şeyin hayırla var olduğuna ve meydana geldiğine şüphesiz inanmıştır. Tevhit vasıtasıyla böylece kavranan tabiat bilimsel gözlem ve analize uygun ve hazırdır. (s. 67-68)

Ahlâk ilkesi
Yazarın üzerinde önemle durduğu ilkelerden birisi de ahlâk ilkesidir. Ona göre, tevhit tek olan Allah’ın insanı kendisine itaat ve ibadet etsin diye en güzel şekilde yarattığını tasdik etmektir. O’na itaat ve emirlerini yerine getirmek insanın varoluş nedenidir. Tevhit, ayrıca bu amacın yeryüzünde Allah’ın halifesi olma görevini de içerdiğini iddia eder. Bu emrin yerine getirilmesini ahlâkî kılan insanın Allah’ın emrine itaatle ilgili olarak sahip bulunduğu özgürlüğün bu kullanımıdır. (s. 73)
Evrenin kendisi, insanın ahlâkî çabasının hedefi olan ilâhî iradenin bu yüce gayesi olmadan var olamazdı. İnsanın üstlendiği sorumluluk ya da görev eylemin kapsadığı alanın mümkün kıldığı kadarıyla hiçbir sınır tanımaz. Bütün insanlık insanın ahlâkî eyleminin konusudur. Bütün yeryüzü, gökyüzü onun sahnesi ve malzemesidir. (s. 74)

İnsanın görevi, ilâhî iradenin icrasının yalnızca serbest olarak vuku bulabileceği ahlâkî alanda; yani insanın yapması gerekenden başkasını yapma yeteneğinin gerçek olasılığı altında bulunmaktır. İnsan masumdur. Fıtrî bir günah veya hata ile veya iktidarı ve özgürlüğünün olmadığı bir alanda sorumlu kılınarak yaratılmamıştır. (s. 79-81) İnsanın ahlâklılığı, geçmişte meydana gelmiş kurtarıcı bir drama imandan değil, Müslümanın Allah’a olan imanından kaynaklanmaktadır. (s. 85)

Müslüman, tabiatı kendisine vahyedilen ilâhî modelin ahlâkî boyutunu gerçekleştirmek amacıyla tekrar yeniden yoğurmalı ve işlemelidir. Bunu gerçekleştirmedeki başarı derecesi ahlâkî saadetinin ölçütüdür. (s. 87)

Toplumsal düzen ilkesi
Sosyal boyutuyla İslâm, dünyadaki diğer dinler ve medeniyetlerden tamamen farklı bir yere sahiptir. İslâm dini dünyadaki diğer dinlerin aksine dinin kendisini hayatın asıl amacı, zaman-mekan seyrinin özü ve tarihin asıl seyri olarak tanımlar. (s. 97) İslâm insanların fıtratlarına uygun bir şekilde hayatın bütün güzelliklerinden yararlanmalarını, bilmeleri geliştirmeleri ve öğrenmelerini, tabiatı kullanmalarını, sosyo-politik yapılar kurmalarını kısaca bütün bunları, dürüstçe, yalan söylemeden ve hile yapmadan çalmadan sömürmeden kendine ve çevrelerine tabiata ve tarihe zulmetmeden yapmaların emreder.

Bütün bunları iyi bir şekilde yapmak Allah’ın iradesini tahakkuk ettirmek olduğundan, İslâm insanı Allah’ın halifesi olarak nitelendirir. İslâm sözü edilen hedefleri bütün insanların fıtrî gayeleri, temel insanî hakları olarak görür ve bunları garanti altına almaya çalışır. İslâm toplumsal teorisini bu amaç üzerine kurulmuştur. Buna göre eğer bu amacın gerçekleşmesi isteniyorsa, sosyal bir düzen gereklidir. (s. 97-98)

Bunla tevhidin sosyal teoriyle alâkalı imaları olmaktadır. Bu imalar fiilen, toprak, halk, ırk ve kültürle sınırlı olmayan birleşik, organik ve medenî bir bütün; üyelerinin her birinin hayatında olduğu gibi toplum hayatında da evrenselci, bütüncül ve sorumlu; ve her insanın bu dünyada ve ahirette saadete ulaşması, ilâhî iradenin zaman-mekan içerisinde tahakkuku için zorunlu olan ümmeti meydana getirir. (s. 114)
Aile ilkesi
Yazar İslâm’ın kuralarının yaşanılmasını tevhit için gerekli görür. Ailenin kurulması ve bir kurum olarak korunması ve işlevini yerine getirilmesi tevhidin gerçekleşmesi için gereklidir. Aksi takdirde yarım kalacaktır ki bu da bütünsellik ilkesini bozacaktır. (s. 147)

Yazar özellikle mevcut durum içerisinde kadının toplumda yüklenmesi gereken rol üzerinde özellikle durmaktadır.

Yazara göre her erkek gibi kadının da Allah Teâlâ’ya itaat ve ibadet sorumluluğunu taşımalı, kabiliyetlerine ve eğilimlerine göre ümmete faydalı olmaya çalışılmalıdır. Bu görev, ümmetin çöküş ve uyku halinde olmasından dolayı iki katlı emirdir. Bu görevden kimse kaçamaz; kaçmamalıdır. İçinde bulunduğumuz mevcut şartlar her kadının hayatın en az bir kısmında kariyer sahibi bir kadın olmasını gerektirir.

İslâm kadının birinci görevi; bir İslâm işçisi olarak eğitim görmek, aklını uyandırmak ve onu İslâmî bilgiyle beslemek, kendisini İslâmî çalışmada disiplin altına almak ve ortaya koymak ve İslâmî hareketin kendisine tahsis edeceği böyle bir iş için hazırlamaktır. Özetle İslâm’ı uyanış çalışmasının her aşamasında yer almak durumundadır. (s. 152-153)

Eserin geneli hakkında okuyucuyu kısaca bilgilendirmek üzere, eserin temel konularından hareketle yaptığımız bu tanıtım sadece esrin bahçesinden bir demetti. Okuyucunun bu bahçede dolaşırken istifade edeceği kanaatine sahibiz.